266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə23/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   91

selâm etti; Tanca şehrinde Şeyh Mansur selâm
etti; Fes Merakeş şehrinden İzzeddin Burnâvî
selâm etti! dedi. Paşa ayağa kalkıp selâm alıp:

— Biz anlara Cezayirli Ali Seçenoğlu ile


mektuplar göndermiştik, vâsıl olduğu haber
leri geldi!

diyerek Derviş Sünneti ile öpüşüp kocuş-tular ve sohbeti has ile meşgul oldular. Amma Paşa ile bu ikisi bir güne tekellüme başladılar, Hûda a'lem sözlerinden bir kelime bile anlıyamayıp hayrette kaldım. Bir de anların birer güne mesrur ve şâdiman olup (Hâ-z£ min fadli (Rabbî dediklerini anlardım. Paşa eder: Bu başka bir âlemdir, bunu ehli zahir anlıyamaz. Zira Melek Ahmed Paşa hal sahibi dervişi dilriş bir âdem idi. Derviş ile beş saat kadar sohbet ettikten sonra müsafa-ha edip Derviş kapıdan pertab ederek çıktı gitti. Paşa hakire:



  • Bre yetiş, Evliyam, dursun, gitmesin!
    dedikte hakir ardı sıra seğirdip, gördüm ki,
    ne namı var, ne nişanı! Paşaya gelip bu hali
    söylediğimde iki yüz altın ve iki kişmiri şal
    verip:

  • Tîz Evliyam, ol canı kande bulur isen
    bul, bizden selâm eyle, bunları ver, lûtfeyle-

sin, her bâr bize gelsun! diye rica edince hakir derakap çıkıp ata binerek saray kapısından taşra çıktım:

— Bre ümeeti Muhammed, şu şekilde,


bu şekilde bir aptal derviş gördünüz mü?

Ona buna sual ederek Bayrampaşa sarayı önüne vardım. Bir adam:

— İşte, Ahırkapıya doğru birâşık boru
çalarak gidiyor!

Dedikte hakir at bırakıp Ahırkapıdan taşra çıkarak gördüm ki, filhal bir kayık ile tâ deryanın vasatında yelken açıp uçarak gitmede.. Beş çifte bir kayığa suvar olup yalpa kürek ve yelken ederek ortasına vardıkta dedenin kayıkçılarına makreme salladım. Anlar dahi aheste aheste kürek çektiklerinden varıp kayığına girip azizin desti şeriflerini bus ederek:



  • Paşa oğlunuz selâm ederek şu iki yüz
    altını harcırah eylesin. ve bu iki kişmir şalı
    ridâ eylesun ve gâhice bize teşrif eylesun! de
    diler, dedim. Hemen:

  • Elhedâyâ teşterek, velevkâne beş bö
    rek! Hak berekâti Halil İbrahim versin, şal
    lar bizim, altınlar kayıkçılarla sizin! dedikte:

  • Lûtf eyle Sultanım, cümle sizindir!
    diye ikram eyledim.

  • İşte bu teklif mâla yetaktır!

diye hemen tennuresinin boynundan cilbendini çıkarıp:

— Desturdur, sok elini su anbarı keri


meye! ,

diye izin verince hakir elimi soktum; içi malâmal mümessek ve sıcak fırın altını, bun-dekânî lâal ve elmas ve zümrüt ile memlû.. Hemen aklım gidip ettim:



  • Sultanım siz a'lemsiz ve bu hakir
    size teslimiz! Hemen cilbendine el edip bu
    hakire bir avuç altın verdi. Cümle seksen yedi
    sikkei hasene ve yedi taş yakut ve zümrüt,
    elmas, lâal, seylân, firuze ve zeberced vere
    rek etti:

  • Ey azizim Evliya! Bu altınların her
    birini bir sene harceylesen berekâti Halil İb
    rahim ile sana kifayet edip artar bile! Ömrün
    oldukça harceyle!..

