Mes'ele (Allah'ın İsimleri Hakkında)
Biri şöyle der : Allah Teâlâ'ya bazan kendi ismi ile künye verilir. Tıpkı Firavun'un «Firavun şöyle dedi : 'âlemlerin rabbi de kimdir?'» âyet-i celîledeki sözü ve Mûsâ aleyhisselâmın «Mûsâ dedi ki: O, göklerle yerin ve aralarında bulunan her şeyin Rabb'idir...»602 âyet-i celîlede gegen Mûsâ aleyhisselâmın Riravun'a verdiği cevaptaki sözü gibi. Allah-u Teâlâ'nm Mûsâ aleyhisselâma «Şu sağ elindeki ne, Ey Mûsâ?»603 kavl-i ce-Hli ve Mûsâ aleyhisselâmın «Musa şöyle dedi : 'O, benim asam (değneğim)'...»604 cevabındaki sözü de aym şeyi ifade etmektedir. Birincisine cevap olarak şöyle denir :
Bazan «O, nedir? ve O'nun sıfatı nedir?» şeklinde sorulur. Bunun cevabı; «O, yani Allah işiticidir, görücüdür» şeklinde olur.
Bazan da «O, nedir?» yani mahlûkat arasında kendisinin mahiyetini bildiren şey nedir? şeklinde olur. Allah-u Teâlâ, mahiyetten berî ve yücedir.
«O, nedir?» bu soru ise «O, ne yapmıştır?» deme ihtimalini taşımaktadır. Bunun cevabı ise şöyledir : O, Allah bütün mahlûkatı yarattı. Ve herşeyi yerli yerine koydu. İşte bu da O'nun hikmetidir. Bazan «O, nedir?» sorusu O, nedendir? diye soru sorulmuş olmasına da muhtemeldir. Cevabı ise; Allah-u Teâlâ, bir şeyden olmaktan yücedir, beridir. Bilâkis O, herşeyi var edendir; olur. Kuvvet ancak Allah'tandır,
Allah'ın keyfiyetinden605 sual sorulması iki şekilde görülür : Birincisi; Allah-u Teâlâ'nm eşyadan bir şeye benzer olmasından kendisi için bir benzer talep etmektir. Böyle bir soruya; Allah birdir, bütün benzemeklerden yücedir, berî ve münezzehtir, diye cevap verilir. îkincisi ise; Allah'ın sıfatı nasıldır? diye sorulması muhtemeldir. Bunun cevabı ise; tıpkı ilki gibidir. Yani Allah'ın sıfatının keyfiyeti yoktur. Çünkü O, benzerliği talep etmektir. Çünkü Allah-u Teâlâ zatı ile ve sıfatı ile bir şeye benzemekten beridir. Ancak bu sorusu ile Allah vasfolunur mu? diye sormayı murad etmesi müstesna. Böyle bir soruya da; evet, kendisini ilim, kudret, rahmet gibi sıfatlarla vasfettiği geyle vasfolunur. diye cevap verilir.
Birinin Allah nerededir? diye sorması; mekâna dair sormasıdır. Biz, Allah-u Teâlâ'nm bu gibi hususlardan yüce, beri ve münezzeh olduğunu geçmiş mevzularda açıkladık. Allah-u Teâlâ, eşyaya bitişmek ve ayrılmakla vasfoîunmadığı gibi, olduğu şey üzere mesafe yönünden eşyaya hulul etmesi ve eşyadan çıkmış olması ile de vasfolunmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ vardı ve kendisinden başka bir şey yok idi. Öyle ise, Allah-u Teâlâ'nın bulunduğu halden606 geçmişte beyan edilen şeye intikal etmesi mümkün değildir. Allah-u Teâlâ'nın mahlûkatın sıfatının dışına çıkması ve mahlûkata benzemenin dışında bulunması gibi tefsir ile bu gibi vasıflarla vasfolunması caizdir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Allah-u Teâlâ, yardım etme, teşrif ve tahsis buyurma, ihsan ve rahmet etme, tevfik ve irşâd etme ki -bu bir çeşittir- yönünden yakınlıkla vasfolunur. Çünkü bu vasfın hepsi zatî bir vasıftır. Allah-u Teâlâ, velilerine devamlı olarak merhamet edicidir, onlar Allah dostları oldukları müddetçe Allah onları sever. Allah, düşmanlarına buğz eder, denmesi caizdir. Amma kendisinin gayrinde tahakkuk eden sıfatlan, yönlerinden kendi zatı ile vasfoîunmadığı için caiz değildir ve fasittir. Çünkü bu halde kendisi için bir medh, ta'zim ve yücelik olmaktan hâli kalmaz. Bu ise kendisi için başkası ile olmuş olur.
Böylece mahlûkatı yaratması ile faydalanmış ve medholunmuş. olur. Halbuki Allah-u Teâlâ, binefsihî Ganî'dir, hiç kimseye muhtaç değildir. Her hangi birisinin kendisini medhetmesi ve kendisine yararlı olmasından yücedir, bendir. Bunun içindir ki, bu gibi hususlarla Allah vasfolunmaz.
Sonra Allah'ın fiilinin, O'nun mef'ulu olmasını ifade etmek caiz değildir. Çünkü görünen âlemde böyle bir şey bilinmez. Allah, bununla da, bunun gayrisiyle de vasfolunmaz. Ve çünkü biz beyan etmiştik kî, gerçekten Allah-u Teâlâ'yı kendisinin gayri ile vasfetmek, O'nun muhtaç olduğunu icabettirir; O'nunla ezelde vasfolunur. Çünkü biz yine açıklamıştık ki, ezelde vasfolunanm bozulması ve yok olması mümkün değildir. Ve eğer gayrinde hâl olan ile Allah'ı vasfetmek caiz olsaydı kendi mahlûkatın dan her şey ile vasfolunması caiz olurdu. Bu ise mümkün değildir; bunu biz geçen mevzularda izah ettik. Tevfik ancak Allah'tandır. 607
(Zararlı Varlıkların Yaratılmasındaki Hikmet)
Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Yılanların ve diğer zararlı varlıkların yaratılmasındaki hikmet, «her nekadar beşer aklının Allah'ın hikmetinin künhüne ulaşmasından caiz ise de ve geçmişte söylendiği gibi mahiyetini bilmediği halde Allah-u Teâlâ'nın yaratması bakımnıdan her şey için bir hikmet lâzım olduğunu beşerin aklı idrak edemese de, adı geçenlerin yaratılmasının hikmeti, zararlı olanın musibet ve diğerlerinin de menfaatleri yönünden bulunur. Çünkü beşer, zararlı ve faydalı olanlar ile itaate karşılık verilen sevabın lezzetini, günaha karşılık da verilecek azabın elemini bilir. Çünkü mahlûkat, fiillerin sonuçlarını kasdetmek üzere yaratılmışlardır. Bunlara görünenlerden, görünmiyenler hakkında vaadolunanların düşünülmesi için örnekler kılınmıştır. Bununla kendisine gideceği yolu seçmesi kolay olur. Tevfik Allah'tandır.
İkinci olarak gerçekten musibet ve meşakkat, kolay olan ve fakat bakmak ve düşünmekle bedene güç gelen zahmet ve meşekkati yükleyenden ibarettir. İnsanlar, bakma ve düşünme külfetine katlanmakta bir birlerine benzemezler. Çünkü bakma ve düşünmede hazırda bir yarar yoktur. Bunlarla lezzet ve şehevvi istekler için meşgul olunur. Onun benzerini bedene yüklemek ise güç ve zordur. Her ikisinde noksanlıkda ayrılık ve ihtilâf vukubulur. Bu da bir birine mücadele608 ve tecavüzü takip eder. Muvafakatte ise dostluk609 ve karşılıklı barış hasıl olur. Allah-u Teâlâ, kendilerinde zararlı olanlar ile düşmanlara benziyeni beşer îçin yaratmıştır. Kendilerine menfaat olanları da dostlarına benzeterek yaratmıştir ki, onların şerri ile kendilerini dost ve düşmanların muameleleri gibisini itiyad etmelerini kendilerinden menetsin. Hatta onların benzerleri, kendi cevherlerine ulaştığı vakitte ondan çekinme keyfiyetini ve hazırlanmayı, yardım talep etmeyi bilsin. Buna göre teklif vakti kendilerine geldiği zamanda yapmaları kolay olsun, diye alışmaları için sabi olan çocukların ibadet yapma ve güzel ahlâklarla ahlâklanma gücüne ulaştıkları vakitte bu hususlarla emrolunur. Zikrolunan şeylerin yaratılması da aynı böyledir. Allahu â'Iem.
Ve gerçekten mahlûkat, zararlı ve yararlı olmaları bakımından kendi cevherlerinde tezatlı610 olmalarına rağmen Allah, onları, sanki delâlet ve şehadet etme yönünden ittifak etmiş olmak bakımından bir olan cevher imişcesine kendilerini var eden ve hâkim ve âlim olan Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eder bir halde yaratmıştır.
Bu hususta Allah-u Teâlâ'nm çok acaip olan hikmetinin açıklanması vardır ki, gerçekten Allah-u Teâlâ Rab olmasında tek olduğuna ve zatının da birliğine delâlet etmekte birbirlerine zıd düşmelerine rağmen, hayır ile seri, yararlı ile zararlının bir arada bulunmasını sağlamıştır.
Yine Allah-u Teâlâ, yaratıkları içinde bulunan zorlayıcı, zulmedici hâkim kişilerin ve sultanların zelil611 olmaları için mahlûkatı böyle yaratmıştır. Ta ki bununla onların zafiyeti zirveye ulaşsın ve askerlerinin, etraflarında bulunan adamlarının çokluğundan dolayı gururlanıp Allah-u Teâlâ'nm hududu olan emir ve yasaklarına tecavüz etmesinler. Çünkü onlar, Allah-u Teâlâ'nm dilediğini, dilediği kimseye musallat kılmağa kadir olduğunu görüp anlarlar. Ve mahlûkatmdan zarar ve yararın cevherlerini düşünen kimseye, kendisinin, her şeyden gani ve hiç bir kimseye muhtaç olmasından yüce ve berî olduğunu bildirmesi için mahlûkatı zararlı ve yararlı olarak yaratmşutr. Çünkü sıfatı bu olan kimse gibi, ancak zarar veren yönlerden değil, bilakis faydalı yönlerden zahir olur. Kudretini de, dilediğine bildirir. Bununla beraber varlıklardan zararlı olanlar değil, ancak faydalı olanlar müşahede edilir ki, mahlûkat, onları ihata etmekten aciz kalır.
Evet, bunlardan, yani fayda ile zararın kendisinde toplananlardan biri, ateştir. Ateş, hem yakıcı olması bakımından zararlı bir unsur olduğu gibi hem de besin maddelerini pişirip yenir hale getirmesi, üşüyenin soğukluğunu giderip ısıtması yönünden de faydalıdır. Ve meselâ Su. Kendisi ile her canlının hayat kazanması sağlandığı gibi, yine o canlıya boğup yok etmesi de söz konusudur. Yine, böylece hiç bir acı ve zehir yoktur ki, kendisinde şiddetli bir hastalığı tedavi eden bir ilâç unsuru bulunmasın. Bunun için bakan ve gören kigi bilir ki, varlığa şer veya hayır ile isim vermek hata ve batıldır. Bilakis varlıktan her birinde zararlı bir unsur bulunduğu gibi, kendisinde faydalı kısım da bulunur. Böylece kendisinde Allah'ın birliğine delâlet eden en büyük alâmetler bulunduğu anlaşılır. Bununla beraber kendisinde iki vecih görülmektedir.
Birincisi: Kendisinden korkulsun ve hep ondan ümit612 edilsin diye zarar veren ve fayda sağlayan eşya üzerine mâlik olan ve tam kudret sahibi olanın bulunduğuna delâlet etmesi. Böyle olmayan kimse tam anlamıyla emir sahibi olamaz. Çünkü tam manâsıyla emir sahibi olmayan kimseden ne korkulur ve ne de kendisinde bulunanlardan ümit edilir. Her iki hususun kendisinde bulunan kimse, bazan da ona galip gelir.
İkincisi: Emir ve nehyin doğru olması;' ibretlerin tam mânâsı ile tamamlansın diye mahlûkat zikredildiği gibi yaratılmıştır. Böylece bakma ve düşünme için her iki husus hakkında güç ve takat sağlanmış olur. Çünkü her ikisinin bir ibret ve öğüt oldukları ancak bakmak ve düşünmek ile bilinir. Kuvvet ancak Allah'tandır. 613
Dostları ilə paylaş: |