1-FÂTİha sûresi



Yüklə 5,15 Mb.
səhifə7/103
tarix20.11.2017
ölçüsü5,15 Mb.
#32303
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   103

3. ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ


33-35. ayetlerinde İmrân ailesinden söz eden sûre, Medîne’de, hicretten iki veya üç yıl sonra indirilmiştir. 200 ayettir.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!

Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum:



1. Elif, Lâm, Mîm (Bkz. 2. Bakara: 1, 23 ve 24).

2. Allah, kendisinden başka ilâh olmayan ve emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğilmesi gereken biricik otorite, eşi ortağı olmayan bir tek İlahtır; Hayy’dır, hayatın biricik kaynağıdır, ölümsüzdür, Kayyûm’dur, bütün varlıkları sürekli olarak koruyup gözeten, yöneten ve yönlendirendir.

3. Bu Kitabı sana hak ile, yani hak ve hakîkati ortaya koymak üzere, kendisinden önceki kitapları ve ilâhî metinleri onaylayıcı ve değiştirilmiş, tahrif edilmiş kısımlarını düzeltici olarak gönderen O’dur.

İnsanlığa doğru yolu göstermek üzere, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmişti. İşte, doğruyu yanlıştan ayırt etmenin şaşmaz ölçüsü olan hak ve batılı farkettiren bu kitabı, Furkân’ı da indiren O’dur.

Artık bunca açık delillerin gönderilmesinden sonra:



4. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için, çetin bir azap vardır! Hiç kuşkusuz, Allah azizdir, mutlak güç ve otorite sahibidir; ezilen, sömürülen ve hakları çiğnenen mazlum ve çaresiz kulları adına intikam alandır!

5. Doğrusu ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.

6. Sizi rahimlerde yaratıp dilediği gibi şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur ve O, sonsuz kudret ve hikmet sahibidir.

İşte size bu mükemmel biçimi veren Allah, aynı mükemmellikte bir Kitap gönderdi:



7. Sana bu muhteşem Kitabı gönderen, O’dur. Kur’an’ın bir kısmı muhkem ayetlerden oluşmaktadır ki, bunlar Kitabın aslı ve esasıdır. Diğer ayetleri ise, müteşâbihtir.

Muhkem: Bozulmaya, yıkılmaya karşı korunmuş, sapasağlam ve dayanıklı şey demektir. Kur’an, hiçbir değişikliğe ve bozulmaya uğramayacak şekilde korunmuş, sağlamlaştırılmış olduğundan, bu anlamda bütün ayetleri muhkemdir. (11. Hûd: 1; 22. Hacc: 52; 47. Muhammed: 20)

Müteşâbih: Aralarındaki fark neredeyse seçilemeyecek ölçüde birbirleriyle benzeşen şeyler demektir. Kur’an ayetleri; güzellik, doğruluk, söylem biçimi gibi bir çok yönlerden birbirlerine benzediğinden, bu anlamda da bütün ayetleri müteşâbihtir (39. Zümer: 23).

Buradaki anlamıyla; bizden hem iman ve hem de o iman doğrultusunda amel isteyen, yani konusu iman ve amel olan ayetlere muhkem; ama sadece iman isteyen, konusu iman olup bizden bir amel istemeyen ayetlere de müteşabih denir. Mesela; namaz, infak, içki, kumar gibi konuları anlatan ayetler muhkem, Adem’in topraktan yaratılması, Fil olayı, Musa’nın asası ile denizin yarılması gibi konuları anlatan ayetler de müteşa­bihtir.

Kur’an’ın asıl varlık sebebi, insan hayatını Allah’ın rızası doğrultusunda düzenleyen muhkem ayetlerdir. Ama onların uygulanabilmesi için müteşabih ayetlerle kazanacağımız iman desteğine gerçekten ihtiyacımız vardır.