«Hay benim ömrüm seksen yedi sene olacak diye hakir gûnagün evham garibeye ve acibeye düştüm. Badehu Paşanın iki yüz altınından yüz altın dahi ihsan edip baki yüz altını on nefer kayıkçımıza onar onar bezletti

ve şalın birini külah üzerine sarıp birisini de gerdanına, bendetti:



  • Paşaya bizden selâm eyle, gayri diyarı
    ruma basmayız! Arzı mukaddese geçip Mekke
    ve Medine caniplerine gitmeye memuruz, bizi
    hayır duadan feramuş buyurman! diye veda
    mahallinde iken gayıkçılara dedi ki:

  • Dilerim ki, Evliya Çelebi kardeşimizle
    beraber paşaya varıp altınları kabul etmiyip

sizlere tevzi eylediğime şahadet eyliyesiniz!

f

Bana da:


— Evliyam! Hayır duam seninle bile!
Var kumda oyna, arkana çöp batmasın! Allah
muin ve zahirin olsun! Gezdiğin yerlerde vü-
zera ve pâdişahânın meclislerinde muazzez ve
muhterem olup düşman şerrinden emin ola
sın!

deyip duadan sonra el öptüğümüzde onlar Üsküdar tarafına yelken açıp gittiler.» Bibi. : Eveliya Çelebi, II.

ALİ ŞAHBAZ EFENDİ — Geçen asrın ikinci yansıda yaşamış seçkin hukuk âlimi,


Ali Şahbaz Efendi (Resim: Nezih)

muallim; aslı Kayseri Ermenilerin-dendir; 1838 de kasabada doğmuş, pek, genç y a-şında Parise giderek hukuk tahsil etmiş, memlekete döndüğünde Fran-sanın Haleb konsoloshanesi tercümanlığına tâyin edilmiştir; o sırada Haleb valisi bulunan müverrih Cevdet Paşanın takdirini kazanmış, paşanın tavsiye ve delâleti ile devlet hizmetine geçerek muhtelif memuriyetlerde kırk sene iffet ve istikamet ile hizmet etmiş, on yıldan fazla İstanbul birinci ticaret mahkemesi reisliği yapmış, temyiz mahkemesi âzalığına kadar yükselmiş, mektebi hukukta, usulü muhakematı cezaiye ve hukukiye, Mektebi «Mülkiyede ticareti berriye ve hukuku düvel muallimliği yapmış, elli yaşlarında iken de, kendi tâbiri ile «tetebbn-atının neticesi olarak» islâmiyeti kabul etmiş-

tir. Devrinin adliye muhitinde «Ayaklı Kütüphane» lâkabı ile anılırdı. Derslerinde, gayet tatlı ve cazip bir dil ile konuşurdu. 1893 de öldü,

ALİŞAHEFENDİ ÇEŞMESİ — Kendi

j •> 3


adını taşıyan sokak üstündedir; bir on sekizinci asır çesmesidir. Rumeli kazaskerlerinden Ali Şah Efendinin ölümünden sonra, vasiyeti mucibince sülüs malından yaptırılmış ve ilk şeklini, gördüğü tamirlerle tamamen kaybetmiştir. Üzerinde üç kitabe mevcuttur. Birisi ilk yapısına ait olup şudur:

Karagümrükde Alişakefendi Çeşmesi (Resim: A. Biilend Koçu)

«Rumeli kuzâümn serlâvhai yemini iken dâri bekaaye intikal eden Ali Şah Efendi merhumun sülüs malından câri mâi leziz hayratıdır. Ruhine elfâ-tiha 1115 (1703)».

Ayna taşının üstünde bulunan ikinci kitabe tamirine aittir:

«Mahdumu merhum Hacı Raif Beyin ruhine ve-silei fatiha olmak üzre bâniyei Hacı Atiye Hanım tarfından tamir edilmiştir. 1318 (1900).»

Üçüncü kitabede de sadece: Maşaallah Alişah Çeşmesi 1318 (1900).

yazılır.

Bir akarçeşmedir. Suyu, Halkalı suyudur. Civarında başka çeşme bulunmadığından kalabalık bir muhiti sulamaktadır. Buaşmda kova, teneke veya testisini doldurmak üzere nöbet bekliyenlere hemen daima rastlanır; 1946 da halk su yolculardan müşteki idi: Hazineden suyu kısıyorlarmış, bir teneke doldurmak için-bir saat bekleniyormuş.. Kadın ve çoluk çocuk gece yarılarına kadar sokaklarda kalıyormuş.

Bibi. : İ. H. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I; REK, Gezi notu.

ALİ ŞAH KEVSERİ

— 718 —


İSTANBUL

İSTANBUL


— 717

ALİ ŞEFKATİ EFENDİ




ALİ ŞAH KEVSERİ — On altıncı asır ortalamada yaşamış ve güzelliği dillere destan olmuş İstanbullu bir nevcivan-. Asrın şairlerinden Cemâli Ahmed Efendi tarafından mesleği ve san'atı zikredilmeden şu mısralarla medhediliyor:

Biri mahbiiblar serdefteridir Lebi âbı hayatım Kevserîdir Züiâl leblerinden oldu câri Akarsudur o nazım âbdâri

Bibi. : Cemâli Ahmed, Şehrengiz.

Fahri Düngelen

ALİŞAH SOKAĞI — Fâtih kazasının Ka-ragümrük nahiyesinin Dervişali mahallesi sokaklarmdandır; Kurtağa çeşmesi Sokağı ile Tercümanyunus yokuşunun alt kısmı arasında uzanır; kaba tas döşeli, bozuk, üç araba geçebilecek kadar geniş bir yoldur; Kurtağadan Tercüm'anyunusa doğru hafif bir meyil ile iner; evleri birer ikişer katlı dar gelirli aile meskeni ahşap yapılardır; Kurtağa. kavşağından girildiğine göre sol kolda Alişab. Efendi çeşmesi vardır ki, sokağa adını vermiştir; kayda değer başka bir şeye rastlanmamıştır. (Nnsan 1946).

Bibi.: REK, Gn.

ALİ ŞAMİL PAŞA — İkinci Abdülhamid devri ricalinden, Üsküdar kumandanı; aslen kürd, meşhur Bedirhan Paşanın oğullarından-dtr; 1855 e doğru Cizrede doğmuştur; 1876 Rus muharebesinde, henüz pek genç olduğu halde topladığı kürd gönüllüleri ile yararlıklar göstermiş, bacağından vurularak aksak kalmış, Abdülhamidin takdirini kazanmış, paşalık rütbesini almış, bir müddet sonra da Üsküdar ve civarı muhafızlığına tâyin edilerek, büyük şehrin Anadolu yakasında, adetâ bir ortaçağ derebeyi gibi yaşamıştı. Bedirhan zade Abdürrezzak Bey tarafından Şehremini Rıdvan Paşanın vurdurulması üzerine, bütün Bedirhânîler bu cinayetten suçlu tutulmuş, cinayetin Göztepe istasyonunda işlenmesi, Ali Şâmil Paşanın Üsküdar kumandanı bulunması, bilhassa Şâmil Paşa hakkında gazebi şahaneye sebep olmuş, bu meşhur ailenin erkânı her biri bir tarafa sürülürken Ali Şâmil Paşa da Trablusgarp zindanına gönderilmişti. 1908 de meşrûtiyetin ilânı üzerine İstanbula

geldi ve ayni yıl içinde Büyükşehirde öldü. Cahil, fakat gayet zeki, cesur, cüretkâr merd bir adamdı; fukara hâmisi, cömerdliği meş-

hürdü. O devri görmüş olanlar hakkında pek çok fıkra naklederler.


Ali Şâmil Paşa (Resim: Nezih)

Üsküdar kumandam iken bir beyaz atın üstünde, göğsünde nişanlar, elinde gümüş saplı kamçı; peşinde sekiz on süvari zaptiye, etrafı dolaşıp durur, cuma ve pazar günleri, gruptan, bir saat, yarım saat evvel, yine mai-yetiyle Fenerbahçe

mesiresine damlar, damlar damlamaz, gaayet

sert ve yüksek sesle emri basar:

— Paydoos!.. Evli evine, köylü köyüne!..

Bu kumandayı duyar duymaz yaylı arabalarda, paraşollardakiler, trenle gelip de ağaç altlarına oturmuşlar, yani orta ve aşağı tabaka halk, ödleri koparak derhal caddeyi tutup dağılırlar.

Saraya tutkunlar, bu kabillerin mahdumları, damatları, hanımları, kerimeleri hiç aldırış etmeyip yine piyasalarına, arabalarında Fenerbahçeyi fırıl fırıl çarh çevirmiye devam ederler. Paşa bu gibilere göz yumardı.

Bir gün sular karardığı sıralar, Üsküdar-dağ takım taklavatiyle bermutad devriye geziyormuş. Yüksek rütbeli ve en hatırlı vükelâdan birinin damadı bir pasa da Kadı-köyünün son vapurunu kaçırdığından Tophaneden kayıkla Üsküdara geçmiye mecbur olmuş. Üsküdar iskelesine çıkıp bir kira faytonuna binmiş. Kadıköy havalisindeki köşküne gidecek. Geç kaldığı için arabayı hızlı sürdü-rüyormuş. Şâmil Paşa bunu karşıdan görünce yine kumandayı basmış: — Dur!..

Faytondaki, arabacıya: «Aldırma, yürü!» demiş. Fena halde köpüren Üsküdar kumandanı hemen zaptiyelerden birkaçını dört nala koşturup arbayı önletmiş. Kendi de yetişmiş.

Mevkili, hatırlı damat paşa öfkelenip sert sert bağırmağı tutturunca Ali Şâmil sille,

yumruk, kırbaç bir âlâ pastırmasını çıkarmaz mı? Sultan Hamidden başka kimseden pervası yok. Damat paşanın yakasına yapışmış, bırakmıypor da bırakmıyor. Hem dayağı atmış, hem de: «özür dile, eteğimi öp de öyle salıvereyim» diye terter tepiniyor.

Yanında, kafile ile beraber, 10 yaşında Selâh adında bir oğlu da Midillide; çocuk: «Padişah başı için babamın eteğini öpeceksin!» demez mi? Artık bu söze akar sular durur. Dayağı yiyen paşa, üstelik bir de etek öpmüş ve yakasını kurtarmış.

Bu vak'a uydurma değildir; o vakitler orthğa şayi olmuş, ağızdan ağıza nakledilerek herkes duymuştu.

Ali Şâmil paşanın evi Kadıköyünde, Hünkâr imamı cihetinde, tren yoluna karşı idi. Bahsettiğimiz oğlu Selâh aradan çok geçmeden evin bahçesindeki kuyuya düşerek boğulmuştu. Diğer oğlu Ubeyid Şâmil diş doktorudur, muayenehanesi Kadıköyünde pazar yolundadır (1946).

Sermet Muhtar Alus

ALİ ŞEFKATİ EFENDİ — Geçen asrın oldukça mühim vazifelerde bulunmuş adliye memurlarından; musikişJriaslarmdan, devrin hemen bütün okur yazarları gibi, divan edebiyatı an'aııeierine uyarak şiirler yazmış sımalarından; (H. 1238) 1822. de îstanbulda doğdu; on dört yasında Divanı Hümayun kalemine girdi; üç yıl sonra Maarifi Adliye Mektebine gjrdi, 1842 de yirmi yaşlarında sadâret mektubî kalemine alındı; 1845 den


Aîi Şefkati Efendi (Resim: Nezih)

1852 ye kadar Balıkesir valisi Satır Mustafa Paşanın, Silistre valisi Salih Paşanın îzmir valisi Hekim İsmail Paşanın divan kâtipliklerinde, Meclisi Tanzimat kaleminde ve Şam vak' asında Fuad Paşanın maiyetinde bulundu. 1861 de Ha-r i c i y e Nezareti mektupçuluğuna tayin edildi. Arkadaşı olan Şirvânizâde Rüştü Paşanın Maliye Nazırlığın-

da 1867 de Maliye mektupçusu, bir sene sonra da nazır muavini; sadâret mektupçusu,. 1869 da sadâret müsteşarı oldu. Bu tarihten 1890 yılına kadar Divanı Ahkâmı Adliye âzalığı, ikinci defa sadâret mektupçuluğu, Bosna kapı kethüdalığı, temyiz mahkemesi âzalığı, adliye mektupçuluğu, Divanı Hümâyun âmedciliği, ikinciliği, ikinci defa sadâret müsteşarlığı gibi vazifelerde bulundu; 1890 da öldü, Ümmisi-nan dergâhı mezarlığına gömüldü.

Gayet doğru, emin ve çalışkan bir memurdu, sohbetlerinin zarafet ve letafeti de tanınmıştı; pek güzel fıkraları naklolunur:

Keçecizade Fuat Paşa gayet kıymettar


bir yüzük almış; yanında bulunanlara gös
tererek içinde sinek denilen leke olmasa da
ha kıymetli olacağını söyledikten sonra Şef
kati Efendiye: — Sen de böyle bir yüzük alır
mısın; demiş. O da: —Aman efendim, nasıl
alayım? Kulunuz alsam alsam içindeki sine
ği alabilirim: demiş. ">

Musiki tahsil ve terbiyesini, Eyyublu Mehmed Bey, Hoca Refik Efendi ve Zekâi Dede Efendi ile beraber Hamamîzâde İsmail Dededen görmüştü.

Eski bir mısraı terbiye ederek yazdığı şu manzumeyi, geçen asrın musiki üstadların-dan Hâşim Bey bestenigâr makamından şarkı olarak pek nefîs surette bestelemiştir ve hâlâ dillerde dolaşmaktadır:

Kaçma mecburundan, ey âbuyi vahşi, ülfet et Gayri bu Mgânelikten geç, vefâyi âdet et Besine gel, serme'sti hicrin nesveyâbi vuslat et Şarkı söyle, raksa çık, şakilik eyle, sohbet et.

Sevdiğim, baği sıelâhat içre bir gül destesin Can feda etse hesar âşık sana şayestesin Hûb seda, nâzik nıîyan, girin zeban, nevrestesin Şarkı söyle, raksa çık, şakilik eyle sohbet et.

Lera'a sazı merhamet oî, ey mehi burei vefa Pek harabı aşkınım, etme bana cevrü cefâ Eyleyim dört üstüne sayende bir zevkü sefa Şarkı söyîe, raksa çık, şakilik eyle sohbet et.

Gönlüm, ey leyli! gülruh, hüsnünün mecnunudur Şefkatii zar ise her tavrunun meftunudur Hâsılı senden rica şu mısraım mazmunudur Şarkı söyle, raksa çık, şakilik eyle sohbet et.

Mizah yollu yazılmış şiirleri de pek çoktur; şu gazel de onlardan güzel bir örnektir:

ZeTrakî bahtım tutub bahri emelde furtuna Hayf kim bu rûrigâr attı beni tundan tuna Çağlayan veş giryei çeşmim akardı bir zaman

ALİ ŞEMSİ AĞA

— 718 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 719 —

ALİ UFKİ BEY




Şimdi yer gök doldu cûs ettikçe manendi Tuna Piçü tabı zülfi dilberde dolaşma ey gönül Gamzesi agâh olur ise gidersin tantuna Feyz aîurmış yâre teslimi giriban eyliyen İşte bu yüzden tefavvuk etmiş entari dona Sevdiğim ruın dilberin ağyâre bildirmiş rakib Râzi aşkın eylemiş ifşa Hiristo Andona Kande görsem yâri ardınca gider tin tin rakib Şefkati canın sıkılmaz mı şu kâfir tintona.

Türk sahnesinin seçkin kıymetlerinden aktör Nureddin Şefkati Bey bu Şefkati Efendinin küçük oğludur.

Bibi.: M.K. İnal, Son asır Türk şairleri.

ALİ ŞEMSİ AĞA (Mehter) — On sekizinci asır sonlarında yaşamış necâbet timali bir adamdır; iyiliğini gördüğü bir insanın uğruna, hayatını kahramanca feda eden eşine pek az rastlanır simalardandır; Üçüncü Selim devri devlet erkânından sadâret kethüdası İbrahim Efendinin mehterbaşısı idi; bu hükümdarı deviren ihtilâlde efendisi ihtilâlcilerin eline düştüğü zaman, hayatını kahramanca feda etti; müverrih Cevdet Paşa, tarihinin sekizinci cildinde bu merdâne sahneyi şöylece naklederler: «Andaki eşkiya (ihtilâlciler, ihtilâlci yeniçeriler) İbrahim Kethüdayı alıp envai hakaretle Etmeydanına götürürken mehterbaşısı Ali Ağa nam merdi sadakatkâr dahi yanından ayrılmayıp. ve Etmeydanı kapısına geldiklerinde: — Aman yoldaşlar! Efendime kıymayın! deyu üzerine kapanıp, eğerçi eşkiya matlûb zevattan başka bir ferde taarruz etmemek üze're beyinlerinde ahd ve misak etmiş olduklarından merkumu efendisinden ayırmağa çalıştılar ise de bir veçhile ayırmak kabil olmadığından eşkiya kılınç ve hançer üşürüp ikisini de pare pare ettiler». Ali Şemsi Ağa, devrimizin seçkin münevverlerinden Fuad Şemsi Beyin dedesinin babasıdır. Çok yazıktır, hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

ALİ ŞÎRÜGÂNİ (Derviş) — Klâsik Türk musikisinin en büyük bestekârılrmdan; 1630-1635 arasında İştanbulda doğdu; 1714 de İs-tanbulda öldü. Aşağıdaki satırlar, Türk edebiyatı ve musikisi, tarihi üzerinde tam salâhiyetle söz sahibi, İstanbul Ansiklopedisinin has dostu merhum Sadeddin Nüzhet Ergunun «Türk musiki antolojisi» nden alınmıştır:

«Ali Şirügani- genç yaşında musikiye heves ederek bu sahada yüksek bir kabiliyet gösterdi. Gülşenî tarikatine intisap ile tasav-

vuf vadisine de ihtisas sahibi oldu. Şehremi-ninde Gülşeniyeden Hulvî tekkesi şeyhi Sinan Efendinin ölümü üzerine (M. 1695 = H. 1107) bu dergâha şeyh tayin edildi ve bu tekkenin postnişini iken öldü. Hayatı hakkında etraftı malûmata sahip değiliz. Esat Efendi meşhur eserinde İtrabülâsar). «Sadâyi letâfetnümâ ve halâvet intimâsı lâtif ve hoş âyende olup filhakika fenni merkumun dekayikü hakayikin dana üstadı idi. Yüze karip murabbaât ve altı yüzden mütecaviz savt teşbih ve ilahiyatı vardır ki, her biri bermucibi kavait elhânı musanna' ve bî noksandır» diyor. Pek çok talebe yetiştirdiği muhakkaktır. Meşhur musikişinas Nâyj Osman Dede, Hafız Post ile Ali Şirüganinin musikide yeni bazı tâbirler bulduklarını söylüyor ve Derviş Ali hakkında «merdi velî» tâbirini kullanıyor. Derviş Alinin, bestereine mecmualarda ekseriyetle «Dede» serlevhası ile tesadüf edilmektedir; bir kısım mecmualarda da «Derviş Ali» veya «Derviş Ali Şirügani» başlığı ile tesbit edilmiştir; on dokuzuncu asırda «Dede» unvanı ile iştihar eden üstad sanatkâr Hamamî İsmail Efendiden tefrik için onun eserleri muahhar zamanlarda «Atik» veya «eski dede» başlıkları ile yazılmıştır. Şeyh Ruşen Efendinin mecmuasında «Atik dede», piyanist Esat Efendinin mecmuasında «Şehremininde med-fun eski dede» kayıtları görülür. Fakat bütün bunlara rağmen bazı besteleri yanlış olarak İsmail Dedeye mâl edilmiştir. Son za-manalarda ise bu değerli şahsiyetin büsbütün unutulduğuna şahit oluyoruz. Konservatuvar neşriyatının «Tevşihler» kısmında, Rehâvi makamındaki tevşihinin notası münasebeti ile şu kayıtlar bunu açıkça gösteriyor: «Eski mecmualar, bu ilâhinin bestekârı olarak bes-tei Dede Atik nâmını yazmışlardır. Anlaşılı-yorki, bu atik tâbiri, ilâhinin yine dede nâmı ile meşhur Hamamîzade İsmail Dededen evvel gelmiş başka bir dede tarafından bestelendiğini ihtar için ilâve edilmiştir. Acaba bu eski dedenin ismi nedir? Hangi tarihte yaşamıştır?» deniliyor.

«Altı yüzden fazla eserinden benim tesbit edebildiğim 202 parçadır. Elimize geçmi-yen mecmualarda, onun daha birçok ilâhilerine tesadüf edilebileceği muhakkaktır. Bugün elimizde mevcut güftelerden mühim bir kısmının bestesi kaybolmuştur; fakat 25-30

kadarının hâlâ unutulmadığını görüyoruz. Dü-gâh Tevsih ile Acem İlâhi bu aradadır. Mutasavvıf Sivaslı Sesmşinin:

Vâsıl olmaz kimse Hakka cümleden dür olmadan Kenz açılmaz sol gönülde tâ ki pür nur olmadan

manzumesinin Hüseyni makamında ve düyek ikaamdaki meşhur bestesi Derviş Ali Şiruga-ninindir. Segah makamında ve düyek ikaaında «ey gafil uyan» ilâhisi de çok taammüm eden eserlerinden biridir. Durakları ise dinî musikimizin en parlak mahsullerindendir. Derviş Ali, sadece dinî eserleri ile değil, ladini mahiyetteki yüzlerce bestesi ile de iştihar eden büyük bir sanatkârdır».

Sadeddin Nüzhet merhum, kendisi tarafından tesbit edilen 202 parçanın güftesini de bu meşhur eserinde neşretmiştir.

ALİ TALÂT BEY — Mühendis, muallim, mühendis mektebinde birkaç neslin hocası olmuş kıymetli bir fen adamı; 1869 da Tokatta doğdu; babası, Şehremaneti kordon kalemi başkâtibi Abdullah Şefik Efendidir. Aslı, ana ve baba tarafından da Tokatlıdır. Küçük yaşta İstanbula gelerek Eyyubda Sultan iptidaî mektebinde ve Kocamustafapaşa askerî rüştiyesinde okudu; rüştiyeden on dört yaşında şahadetname alarak (1883), bir sene kadar lisan mektebine, iki sene kadar Sanayii Nefise resim kısmına devam etti ve 1888 de

imtihan vererek birincilikle Hende-sei Mülkiye Mektebine girdi; bütün tahsil yıllarınca, bu yüksek mektebin en afif, çalışkan ve zeki talebesi hâtırasını bırakarak 1895 de birincilikle mühendislik diploması aldı; ve derhal, yirmi altı yaşında

Ali Talât Bey iken sekiz ^ ku"

(Resim: Nezih) ; ruş maaşla mühendis mektebinin köprücüklük, kârgir ve ahşap inşaat muallimliğine tâyin edildi; ölünceye kadar da bu vazifede kaldı.



j

Yirmi yedi yıl süren meslek hayatında, muallimliğine ilâve olarak Meclisi Maliye is-

tinaf muhamminliğinde, Şehremaneti Heyeti Fenniye mimarlığında, Evkaf Nezareti heyeti fenniye müdür muavinliğinde bulundu. 1919 da Evkaf Nezareti Heyeti Fenniye riyasetine tayin edildi.

19 Teşrinievvel 1922 de öldü; Koca Mimar Sinanın türbesi içinde hazırlanan kabre gömüldü. Ölümü münasebetiyle mühendis mektebi mecmuası su bendi yazmıştı:

Bu hafta mektep ve meslek hazin bir felâketin elemi ile sarsıldı. Büyük hocamlz Talât Bey hayatına veda eyledi. Talât Bey hayatında yalnız güzide bir muallim, yüksek bir sanatkâr olarak tanınmadı, onda meleklerin gıpta edeceği bir kalb, faziletin iftihar edeceği bir ruh yaşadı. Onun gaybu-betindeki elem ve merâreti hiç kimse, mektebi ve talebesi kadar hissedemez. Genç yaşında ufulü bilhassa millî mimarimizde teselli kabul etmez bîr ziyadır.

Eserleri: Fennî mimarî (mimar Kema-leddin Beyle müşterek); İnşaat ve imalâtta işçilik, 4 cilt; Sanayii inşaiye ve mimariyeden doğramacılık, marangozluk, silicilik, (ölümünden sonra basılmıştır).

Şakir Tokmen

ALİ UFKÎ BEY — Dördüncü Sultan Meh-med devrinde yaşamış musikî bilgini, kendi adına nisbetle anılan çok kıymetli bir musikî mecmuası sahibi; T.Y. Öztunanın İstanbul An-siklipedisine bu mecmua hakkında verdiği notda «yüzlerce muasır musikî eserinin garb musikîsi notasının o zamanki haliyle tesbiti»; kaydinden Ali Ufkî Beyin bir mühtedî olduğu kuvvetle tahmin olunabilir. İştanbulda yaşadığı da kesin olarak söylenemez, fakat başka bir yer de bilinmediğine göre adı Bü-yükşehrin kütüğüne evleviyetle alınmıştır. Bibi. : T.Y. Öztuna, Notu. Aliufkîbey Musiki Mecmuası — Asîı British Museum'dadır, Türkiyede, iki fo-to-kopsi bulunub biri Hüseyin Sadeddin Arel'in, diğeri de Haydar Sanal'ın hususi kütüphânelerindedir. Yüzlerce muasır musikî eserinin garb musikîsi notasının o zamanki haliyle tesbiti, Türk musikisi tarihi tedkikleri için son derece mühimdir. Peşrevler, saz semaîleri, besteler, semaîler, şarkılardan başka koşma, türkü, semaî, raksiye gibi halk musikîsine aid eserler de mevcuddur. Bu pek mühim mecmuanın neşri Maarif Vekâleti tarafından H.S. Arel'in nezâretinde bir heyete verilmiş ise de Arel'in vefatı ve sair sebepler dolayısı ile baskı işi akim kalmıştır. Eser

ALİ USTA (Nalıncı)

— 720 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 721

ALKARNA




Ali Ulvî Efendinin bir yazısı (M. K. İnal'in Son Hattatlarından)

üzerinde H. Sanal da senelerdenberi çalışmaktadır, ekseri parçalan bugünkü notaya çevirmiştir, mesâisinin bir kısmı Maarif Vekâleti tarafından neşredilecektir. Bu satırların muharriri Ali Ulfkî Bey Mecmuasını H. Sanal'daki foto-kopiden bir kaç 'gün içinde ancak pek sathî olarak tedkik edebilmiştir, H. Sanal, her nedense biraz daha zaman bahsi yolunda cömerd olmamıştır. Londradan gelen asıl foto-kopi ise, H.S. Arel'in eşsiz kü-tübhânesi ile berber 1953 de Türkiyat Enstitüsüne hediye edilmiş olub o tarihdenberi hâli umumî istifadeye. açılmamıştır.


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin