6.2.2. Midhat Paşa’nın Azli ve Avrupa’ya Sürülmesi
Padişah’ın seve seve ilan ettiğini söylediği Kanun-ı Esasi’nin yalnız Midhat Paşa’nın eseriymiş gibi kabul edilmesine karşı duyarsız kaldığı söylenemezdi. Bunun dışında Kanun-ı Esasi’nin daha hazırlık aşamasında gerek içerdiği hükümlereve gerekse de amacına karşı olan saray çevresi de eski muhalefetini sürdürmekten geri durmuyordu. Özellikle tutucu tavırlarıyla Kanun-ı Esasi’nin daha hazırlık evresinde etkisiz biçimde yapılanmasına sebep olmuş ve hatta Midhat Paşa’nın muhtemel bir diktasına karşı ünlü 113. Maddenin kanun metnine girmesini sağlamışbulunan Cevdet Paşa, Mehmet Rüştü Paşa, Ahmet Vefik Paşa gibi kimseler de açık muhalefetlerini ortaya koymuş bulunuyorlardı.
Ancak Midhat Paşa’ya muhalefetin en önemli ve etkilisi kendi mücadele arkadaşlarından geliyordu. Bunlardan bir kısmı Kanun-ı Esasi’nin özgürlükler ve serbestlik yönünden yetersiz olduğu iddiasında idi. Bu grubun lider kadrosunda bulunan Namık Kemel, Ziya Paşa ve Ali Suavi özgürlük ve fikir kahramanları ise, Midhat Paşa’nın kazandığı büyük ün ve otorite karşısında kendilerinin unutulmuş ve ihmal edilmiş bulunmalarından rahatsızdılar. Hatta bu rahatsızlık zaman zaman, Midhat Paşa’nın olağanüstü gücünden korkuya kapılan Abdülhamit ile bu lider kadrosunun birlikte tedbir alması şeklinde, bir ortaklığa kadar varabiliyordu. Örneğin Namık Kemal bile Abdülhamit!e, Midhat Paşa’nın kendisini devirip cumhuriyet kurma fikrinde olduğunu haber vererek tedbir alması yolunda telkinlerde bulunuyordu140.
Midhat Paşa bu muhalefetler karşısında gittikçe yıpranıyor ve Padişah üzerindeki otoritesini yitirmeye başlıyordu. Böylece Midhat Paşa’nın eski ün ve şöhreti bir nebze de olsa sarsılmış, en çok güvendiği kişilerin de desteğine şüpheyle bakmaya başlamıştır. Diğer yandan büyük bir ümitle güvenip bağlandığı İngiliz Hükümeti’nin de tutmunda fazla samimi olmadığını İstanbul Konferansı’nda Kanun-ı Esasi’nin hiçbir etkisinin olmamasıyla daha da iyi anlamıştır. İşte böyle bir durumda Abdülhamit artık Midhat
Paşa’yı takmıyor, onun haberi olmadan bazı kararlar alıyor ve devleti yönetiyordu. Daha önceden çok çekindiği Midhat Paşa’ya karşı saraydan ordu içinde, ihtilalciler ve özgürlükçüler içinde taraftar oluşturmaya başlayan Abdülhamit, Midhat Paşa’yı dışlamaya başlamıştır.
Yine o sırada Vükela Meclisi’nde mali durum hakkında müzakerelerde bulunulurken Midhat Paşa Maliye Nazırı Galip Paşa’nın görevi ile ilgili meselelerde şaşkınlık ve acizlik göstermesini, onun azline sebep kabul ederek maliye nazırlığına, Maarif Nazırı Yusuf Paşa’nın getirilmesine izin istemiştir. Galip Paşa, Damat Mahmut Paşa’nın uzağında olduğu için kendisinin ayan meclisi azalığına getirilmesi şartıyla Yusuf Pşa’nın Maliye Nazırı tayin edilmesine karar verdi. Bunun üzerine Midhat Paşa meseleyi büyüterek Galip Paşa’yı görevinden aldı141.
Midhat Paşa’nın Galip Paşa’yı görevinden alması bardağı taşıran son damlaydı. Abdülhamit zaten muhalefet olmaya başladığı Midhat Paşa’yı, bu olayı bahane ederek görevinden almıştır (5 Şubat 1877). Zaten aynı gün Midhat Paşa’yı İzzettin Vapuru ile Avrupa’ya sürgüne göndermiştir. Midhat Paşa’nın Avrupa’ya sürgüne gönderilmesinin asıl sebepleri:
“Birkere Tersane Konferansı’nın Osmanlı devleti bakımından başarısızlığı vardı. Abdülhamit, Konferansı etkilemek umuduyla Midhat’ı sadarete getirdiğine göre, bu sağlanamayınca ondan vazgeçmesi olağandı. 2. Olarak, Midhat iki padişahın indirilmesinde önemli rol oynamıştı. Osmanlı Tarihinde padişahları hal’ edenlerin sarayın mutlak iktidarı bakımından tehlikeli görülüp, bizzat bu hareketten yararlanmış olan yeni padişah tarafından ortadan kaldırılmaları geleneksel bir kuraldı. 3. Olarak, Midhat, ülkeye demokrasiyi getirmek isteyen bir Meşrutiyetçi’ydi. Midhat aleyhtarları bu noktayı çok süslemişlerdir. Güya Midhat, bu uğurda Osmanlı Sülalesi’nin yerine Mekke Şerifleri’ni getirmek hatta kendi hanedanını kurmak istermiş, Midhat’ın gayrı müslimleri Harbiye Mektebine yazdırmak istemesi yine gayrı müslimleri de kapsayacak millet askeri alanda bir milis kuvveti kurması da sakıncalı davranışlar olarak zikredilir. 4. Olarak, Midhat, Meşrutiyet olsun olmasın komplo arkadaşları Rüştü, Hüseyin Avni ve Hayrullah Efendi gibi son sözün sarayda değil Bab-ı Ali’de olmasını isteyen, aksi taktirde İmparatorluğun mali iflastan kurtulamayacağı inancını besliyor, saraya sunduğu evrakın mutlaka tasdik edilmesini bekliyordu. Nitekim Midhat, geciken bazı onaylar yüzünden Padişah’a sert bir yazı göndermiştir142.
Midhat Paşa’nın II. Abdülhamit’e kullandığı dil de düşmesinin başlıca sebeplerinden biridir. Bugün bile hiçbir devlet başkanının tahammülüne imkan olmayan, şahsen tahammül etse bile, temsil ettiği devletin şerefinin tahammül etmemesi gereken bu sözler, bardağı taşırdı143.
Devlet ve Millet görevi yüklenmiş olmanın sorumluluğunu bu derece ciddiye alan, Hükümdarına karşı gerçekleri bu derece açık ve yalın bir dille ifade eden bir devlet adamını yalnız türk tarihinde değil dünya tarihinde de göstermek imkansızdır. Midhat Paşa bu yazısında, Padişah’a görev ve sorumluluklarını hatırlatıyor, bu uğurda herşeyi göze almış görünüyordu. Bu mektuptan sonra saraya hiç uğramadı. Ne düşündüğünü öğrenmek isteyen Ametçi Mahmut Bey’e de ‘Ben istifa edecek değilim, Padişah azlederse etsin, laki bu defaki ayrılışım eskilere kıyas olunamaz...’ cevabını verdi. Bu cevabı verirken Padişah’ın kendisini feda edemeyeceğini, böyle bir yola giderse bir takım üzücü olayların çıkabileceğini düşündüğü muhakkaktı144.
5 Şubat 1876’da Midhat Paşa bir yaver vasıtasıyla Saray’a davet edildi. Paşa hemen arabasına binerek saraya gitti, orada Paşa Dairesi denilen bekleme odasına alındı. Burada bir saatten fazla beklediği halde huzura alınmadı, Midhat paşa ne yapmak lazım geldiğini şaşırdı. Bu bekletilişe bir mana veremiyordu, bir müddet sonra dört yaver geldi ve bunlardan biri Midhat Paşa’ya ‘Efendimiz’in iradesiyle tevkif ediliyorsunuz, sürgüne gönderileceksiniz’ dedi. Daha sonra Mabeyin Feriki Said Paşa gelerek Mühr-ü Hümayun’u kendisinden aldı, Paşa Kanun-ı Esasi’nin 113. Maddesine göre sürgün ediliyordu. Rıhtımda İzzettin Vapuru onu bekliyordu, Midhat Paşa yanında parası olmadığını bildirince 500 altın harçlık verilmiştir145. Bir rivayete göre Midhat Paşa Padişah’ın emrini dinledikten sonra “Allah vatanımın yardımcısı olsun146dediği söylenmektedir.
Bu suretle ne garip tecellidir ki Kanun-ı Esasi’ya ilave edilen ve Ziya Pşa ile Namık Kemal’i o kadar kızdıran 113. Madde, Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın çok iyi görmüş oldukları gibi, Sultan’ın elinde dehşetli bir silah oldu ve bu silah ilkönce Midhat Paşa aleyhine çevrildi147 . Ziya Paşa, Namık Kemal şahsi düşmanlarıyla değil eskiye dönüşe sebep ola insanlarla mücadele ettiler ve bu büyük insanlar o kadar fikirlerine sadık, fikirlerine ait en ufak bir ihtalaftan dolayı birbirleriyle mücadeleden çekinmediler fakat müşterek düşmana, istibdada karşı derhal birleşip karşı bir cephe kurmaktan da bir an olsun geri kalmadılar148.
Midhat Paşa’nın sürülmesi üzerine bir ayaklanma olmamıştır, ancak hürriyet isteyen aydınlar ve halkın işlerin kötüye gittiğini sezen kısmı ile hükümetin arası açılmış, yurdu bu yüzden de ağır bir huzursuzluk kaplamış, Harbiye ve Medrese öğrencilerinin katıldığı birçok halk gösterileri olmuştur149.
Birçok devlet adamı hatta hükümdarlar, sürgün haberini alınca teessüfleri ile birlikte türkler hakkında besledikleri duyguları da açığa vuruyorlardı. Mesela Fransa Cumhurbaşkanı Thiers, ‘Padişah’a bu işi Osmanlı’nın en büyük düşmanı tavsiye etmiştir’ dediği gibi İngiltere Kraliçesi Victoria’da ‘Türkler galiba intihara hazırlanıyorlar’ ve nihayet Avusturya İmparatoru Fraz Jozeph ise ‘Ya rab, bu Türkler ne ıslah kabul etmez bir Millettir!’ sözleri ile duygu ve düşüncelerini ifade etmiş oluyorlardı150.
Ali Suavi’nin de Midhat Paşa’nın sürgüne gönderilmesini alkışlayan yazıları vardır.Ilk yazısı Sadakat Gazetesi’nde yayınlanmıştır, Tard ü Tağrib başlıklı bu yazıda önce kendisinin on yıl evvel padişahın iradesi dışında keyfi olarak sürüldüğünü, bunun birçok yazıda belirtildiğini, Sultan’a başvurmalarının hiçbir netice vermediğini anlatır. O’na göre Midhat Paşa’nın sürülmesi gösterir ki artık sadece korumasız kimseler değil, bizzat sadrazam da kanunun hükmüne tabidir. Suavi, Ali Paşa ve Fuat Paşa’nın elinde oyuncak olan Abdülaziz’in pasif tavrı ile Abdülhamit’in aktif olarak meselelere sahip çıkmasını mukayese etmiş ve Sultan Hamit’i alkışlamıştır. Midhat Paşa’nın kendi hazırlattığı Kanun-ı Esasi’nin yine kendisinin koydurduğu 113. Madde gereği sürülmesini Suavi şöyle değerlendirir ‘İşte Hakkaniyet, İşte ala ve ednanın müsavatı.’151.
Midhat Paşa’nın azliyle yerine Edhem Paşa sadrazam olmuştur. Ailesine bile veda etmeye vakit bırakılmadan yurt dışına çıkarılan Midhat Paşa, İtalya’dan İspanya’ya, oradanda Paris ve Londra’ya geçti. Birsüre İngiltere’nin başkenti’nde kaldı, gittği yerlerde büyük saygı gören Pşa, memleketi için çalışmaktan, düşlerini padişaha yazmaktan geri kalmadı. Plevne savunmasının yarattığı uygun ortamdan yararlanarak resmi temaslarda bulunabilmek için sürgümlük sıfatının hiç olmazsa geçici olarak kaldırılmasını istedi152.
Suavi, Avrupa kültürü zayıf olduğu bilinen Midhat Paşa’ya bu tarafını hatırlatıyor ve bir manada kendisini ona numune gösteriyordu. Üslubu son derece alaycı ve acımasızdır. Suavi bu çizgide de durmaz, Midhat Paşa’yı resmen hain ilan eder, üstelik onun hıyanetini Fuat Paşa’nın vatanperverliği ile karşılaştırır. Suavi’nin iddiasına göre Midhat Paşa sürgüne giderken ‘artık bu millet battı’ demiştir. Bundan dolayı Suavi ona ‘İşte muhun-i devlet ü vatan, İşte haddini bilmez küçük adam’ diye saldırır. Yine Midhat Paşa’nın yakın geçmişte mahkeme kararı olmadan birçok kişiyi sürdüğünü yazmıştır153.
6.3. Umumi Meclisin Açılması
Midahat Paşa’nın sürgünden kısa bir süre sonra 19 Mart 1877’de büyük bir törenle Meclis-i Mebusan açılmıştır. Ancak Meclis-i Mebusan sadece 10 ay açık kalabilmiştir. Bu arada Rusya ülkesinde bulunan Slavlar’ın ve gayrı müslimlerin haklarını korumak için 24 Nisan 1877de harp ilan etmişlerdir154. Müsbet adımlar atmak suretiyle Avrupa halk efkarını kazanarak, büyük devletler arasındaki önürdeşliklerden faydalanmak ve Rusya’ya meydanı boş bırakmama işini başarmasına muhtemel tek adamın yapmak istediklerini engelleyip onu yurt dışına atan Abdülhamit’in 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan Midhat Paşa’yı sorumlu tutması acayiptir, buişten tek sorumlu kendisidir155.
Mebuslar umumiyetle vilayet meclisleri üyelerinden seçilmiş, hepsi Kanun-ı Esasi’ye bağlı idiler. Herbiri çalışmalarına başlamadan önce yemin etti şöyle ki;
‘Padişahıma, vatanıma ve Kanun- ı Esasi hükümlerine bana verilmiş olan vazifeye saygı gösterip aksine hareket etmekten sakınacağıma yemin ederim’. Teşkil edilen meclis, tarihin en büyük demokratik tecrübesini oluşturmaktaydı156.
Ayasofya Caminin karşısındaki eski üniversite binasında toplanan parlamento yayınladığı bildiriyle meclisi açmış olmasından dolayı padişahı övmüş ve kötü yönetimin son kalıntılarını bir zorbalık rejimi mirasını ortadan kaldırmak için olanca gücüyle çalışacağına söz vermişti. Anayasaya uygun olarak Mebuslar Meclisi açık, Ayan Meclisi de kapalı oturumlarla çalışmalarına başladılar. Mebuslar Meclisine gelenler vilayetlerde Tanzimat Hareketinin oluşturduğu yeni yönetici ve orta sınıfları temsil etmekteydiler. Gerçek anlamda iki mecliste padişah ya da halkı değil vilayet ve başkentin yönetici sınıflarını temsil etmekteydi157.
Meşrutiyet 1 yıl, 1 ay, 21 gün sürmüş, Meclis-i Mebusan ise sadece 10 ay, 25 gün açık ve toplantı halinde kalabilmişti. II. Abdülhamit Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile meclisi tatile sevketti. Meşrutiyeti ve onun dayandığı 93 Anayasasını ilgaya lüzum görmedi158.
Gerçekte meclisi başından defeden sultan oldu, ilk Osmanlı Parlamentosu 28 Haziran 1877’de sona erdi ve ikincisi, yeni seçimlerden sonra 13 Aralıkta toplandı. Nisan 1877’de başlayan ve 31 Ocak 1877’de mütarekeyle biten Rus Savaşı Sultan’ın işini kolaylaştırdı. 13 Şubat 1877’de milletvekilleri aleyhlerine özel suçlamalar bulunan üç nazırın kendilerini savunmak üzere meclis önüne çıkmalarını isteyecek kadar ileri gittiler. Ertesi gün Sultan meclisi dağıttı ve milletvekillerine seçim bölgelerine dönmelerini emretti, Parlamento aşağı yukarı 5 ay içinde topu topu iki toplantı yapmıştı, 30 yıl birdaha toplanmadı159.
Bundan sonra olaylar Osmanlı’nın aleyhine gelişmeye başlamıştır. Şöyleki; Kanun-ı Esasi’nin kabul olunmasından sonra geçen iki yıllık bir süre içinde, Osmanlı İmparatorluğu çökmüş, toprakları yağmalanmış, zenginliklerine el konulmuş, yurt sever ve aydın evlatlarının birçoğu ya devlet tarafından sürülerek ya da savaşlarda şehit edilerek yok edilmişti. Ülkenin hemen hemen bütün zinde kuvvetleri korkunç bir eziklik
içinde, pısmış vaziyetteydi. Adeta bütün değerleri kurutulmuş bulunan İmparatorluk,
her türlü direnişe karşı tepkisiz ve umutsuz duruma gelmişti. Bütün bu olumsuzluklar içinde ülkenin tek bir adamın korkunç istibdadı içine düşmesi kaçınılmazdı, işte Iıç Abdülhamit’in tek adam saltanatı böylece başlamış oldu160.
6.4. Midhat Paşa’nın Affedilmesi, Suriye ve Aydın Valilikleri
Artık 93 Savaşı bitmiş, hemen hemen bütün Rumeli’yi elimizden alan uğursuz Ayastafanos Anlaşması imzalanmıştı. Şimdi devletler doğuda siyasi dengeyi alt üst eden bu anlaşmayı dünya siyaseti bakımından zararsız bir şekle sokmak için Berlin’de toplanmaya hazırlanıyorlardı. Bu şartlar altında Abdülhamit, Midhat Paşa’nın Avrupa’da kalışının daha fazla uzamasını kendi şahsı ve hükümeti için zararlı görüyor ve yurda dönmesini sağlamaya çalışıyordu. Gerçekten de Ağustos 1877’de affedildiği kendisine bildirildi, kendi isteği üzerine ailesiyle birlikte Girit’te oturmasına müsaade edildi ve 28 Eylül 1877’de Hanya’ya geldi161.
Midhat Paşa Girit’te 2 ay kadar kaldı, bu sırada Suriye Vilayeti çok karışmıştı işler hiç iyi gitmiyordu. Buraya iyi işbilir bir valinin tayin edilmesi gerekti, Suriye işlerini, Midhat Paşa gibi gibi tecrübeli bir vali düzeltebilirdi. Onun için Midhat Paşa, Suriye Valiliğine tayin edildi. Midhat Paşa artık devlet memuriyetini kabul etmek istemiyordu ama 162 padişahın isteği üzerine kabul etti ve İstanbul’dan hususi surette Londra’ya gönderilen Fuat Yatı ile Suriye’ye hareket etti, Midhat Paşa’yı vatana vatana dönmeye ısrar etmesinde Abdülhamit’in sinsi ve gizli düşüncesi vardı163.
Paşa maddi ve manevi yorgunluğuna rağmen, tabiatında mevcut yapıcılık ve yaratıcılık nitelikleriyle burada da değerli hizmetlerde bulundu. Bu arada Mahmut Nedim Paşa Dahiliye Nazırlığı’na getirildiğinden görevinden affedilmesini istadiyse de kabul edilmedi. Bununla birlikte aleyhindeki çalışmalar durmuyor, Suriye’nin imarı yolunda elde ettiği başarılar, halk arasında kazandığı itibar ve şöhret düşmanlarının olumsuz faaliyetlerini arttırıyordu.
O’nun Suriye’de bağımsız bir devlet kurma yolunda olduğu bile bir jurnal ile saraya ihbar edilmişti. Sonunda Paşa Suriye Valiliğinden alınarak Ağustos 1880’de Aydın Valiliğine atandı164.
Midhat Paşa İzmir’e geldiği zaman, aleyhine yapılmakta olan tahriklerden son derece müteessir bir halde idi. Bu ruh haleti içinde Mabeyn Başkatipliğine bir arize yazarak Padişah’a, devlete ve millete sadakatini, şahsına yapılan isnat ve iftiraların aslı esası olmadığını bildirdi. Bir yandan da vilayetin işlerini yürütmek için bütün gayretini sarfediyordu165.
Midhat Paşa’nın Aydın’a geldiği sıralarda Abdülaziz’in intihar etmediği, öldürüldüğü iddia edilmeye başlamıştı. Abdülaziz’in öldürülmesinde rolü olanlardan birisinin de Midhat Paşa olduğu söyleniyordu.
Midhat Paşa’nın İstanbul’daki dostları İstanbul’da olup bitenleri kendisine yazıyorlardı, durumun iyi olmadığını bildiriyorlardı. Midhat Paşa, suçlu olmadığı için dostlarının tavsiyesine uymaya lüzum görmüyordu. Midhat Paşa vilayetinin imarı ve emniyet işlerini yoluna koymaya çalışıyordu, Padişah hafiyeler göndererek Midhat Paşa’yı kontrol altında bulunduruyordu166.
III. BÖLÜM ( Abdülaziz Davası ve Midhat Paşa’nın Son Günleri)
-
Abdülaziz’in Katledilmesi Hakkında Tahkikat Açılması
Sultan Abdülaziz’in vefatı hadisesi bugüne kadar birbirine zıt bir çok rivayetlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş ve bir türlü kat’i neticeye bağlanamamıştır. Umumiyetle iki rivayet vardır, intihar ve suikast. Her ikisini de müdafaa edenlerin gösterdikleri deliller mevcuttur fakat bu deliller arasında intihara ait olanlar çok zayıf görülmektedir.
Sultan Aziz tahtından indirildiği sırada devlet idaresi başında dikdatör durumunda olan Serasker Hüseyi Avni Paşa, Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendilerin elinde bulunutordu. Sultan Aziz’in kendi adamlarından hiç biri Fer’iye Sarayına sokulmamış Sultan Aziz tamamen yalnız bırakılmıştır. İkinci Mabeyinci Fahri Bey’in, Hüseyin Avni Paşa ve yaranı tarafından, Binbaşı İzzet, Necip ve Kolağası Ali Beyler de Sultan Murat taraftarları tarafından elde edilmişti167.
Midhat Paşa iki yıl kadar Suriye Valiliği yaptıktan sonra Ağustos 1880’de İzmir (aydın) Valiliğine atanmıştır. Bu atamada amaç aslında Paşa’yı İstanbul’a doğru biraz daha çekmekti, Vali Şam’dan İzmir’e değil sanık sandalyesine doğru gidiyordu168.
Şurası da bir gerçektir ki, II. Abdülhamit tahta geçer geçmez, amcasının hal’i ve ölümü hakkında el altından tahkikata başlamış ve yazılı birçok ifade almıştır. Bu hususta kendisine Başkatibi Küçük Said Bey yardım etmiştir ve II. Abdülhamit, Sultan Aziz vakasının en gizli taraflarını, en vurucu gerçeklerini şahsen bilen insanların başında geliyordu. Araştırıcı zekası, mevkii, olgun yaşta ve hadiselerin yanıbaşında yahut içinde bulunması, ona bu imkanları herkesten iyi sağlamıştı169.
Midhat Paşa aleyhinde hazırlık yapmak üzere Abdülhamit, Paşa’nın ikinci düşmanı olan Esbak Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’yı son defa ikamete memur olduğu Midilli’den acele İstanbul’a getirip Dahiliye Nazırı yapmış ve Cevdet Paşa ile birlikte onu Midhat Paşa’yı itham edecek şekilde çalışmaya memur etmişti170.
Abdülhamit’e göre Abdülaziz intihar etmemiş, öldürülmüştü bunu şu şekilde anlatmaktadır: “Ortada uydurulmamış, herkesin bildiği , belli bir olay vardır ki o da
rahmetli amcamın kanlı ölümü idi. Sultan Abdülaziz intihar mı etti, yoksa onu şehit mi ettiler? Ben hala o inançtayım ki Aziz amcam intihar etmiş değil öldürülmüştür. Önce doktor raporu o kadar lastiklidir ki dünyanın her yerinde en büyük tıp bilginleri tarafından tartışılabilir. İntihara kalkışan bir kimse, iki kolunun damarlarını birden nasıl kesebilir171.”
Bu sırada Saraydan verilen işaret üzerine, Padişahtan para alan bazı gazeteler ve yazarlar Abdülaziz’in öldürüldüğü hususunda ortaya birtakım şüpheler atarak o zamanın iktidar sahiplerini itham etmeye başlamışlar ve Midhat paşa’nın yetiştirdiği ve onun ismini taşıyan Ahmet Midhat Efendi de Üss-i İnkılab isimli bir kitabıyla bu kervana katılmaktan çekinmemişti. Kısaca, Midhat Pşa’nın Abdülaziz’in öldürülmesi olayında suçlu olduğu hususunda yoğun bir propaganda başlamış ve ülke çapında bir itham karalama kampanyası açılmıştı. Midhat Paşa ve arkadaşları açıkça Sultan abdülaziz’i öldürmekle itham olunuyorlar ve adli tahkikat adı altında etkili bir terör estiriliyordu. Sonra da tahkikat giderek Midhat paşa’nın tevkifini gerektirecek bir nitelik kazandı172.
Abdülaziz’in ölümü hakkında el altından Sarayda yapılan tahkikat neticesinde ölümün suikast olduğu neticesine varılmış ve bunun üzerine mesele artık kıvama gelmiş olduğundan meydana vurulmuş ve Ahmet Midhat Efendi’ye bu konuda makale bile yazdırılmıştır173.
Abdülaziz’in öldürülmesi için Sultan Murat’la validesi emir vermişler, Damat mahmut ve Damat Nuri Paşa’lar Mabeyinci Seyyid Bey’in kendilerine getirdiği bu irade üzerine sabık hükümdarın hizmetine tayin edilmiş olan Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmet ve Cezayirli Mustafa isimlerindeki Sultan Murat’ın adamları ve güya Damat Mahmut Paşa’dan talimat almış olan Abdülaziz Mabeyincisi Fahri Bey vasıtasıyla sabahleyin Fer’iye Sarayı’na alınmışlar ve Sultan Aziz’i öldürmek üzere Fahri Bey tarafından Mustafa Çavuş’a beyaz sedef saplı bir çakı verilmiş ve sonra bunlar güpe gündüz öğleye yakın Abdülaziz’in kapısı önünde duran kadınlardan hiçbirisi kendilerini görmeden Sultan Abdülaziz’in odasına girmişler. Bunlarla beraber Ali ve Necip adındaki iki zabit de kılıçlarını çekerek kapı önünde durmuşlar ve dört haremağası da bunlara vezaretçi olmuşlar.
Abdülaziz’in odasına girenlerden zayıf ve nahif olan Fahri Bey, güçlü, kuvvetli olan sabık hükümdarı arkasından yakalamış, Hacı Mehmet ile Cezayirli Mustafa dizlerine oturmuşlar ve Pehlivan Mustafa’da Damat mahmut Paşa’nın verdiği talimat üzerine, başkaları tarafından öldürüldüğü belli olmaması için evvela sol kolunun damarlarını derince kesmiş ve sonra bir miktarda sağ kolunun damarlarını kesmiş ve bu ameliyat esnasında o aslan yapılı ve kuvvetli olan Abdülaziz hiçbir karşı direnişte bulunmamışkuzu gibi teslim olmuştur174.
Şurası pek gariptir ki Abdülaziz’i öldürmek üzere harekete geçirildiği iddia edilen katillerin yanlarında bir tırnak çakısı bile bulunmamış ve bu çakı da güya Fahri Bey tarafından verilmiştir ve yine tuhaf olan şeysaray kaidesi üzere hazinedar denilen kıdemli cariyeler nöbetle Abdülaziz’in kapısı önünde bekleyip hizmet ederlerken ve bundan başka validesi ve bazı kadınları, kalfalar kapısı önünde bekledikleri sırada üç adamın haremağalarının ve iki zabitin bunların hiçbirine görünmeden odaya girmiş olmaları ve girdikten sonra da Abdülaziz’i hiç ses çıkarmadan gürültüsüz, mücadelesiz öldürmüş olmalarıdır175.
Kovuşturma başlar başlamaz Midhat Paşa da göz Hapsine alınmış ve tutuklamalar genişledikçe Paşa’nın da tutuklaması artık beklenir olmuştu176. İstanbul’da yapılan incelemeler sonunda Midhat Paşa da Abdülaziz’in öldürülmesinde suçlu görüldü, İstanbul’a getirilerek yargılanmasına karar verildi. Midhat Paşa’nınİzmir’den İstanbul’a getirilmesi işi Adalet Bakanı Cevdet Paşa’ya verildi. Midhat Paşa’nın getirilirken vapurda sorguya çekilmesi de kararlaştırıldı, Hilmi Paşa Aydın Vilayeti’ne Midhat Paşa’yı yakalayıp getirmek için gönderildi. Vali Konağını gece yarısı üç tabur askerle kuşattı, askerin bir kısmı konağı arıyor bir kısmı da dağ tarafına ateş ediyordu(17 Mayıs 1881)177.
Midhat Paşa Hükümet Konağı’nın karşısındaki faaliyeti görüp hayret ve dehşet içinde kalarak acele elbisesini giyip askerin konağı kuşatmasından önce komşu kapısından arka sokağa çıkmış ve uyku sersemliğiyle orada durup ne yapmak lazım geldiğini düşünürken ansızın silahlar atılmaya başlayıp bazı kurşunlar oraya yakın sahile ve rıhtım üzerine düştüğünden o sırada yanına gelen hademesi Yusuf Ağa ile
birlikte Tilkilik denilen caddeye doğru yürümeye başlamıştı. Biraz yürüdükten sonra bir arabaya tesadüf eden Midhat Paşa hemen binerek Fransız Konsoloshanesi’ne geldiği sırada silah sesleri iyice artmıştır. Bu silah sesleri güya yangın olduğu zannını vermek için kumandan paşa tarafından tertip edilmiştir. Midhat Paşa’nın dairesini basan kumandan ve yaver diğer zabit ve çavuşlarla birlikte konağın her tarafını arayıp Paşa’nın iki saat evvel dışarı çıktığını öğrenmişler ve keyfiyeti derhal Saray’a bildirmişlerdir178.
Yine Abdülhamit hatıratında bu olayı şöyle anlatmıştır: “Keşke izin vermeseydim ve keşke Avrupa’dan hiç çağırmasaydım. Kendisinin pek önem verdiği adaletin karşısına çıkacağını anlar anlamaz, buna herkesten önce kendisinin taraftar olacağı yerde soğukkanlı bir cani gibi davranarak ve bir Osmanlı veziri olduğunu aklına bile getirmeden doğruca İngiliz Konsolosluğunun yolunu tuttu. İngiliz Konsolosluğu o günlerde izinli olduğu içi, onu bulamayınca, Fransız Konsoloshanesine sığındı. Midhat paşa’nın emmim Sultan Aziz’in ölümüne suç ortağı olmasını da bağışlarım da, bir Osmanlı veziri ve sadrazamı olarak yabancı bir devletin hizmetinde bulunmasını asla bağışlayamam.! Çünkü tutuklanacağı sıradaki tutumu ve İngiliz Konsolosluğuna sığınmak istemesi, kime güvendiği ve kimin hizmetinde olduğunu açıkça ortaya koymuştur.! Böyleyken valilikleri sırasında devlete ettiği hizmetleri hatırlayarak idam cezasını hapse çevirdim179.
Bu olayın şahsı için çok alçaltıcı bir durum olduğunu Midhat Paşa’da kabul etmekte ve hatıralarında ‘yalnız bana değil, evladıma da kalacak tarihi ömrümün lekesidir’ şeklinde itiraf ile, ancak can kaygısına düştüğünü180 söyleyerek Cevdet Paşa’nın yazdığı telgrafa karşılık haklı olduğunu savunduğu cevapta şunları yazmıştır “Abdülaziz’in katli meselesi resmi makamlardan henüz şimdi işttiğim bir söz olup, madem ki böyle bir dava var imiş ve bize dahi taalluk etmiştir, dava ve muhakeme için bir umumi kaide var iken asker sevkiyle bu derece bir cebri muamele ve şiddet yaratılmasına ne mecburiyet vardı? Bu konuya dair bir sual vukuu buldu da cevap mı verilmedi? Veyahut muhakemeye davet olundu da imtina mı edildi? Muhakeme konusu benim de istediğim şey olduğu ve fakat şu vukuat üzerine emniyetim kalmadığı cihetle, hayat ve namusuma halel gelmemek ve yapılacak muhakeme aleni olmak şartıyla, temin olunursa muhakemeye hazırım...181”.
2. Abdülhamit’in Dava Açması ve Yapılan Tevkifler
Vali vekili ve İzmir kumandanı Hilmi Paşa Cevdet Paşa’dan aldığı tekgraf üzerine Konsolos’la görüşüp telgraf mealini uygun bir dille söyleyerek Midhat Paşa’nın teslimini istemiş ve konsolosta bu konuda gerek kendisinin ve gerek diğer konsolosların sefaretlerinden henüz bir cevap alamadıklarını beyan ile teslim tekliflerini reddetmiş ve İstinaf Müdde-i Umumisi Mihail Efendi’ye de aynı suretle red cevabı verilmiştir. Bu sırada Mabeyinci Ragıp imzasıyla saraydan Hilmi Paşa’ya çekilen telgrafla bir de Konsolos’a hitaben Fransız Sefiri’nin imzasını içinde bulunduran telgraf yazılmış ve mesele daha ciddi bir şekil almıştır182.
Uzun bir müddetten beri Türkiye ile Fransızlar arasında bir Tunus meselesi vardı. Fransızlar burayı bizden almak için diretiyor ancak hükümet razı olmuyordu. Midhat Paşa’nın kendilerine ilticasını fırsat bilen Fransızlar, Abdülhamit’e müzakereye giriştilerve Tunus karşılığında Midhat Paşa’yı Abdülhamit’e telim ettiler. Bu teslimi zola ve vazife icabı istemeyerek yapan Fransız Konsolos’a aynı zamanda Hükümet Matbaasına da istifanamesini göndererek vazifesinden çekilmiştir183.
Hilmi Paşa’nın raporuna nazaran Midhat paşa teslim olmaya karar verince, Konsoloshaneye gelmiş olan Hilmi Paşa’yı yanına çağırarak, teslim olup kışlaya gittiği ve orada kaldığı müddetçe yiyecek ve içeceğine zehir konmaması hususunda teminat istemiş ve bundan başka Konsoloshane’den çıkarken arabasına Hilmi Paşa’dan başkasını kabul etmeyeceğini de şart koymuş ve dedikleri kabul edilmiştir184. Midhat Paşa Adliye Nazırı Cevdet paşa’nın mahkeme kararı olmadıkça kendisine fenalık gelmeyeceği hakkında verdiği teminat üzerine teslim oldu185.
Cevdet Paşa çektiği telgrafında, bir sorgulama heyetiyle birlikte bizzat kendisinin İzmir’e hareket ettiğini bildirdi. Adliye Nazırı İzmir’e gelince Konsoloshane’den çıkarak vapura bindi ve İstanbul yolunu tuttular. Midhat Paşa vapurdaki sorgulama heyeti tarafından hemen sorguya tutuldu. Bu heyet Müddei Umumi Latif Bey’le üç sorgu hakiminden oluşmuştu. Bunlar İstanbul’a varır varmaz Abdülhamit’e anlatmak için Midhat Paşa’yı sorguluyorlardı186.
Vapurda Midhat Paşa’nın birinci sorgulamasına başlanmıştır. Midhat Paşa’yı Mehmet Efendi sorguluyordu, O’na Fransız Konsoloshanesine sığınmanın sebebini sormuştur. İkinci sorgulamasında ise Abdülaziz vakası sorulmuştur, bu ikinci sorgulama oldukça uzun sürmüştür. Midhat Paşa’nın sorgulamasının İzmir’de yapılacağı vaad edilmesine rağmen bundan vazgeçilerek saraydan gelen bir telgrafla sorgulamanın derhal sona erdirilip Midhat Paşa’nın kamarada tevkif edilmesi emri gelmiş, Cevdet Paşa da emre göre hareket etmiştir187.
Midhat Paşa’dan sonra tevkif edilen diğer önemli kişi Mehmet Rüştü Paşa’dır. Manisa’da çiftliğinde hasta yatmakta olan Mehmet Rüştü Paşa orada yakalanarak İzmir’e getirildi. Ancak sağlık durumunun İstanbul’a gelmeye elverişli olmaması sebebiyle, padişahın izni ve emriyle sorgulaması İzmir’de yapılarak yine Manisa’ya dönmesine izin verildi. Mehmet Rüştü Paşa’nın Divan-ı Temyiz ikinciReisi Lebib Efendi’nin de bulunduğu bir heyet tarafından yapılan sorgulamasında, sanık eski sadrazam kendisine yüklenen bütün suçlamaları reddetti. Abdülaziz’in ölümünün bir cinayet olmadığını söyledi188.
Midhat paşa’nın tevkifine sebep olan olay Abdülhamit’in onun hakkında dava açmasıdır. Sultan Abdülhamit başta Midhat Paşa olmak üzere maddi ve manevi hayatlarını söndürmek istediği adamlar hakkındaki düşüncesini gerçekleştirmek ve aynı zamanda tahta çıktığı günden itibaren beynini bir kurt gibi yemeye başlayan hal’ hadiselerinin cezasız kalmayacağını, Abdülaziz’in ölümünün intihar olmayıp katlolunduğunu ortaya attırdı ve uydurma bir dava açtırdı189.
II. Abdülhamit sorgulama ve iddianame neticesinde Abdülaziz’in ölümünün intihar olmayıp katlolduğu hakkında arzusuna göre bir hazırlık yaptıktan sonra bu hususta katli emreden Sultan Murat hakkında şer’an ve kanunen ne yapılmasını gerektirdiğini, Şeyhülislam Uryanizade Ahmet Esad, Dahiliye Nazırı Mahmut Nedim, Tunuslu Hayrettin Paşalarla Şuray-ı Devlet Tanzimat dairesi Reisi Mahmut Celaleddin
Bey’den oluşan bir heyetin tetkik ve kararına havale etmiş ve onlarda bu meselenin şer’i ve kanuni yönleri mevcut olduğundan, hemen sorgulama evrakının mütalaasıyla verilecek karar için fevkalade bir divan teşkil etmiş ve aynı zamanda Sultan Murat’ın derhal tevkifini münasip görüp bu husustaki 16 Nisan 1881 tarihli kararlarını padişaha arz etmiştir190.
Midhat Paşa’nın bulunduğu vapur verilen emre göre zamanında demirledikten sonra memurlar tarafından Midhat Paşa vapurdan alınarak Fer’iye sarayı tarafındaki hastane iskelesine çıkarılarak aradan da bir araba ile kendine tahsis edilen Yıldız’daki Çadır Köşkü’ne götürülüp muhafaza altına alınmıştır. Midhat Paşa İstanbul’a 22 Mayıs 1881’de getirilmiş ve ertesi gün de sorgulamasına devam edilmiştir191.
Burada biri Midhat Paşa’ya diğeri Rüştü Paşa’ya mahsus olmak üzere iki oda hazırlanmıştı. Bu odaların muhafazasına tabancalı ve kamalı Boşnak ve Arnavut tüfekçiler memur edilmişlerdir192.
3. Yıldız Mahkemesi
Midhat Paşa’nın targılanmasına, 1881 Haziranında Yıldız Sarayı’nın bahçesindeki Malta Köşkü yanında kurulan yeşil bir çadır içinde başlandı. Buna Çadır Köşkü Mahkemesi dendi193.
Mahkeme 27, 28, 29 Haziran 1881 Pazartesi, Salı, Çarşamba günleri olmak üzere üç gün sürecekti. İddianamede V. Murat ile Şevk-Efza valide de itham ediliyor, ancak durumları dolayısıyla muhakeme edilemiyorlardı. Zaten bu sırada artık tamamen iyileşmiş olmasına rağmen Sultan Murat’ın deli olduğu, itina ile zikrediliyordu. Arz-ı Niyaz Kalfa, cinayetle itham edilmesine rağmen, kadın olduğu için padişah tarafından muhakemeden af edildiği bildiriliyordu. Hasta olduğu için doktor raporuna göre Manisa’dan getirtilemeyen Rüştü Paşa gıyabında muhakeme edilecekti. Sorgusu Manisa’da tamamlanmış, ayrıca kendisini müdafa sadedinde söyleyecek bir şeyi olup olmadığı da kendisinden sorulmuştu. Sultan Murat’ın Başmabeyincisi Ethem Bey’in suçlu olmadığı hazırlık sorgusunda anlaşılmıştı. Hakkında savcı ithamı yoktu mahkemede sadece şahit olarak dinlenecekti194.
Mahkeme görünüşte normal bir ceza mahkemesidir, aslında olağanüstü bir divandır. Mahkemeye katılacak olanlar şahsi davetiyeyle çağırılmakta ve üçyüz kişi civarında olan davetlilerin çoğunluğunu Padişahın yaverleri oluşturmaktadır. Duruşmalar umuma açık gibi gösterilse de bu konu hakkında konuşmak, fikir yürütmek fiilen yasaktı. Basının konuyu aynen yazmaları hiçbir katkıda bulunmamaları ya da kendi şahsi görüşlerini yansıtmaları yasaklanmıştır.
Hakimler Heyeti, başta Reis Sururi Efendi olmak üzere, Midhat Paşa’nın düşmanları olan kimselerden teşkil olunmuştu ve mütemadiyen Abdülhamit ve bendelerinden direktif alıyordu. Bu itibarla tarafsız hareket edecek bir adalet organı olmaktan çok uzaktı. Midhat Paşa ise mahkemenin açık olarak cereyan edeceğine dair önceden söz almıştı ve bu suretle adaletin tecelli edeceğini umuyordu195.
Midhat Paşa çadıra geldiği zaman Süruri Efendi’nin yanısıra ikinci reis Hıristo Foridis Efendi ile mahkeme azası ve katipleri bir de Abdülhamit’in adamı Ragıp Bey mevkilerini almış bulunuyorlardı. İkinci reis Midhat Paşa’ya, Abdülaziz!in katli meselesinden dolayı muhakeme edileceğini ve bir avukat tutmasını söyledi. Ancak Paşa’nın seçeceği avukatın padişah tarafından hazırlanmış listede ismi yazılmış olması lazımdı. Midhat Paşa, defterde isimleri yazılı avukatlardan hiçbirini tanımıyordu yalnız gıyaben tanıdığı biri vardı o da Şehri Efendi idi196.
Savcılığa göre cinayet bir komisyon tarafından kararlaştırılmış ve bu komisyona Midhat Paşa’da dahildi. Tanık olarak getirilen bir başka uşak, Abdülaziz’in Fer’iye Sarayı’na getirildiği gün, Midhat Paşa’yı komisyona mensup diğer nazırlarla birlikte Çırağan Sarayı’nda gördüğünü söylüyor. İstanbul’a iş aramaya gelmiş olan Eşref Efendi adındaki bir Suriyeli memur da Şam Valisibulunduğu sırada Midhat Paşa’nın, Abdülaziz’i öldürdüğünü övünerek anlatırken duyduğunu söylüyor. Midhat Paşa aleyhindeki bütün deliller bundan ibarettir197.
Mahkemenin ilk celsesi 27 Haziran 1881’de açıldı, ilk gün Pehlivan Mustafa Çavuş, Fahri Bey, Damad Mahmud Paşa, Damad Nuri Paşa, İkinci Mabeynci Seyyid
Bey öncelikle Süruri Efendi’nin başkanlığında sorgulanmışlardır, daha sonra ise Midhat Paşa (kendi isteği üzerine) sorgulanmıştır. Süruri Efendi 18 yıl önce Midhat paşa’nın Tuna Valiliği döneminde aralarında geçen olumsuz durumdan durumdan dolayı mahkeme başkanlığını ikinci reis olan Hıristo Efendi’ye bırakmıştır.
Hıristo Efendi, Midhat Paşa’ya sıhhati mani olduğu takdirde ayağa kalkmamasını söyledi fakat Midhat Paşa ayakta duracağını,zorlanırsa biryerlere tutunabilme hususunda izin almıştır. Midhat Paşa öncelikle böyle bir mahkemenin Avrupa’da kapalı olarak yapıldığını ancak bu mahkemenin umuma açık olarak yapılmasından duyduğu memnuniyeti dile getirerek padişaha minnettar olduğunu belirtmiştir198.
Reis öncelikle Abdülaziz’in Hal’inden sonra Sultan Murat’ın tahta çıkmasını müteakip ülkeyi yönetmek için bir komisyon kurulup kurulmadığını ve bu komisyonda kimlerin görevli olduğunu sordu. Ayrıca Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve öldürülmesiyle ilgili sorularını sıraladı. Daha sonra Midhat Paşa’nın İzmir’de, hükümete teslim olması gerekirken ne sebeple Fransız Konsolosluğuna sığındığını açıklamasını istedi199.
Üç gün boyunca süren mahkemede Midhat Paşa’ya bu tip özellkle de Abdülaziz’in öldürülmesiyle ilgili sorular soruluyor, Midhat Paşa da anlatıyor, tartışıyor, tek güvencesi ve tek destekçisi olan aklının, Söz söyleme gücünün, dürüstlüğünün ve masumiyetinin olanaklarıyla kendini kurtarmaya çalışıyordu 200.
Midhat Paşa cinayet işlenmiş olduğunu asla kabul etmiyor, Sultan Aziz’in makasla kol damarlarını açmak suretiyle intihar etmiş olduğu 19 doktorun raporuyla zamanında tesbit edilmişti. Bu defa, Pehlivan Mustafa çakı bıçağıyla Sultanın kol damarlarını açtığını söylemiştir. Midhat Paşa bu çelişmeyi ortaya çıkarıyor, Paşa cinayete karar veren bir komisyon var idiyse, komisyonun öteki üyelerinin neden sanık sandalyesine getirilmediklerine hayret ediyor. Olay sırasında Fer’iye Sarayı’da ikamet eden ikiyüz kişinin neden sorguya çekilmediğini soruyor. Ayrıca haremağaları cinayeti nasıl görebilmişlerdi, nerede bulunuyorlardı, neden kimseyi haberdar etmemişlerdi, savcılık onlar aleyhinde neden harekete geçmemişti...201.
Midhat Paşa mahkemede kendisine yöneltilen bütün soruları cevaplıyarak çürütmüş, sonuna kadar haklı olduğunu savunmuştur ve şunu söylemiştir; “Bu ithamnamenin iki yeri doğrudur, biri başındaki besmelesi diğeri sonundaki tarihi...202”
Mahkemenin son günü mahkeme, kararını açıkladı, bu kararda Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmet, Cezayirli Mustafa ile Fahri Ali ve Necip Beylerin kanunun 170. Maddesi hükmünce idamlarına Mahmut, Nuri, Rüştü ve Midhat Paşaların da faili müşterek cezası ile idamlarına, Seyyid ve İzzet Beylerin de onar sene müddetle küreğe konulmalarına karar verildiği bildirildi. Midhat Paşa bu karara ‘atmış yaşından sonra bakiye-i ömrün ziyadesine tahammülü yoktur!’ diyerek mahkemeden çıktı203.
4. Midhat Paşa’nın Taif’e Sürülmesi
Midhat Paşa’nın muhakemenin neticesinde Abdülaziz’in şehadetinde ortak fail olmak üzere diğerleriyle beraber idamına karar verildiği tebliğ olundu204. Reis Hıristo Efendi Midhat Paşa’ya idama mahkum edildiğini dava etmek için 8 gününün olduğunu söylemiştir. Mahkeme kararını Midhat Paşa’dan başka hiçbir mahkum temyiz etmedi. Midahat Paşa ise 6 Temmuz 1881 tarihli temyiz dilekçesi ile kararın bozulması için temyize başvurdu. Mahkumlardan Mahmut ve Nuri Paşalar ise, hükme itiraz etmemişler ve ancak cezalarının hafifletikmesi için dilekçe vermişlerdi. Yıldız’da Çadırlı mahalde Lebib Efendi’nin başkanlığında toplanan Temyiz Mahkemesi Ceza Dairesi Temmuz 1881 tarihli kararıyla Midhat Paşa’nın itirazlarını reddetti205.
II. Abdülhamit, suçlular hakkında mahkemece verilip temyiz tarafından tasdik edilmiş olan idam kararının tatbikinin bir tersliğe sebep olacağını düşünerek onu Meclis-i Vükeladan ve ulema heyetinden geçirttikten ve onların da mahkeme kararının icrasını istedikten sonra dahi tatbik hususundaki tereddüdü son olmayarak bunu bir defa da fevkalade olarak topladığı bir heyetin tetkikinden geçirmek istemiştir. Bunun için 25 kişiden oluşan fevkalade heyet, bu mahkeme kararını gözden geçirmiş ve bunlardan on beşi kararın infazını istemesine rağmen206 II. Abdülhamit fevkalade heyette ekseriyeten değil, azınlığın fikrini uyguladı. İdam cezalarının hepsini müebbet hapse çevirdi, bu suretle dokuz idam hükümlüsü ve Yıldız Mahkemesi’nde hüküm yememekle beraber aynı statüde olan Manisa’daki Rüştü Paşa ile Hayrullah Efendilerin cezaları artık müebbet hapisti. Mahkum olanların hepsiaskeri veya sivil rütbelerini, nişanlarını ve madalyalarını kaybediyorlardı yani nişan ve madalyalarını devlete iade edeceklerdi207.
Abdülhamit’i bu şekilde davranmaya sevkeden çeşitli sebepler vardı. Öncelikle mahkemenin hazırlanış ve cereyan ediş tarzımemleket içinde ve dışında çok olumsuz tepkiler uyandırmıştı. Hele Midhat Paşa gibi dünyaca tanınmış ve taktir edilmiş büyük bir devlet adamı hakkında verdiği hüküm her tarafta halk oyunu galeyana getirmişti. Diğer taraftan Avrupa halk efkarı da adeta ateş püskürüyordu208.
İstanbul’daki büyükelçiler önce üzüntülerini gizlememeye hazır görünmüşlerdir ama sonra da içinde hiçbir yabancı unsur bulunmayan bu meseleye karışmanın Osmanlı’nın iç işlerine karışmak, Osmanlı Hükümeti’ne tamamıyla Avrupa vesayeti altındaymiş gibimuamele etmek demek olacağını düşünmüşler ve teşebbüsten kaçınmışlardır. Yalnız İngiltere Büyükelçisi, müdahale etmek, Padişah üzerine baskı yapmak taraftarı kalmıştır209.
Taymi Gazetesi’ne göre, Türk menbalarından kendisine pek çok mektup gelmiş olan İngiltere Elçisi Lord Duffer’in Abdülhamit’i görerek idamının feshini rica etmiş ve Midhat Paşa idam edilecek olursa vahim olacak neticeye etmiştir. Yine 18 Temmuz tarihli Taymis’e göre İstanbul’daki sefirler, İtalya sefirinin önderliğinde toplanarak suçluları idamdan kurtarmak hususunda anlaşmış, taymis Gazetesi’nden başka bir çok gazete bunu yazmışlardır210.
Böylece Abdülhamit Sultan Murat’ın tekrar tahta geçirilmesi tehlikesini ortadan kaldırmak için, mahkeme kararıyla sabit olan katil emrinin yukarıdan geldiğini, asıl sorumluluğun V. Murat’a ait olduğunu ileri sürerek şimdilik idamdan vazgeçiyor ve hükümlüleri müebbet hapis cezasıyla Taif zindanına sürmeyi uygun görüyordu211. Midhat Paşa ve onunla beraber sürülecek olanlar henüz nereye sürüldüklerini bilmemekle beraber bulundukları ortamdan bir an önce kurtulmayı ve neresi olursa olsun farketmeyeceği kanısında idiler. Bugün gidilecektir diye haber gönderilince nerye gidileceği gizlitutulsa da İzzettin Vapuru’nun hazırlandığı öğrenilmiştir.
Midhat paşa çamaşırlarını hazırlayıp haber beklediği sırada araba gelmiş, çamaşırlarını yanına almak istediği halde arkasından gönderileceği söylenmiştir212.
Araba Saray kapısında durdu çünkü diğer sürgünleri beklemek lazımdı, onlarda gelince yola çıkıldı. Caddenin iki tarafına asker dizilmişti, halktan hiç kimse görünmüyordu, sürgünler bir istimbotla İzzettin Vapuru’na götürüldüler. Bir saat sonra gece tamamıyla çökmüşken vapur demir aldı ve yola çıktı, günahsız mahkumlar Sultan hamit’in istibdadına benzeyen bir karanlık içinde, kederli ve sessiz duran İstanbul’u ebedi olarak arkada bıraktılar213.
Abdülhamit mahkeme kararının yükünü azalttıktan sonra mahkumların sevklerinin ertesi gün sarayda Mabeyn Başkatibi’ne kaleme aldırmış olduğu bir resmi ilanı Tercüman-ı Hakikat, Vakit ve Ceride-i Havadis gazetelerine göndererek durumu halka bildirmiştir. Bu resmi ilandan sonra gazetelerde bazı yazılar yayınlanmış olduğundan 1 Ağustos 1881 tarihli bir emirle türkçe gazetelerde bu mahkumlara dair hiçbir şey yazmamaları konusunda emir verilmiştir214.
Vapurda Midhat Paşa, Rüştü Paşa ve Nuri Paşa yrı ayrı kamaralarda hapis bulunuyor dışarı güverteye bile çıkarılmıyorlardı fakat saraydan gelen gizli emir üzerine dışarı çıkmalarına padişah izin vermiştir. Vapurda geçen günler sürecinde Nuri Paşa aşırı evham ve endişesi sebebiyle cinnet geçirmiş, tüm önlemlerine rağmen bu cinnet ölümüne kadar sürüp gitmiştir. Nuri Paşa Sultan Abdülaziz’i Sultan Murat ve validesinin emriyle öldürttüğünü ifade etmek suretiyle kendisine vaad edilen affa nail olmadığından sinirleri bozulmuştur215.
Midhat Paşa’nın Yıldız Sara’yı Çadır Köşkü’nde mahbus tutulması atmşaltı gündür. Sonra İzzettin Vapuru’yla Cidde’ye çıkartılmıştır. Vapur bir İngiliz kılavuz vapurunun öncülüğünde Süveyş Kanalı’ndan geçerek Kızıldeniz’e girmiştir, bu tarihte Kızıldeniz’de hemen hemen yalnız Osmanlı Devleti’nin sahilleri vardır ve bir Türk denizidir. İngiliz kılavuz gemisi, İzzettin Vapuru’nun pervanelerine çarparak yoldan alıkoymak ve Midhat Paşa’yı kurtarmak istemiştir. İngilizlerin Midhat Paşa’yı kurtarmak için yaptıkları ilk teşebbüs budur. Bunun üzerine İzzeddin’in kaptanı İngiliz, kılavuz gemisine ihtiyacı olmadığını söyleyerek başından savmıştır. Cidde ve Taif sokaklarında halk Abdülaziz’i öldüren katilleri lanet okuyarak karşılamışlardır. Bundan sonra da İngilizlerin Midhat Paşa’yı kurtarma teşebbüslerinin ardı kesilmemiştir216.
4.1. Taif Zindanı ve Son Günleri
Taif mahkumlarının hapsedildikleri kışla binası iki katlı olup alt katta bulunan odalardan birine Damad Mahmut Paşa, onun karşısındaki diğer odaya Midhat Paşa konulmuş, onar seneye mahkum olunmuş Seyyid Bey ile İzzet Bey beraber olarak bir odaya ve Necip Bey, Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmet, Cezayirli Mustafa herbiri başka başka küçük odalara yerleştirilmişlerdi. Cinnet halinde bulunan Nuri Paşa’ya ise valilere mahsus oda tahsis edilmişti217.
Mabeyn-i Hümayun’dan emredildiği gibi mahkumların yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması, yemek için bir de aşçı bulunmuş, berber ve saka gibi diğer ihtiyaçlarının karşılanması için birkaç da hizmetçi tayin edilmiştir. Ilk günlerde odalardan her birinin kapısının önünde nizamiye askerinden birer silahlı nefer bulunup askeri usullere göre bütün mahkumların her türlü hareketlerini gözetmekte idi. Merdiven başlarında iç ve dış kapılarda ayrıca nöbetçiler bulunduğundan dışarıdan içeriye, içeriden dışarıya hiç kimsenin girip çıkması ve haberleşmesi yasaktı. Bundan başka mahkumların da birbirleriyle görüşmeleri ve konuşmaları yasaklanmak istenmişse de bunu yasaklamanın mümkün olmadığını ilk başta düşünemediklerinden birkaç gün sonra mahkumların kendi aralarında buluşmalarına göz yummaya başlamışlar ve nöbetçilerin bazı rahatsız edici tavır ve hareketleri hafifletilmiştir218.
Saray’dan Mekke Şerifi’ne ve vali saffet Bey’e gönderilen emirde şöyle deniyordu: “Bunlar cinayetten idama mahkum iseler de bu cezaya bedel, sürgün olarak gönderilmiş olup Mahmut Paşa servet sahibi bulunduğundan, Midhat Paşa ise güzel söz söylemeye ve güzel yazmaya muktedir olduğundan bu vasıtalarla oradan savuşmaları, belki Avrupa’ya gitmeleri ihtimali vardır. Muhafazalarına çok dikkat edilmeli ve her türlü yiyecek ve giyecekleri ve diğer ihtiyaçları temin olunmalıdır.219”
Taif zindanına atıldıktan sonra Midhat Paşa artık tamamıyla siyaset sahnesinden silinmiş oluyor, bu zindandan geri dönen olmadığı Midhat Paşa’nın da buradan sağ çıkamayacağı kanaati yaygındır. Bununla birlikte ünlü sadrazamdan büsbütün umut da kesilmiş değildir. ‘Gün doğmadan neler doğar’ sözüne dayanarak Midhat Paşa’nın da bir gün Taif Zindanı’ndan kurtulabileceğine inananlar veya inanır görünenler vardır. Zaman zaman Paşa’nın zindandan kaçmış veya kaçırılmış olduğu yolunda haberler İstanbul’dan Avrupa Gazetelerine kadar ulaşmıştır220.
Bütün gayretleriyle padişahın teveccühünün devamını temin etmek isteyen Şerif abdülmuttalip efendi, mahkumlar hakkında ağır muamelelere başlamış, Midhat, Mahmut, Nuri Paşalarla Hayrullah Efendi’nin iki ayağına birden pranga vurulmasınıemretmiş ve çilingirler getirilerek diğer mahkumların ayakları da demirlenmişti. İki ayakları birden demirlenerek yürüyemez hale getirilen mahkumların bu acınacak halleri tabii ihtiyaçlarını görmeye bile mani olduğundan bir müddet sonra sol ayaklarındaki prangalar çözülerek çıkarılan demirin ağırlığı sağ ayaklarına ilave edilmişti. Daha sonra ise vali Saffet Paşa’nın gayretleriyle prangalar tamamıyla sökülmüş ve kaçmamaları için pencerelere demir parmaklık konulup bazı yerler de kapatılmıştır221.
İşte Midhat Paşa Taif’te böyle binbir eziyet ve cefa içinde ömür geçirirken Abdülhamit’te kendisini Avrupa’ya karşı merhametli bir hükümdar göstermek için Midhat Paşa’nın ölüm cezasına mahkum edilmiş olduğunu fakat yaşını ve hizmetlerini dikkate alarak Paşa’yı idam cezasından affetmiş bulunduğunu gazetelerle ilan ettiriyordu222.
Sultan Hamit, hala Midhat Paşa’dan korkuyor onu öldürme çarelerini düşünüyordu. Halbuki Midhat Paşa herşeyden elini çekmiş, kendisini Allah’a vermişti. O sırada gizlice ailesine yazdığı bir mektupta şöyle diyordu ‘Arkadaşların hepsi kederli iseler de ben onlar kadar üzgün değilim ve bu hal bana çok güç geliyor. Sebebi de yaşımın altmışı geçmesidir. İnsan şu ömür üzerine daha birkaç sene ancak yaşayabilir.’ Midhat Paşa ömrünün geri kalanını ahireti için sarfetmeyi tasarladı. Kur’anı Kerim’i yeniden ezberledi ve bitirdi, bu da onun için bir teselli kaynağı oluyordu223.
Midhat Paşa’nın sıhhati son zamanlara doğru daha da bozulmuştu. Bir ara kürek kemiğinde şirpençe çıkmıştı fakat tedavisi için hiç bir şey yapılmıyordu. Bu hastalığı atlattı ise de çok geçmeden can korkusu çekmeye başladı, artık ölmek istiyorve ecelinin gelmesi için Allah’a sığınıyor fakat hayatına yapılacak bir kasıt karşısında ürperiyordu. Diğer taraftan Abdülhamit Midhat Paşa’nın gözleri açık oldukça rahat edemiyor, bir an önce ölmesini sağlamak amacıyla işkencelerin şiddetlendirilmesi için emirler veriyordu. Bu maksatla Midhat ve Rüştü Paşaları defalarca zehirleme teşebbüsünde bulunuldu fakat hizmetkarların sadakatları bütün bu teşebbüsleri boşa çıkardı224.
O sırada Midhat Paşa karılarına ve çocuklarına yazdığı metupta şöyle diyordu: ‘Bu, ihtimal ki en son mektubumdur. Zira evvelki iki mektubumda yazdığım gibi bizim yemeklerimizi kesmeleri, kalem ve kağıtları büsbütün kaldırmaları ve baskı altına almaları, hepimizi birer birer öldürmek içindir’225.
Dostları ilə paylaş: |