Fakat, Kur’an ile hayatını düzenleme ve onun dilediği gibi yaşama niyeti olmayan kalplerinde eğrilik bulunan kötü niyetli veya bilgisiz insanlar, Kur’an’ın bildirdiği gerçekler konusunda insanları şüpheye düşürerek fitne çıkarmak ve Allah’ın kitabını keyiflerince yorumlayıp bâtıl iddia ve önyargılarını Kur’an’a onaylatmak amacıyla, muhkem ayetleri görmezlikten gelirler de, kulluk derdinde olmadıkları için anlamını rahatça çarpıtabileceklerini ve üzerinde konuşabileceklerini düşündükleri bu müteşâbih ayetlerin peşine düşerler.

Oysa onların gerçek anlamını ve doğru yorumunu, sadece Allah bilir. Ve bunu, kitabında size de açıkça bildirmiştir. O hâlde, bu müteşâbih ayetlerin varlığını, ne anlama geldiğini, ne anlattığını yani doğru yorumunu Allah’tan, yani onun kitabından ve onları beyan hakkı verilen Peygamberinden öğrenmelisiniz. Nitekim, ilimde derinleşmiş olanlar:

Biz, ona tüm kalbimizle iman etmişiz, muhkem olsun, müteşâbih olsun, Kur’an ayetlerinin tümü Rabb’imiz tarafından gönderilmiştir!” derler. Fakat bu hakikati, akıl sahiplerinden başkası düşünüp öğüt almaz.

O temiz yürekli, derin kavrayışlı, vahiy bilgisine sahib müminler, şöyle yalvarırlar:

8. “Ey Rabb’imiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet bağışla! Çünkü sen, sonsuz nîmetleri hesapsız bir şekilde çok çok bağışlayansın!”

9. “Ey Rabb’imiz! Elbette Sen, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan bir Günde, hesap sormak için tüm insanlığı bir araya toplayacaksın. Hiç kuşku yok ki, Allah asla sözünden caymaz!”

10. Allah’ın ayetlerini inkâr edenlere gelince; o çok güvendikleri servetleri, saltanatları, orduları, güçleri, yani malları ve çocukları, ekonomik ve sosyal varlıkları, onları Allah’ın azâbından kurtaramayacaktır! İşte onlar, cehennemdeki korkunç ateşin yakıtıdırlar!

11. Şu inkârcıların gidişâtı, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan önceki zâlimlerin durumuna benziyor. Onlar da Allah’ın ayetlerini yalanlamışlardı; Allah da günahları yüzünden onları kıskıvrak yakalayıvermişti. Cezalandırması, gerçekten çok şiddetli olan Allah’tır.

12. Ey Müslüman! O inkârcılara de ki:

“Ey zâlimler; hepiniz eninde sonunda yenilgiye uğrayacak ve topluca cehennemi boylayacaksınız, orası ne fenâ bir döşektir!”



13. Nitekim, Bedir Savaşı’nda karşı karşıya gelen şu iki toplulukta sizin için büyük bir ibret vardı: Bir grup Allah yolunda savaşırken, diğeri O’nun ayetlerini ve mutlak egemenliğini inkâr etmekteydi. Savaşın ilk anlarında, her iki taraf da karşısındakini olduğundan daha az gördükleri hâlde (8. Enfâl: 44), çarpışmanın kızıştığı sırada, Allah’ın gönderdiği melekler müminlerin safında yerlerini alınca, kâfirler, onları açık ve net olarak kendilerinin iki katı görüyorlardı.

Aynı zamanda müminler de onları olduklarından daha az; kendilerinin sadece iki katı olarak görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla böyle güçlendirir. Hiç kuşkusuz bunda, akıl ve gönül gözüyle hakîkati görebilenler için Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve adâletini gösteren nice deliller, nice ibretler vardır.

Evet, Allah’ın yardımıyla birçok zafer kazanacak, ganîmetler elde edeceksiniz. Fakat er meydanında düşmanla göğüs göğüse çarpışmak kadar, belki ondan da çetin bir imtihân var ki, işte asıl kahramanlığı burada göstermelisiniz:

14. Güzelliğiyle büyüleyen kadınlara, güçlü kuvvetli oğullara, gönül meyvesi kızlara yığın yığın altınlara, gümüşlere, soylu ve endamlı atlara, etinden, sütünden vs. faydalandığınız evcil hayvanlara ve bağlara, bahçelere, ekin ve tarlalara karşı aşırı düşkünlük, insanoğluna çekici kılınmıştır. Bütün bunlar, dünya hayatının gelip geçici nîmetleridir. İnsan hayatının ve neslinin devamı için verilen bu nîmetlerden uygun biçimde yararlanabilirsiniz, fakat onlara tutkuyla bağlanıp âhireti unutmayın, çünkü asıl ulaşılması gereken en güzel hedef, Allah katında sizleri bekleyen ebedî âhiret hayatıdır.

15. Ey Müslüman! Dünyanın geçici nîmetlerine bağlanan câhillere de ki:

Size bundan daha iyisini bildireyim mi? Kötülükten sakınanlar için Rab’lerinin katında, ağaçlarının altından ırmaklar çağıldayan, ebediyen içerisinde yaşayacakları cennetler, tertemiz eşler ve hepsinin üstünde, Allah’ın hoşnutluğu vardır.”



Allah, kullarını elbette görmektedir.

16. “Ey Rabb’imiz, biz Sana ve gönderdiğin ayetlere iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azâbından koru!” diye yalvaran kullarını...

17. Özellikle de, zorluk ve sıkıntılar karşısında ümitsizliğe kapılmayan, zulme karşı mücâdelesinde asla yılgınlığa düşmeyen, bıkıp usanmayan belâ ve musîbetlere kahramanca göğüs gererek dayanıp, direnen, sabreden, söz, niyet ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, Allah’ın irâdesine gönülden boyun eğen, malını, yeteneğini ve enerjisini Allah yolunda harcayan ve ruhların en dingin ve duyarlı olduğu o seher vakitlerinde Rablerine el açıp yalvararak bağışlanma dileyen o seçkin kullarını görmektedir ve en büyük nîmetlerini onlara verecektir.

Sakın bu vaatleri ve uyarıları; gerçekliği şüpheli, temelsiz, şâhitsiz, ispat ve delillerden yoksun kuru iddialar sanmayın:



18. Bizzat Allah, kendisinden başka bir ilâh olmadığına şâhittir; bütün melekler ve adâlet ölçüsünü gözeten ilim adamları da bu gerçeğe şâhitlik ederler: O’ndan başka ilâh yoktur! Gerçek anlamda kudret ve hikmet sahibi, ancak O’dur!

Peki, bir olan Allah; her biri diğeriyle çelişen, mensupları arasında bitmez tükenmez kavgalar yaşanan Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi farklı dinler göndermiş olabilir mi?



19. Gerçek şu ki, Allah katında kabul gören ve insanoğlunu dünya ve âhirette mutluluğa ulaştıracak yegâne din, kişisel çıkarları, arzu ve ihtirâsları terk edip Allah’ın hükmüne kayıtsız şartsız boyun eğerek yaşayacağı, Allahû Teâlâ’nın bütün peygamberler aracılığıyla ikram ederek gönderdiği ve Rasulullah (s)’in uygulamalı olarak insanlığa sunduğu mükemmel bir hayat nizamı olan İslâm’dır. İşte, Âdem’den bu yana, bütün Peygamberlerin tebliğ ettiği tek din, budur. Ama ne var ki:

Kendilerine daha önce Kitap verilenler, onlara ilim ve hikmet dolu ayetler geldikten sonra, sırf aralarındaki çıkar çatışmaları, kin, ihtirâs, azgınlık ve çekememezlik yüzünden hakîkati inatla reddederek din konusunda anlaşmazlığa düştüler. Böylece her ümmet, bir sonraki Peygamberi inkâr etti. Bununla da kalmayıp, Peygamberlerin getirdiği inanç sistemini terk ederek, onun yerine kendi uydurdukları hurâfeleri din hâline getirdiler. Nihâyet Allah, Son Peygamberi göndererek hakîkati yeniden ve açıkça ortaya koydu. O hâlde, her kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, şunu iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir!

20. Eğer bunca delillere rağmen, onlar yine de hakikati kabullenmeye yanaşmayıp seninle tartışmaya girişirlerse, onlara de ki:

Ben, tüm benliğimle Allah’a teslim oldum, benim izimden gelenler de tüm kalpleriyle O’na teslim olup gönülden boyun eğmişlerdir.

O hâlde, Ey Müslüman! Kendilerine vaktiyle Kitap verilmiş olan Yahudi ve Hıristiyanlara ve ilâhî vahiy bilgisinden tamamen yoksun bulunan ümmilere bu gerçeği tebliğ etmek üzere de ki:

Siz de Allah’a, yani ilâhî vahiy yoluyla gönderdiği hükümlerine kayıtsız şartsız teslim olmak istemez misiniz?”



Eğer kibir, bencillik, bağnazlık ve haksız önyargılardan kurtularak hakîkate teslim olurlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer yüz çevirirlerse, bundan dolayı üzülme. Bir sonraki toplumsal aşamanıza uygun emirler (9. Tevbe: 29) gelinceye kadar, onları sapıklıklarıyla baş başa bırak. Çünkü bu aşamada senin görevin, yalnızca ilâhî mesajı onlara ulaştırmaktan ibarettir. Hiç kuşkusuz Allah, kulları görmektedir. Elbette zâlimleri de:

21. O zâlimler ki, Allah’ın ayetlerini inkâr ederler, haksız yere Peygamberleri öldürür, adâleti emreden insanlara hayat hakkı tanımazlar. Sen de onlara, can yakıcı bir azâbı müjdele!

22. İşte onlar, dünyada da âhirette de çabaları boşa giden ve kendilerini azaptan kurtaracak hiçbir yardımcıları olmayan kimselerdir. Allah’ın ‘seçkin’ kulları olduklarını öne sürseler bile:

23. Vaktiyle kendilerine Tevrat, Zebur, İncil gibi Kitaptan bir pay verilmiş olanlara bir baksana, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda hüküm vermesi için Allah’ın Kitabına çağırılıyorlar, fakat yine de içlerinden bazıları, inandıklarını iddia ettikleri Kitap’tan bile ısrarla yüz çevirip geri dönüyorlar!

24. Çünkü onlar:

“Hepimiz Peygamber torunları ve Allah’ın özel imtiyazlı kulları olduğumuzdan, hangi suçu işlersek işleyelim Allah bizi cehenneme atmaz! Atsa bile, sayılı birkaç gün dışında bize asla ateş dokunmayacaktır! Günahımızın cezasını çektikten sonra, nasıl olsa cennete gireceğiz!” şeklinde bir iddia ortaya attılar. İşte, Allah adına uydurdukları bu bâtıl inançlar ve saçma iddialar, dinleri hakkında onları fenâ hâlde aldatmıştır.



25. Peki, gerçekleşeceğinde asla şüphe olmayan ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin, herkese yaptıklarının karşılığının tastamam verileceği bir Günde hepsini bir araya topladığımız zaman, acaba hâlleri nice olacak?

26. Allah’ın verdiği güç, servet ve saltanatla şımarıp azgınlaşan ve bunlara sahip olmayı doğru yolda olmanın göstergesi sayan o kâfirlere karşılık, sen Rabb’ine tevazu ile yalvararak de ki:

Ey mülkün ve her türlü güç, kudret, saltanat, egemenlik ve otoritenin gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen yeryüzünde mülkü ve egemenliği dilediğine verirsin; dilediğinden de çekip alırsın! Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın! Her türlü iyilik, nîmet, imkân ve güzellik, yalnızca Senin elindedir. Hiç kuşku yok ki, Senin her şeye gücün yeter!”



27. “Geceyi kısaltıp gündüze katar, gündüzü kısaltıp geceye katarsın; ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın ve hiç umulmadık imkânlar yaratarak, dilediğine sınırsız nîmetler bahşedersin.”

Madem ki mülkün gerçek sahibi Allah’tır, öyleyse müminler O’na güvensinler de;



28. İnananlar, din kardeşleri olan müminleri bir tarafa bırakıp da, kâfirleri kendilerine samîmî bir dost, koruyucu, yönetici, yandaş, müttefik ve kendileri için karar vermeye yetkili bir makam, bir veli edinmesinler. Her kim bunu yapacak olursa, Allah ile bütün bağlarını koparmış olur. Ancak onlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı korunmak amacıyla —Müslümanlara zarar vermemek şartıyla— zâlimlerle iyi geçinip onlara dost görünerek kötülüklerinden sakınabilirsiniz. Bununla birlikte, Allah, asıl kendisinden korkmanızı size öğütlüyor! O hâlde, zâlimlerin tehditlerinden korkmayın, asıl Allah’ın emirlerini çiğnemekten sakının! Unutmayın ki, eninde sonunda dönüş, Allah’adır.

29. Ey Müslüman! De ki:

Kalplerinizdeki düşünce ve niyetleri gizleseniz de, açığa vursanız da, Allah onları bilir. Bunların da ötesinde, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilmektedir. Doğrusu, Allah’ın her şeye gücü yeter.” Dolayısıyla, kimin zâlimlerle dost olduğunu da biliyor ve hesap Gününde cezalarını verecektir:



30. O Gün her insan, yapmış olduğu ne kadar iyilik ve kötülük varsa hepsini karşısında hazır bulacak ve kendisiyle o kötülükler arasında uzak bir mesafenin olmasını ne kadar da arzu edecek!

Allah, kendisine karşı gelmemeniz konusunda dikkatli olmanızı size öğütlüyor. Hiç kuşkusuz Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir. Fakat O’nun şefkatinin sizde tecellî etmesi için, yapmanız gereken bir şey var:

31. Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki:

Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, Allah’ın emirlerini size ileten bir peygamber olarak bana ve bana indirilen Kur’an’a uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile bağışlayandır, merhamet edendir.



32. Allah’ın Peygamberini devre dışı bırakarak Allah’a itaat edebileceklerini sanan o şaşkınlara de ki:

Allah’a ve O’nun mesajını size ileten şu son Peygambere itaat edin!”



Eğer yüz çevirirlerse, şunu iyi bilsinler ki, Allah’ın peygamberine karşı gelmek Allah’a karşı gelmek demektir; bu da onu inkâr etmek anlamına gelir ki, Allah da inkâr edenleri sevmez! Sevmediği için de onları doğru yola iletmez.

Oysa peygambere itaat edilmesi gerektiğini, en iyi Yahudi ve Hıristiyanların bilmesi gerekirdi. Zira, daha önce nice peygamberler gelip geçmişti:



33. Gerçekten Allah, insanlığın ataları olan Âdem’i ve Nûh’u, içinde bir çok Peygamberin yetiştiği İbrahim ve İmrân Ailesini, nesilden nesle süzerek ve tüm kötülüklerden, çirkinliklerden arındırıp mükemmel özelliklerle donatarak bütün insanlık âlemine üstün kılmıştır.

34. Hem de, birbirlerinin soyundan gelen tek bir nesil olarak.

Allah, her şeyi işitendir, bilendir.

Burada adı geçen İmrân, Hz. Meryem’in babasıdır. Hz. Mûsâ’nın babasının adı da İmrân idi ki, burada kastedilen o değildir.

Yahudiler tarafından yalancılıkla suçlanırken, Hıristiyanlarca ilâhlaştırılan İsa Peygamberin gerçek hayat hikâyesine gelince:

35. Hani bir zamanlar İmrân’ın hanımı Allah’a el açıp yalvararak, “Ey Rabb’im!” demişti, “Karnımda taşıdığım yavrumu, tüm varlığıyla senin hizmetine adadım, bu adağımı benden kabul eyle! Doğrusu sen, her şeyi işiten, her şeyi bilensin!”

36. Nihâyet çocuğunu doğurunca, —Allah onun ne doğurduğunu gâyet iyi bildiği hâlde— durumunu O’na arz ederek, “Ey Rabb’im!” dedi, “Ben bir kız çocuğu dünyaya getirdim. Fakat erkek çocuk umuyordum; çünkü erkek, kız gibi güçsüz ve korunmaya muhtaç değildir. Erkek çocuk kıza göre daha güçlü ve dayanıklı olduğu için, benim adağıma daha uygun düşerdi. Ayrıca, mâbed hizmetlerine yalnızca erkek çocuklar kabul ediliyor. Fakat ben, yine de sözümü tutuyorum; ona Meryem ismini veriyor, kendisini ve neslinden gelecek olanları o lânetlenmiş şeytanın kötülüklerine karşı Sana emânet ediyorum ya Rab!”

37. Böylece Allah, Meryem’i kendi yolunda adanmış kıymetli bir adak olarak güzelce kabul buyurdu ve onu nâdide bir çiçek gibi güzelce yetiştirdi. Onun eğitim ve bakımını, çekilen kura sonucunda Zekeriya üstlendi.

Zekeriya, onu ne zaman mâbetteki odasında ziyaret etse, yanında türlü türlü yiyecekler görürdü. Bunun üzerine, hayret ve hayranlıkla ona sordu:

Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?” Meryem de:

Bunlar, Allah katındandır. Bu yiyecekleri yaratan ve bana ulaşmasını sağlayan Allah, dilediğine hiç beklemediği imkânlar yaratarak sınırsız nîmetler bahşeder!” dedi.

38. İşte o sırada, Allah’ın özel koruması altındaki bu tertemiz çocuğu görüp imrenen Zekeriya, ilerlemiş yaşına rağmen Rabb’ine el açıp şöyle yalvardı:

Ey Rabb’im, benden sonra İsrail Oğulları’nın iyice sapacağından korkuyorum! Bu ümmetin, Meryem gibi tertemiz bir nesle ihtiyacı var. Sana yalvarıyorum; sonsuz lütuf ve rahmetinle bana katından böyle hayırlı ve temiz bir nesil bağışla! Kuşku yok ki sen, bütün duâları işitirsin.”



39. Derken, Zekeriya mâbette namaza durduğu bir sırada, melekler ona seslendiler:

Ey Zekeriya! Allah sana şu ihtiyarlık çağında, Yahya adında tertemiz bir çocuğunun olacağını müjdeliyor. Bu çocuk, Allah’ın kelimesini, yani ‘Ol!’ emriyle babasız olarak yaratacağı İsa Mesih’i tasdik edecektir. İhtiyar bir baba ve kısır bir anneden doğmakla, Hz. İsa’nın da —Allah’ın dilemesiyle— babasız doğabileceğini en güzel bir örnek ve canlı bir şâhit olarak fiilen gösterecek, büyüyünce de bizzat Hz. İsa’ya iman edip getirdiklerini onaylayacaktır. O, üzerinde önderlik ve büyüklük vasfını taşıyan bir efendi, son derece iffetli ve seçkin kullar arasında yer alan bir Peygamber olacaktır.”



40. Zekeriya hayretler içinde: “Ey Rabb’im!” dedi, “Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, üstelik hanımım da kısır olduğu hâlde, nasıl çocuğum olabilir?” Melekler:

“Evet, aynen öyle ama,” dedi, “Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır!”



41. Zekeriya: “Ey Rabb’im, oğlum olacağına dâir bana bir alâmet göster ki, anlayayım!” dedi. Allah:

Senin alâmetin şudur ki, hasta olmadığın hâlde, üç gün boyunca dilin tutulacak ve insanlarla ancak işâret diliyle konuşabileceksin. Fakat bu hâlde bile, O’nun ayetlerini sürekli gündemde tutarak Rabb’ini çokça zikredecek, hem kalbinle, hem davranışlarınla O’nun adını yücelterek gece gündüz tesbih edeceksin!” dedi.

Bu arada ilâhî kudret, Meryem’i kutsal göreve hazırlıyordu:

42. Hani melekler, Meryem’e şöyle seslenmişlerdi: “Ey Meryem! Gerçekten Allah seni insanlar arasından süzüp seçti, tertemiz kıldı ve yaşadığın çağdaki bütün kadınlar arasında seçkin ve üstün bir konuma yükseltti.”

43. “Ey Meryem! Rabb’ine gönülden bağlılıkla kulluk et, O’nun huzurunda secdeye kapan ve Rablerinin huzurunda boyun büküp saygıyla eğilen, rükû eden diğer müminlerle birlikte, sen de rükû et!”

44. Ey Muhammed! İşte bunlar, sana vahiyle bildirdiğimiz ve senin daha önce hiç bilmediğin gayb haberlerindendir. Yoksa, içlerinden hangisi Meryem’in kefaletini üstlenecek, onu himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini suya attıkları sırada, sen onların yanında değildin; onlar bu konuyu tartışırlarken de yanlarında bulunmuyordun. Dolayısıyla, insanoğlunun bilgi ve tecrübe sınırlarını aşan bu ve benzeri olayları bizzat görmüşçesine haber vermen, senin Peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir:

45. Hani melekler, “Ey Meryem!” demişlerdi, “Allah kendi katından göndereceği son derece enteresan, “yok”u “var” eden bir kelimeyle, yani “Ol!” emriyle rahminde yaratacağı bir çocukla seni müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, âhirette de çok saygın, çok değerli bir kul ve Allah’a en yakın olanlardan, O’nun hoşnutluğuna ermiş bir Peygamberdir.

46. “İnsanlarla, hem doğar doğmaz beşikte iken, hem de Allah’ın izniyle büyüyüp yetişkin bir adam olarak konuşacak ve son derece erdemli ve iyiliksever bir kimse olacaktır.”

47. Bu sözler üzerine Meryem, şaşkınlıkla:

Ey Rabb’im, bana hiç erkek eli değmediği hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?” deyince, melek dedi ki:

“Evet, aynen öyle! Ama Allah dilerse olur, çünkü Allah, dilediğini dilediği şekilde yaratır! Bir şeyin olmasını istedi mi, ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.” Senin çocuğun, öyle büyük bir insan olacak ki;

48. “Allah ona, hem bütün kutsal Kitapların özünü ve ilâhî bilgiyi pratik hayata uygulama yeteneği olan hikmeti, hem de Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.”

49. “Ve onu İsrail Oğulları’na şu gerçekleri bildiren bir peygamber yapacak:

Bakın, ben size Rabb’inizden bir mûcize getirdim; size çamurdan kuşa benzer bir şekil yapacak ve ona üfleyeceğim, Allah’ın izniyle derhal gerçek bir kuş olup uçuverecek. Allah’ın izniyle, doğuştan kör olanları ve alaca hastalığına tutulanları iyileştireceğim. Ayrıca, evlerinizde neler yiyip içtiğinizi ve neler saklayıp biriktirdiğinizi Rabb’imin vahyi sayesinde size haber vereceğim. Eğer gerçekten inanacaksanız ve hakîkati olduğu gibi kabullenmeye niyetiniz varsa, elbette bunlar, size benim gerçek bir Peygamber olduğumu apaçık ortaya koyacak kesin birer delildir.”



Yüklə 5,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   103




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin