BÖLÜM 4: BARIŞ DÖNEMİ
1. MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI (11 Ekim 1922)
Ateşkes görüşmeleri, 3 Ekim’de Mudanya’da başlamıştır. Bu konferansa Türk Hükümeti adına İsmet Paşa başkanlığında bir heyet katılmıştır. Müttefik devletleri ise, İstanbul’daki işgal komutanları tarafından temsil edilmişlerdir. Bunlar; İngiliz hükümeti adına General Harrington, Fransız hükümeti adına General Charpy ve yardımcıları, İtalyan hükümeti adına ise General Monbelli idi. Yunanistan’dan ise konferansa ilk günlerde kimse katılmamış, Yunan temsilcisi Mazakaris, görüşmeleri liman yakınında bekleyen bir gemiden takip etmişti. İlginç olan; Türk ordusunu savaştığı Yunanistan’ı İngilizlerin savunacak olmasıydı. Türkiye, ateşkes masasına Birinci Dünya Savaşı’nın galipleriyle oturacaktı. Fakat bu kez Mondros’u imzalayan Osmanlı delegeleri gibi ezik bir heyet değil, son derece güçlü ve onurlu T.B.M.M. heyeti bulunuyordu.
Görüşmelerde Doğu Trakya’nın Türklere verilmesi kabul görmekle beraber, Boğazlar ve İstanbul’un, barışın imzalanmasına kadar tabi olacağı hükümlerin esaslarının belirlenmesi üzerine tartışmalar yoğunlaştı ve bu sebeple konferansa 5 Ekim tarihinde ara verildi. Görüşmelerin yavaş yavaş çıkmaza girdiğini gören T.B.M.M. Hükümeti, Trakya’daki düşmanı takip için İstanbul ve Çanakkale üzerinden bir askeri harekat düşünmeye başlamıştı. Bu sırada İngiliz hükümeti de General Harrington’a gerekirse silaha başvurmasını bildirmiştir. İki devlet yeniden harbin eşiğine gelmişti. Ancak İngiliz temsilcilerinin soğukkanlı davranışı ve Fransız devlet adamı Franklin Bouillon’un Mustafa Kemal Paşa nezdindeki çalışmaları olası bir çatışmanın yaşanmasını engellemiştir.
7 Ekim’de tekrar başlayan görüşmeler sonunda Türk istekleri büyük ölçüde kabul edilip 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştır. Türklerle Yunanlılar arasında silahlı mücadeleyi sona erdiren ve 14-15 Ekim 1922 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek olan mütarekenin başlıca hükümleri şunlardır:,
1. Bu mukavelenin yürürlüğe girme tarihinden itibaren Türk ve Yunan askeri kuvvetleri arasındaki savaş bitmiştir.
2. On beş gün içinde Yunan ordusu (Edirne dahil) Meriç ırmağının batısına çekilmiş bulunacaktır.
3. Boşaltmanın bitmesinden sonra, otuz gün içinde Doğu Trakya, Yunan Hükümeti memurları tarafından İtilaf kuvvetlerine, İtilaf kuvvetleri tarafından da Türk temsilcilerine teslim edilecektir.
4. Barış Konferansının sonucuna kadar, Türk hükümeti iç güvenliğin sağlanması için hafif silahlarla donatılmış 8000 kişilik jandarma gücü bulunduracaklardır.
5. Mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul ve Boğazlar da T.B.M.M. Hükümeti idaresine bırakılacak, İtilaf kuvvetleri barışın imzalanmasına kadar İstanbul’da kalacaklardır.
6. T.B.M.M. Hükümeti orduları, İstanbul ve İzmit bölgesinde sınırları belirlenen hatları Barış konferansı başlayıncaya ve görüşmeler devam ettiği müddetçe geçmeyeceklerdir.
Mudanya Mütarekesi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın zafer ile sonuçlandırıldığının dünya tarafından kabul edildiğinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal yaşamdan çekilmesi ile, yeni Türk devletinin uluslar arası alanda kabul edilmesinin önünü açan yazılı bir belge özelliği taşır. Türk tarafının kararlı ve inatçı tutumunun mücadeleye dönüşmesinin sonucunun alındığı, sertlik ve askeri politikasının sonuç verdiği bir metindir.
15 Ekim’de yürürlüğe giren mütarekede kararlaştırılan Doğu Trakya’nın teslim alınması için Türk tarafı adına Refet Bey görevlendirildi. Doğu Trakya valiliğine atanan Refet Paşa, barış sağlanıncaya kadar T.B.M.M. Hükümeti’nin temsilcisi olarak görevini sürdürdü.
Mudanya Mütarekesi imzalanana kadar yeni Türk devletini dolaylı olarak tanıyan İngiltere, anlaşma masasına oturmakla Türkiye’yi resmen tanımıştır. Bu olay, Türk dış politikasında önemli bir diplomatik zaferdir.
Bu ateşkes ile Türkiye savaş yapmadan Doğu Trakya ve Edirne’yi almıştır.
Mustafa Kemal paşa’nın İstiklal Harbi sırasındaki akıllı siyaseti sonucu İngiltere, müttefikleri tarafından yalnız bırakılmıştır ve İngiltere’nin Yakındoğu siyaseti başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İngiltere’deki koalisyon hükümeti başkanı Lloyd George istifa etmek zorunda kalmıştır. Lloyd George hükümetinin istifası, Ortadoğu’da barışın sağlanması ümidini kuvvetlendirmiştir.
Mütarekeyi dışardan takip eden Yunanistan, mütareke metnini kabul ederek üç gün sonra onaylamıştır. Mütareke ve yenilginin Yunanistan’daki sonucu son derece kötü olmuş, Anadolu macerasından sorumlu tutulan altı devlet adamı idam edilmiştir.
İsmet Paşa gibi bir komutanın, siyasi alanda müzakereler yöneten tecrübeli ve becerikli bir diplomat gibi görüşmelere katılması ve elde ettiği politik zafer O’nun gelecekteki siyasi yaşamına son derece olumlu etki etmiştir. Mudanya Mütarekesi sırasındaki politik kabiliyetini hatıralarındaki şu sözlerinden anlamaktayız: “Ben heyeti ikamet ettiğimiz binada kabul ettim. Generallere masada yer gösterdim. Harrington’u sağıma aldım. Fransa temsilcisini karşıma, İtalyan generalini de soluma oturttum. Fakat ben generallere yer gösterirken onlar biraz şaşırmış gibi oldular. Meğer başkanlığı, müzakereyi idare etmeyi onlar kendileri için düşünmekte imişler”. İsmet Paşa’nın diplomasi alanındaki bu başarısı, kalıcı barışın sağlanması için düzenlenen Lozan Barış Antlaşması’na katılacak Türk heyetine başkanlık yapmasını sağlayacaktır.
Bütün bunlara rağmen Mudanya Mütarekesi geçici bir düzenlemedir. Mütareke, sadece barış yapılıncaya kadar silahların bırakılmasını sağlıyordu. Barış sağlanmazsa savaş yeniden başlayabilirdi. Ayrıca İstanbul henüz İtilaf devletlerinin denetimindeydi. Yine Doğu Trakya’daki askeri varlığımız son derece sınırlıydı. Buraların kesin egemenliğimize girmesi için barışın sağlanması gerekiyordu. Bu barış sağlanmazsa Mudanya Mütarekesi hiçbir anlam taşımayacaktı.
2. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI (24 Temmuz 1923)
2-1. Barış Konferansı İçin Yapılan Hazırlıklar ve Yaşanan Olaylar
Mudanya Mütarekesi, Milli Mücadele’nin silahlı mücadele yönünün başarıya ulaştığını tescil eden bir ateşkes antlaşmasıydı. Kalıcı barışa ilişkin esaslar barış antlaşmasıyla belirlenecekti. Mütarekenin yürürlüğe girmesinden sonra barış antlaşmasının imzalanması için çalışmalara başlanmıştı.
Barış görüşmelerinin başlamasından önce Ankara hükümeti, birbiriyle doğrudan ilişkili üç önemli sorunla karşı karşıya kalmıştı. Bunlardan ilkini, görüşmelerin nerede yapılacağı ve ne zaman başlayacağı konusu oluşturmuştur. TBMM hükümeti barış konferansının İzmir’de toplanmasını ve Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyetlerinin de çağrılmasını istiyordu. Müttefikler, Türklerin konferansta Rus desteğini sağlamaya çalışacağını düşünerek bunu kabul etmediler. Lord Curzon da konferansın İzmir’de toplanmasının Venizelos’u incitebileceğini ve bir Türk şehrinde yapılacak konferansın başkanlığını haklı olarak Türklerin yapacağını, bunun Türklerin itibarını artıracağını ileri sürerek reddetmişti. Müttefikler, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’ın ancak kendilerini ilgilendiren konuların görüşüldüğü sırada konferansa çağrılmalarını ve barış konferansının 13 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan şehrinde başlaması konusunda fikir birliğine varmışlar ve 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile kararlarını hem TBMM hükümetine, hem de İstanbul hükümetine bildirmişlerdir.
İtilaf devletlerinin verdikleri nota ile konferansın nerede ve ne zaman yapılacağı konusu açıklık kazanırken, aynı günlerde konferansa hem TBMM hükümetinin hem de İstanbul hükümetinin davet edilmesiyle yeni bir sorun ortaya çıkmıştır. Lozan’da yapılacak olan barış görüşmelerine her iki hükümetin de davet edilmesi, Türk milletinin görüşmelerde hangi hükümet tarafından temsil edileceği sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başkomutan ve Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM hükümetinin milletin tek temsilcisi olduğunu açıklamasına rağmen, İstanbul hükümeti sadrazamı Tevfik Paşa, bu yaklaşımı görmezlikten gelmiş ve konferansta izlenecek ortak ilkeleri tespit etmek amacıyla bir telgraf çekmiştir. TBMM’ni geçici bir kurul olarak gören ve artık görevinin sona erdiğine inanan İstanbul’daki bazı çevrelerin, gerçeklerden ne denli uzak politikalar izledikleri bu olay sayesinde açığa çıkmıştır.
İstanbul hükümetinin konferansa katılmak istemesi ve elde edilen askeri ve siyasi zaferlere ortak olmak girişimlerinde bulunması, İstanbul hükümetinin yanı sıra Saltanat kurumunun da varlığını tartışılır hale sokmuştur. Kurtuluş Savaşı yıllarında iç ve dış uygun olmaması nedeniyle saltanata karşı doğrudan doğruya olumsuz bir tavır sergileyemeyen ve hatta zaman zaman bağlı olduğunu açıklayan, bununla birlikte saltanat kurumunu kaldırmak için uygun bir fırsat kollayan Mustafa Kemal Paşa; Meclis’te Osmanlı hükümetine karşı doğan tepkiyi iyi değerlendirmiş ve sorunun tümden çözümü için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir. İstanbul hükümetinin girişimlerine saltanata ve hilafete yakın milletvekillerinin bile tepki gösterdikleri bir dönemde Mustafa Kemal Paşa’nın telkinleriyle Dr. Rıza Nur Bey ve arkadaşları hazırladıkları bir teklifi Meclis’e sunarak saltanatın kaldırılmasını istemişlerdir. 1 Kasım 1922’de Meclis’te yapılan oylamayla saltanat kaldırılmış ve böylelikle 600 yılı aşkın bir süreyle yönetimi elinde bulunduran Osmanlı hanedanlığının hakimiyetine son verilmiştir. Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre sonra Tevfik Paşa da sadrazamlık görevinden istifa ettiğini açıklamış ve böylelikle İstanbul hükümetinin konferansa katılma ihtimali ortadan kalkmıştır.
Barış görüşmeleri öncesinde bir diğer sorun ise; görüşmeler sırasında TBMM heyetine kimin başkanlık edeceği konusuydu. Heyet başkanlığı için Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey başta olmak üzere Yusuf Kemal Bey, Fethi Bey ve hatta Kazım Karabekir Paşa gibi Milli Mücadele yıllarının önde gelen şahsiyetlerinin isimleri gündeme gelmiştir. Özellikle daha önce Mondros Mütarekesi’ni imzalamış olan Rauf Bey için Lozan’a gitmek son derce önemli bir olay haline gelmiştir. Rauf Bey, barış konferansına katılarak hem Mondros’la ilgili olarak geriye dönük eleştirilerden kurtulabilecek, hem de daha önce mağlup olarak muamele gördüğü Batılılarla hesaplaşma imkanı bulabilecekti.
Bütün bunlara karşılık Mustafa Kemal Paşa’nın aklında çok farklı bir isim vardı. Bu kişi, Mudanya Mütarekesi görüşmelerinden başarıyla çıkan ve hemen her konuda Mustafa Kemal Paşa’nın güvenini kazanmış olan İsmet Paşa idi. Türkiye sınırlarından binlerce kilometre uzakta, haberleşme imkanının çok sınırlı olduğu bir ortamda, heyete başkanlık edecek kişinin Türk milletinin haklarını İtilaf devletlerine karşı taviz vermeden ustalıkla savunabilecek ve Mustafa Kemal Paşa ile arasında hiçbir görüş ayrılığı olmayan bir kişi olması ve siyasi açıdan özellikle son dönem Osmanlı diplomatlarının çok fazla etkisinde kaldığı İngiliz tarzı siyaseti benimsememiş sıra dışı bir siyasetçi olması sebebiyle Lozan’a gidecek heyetin başına İsmet Paşa düşünülmüştür.
Barış konferansı, dışişleri bakanları seviyesinde toplanacağı için de o sırada bu görevi yürütmekte olan Yusuf Kemal Bey’in istifa etmesi gerekmekteydi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu kararı Yusuf Kemal Bey tarafından kabul edilmiş ve 24 Ekim’de görevinden istifa etmiştir. Dışişleri bakanlığı görevine İsmet Paşa getirilerek heyet başkanlığı sorunu da çözülmüş oldu.
Heyet başkanı ve arkasından da heyetin kesinleşmesi üzerine Lozan’da ele alınması gereken konularla ilgili çalışmalara hız verilmiş ve Lozan’da savunulacak Türk tezi şeklinde 14 maddelik bir talimatname hazırlanarak heyete verilmiştir.
Hazırlanan bu talimatnamede özellikle Ermeni sorunu, sınırlar, Boğazlar, kapitülasyonlar ve Duyun-u Umumiye konuları görüşülürken herhangi bir taviz verilmemesi ve Türk tezinin kabul edilmemesi halinde görüşmelerin yarıda kesilmesi bildirilerek TBMM heyeti Lozan’a gönderilmiştir.
2-2. Görüşmelerin Başlaması ve Konferansın Birinci Dönemi (20 Kasım 1922 – 4 Şubat 1923)
Lozan Barış Konferansı, 13 Kasım 1922’de başlaması gerekirken, İngiltere’deki seçimler ve müttefikler arasındaki görüş ayrılıklarının giderilememesi sebebiyle ancak 20 Kasım 1922’de başlayabilmiştir. Konferansa Türkiye, İngiltere, İtalya, Japonya temsilcileri ile Amerika’nın Roma Büyükelçisi katıldılar. Romanya, Bulgaristan, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti, Yunanistan ve Rusya temsilcileri de kendilerini ilgilendiren konularda toplantıya katılacaklardı.
Konferansın ilk günlerinden itibaren tarafların taban tabana zıt amaçlara ulaşmak için gelmiş olduklarının yaptıkları konuşmalardan anlaşılması, görüşmelerin çok çetin geçeceğinin habercisi olmuştur. Türk heyeti elde edilen askeri zafere bir de diplomatik amaçlamakta ve bu nenenle Mudanya Mütarekesi’ni esas almaktaydı. Buna karşılık İtilaf devletleri, konferansı Milli Mücadele’nin bir sonucu olarak değil, I. Dünya Savaşı’nın devamı olarak görmekteydiler ve bu nedenle de Mudanya’nın değil, Mondros’un esas alınması gerektiğine inanmaktaydılar.
Görüşmelerin başlamasıyla birlikte Türk heyeti, İngiltere ile Boğazlar ile Musul; Fransa ile kapitülasyonlar, imtiyazlar, Osmanlı borçları ve azınlıkların durumu; İtalya ile ise kapitülasyonlar ve kabotaj gibi konularda karşı karşıya kalmış ve büyük bir çatışma içerisine girmiştir. Ayrıca Yunanistan’la da tamirat bedeli, Trakya sınırı (Karaağaç sorunu) ve Nüfus mübadelesi (Etabli) sorunlarında önemli görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.
Konferansın anahtar ülkesi olan İngiltere’nin desteğini sağlamak için Boğazlar konusunda Rusya’nın tüm muhalefetine rağmen İngiliz tezinin kabul edilerek diğer sorunlara olumlu etki göstermesini bekleyen Türk heyetinin bu beklentisi tam olarak gerçekleşmemiştir. Öyle ki Musul, Karaağaç, mali ve ekonomik konuda, kapitülasyonlar ve Yunanistan’dan istenen tamirat bedeli konularındaki görüş ayrılıkları giderilememiştir. Görüşmelerde hiçbir ilerleme kaydedilememesi üzerine konferans çıkmaza girmiş ve 4 Şubat 1923’te konferans kesilmiştir.
2-3. Barış Konferansının Kesilmesinden Sonra Türkiye’de Yaşanan Hadiseler
4 Şubat 1923 tarihinde Barış konferansının kesilmesinden sonra TBMM heyeti yurda
dönmüştür.
Lozan’dan dönen Türk heyetinin Ankara’ya ulaşmasından sonra 27 Şubat’tan itibaren TBMM’de Lozan Konferansı ile ilgili görüşmelere geçilmiş ve sıcak saatler yaşanmaya başlamıştır. Görüşmelerde muhalif II. Grup’a mensup milletvekilleri, heyet ve hükümete sert eleştiriler yöneltmişlerdir. Lozan’da verilen bazı tavizlerden memnun olmayan muhalif milletvekilleri, başta Musul, Karaağaç ve mali konular olmak üzere İsmet Paşa ve Rauf Bey’i sıkıştırmışlardır. Meclis’teki tartışmalar sırasında Mustafa Kemal Paşa tam anlamıyla heyetten yana bir tavır takınmış ve heyetin meclise değil, hükümete karşı sorumlu olduğunu vurgulayarak, İsmet Paşa’ya olan güvenini bir kez daha dile getirip tartışmalar son noktayı koymuştur.
Meclis’te Lozan’la ilgili tartışmaların tamamlanmasından sonra barış görüşmelerinin yeniden başlaması için yoğun bir çalışma dönemine girilmiştir. Türk hükümeti, İtilaf devletlerine 8 Mart’ta verdiği bir nota ile barış koşullarını içeren projesini açıklamıştır. Bu projeye göre Musul meselesi; Türkiye ile İngiltere arasında barış antlaşmasının imzalanmasından sonraki 12 ay içerisinde görüşülecek ve anlaşma olmadığı takdirde Milletler Cemiyeti’ne başvurulacaktı. Karaağaç, Yunanistan’a terk edilecektir. Yine aynı projede Boğazların statüsü ve azınlıklar konusunda anlaşmazlığın olmadığı açıklanmış; borçlar ve kapitülasyonlar başta olmak üzere ekonomik ve mali konularda Türkiye’nin tutumunun değişmediği ifade edilmiştir. İtilaf devletleri ise bu notaya 28 Mart’ta bir cevap vermişler ve görüşmelerin 23 Nisan’da başlayacağını duyurmuşlardır.
Türk notasının müttefikler tarafından kabul edilmesinden sonra Ankara’da konferans ile ilgili çalışmalar hız verilmiştir. İlk iş olarak da birinci TBMM’de seçimlerin yenilenmesi kararı alınmıştır. Bu kararın alınmasında dolaylı yönden de olsa Lozan Konferansı’nın önemli etkisi olmuştur. Birinci Dönem Konferansı’nın devam ettiği ve kesildiği günlerde meclis içerisindeki muhalif grup olan II. Grubun olumsuz tutumu ve engellemeleri seçimlerin yenilenmesinde etkili olmuştur. Çünkü; mevcut meclisle imzalanacak olan barış antlaşmasının onaylanması tehlikeye girmişti. Yaklaşık üç yıldır varlığını sürdüren parlamento, yıpranmış ve yorulmuştu. Meclis içerisindeki bu muhalif grubun etkisini kırmak amacıyla I. TBMM, 16 Nisan 1923’te son toplantısını yapmış ve dağılmıştır. Yapılan seçimlerden Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun daha güçlü bir II. Grubun meclis içerisindeki etkisini kaybetmesi Mustafa Kemal Paşa’nın kaygılarını gidermiştir.
2-4. Konferansın Yeniden Toplanması ve Barış Antlaşmasının İmzalanması
Lozan barış Konferansı, 23 Nisan 1923 tarihinde yeniden toplanmış ve temel meselelere göre üç komisyon oluşturularak çalışmalarına başlamıştır.
Görüşmelerin bu döneminde İngiltere, Lord Curzon’un yerine Horace Rumbold’u temsilci olarak göndermişti. Yoğun geçen müzakerelerden sonra 17 Temmuz’a kadar temel hususlara son şekli verilmişti. Temmuz ayını son haftasının başında da antlaşma metnine son şekli verilmiştir.
Türk heyeti, özellikle kapitülasyonları kaldırtmış, borçları da önemli ölçüde indirterek önemli bir başarı kazanmıştı. Yunanistan’da savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı verince 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. 143 madde, 13 ayrı metin ve ayrıca bir çok ikili sözleşme protokollerden oluşan Lozan Barış Antalşmas’nın belli hükümleri özetle şöyledir:
Kara Sınırlarımız:
Türkiye-SSCB: Lozan’da geçmez-16 Mart 1921 ve 13 Ekim 1921 Kars Antlaşmaları ile belirlendi.
Türkiye-İran:Lozan’da geçmez. 17 Mayıs 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile belirlenmişti. Türkiye-Irak:Lozan’da çözümlenemedi. 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması ile kesinleşti.
Türkiye-Suriye: 20 Ekim 1921 Ankara Antlaşması esas alındı. Lozan’da kesinleşti.
Türkiye-Yunanistan: 1913 Atina Antlaşması ve 11 Ekim 1922 Mudanya Ateşkes Antlaşması esas alındı. Lozan’da kesinleşti.
Türkiye-Bulgaristan:1913 İstanbul ve 1919 Nöyyi Antlaşması esas alındı. Lozan’da kesinleşti.
Adalar:
Türkiye’ye bırakılan adalar: Bozcaada, Gökçeada Tavşan Adaları
Yunanistan’a bırakılan adalar : Semendirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam Nikarya
İngiltere’ye bırakılan adalar: Kıbrıs
İtalya’ya bırakılan adalar: 12 Adalar (1947’de Yunanlılara geçti.)
Silahtan Arındırılan Yerler:
-Türkiye’ye bırakılan adalar (Emir-Ali Adası hariç)
-İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının iki yanı (1936 Montrö Sözleşmesi ile kaldırıldı)
-Yunanistan’a bırakılan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adası
-İtalya’ya bırakılan Meis adası
-Türkiye-Yunanistan-Bulgaristan sınırında 30 km lik bir alan (1938’de kaldırıldı.)
Azınlıklar:
-Ülkemizde yaşayan gayrı Müslimler azınlık kabul edildi. (1926’da Medeni kanun kabul edilince Azınlıklar Medeni kanuna dahil oldular)
-İstanbul ve Batı Trakya dışında Türkler ile Rumlar karşılıklı yer değiştirdiler
-Yabancı okullar ve kiliseler Türk yönteminin kontrolüne bırakıldı.
Kapitülasyonlar:
Bütün sonuçları ile birlikte kaldırıldı.
Dış Borçlar:
Osmanlı devleti toprakları üzerinde kurulan devletlere paylaştırıldı. En büyük pay Türkiye’ye düştü.
İstanbul ve Boğazlar:
-İstanbul Türklere bırakıldı.
-Boğazların her iki yanı askerden arındırıldı. Boğazlardan geçişi başkanı Türk olan uluslar arası bir komisyon düzenleyecekti (1936’da kaldırıldı)
2-5. Lozan Antlaşması’nın Önemi
-Mustafa Kemal Paşa’ya göre Lozan Antlaşması “Türk ulusu aleyhinde hazırlanan ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığına inanılan büyük bir suikastın yok edilmesidir.”
-Türklerin uzun yıllardan sonra galip ve eşit koşullarda katıldığı bir konferansın ardından lehine imzalanan bir antlaşmadır.
- Sevr Antlaşması hukuken ve fiilen ortadan kaldırılmıştır.
-Türkiye’nin ulusal ve üniter yapısı kabul edilmiştir.
-Lozan Antlaşması ile Batı Trakya, Adalar, Musul, Kıbrıs gibi bazı sorunlar Türkiye lehine çözümlenememiştir.
BÖLÜM 5: ATATÜRK İNKILAPLARI
1. İNKILAPLARIN GEREKLİLİĞİ VE AMAÇLARI
Lozan Barış Antlaşmasıyla yeni Türk devleti siyasi sınırları ve hukuki konumuyla tanınmıştır. Türkiye’de Milli Mücadele döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de Atatürk ülkenin lideri olmaya devam etmiştir. Reform ve inkılaplar O’nun öncülüğü ve desteğinde gerçekleşmiş, rejimin sembolü olarak algılanmıştır. Atatürk’ün ve cumhuriyetin hedefleri birbirine paralel olarak yürümüştür. Çağdaş, modern ve laik bir devlet ve toplum, uluslar arası alanda etkin ve güçlü bir Türkiye hedefine rağmen, yeni cumhuriyet sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.
Atatürk, inkılapları yaparken ortamı değerlendiren, zamanı geldiğinde uygulayan, yaptığı uygulamaların sonuçlarını alıncaya kadar takip eden bir liderdir. Atatürk’e göre “Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletiyle çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmalı, onu geçmelidir.” Bu ulaşılamayacak bir hedef değildir. Bu hedefe yöneticilerin, siyasal, sosyal, idari, ekonomik ve kültürel yapının hazırlanması ve topluma benimsetilmesi gerekmektedir. Bu hedeflere ulaşmak amacında olan Cumhuriyet, kuruluşu sonrasında önemli engeller ve sorunlarla karşı karşıyadır. Önem sırasına göre halledilmesi gereken konuları şöyle sıralayabiliriz:
Türk ulusu savaş yorgunudur, ekonomik kaynaklar ve insan gücü ülkenin hedeflerine göre yeterli değildir.
Halkta zaferin verdiği gurur ve kıvanç olmasına rağmen geçmişten gelen gelenekçi yapı ve kültürel birikim inkılap hareketlerine direnç gösterecek seviyededir.
Halkın eğitim seviyesi yeterli değil, okuma yazma oranı az, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yapılması için yeterli bina, araç gereç ve öğretim eleman sayısı bulunmamaktadır. (Okuma yazma oranı % 10’un altındadır.)
TBMM’nin içinde farklı siyasi gruplar bulunmaktadır. Savaşın getirdiği milli birlik savaş sonrasında kaybolmaya başlamış, farklı düşünce eğilimler yeni reformlar ve değişimleri engelleyebilecek, muhalefet edebilecek oluşum içindedir.
TBMM’nin iç yapısı çalışmaları yavaşlatacak niteliktedir. Meclis hükümeti şeklinde çalışma biçimi, çıkarılacak kanun ve icra işlemlerini engellemekte,inkılaplar gibi köklü değişimlere engel olabilecek bir altyapı içermektedir.
Kanun, yasa ve yönetmelikler ülkenin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak ve atılımların hukuki altyapısını oluşturmada yetersizdir.
Batılı devletler Türkiye’ye karşı geleneksel muhalefet politikasını sürdürmektedir. Özellikle İngiltere tüm uluslar arası konularda Türkiye’nin aleyhine diplomasi uygulamayı ve batılı ülkeleri etkileyerek dış politikada Türkiye’yi yalnızlığa itme politikası gütmüştür.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Atatürk’ün öncülüğünde inkılaplar başlamıştır. Türkiye geçmişteki gibi geri kalmış ve zayıf bir ülke olmamalı ve çağdaş medeniyet seviyesini yakalamalıdır, bunun için reformlar yapılmalı sorunlara köklü çözümler bulunmalıdır. Ülkenin siyasi, sosyal ve toplumsal yapısı milli, demokratik, çağdaş ve laik ölçülere getirilmelidir. Türk milletine yeni bir görüntü ve kimlik kazandırmak düşüncesinde olan Mustafa Kemal Atatürk, yapılan inkılapların nedenlerini şu şekilde belirtmiştir: “Efendiler, devrimin başlıca üç nedeni vardır: Halk her şeyden önce özgürlüklerini kazanmak zorunluluğu ile karşılaşıyordu. Bu, devrimin siyasal nedeniydi. Sosyal sınıflar arasındaki farkları, ayrıcalıkları ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bu da devrimin sosyal nedeni. Emeğin ürününü ve ödülünü o emeği verenin toplaması gerekirdi. Bu da devrimin ekonomik nedeni.”
Toplumun siyasal yönetim anlayışını ve düşünce seviyesini değişime yöneltmeyi amaçlayan, yönetim şeklini ulusal egemenlik anlayışına göre düzenlemeye yönelik ve kalıcı bir siyasal altyapıyı oluşturmaya, devletin yapısını ve kurumlarının işlevlerini buna göre düzenleyerek süreklilik kazandırmayı hedefleyen yeni Türk devleti ve yöneticileri özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında köklü inkılaplar yapmışlardır. Bu inkılaplar cumhuriyetin sistem olarak oturmasını ve muhalefet edebilecek gelenekçi yapının tasfiyesini sağlamıştır. Özellikle Atatürk dönemi olarak da kabul edilen Cumhuriyet döneminde yapılan inkılapları; siyasi, sosyal, hukuk, eğitim-kültür ve ekonomi alanlarında yapılan inkılaplar olarak bölümlendirebiliriz.
2. SİYASİ ALANDA YAPILAN İNKILAPLAR
Siyasi alanda yapılan inkılaplarla ulaşılmak istenen en temel hedef; ulusal egemenlik ilkesinin gerçekleştirilmesi olmuştur. Siyasi alanda yapılan inkılaplara göz attığımızda;
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Ulusal egemenlik esasına dayanan yeni Türk devletinin bütünlüğüne ve işleyişine uymayan ve Milli Mücadele döneminde ulusal davanın karşısında olan Osmanlı saltanatı, Lozan Konferansı’na katılmadan önce siyasi bir soruna yol açınca TBMM tarafından halifelikten ayrılarak kaldırılmıştır.
Saltanatın kaldırılması ile siyasal yapının önündeki önemli bir sorun aşılarak ulusal egemenlik anlayışı pekiştirilmiş ve bu yolda önemli bir adım atılmış oldu. Osmanlı padişahı Vahdettin ve ailesi 17 Kasım 1922’de İngiliz donanmasına ait “Malaya” zırhlısına binerek ülkeyi terk etmişlerdir. 18 Kasım 1922 tarihinde ise TBMM, Veliahd Abdülmecid’i halife tayin etmiştir. Ayrıca saltanatın kaldırılması ile Laiklik için ilk aşama gerçekleştirilmiştir.
Ankara’nın Başkent Oluşu (13 Ekim 1923)
Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra 13 Ekim 1923 günü İsmet Paşa ve dört arkadaşı Ankara'nın başkent olması için TBMM’ye yasa önerisi vermişlerdir. Önerinin mecliste oylanıp, kabul edilmesi üzerine Ankara yeni Türkiye Devleti'nin başkenti olmuştur.
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Cumhuriyet, dilimize Arapça cumhur kelimesinden geçmiştir. Cumhur; halk, ahali, büyük kalabalık demektir ve toplu halde bulunan kavim veya milleti ifade etmek için kullanılır.
Cumhuriyet, halka dayanan, gücünü halktan alan bir devlet şeklini ifade eder. Bu anlamda iktidarın millete, umuma ait olduğu bir sistemdir. Bu sebeple cumhuriyette egemenlik bir kişi veya zümreye değil, toplumun bütün kesimlerine aittir.
Türkiye’de cumhuriyetin ilanı, kurucusu Atatürk’ün düşünceleriyle yakından ilgilidir. Çünkü O, gençlik yıllarından itibaren cumhuriyet fikrini benimsemiş bir kişidir. Daha bu yıllarda, Türk milletinin bir gün mutlaka cumhuriyet idaresine kavuşacağını söylemekten de çekinmemiştir. Atatürk, gençliğinden beri en büyük hayali olan, Türk milletinin Cumhuriyet rejimine kavuşması hususunda ilk adımı ise, Erzurum Kongresi sırasında atmıştır. O, yaveri Mahzar Müfit Kansu’ya, ”Zaferden sonra hükümet şeklinin cumhuriyet olacağını” söyleyerek, bu konudaki düşüncesini açıklamıştır.
Aslında Milli Mücadele’nin devam ettiği günlerde bütün zorluklara rağmen, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanmış olan Meclisin bizzat kendi varlığı bile, cumhuriyet yolunda atılmış büyük bir adımdır. Bu mecliste kabul edilen ilk anayasada yer alan, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” ibaresine uygun olarak teşkil eden siyasi rejim ise; ismi konulmamış cumhuriyetti. Çünkü bu dönemde yeni Türk devletinde millet egemenliği hakim kılınarak, Milli egemenlik prensibine işlerlik kazandırılmıştır.
Atatürk, Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanması ve düşmanın Anadolu’dan atılmasından sonra, Türk milletini çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştıracak çalışmaları başlatmıştı. Her şeyden önce bu çalışmaların devletin yapısıyla ilgili olması gerektiğini düşünüyordu. Bu çerçevede, 1 Kasım 1922 tarihinde kabul edilen bir kanunla saltanat kaldırılmıştı. Bu aynı zamanda cumhuriyetin önündeki bir engelin de ortadan kaldırılması demekti. 24 Temmuz 1923’te de Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla, Milli Bağımsızlık tam olarak elde edilmişti.
Yeni Türk devletinde Milli Egemenlik prensibinin temel taşı olarak belirlenmiş olmasına rağmen, devletin yönetim şekli açıkça belli değildi. Olağanüstü şartlarda hazırlanmış olan 1921 Anayasası ihtiyaçlara cevap veremiyordu. Bu anayasaya göre bir devlet başkanının ve kabine sisteminin olmaması, sık sık hükümet bunalımlarına sebep oluyordu. 25 Ekim 1923 günü Başbakan fethi Bey’in istifa etmesi ve hükümetin yeni kurulamaması, Meclisin çalışma güçlüğünü ortaya koyarken, ülkenin içinde bulunduğu durumun ciddiyetini de gözler önüne seriyordu.
28 Ekim akşamı, Çankaya’da yeni hükümetin kurulması çalışmaları sırasında, başsız bir devletin olamayacağı görüşünün ortaya çıkması ve dış ülkelerde, “Türkiye’nin bir devlet başkanı bile yok” gibi sözler söylendiğinin ifade edilmesi üzerine Atatürk, cumhuriyetin ilanı için, beklenen günün geldiğini görerek, yanında bulunanlara, “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek bu konudaki fikirlerini açıklamıştır.
Atatürk , 28 Ekim gecesi, İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasasının devlet şeklini tespit eden maddelerinde değişiklik öngören bir kanun tasarısı hazırladı. Bu tasarı 29 Ekim günü önce Halk Fırkası Grubu’nda görüşülerek kabul edildi. Aynı gün Meclis Genel Kurulu’na sunulan tasarı, yapılan görüşmelerden sonra burada da kabul edildi. Bu tasarıyla birlikte on altı milletvekili tarafından hazırlanan, cumhuriyetin ilanı yönündeki önergenin de Mecliste kabul edilmesiyle, cumhuriyet resmen kabul ve ilan edilmiş oldu.
Cumhuriyetin ilanından sonra sıra cumhurbaşkanının seçilmesine gelmişti. Aynı gün, 158 milletvekilinin katılımıyla yapılan seçim sonucunda Mustafa Kemal Paşa, oybirliği ile cumhur başkanı seçilmiştir. Ayrıca Başbakanlığa İsmet Paşa, Meclis Başkanlığını da Fethi bey seçilmiştir. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte;
- TBMM’nin açılışı ile kurulan yeni devletin adı konmuş oldu.
- Rejim tartışmaları sona erdi.
- Ulusal egemenlik gerçekleşmiş oldu.
- Devlet başkanlığı sorunu çözüldü.
- Meclis hükümeti sisteminden kabine/parlamenter sisteme geçildi.
- Saltanat yanlılarının beklentisi sona erdi.
- Cumhuriyetin ilanı üzerine Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları arasındaki görüş ayrılığı arttı.
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Saltanatın kaldırılmasından ve Mehmet VI Vahdettin'in İstanbul'dan ayrılmasından sonra, TBMM'nin 18 Kasım 1922'de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmiş, bundan güç alan Abdülmecit Efendi de, yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye bazı İslâm ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üstüne, İslâm dünyasının önderi tavrını takınmaya başlamıştı. Bu durumun yeni kurulmuş cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir'deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırmıştır. 1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde halifeye ve Osmanlı hanedanına verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924'te Urfa Milletvekili Şeyh Saffet ve elli arkadaşı tarafından hazırlanan “Hilafetin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Yurtdışına Çıkarılmasıyla İlgili” kanun teklifi, mecliste yapılan görüşmelerden sonra; halifeliğin kaldırılıp, ilerde saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için Osmanlı hanedanı üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edilmiştir. Aynı gün mecliste yapılan görüşmelerde Şer’iye, Evkaf ve Harbiye Vekaleti kaldırılmış ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir. Halifeliğin kaldırılması ile birlikte:
- İnkılapların önündeki en önemli engel ortadan kalkmış oldu.
- Eski rejim yanlılarının ümidi sona erdi.
- Ümmet anlayışı yerine ulus anlayışı egemen oldu.
- Batı ülkeleri ile ilişkilerde kolaylık sağlandı.
- Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarıldı.
Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri:
|