01 tutunamayanlar



Yüklə 1,87 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə50/70
tarix01.12.2023
ölçüsü1,87 Mb.
#136967
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   70
Oguz Atay Tutunamayanlar

Efruz Bey
’di galiba, kendini bir-
579


denbire kahraman sanıp sokağa fırlayan. Bu öğretmen il-
ginç bir adamdı Olric. Bize okuma sevgisi aşıladı biraz. Biz-
lere ne kadar aşılanabilirse o kadar. İşini seven, az bulunur
öğretmenlerden biriydi. 
Efruz Bey
var işte. Onu da ayıralım.
Dikkat ediyorsan, itibarlı bir müşteri oluyoruz yavaş yavaş.
Duruma çok sevinip de kitap tavsiye etmek gibi bir çılgınlı-
ğa kalkışmazsa, bulunmaz bir kitapçı. İnsan, Goethe’yi
okumazsa olur mu? Olmaz. Bu adam da hiç kitap satamıyor
galiba. Her çeşit kitap var. Bilirsin, bizde biten bir kitabın
yerine yenisi konmaz; o kitap çabuk bitmemişse tabii. Biraz
dedikodu yapalım gene: bu Goethe’yi de Beethoven hiç sev-
mezmiş. Burada Goethe kazanıyor: çünkü öbürü müzisyen;
o anlamaz. Beethoven de kızmış, Dokuzuncu Senfoni’ye
Schiller’in şiirini koymuş. Malumu âliniz, Schiller’le Goet-
he’nin arası biraz şekerrenk. Zaten Beethoven, Goethe’ye
parkta imparatora selam verdi diye içerliyor. Anlayamadım
efendimiz: yani Beethoven’in arası iyi değil mi imparatorla?
Ne aptal şeysin Olric. Ondan değil. Sosyal meseleler bakı-
mından canım! Sosyal bakımdan bilinçlenmiş her adamın
evinde bu nedenle Dokuzuncu Senfoni bulunur. Yalnız, bu
Goethe hakkında çok iyi şeyler duydum. Biraz aklınız karı-
şacak galiba efendimiz. Bilmem ki. Karışsın Olric. Bugüne
kadar boş bir kâğıt gibi temiz kaldı. İyi koruduk uzun süre.
Biraz da zorlansın. Saflığını kaybetsin biraz. Aklımız, mace-
ralardan korkmasın biraz. Ne demek biraz? Hiç korkmasın.
Hiç yorulmadan mı ölelim istiyorsun? Sonra, Oblomov gibi
erken ölürüz. İyiyi kötüden ayırmasını öğrenmek istiyo-
rum. Uğraştı da beceremedi desinler. Biraz heyecanlanıyo-
rum; bilmediğim, görmediğim hayallerin baskısını hissedi-
yorum, efendimiz. Sizin için korkuyorum. Belki, çok önce-
den hazırlığa girişmeliydiniz efendimiz. Gülünç olurum di-
ye mi korkuyorsun Olric? Zarar yok, gülünç olalım. Bir ye-
re varalım da ne olursak olalım. İyi aklıma getirdin Olric:
580


Don Kişot
’u da almalıyız. Çok iyi niyetli bir ihtiyardır. Aklın
macerası önemli Olric. Ben de okumadığım kitaplardan en
iyi anlayan insanım bu dünyada.
Biraz da kâğıt almak istemez misiniz efendimiz? Kâğıt
mı? Ne kâğıdı? Kâğıt, efendimiz yazmak için. Ne yazmak
için? Benim büyük ve mustarip bir ruhum yok ki Olric.
Ben on ikinci dereceden resmî bir Türk vatandaşıyım. Töre-
lerime bağlıyım. Yazamam ben. Ben fakir bir Turgut’um.
Turgutların en önemsizi. Şimdiye kadar yaptırdığım bütün
tahliller normal çıktı; böyle bir şeye rastlanmadı. Ben, düz
bir çizgi üzerinde sürüp giden yaşantımın, bazı beklenme-
dik olaylar -bunlara olay demek de fazla iyimserlik olur-
nedeniyle küçük titreşimler göstermesi üzerine, aslında çok
zayıf olan bağlarımı kopararak -buna koparmak dersem
fazla kötümserlik olur- süresi ve sonu belirsiz bir atılışa,
benden başka kimsenin farkına varmayacağı bir kavgaya
sürüklenmeye karar vermek için elindeki imkânlarla dü-
şünmeye çalışan bir macera heveslisi, bir karınca, bir ne bi-
leyim, böyle şartlar altında herkesin aptallık sayacağı bir te-
şebbüsün basit bir noktasıyım. Beni ilerde kimse tarihe sor-
mayacak. Belki bir soran bulunur, efendimiz. Belki günün
birinde kendini, gene sizin gibi önemsiz sayan biri, çağınızı
merak eder, bütün belgeleri karıştırır. Bugünden kalan her
şeyi araştırmaya kalkışır. Sayısız belge inceler, bugünün
özellikleri hakkında sayısız bilgi edinir. Gene de sonunda,
bakarsınız, bir eksiklik duygusu kalır içinde, size benzediği
için. Sizin gibi, yani kendi gibi birinin ne düşünmüş ne
duymuş olduğunu, nasıl bir insan olarak yaşadığını merak
eder bakarsınız. Saçma! Benim gibi bir adamsa bu sayın
araştırmacı, benim gibi bir adamın arkasından belge gibi bir
soğukluk bırakmayacağını da bilir; böyle bir davranıştan
hırs duyacağını bilir. Bunu çok konuştuk, artık bırakalım
Olric. Bu sayın incelemeciye sıra gelinceye kadar eleştiri
581


kargaları cesedimi didik didik mi etsin istiyorsun? Bu bel-
geye ondan başka önem verecek biri çıkmayacaktır ki efen-
dimiz. Ne bugün, ne yarın, ne de bu adam sizi buluncaya
kadar kimse sizi rahatsız etmeyecektir. Herkes kendi başı-
nın çaresine baksın Olric. Size de yardım eden olmadı mı
efendimiz? Aynı şey değil Olric. Ben kendim bulup çıkar-
dım bir sürü karmaşıklığın içinden onları Olric. Bu adam
da öyle yapacak efendimiz. Yalnız, bu karmaşıklığın içinde
sizden de bir şey bulunmalı. Ben de öyle karışık yazarım ki
hiçbir kelimesini anlamaz. Beni, olduğumun tam tersi ola-
rak değerlendirir. Ben de içimden ne kadar sevinirim. Ne
anlamsız bir araştırma. Ben böyle adamları sevmem Olric.
Sizin gibi bir adam efendimiz. Ben, benim gibi olanlardan
hiç hoşlanmamışımdır. Ne sıkıcı bir karşılaşma olurdu. Bu
kadar şiddetle karşı koymanızdan, bu düşüncenin size çok
yabancı gelmediği kanısındayım efendimiz. Öztürkçe ko-
nuşan bir Olric: seni gülünç buluyorum. Yeter artık: bu ko-
nuşmayı çok uzattık. Kitapçı farkedecek. Masanın üstüne
bir Gorki daha koyun efendimiz: ağzı kapanır. Adamın ağ-
zını açtığı yok Olric. Kâğıt da alın biraz: kitapçı sevinir. Ye-
ni bir yazar doğuyor, diye mi? Beni kandıramazsın Olric:
gülünç olurum sonra. Biraz önce gülünç olmayı göze alan
ve bu nedenle rahmetli Don Kişot’u örnek veren siz değil
miydiniz? Kitaplar senin terbiyeni bozuyor Olric.
Buradan bir an önce çıkmalıyız. Ayrıca, bütün kitap kurt-
larımızı burada dökmeyelim. Çok para harcamayalım bir-
den. Sevgili ailemizden gizli biriktirdiğimiz paralarımızı da
çabuk bitirmeyelim. Bir organımızı kaybetmiş gibi oluruz.
Henüz yerini nasıl dolduracağımızı bilemediğimiz bir or-
gan, bu para denen şey. Bu parayı kimse bilmediği halde,
gene de bankadan çekerken heyecanlandım Olric. Oysa bu
çok gizli bir hesabımızdı. Küçük hesaplar, diyeceksin belki.
582


Henüz o kadar cesur değilim belki. Seni de nasıl gizledim
uzun süre. Başlamak için böyle gizli hesaplara ihtiyacım
vardı. Kitapları, camlı tezgâhın üstüne yığdı. Kitapçı da, ki-
tapçılarda bulunmayan bir içgüdüyle, belki bu adamla fazla
konuşmamak gerektiğini sezmişti. Adam kitapların parasını
hesapladıktan sonra, Turgut, bir paket de kâğıt istedi. Bir
kelime söylemek yok Olric. Peki efendimiz. Kitapları sar-
dırmadı. Kitapçıyla birlikte onları arabaya taşıdılar, arka ka-
nepenin üstüne yığdılar.
Turgut adama, bir açıklama yapmış olmak için, uzun bir
yolculuğa çıktığını, bu yolculuğun ne kadar süreceğini bil-
mediği için, yolda okumak üzere bu kitapları aldığını söyle-
di. Bir inceleme yapması gerekiyordu. Bütün ülkeyi dolaşa-
caktı. Adamı konuşturmamak için, bu incelemenin antro-
pomorfolojik olduğunu söyledi. Anadolu’nun sosyomorfo-
lojik değil de antropomorfolojik bir incelemeye konu olma-
sını üniversitede bazı arkadaşları eleştirmişlerdi; fakat Tur-
gut, haklı olduğu kanısındaydı. Kitapçı da böyle kültürlü
bir insanla görüşüp ona kitap sattığı için sevindiğini söyle-
di. Turgut gibi, bu kasabaya gelip kazı yapan birçok genç
tanımıştı. Turgut şimdilik, yerüstündeki bulgularla yetine-
ceğini, olmazsa, yeraltına da ineceğini açıkladı. Kitapçı da,
kazı yapacaksa, muhakkak bu kasabaya uğramasını tavsiye
etti. Almanlar bile en çok burasını beğeniyorlardı. Turgut
giderken adama el salladı: allahaısmarladık Bizim Kitapçı.
Kasabayı hızla geride bıraktı.
Güneş yükselmişti. Yağmur tabiata bir dirilik getirmişti:
otlar, üstlerindeki yağmur sularını silkeleyerek gövdelerini
dikleştiriyorlar, güneşe doğru uzanıyorlardı. Tabiatın sürek-
liliğini bozan asfalt yol üzerinde suların pırıltısı yavaş yavaş
kayboluyordu. Tabiatın bitip tükenmek bilmeyen hareketi-
ni görmek için tembel gözlere ihtiyaç var, diye düşündü.
583


Arabayı yavaşlattı. Deniz kaybolmuştu; yolun altında, ince
bir su kıvrılarak akıyor, ilerde, ağaçların arasında kaybolu-
yordu. Eski yoldan kalmış bir kilometre taşının yanından
ayrılan bir yolun başında, bir tabelanın üstünde bir köy adı
vardı. Bu toprak yola saptı ve yolun yanından yavaşça tarla-
lara inerek suyun ağaçlar arasında kaybolduğu yere geldi.
Durdu, arabadan çıktı, portatif iskemlesini çıkardı. Arka
kanepeden Don Kişot’u aldı, iskemleye oturdu, sırtını ara-
baya dayadı; okumaya başladı.
Kısa bir süre okuduktan sonra, gözkapaklarının ağırlaş-
maya başladığını hissetti. Alışkanlıktan olacak, kötü alış-
kanlıktan. Meslekte de yeniyim: acemilikten olacak. Ayağa
kalktı; suyun yanına geldi, başını ıslattı; ıslak ellerini boy-
nunda dolaştırdı. Mendilini ıslattı, başına koydu. Henüz ra-
hatlama isteğinden kurtaramadım kendimi. Çabuk teslim
oluyorum medeniyete. Ağaçların arasında dolaştı. Bodur
bir ağacın iki kalın dalının arasını beğendi; otomobilden bir
minder aldı, bir sıçrayışta ağaca çıktı. Çevikliğimi gördün
mü Olric? Filozoflar atlet olsaydı, ya da atletler filozof...
durumun fazla değişeceğini sanmıyorum. Ben de efendi-
miz. Yazık. Tarzan’ın bize anlatacak ne kadar şeyi birikmiş-
tir. Kim bilir? Tarzan gibi çok yazar var, efendimiz. Eşsiz
maceralarını sürükleyici bir biçimde yazmışlar. Bu kitapları
bile, midesi sağlam olmayan insanlar okuyor Olric. Tarzan
ne derdi bunları okusaydı? Sıkılırdı herhalde efendimiz.
Doğru: aydınlardan başka hiçbir kalabalık kendi hakkında
yazılan eserleri okuyacak sabrı gösteremez. Aman bizi de
ne güzel anlatmış, ne kadar da böyleyiz, demezler herhalde.
Derler efendimiz derler. Demesinler o halde Olric. İnsanları
artık olmaları gerektiği gibi düşünmek istiyorum. İnsanlar,
artık aydınlara verdikleri umumi vekâletnameyi geri alsın-
lar istiyorum. Bütün bunlar çok söylendi efendimiz. Bütün
bunlar artık yapılsın istiyorum. Bu insanlardan biri, şimdi
584


yanınızda olsaydı canınız çok sıkılırdı, sanıyorum. Onlar da
artık sıkılsınlar kendilerinden: böyle olsun istiyorum. Ara-
mızdaki duvarları yıksınlar istiyorum. Duvarları yıkmayı
akıl ederlerse sıkıcı olmamayı da becerirler Olric. Yapamaz-
lar, efendimiz. Alice’in dünyasında kahramanlar bir konu-
nun içinden çıkamayınca, hemen başka bir konuya geçer-
ler. Biz de öyle yapalım Olric. Ben de insanları ve özellikle
işin içinden çıkamayan insanları seviyorum Olric. İnsanlar-
la görüşmek istiyorum: acaba kabul günleri ne zaman, bili-
yor musun? Sizden çekinecekler efendimiz. Olsun. Ben bir
kutu şeker yaptırırım giderken. Zor, oyunu bozar. Üstümü-
ze başımıza çekidüzen veririz. Sabahtan beri kimseyle çatış-
madık Olric. İyi bir işaret bu. Onlara anlayacakları bir bi-
çimde sesleniriz. Çeşitli hileler buluruz derdimizi anlatmak
için. Bir şey söylerken başka bir şey demek isteriz. En ol-
madık şeyin içinden çıkarız. Ne bileyim, mesela, limon şe-
kerlerinin içine küçük mâniler yazarız; derdimizi anlatırız
usul usul. Vatandaşın hem ağzı tatlansın, hem beyni sulan-
sın: öğrenmek istersen iyiyle fenayı, seyreyle bir kenardan
yalan dünyayı. Olmadı. Alışacağız. Zamanla. Arıyorsan ah-
laktaki manayı, muhakkak okumalısın İsa’yı. Buna da san-
sür izin vermez: yabancı din propagandası. Bu yüzden
adamcağızı beyaz perdede göremiyoruz. Buldum: iki tane
düzen vardır, birini ortadan kaldır. Geleceğinizi tehlikeye
atıyorsunuz, efendimiz. Sabırlı olmalıyız. Kimseye zararlı
olmayan bir mâni bulacağız sonunda. Dolaştım yedi düvel
dört iklim, bulamadım bir tane daha Selim. Henüz dolaş-
madınız efendimiz. Anlaşıldı: incitmek istemiyorsan efendi-
ni, tuzlayıp tenekeye bas kendini. Sırtını ağaca dayadı, oku-
maya devam etti.
Acıkıncaya kadar okudu. Yemek vakti gelmiş Olric. Bir
kasabaya ulaşalım da “Bizim Lokanta”da karnımızı doyura-
lım. Artık her şey bizim.
585


Yemekten sonra kasabanın sokaklarında yürüdü, vitrinle-
re baktı. Kaymakamı da ziyaret ederdik ama henüz şöhreti-
mizi duymamıştır; gereken hüsnü kabulü göstermez belki.
Ölü Canlar’daki Çiçikov gibi hissediyorum kendimi. Hükü-
met konağıyla Adliye binasının arasındaki gökyüzü parça-
sında önemli bir yer tutan şu beyaz buluta benzetiyorum
kendimi Olric: esen rüzgâra göre biçim değiştiriyorum. Ha-
fif, beyaz ve yuvarlak bir Turgut’um ben. Pamuk gibiyim:
köşelerimi kaybediyorum yavaş yavaş. Bak: Adliye de, kar-
şısında dura dura zamanla Hükümet konağına benzemiş.
Ceza hakimi de kaymakama, ya da belediye başkanına ben-
ziyordur muhakkak. Birbirlerine can sıkıntısı yüzünden kö-
tülük etmeye çalışırlar; benzemediklerinden değil. Belediye
başkanı iyice ayırır kaymakamdan kendini: biz onun gibi
mekteplileri çok gördük, der. Bizim gibi basit insanların zor
anlayacağı soyut kavramlar üzerinde tartışırlar önce, Olric.
Tahsisat, derler. Nasıl bir şeydir bu tahsisat; bilinmez. Kim-
se bu güne kadar yüzünü görmemiştir tahsisatın. Tahsisat
yüzü görmüyoruz, derler. Bu sözden biliyorum bir yüzü ol-
ması gerektiğini. Aslında çok yüzsüzdür bu tahsisat. O ka-
dar yazılır, çizilir: tahsisat istenir. Bana mısın demez. Uzun
süre gelmez. Tahsisat yok derler. Sonra, tahsisat geldi der-
ler. Gene kimse görmez tahsisatı. Bir de bakarsınız tahsisat
bitmiş, işler bitmeden. Tahsisat olsaydı diye dövünürler.
Tahsisat olmadan nasıl icraat olur? İşte bir soyut kavram
daha. İcraat. Mesela, içindeki bulanık suda, kırmızı olduk-
larını tahmin ettiğim balıkların yüzdüğü şu havuz bir icra-
attır. Hükümet meydanında görülen beyaz boyalı, buzlu-
camlı fenerler icraattır. Tahsisat, verilir; icraat, yapılır. Ayrı
ayrı fiillerdir bunlar. Yazıyı merkeze gönderen memura so-
ruyoruz: tahsisat nedir? Hayretle yüzümüze bakıyor: Anka-
ra’dan gelir, diyor. İstediğimiz cevabı alamadan üzülerek
ayrılıyoruz. Hükümet Konağı eski bir bina Olric. Çünkü
586


kapısı ortada. Bayındırlık Müdürlüğü gibi yeni bir bina ol-
saydı kapısı yandan olurdu. En yeni binalardaysa kapının
nerede olduğu belli değildir Olric. Henüz kasabalara böyle
yenilikler girmiyor. İnsan ruhunu sıkan simetriden kurtul-
mak için yalnız, kapı yana alınıyor. Şimdilik tahsisat bu ka-
dar. Bu yan kapılara da güvenilmez. Vatandaşa onları da ka-
parlar. Vatandaş hangi kapıdan mı girer Olric? İlk bakışta
zor anlarsın onu sen. Vatandaş olmadan o kapıyı bulmak
güçtür. Meydandaki banklardan birine oturdu. Sırtımızı bir
banka dayadık, yüzümüzü güneşe verdik, eshabı mesalihin
memurların karşısında ter döktüğü bir günün bu saatinde
dalga geçiyoruz. Biz de geçtik o yollardan Olric. Kefaretimi-
zi ödedik. Şimdi düşünüyorum da... diye başlayan sözler
vardır ya: işte ondan. İnsan gerçekten anlayamıyor; anlata-
biliyor ancak. Cebinden kitabını çıkardı. Küçük bir tarih
düşürülmesini rica ediyorum sayın belediye başkanı. Meali
ilişiktir: 19.. yılında, Turgut Özben, hükümet meydanında-
ki bu bankta, 

Yüklə 1,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   46   47   48   49   50   51   52   53   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin