Sonunda, Hollywood filmlerinde
pek rastlanmayan bir
şey oluyor: ikisi de ölüyor. Konuyu bu duruma getirdikten
sonra, oğlanla kızı öldürmeden işin içinden çıkabilecek bir
senarist de göremiyorum doğrusu. Ölüm sahnesi akşam ce-
reyan ediyor. Sabah, ağlarını çeken balıkçılar, Uçan Hollan-
dalı ile Pandora’nın cesetlerini -balıklarla birlikte- buluyor-
lar. Böylece Uçan Hollandalı -adam- isteğine kavuşuyor.
Gemiye ne olduğu hakkında bir bilgi verilmiyor.
Galiba, filmin başlarında, Hollanda sarayları, eski kıyafet-
lerle James Mason’un Tanrıya nasıl karşı geldiği ve karısı-
nın nasıl korktuğu gösteriliyor ama asıl film Uçan Hollan-
dalı, Ava Gardner’le tanıştıktan sonra başlıyor.
Sanıyorum, Selim, film başladıktan sonra girmiş salona;
hatta bir iki kişi de, oturun, göremiyoruz, demişler. O telaş-
la, filmin başlarını pek iyi anlayamamış. Kısacası, insan, bu
tarihî olayla da bir kere daha anlıyor ki bazen sonsuzluk bi-
le Amerikan filmleri kadar sıkıcı bir şey.
BİRİNCİ ŞARKI
Selim Işık, tanıdığım kadarıyla, bu şarkıları yazmak için
gerekli düşünce-duygu birliğinden yoksun bulunmaktadır.
Bu durum, şarkıların
özünde olduğu kadar, biçiminde de
yer yer göze çarpmaktadır. Bu nedenle, şarkıların açıklama-
sına geçmeden önce,
bütününü, biçim bakımından incele-
mek istiyorum.
Selim, her işinde olduğu gibi, şarkıları
yazmaya da bir
Türk gibi başlamış ve bütün iyi niyeti ve çabasına rağmen,
İngiliz gibi bitirememiştir. Kafasındaki dağınıklığı anlatabil-
mek için, şarkılara da dağınık bir biçim vermek gerektiğini
sanmıştır. Bu dağınıklık, bir biçim bozukluğu olarak bütün
şarkılar boyunca sürüp gitmektedir. Nitekim, Birinci Şarkı-
156
da, yedi-yedi hece bölümlü sekiz mısralık kıtalar -ya da Se-
lim’in yarım Batı etkisiyle kullanmak isteyeceği deyimle,
stanzalar- olarak görünen ilk biçim, İkinci Şarkıdan
başla-
yarak hem her kıtadaki mısra ve hem de her mısradaki he-
ce sayısı bakımından belirsiz ve düzensiz bir yapıya ulaşı-
yor. Selim’i ilk gençlik yıllarında etkileyen
Dostları ilə paylaş: