266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə22/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   91

«Ayandan Topçu Feriki Ali Riza Paşa Gürcistamn Atabek hanedanından Mehmed Meded Beyin ınuhdumudur. Sevr muâhedei meş'ûmesini Şûrayı Saltanat da red ile yegâne müstenkif kalmıştır. İşte her zâir bu târihî vak'ayı yad ile ruhi merhumu da bir duai hayr ile şad etmelidir. 19 Ramazan 1339. 27 mayıs 1337».

ALİ RİZA SAĞMAN (Hafız) — (B. : Sağman, Hafız Ali Riza).

ALİ RUHİ BEY — Divan edebiyatının son büyük şairlerinden; İkinci Abdülhamid devri İstanbulunun edib kalenderlerinden; (H. 1270) 1853 de Bağdadda doğdu; babası Kayseri mutasarrıfı iken bir kaza neticesinde ölen Darbazzâde Veys Paşadır. Muntazam bir tahsil görmedi; çocukluğunda Bağdda hususî muallimler tarafından okutuldu, ilk delikanlılık çağlarında îstanbula geldi; büyük kardeşi Reşid Beyin «Son asır Türk şairleri» müellifi Mahmud Kemal înal'a gönderdiği (H. 1318) 1900 tarihli bir mektupta belirttiği üzere «Civariyet münasebetiyle Fâtih camiişerifin-

de halkai tedrisine devam etmediği hoca ve turûki aliyyeden intisab etmediği tarikat» kalmadı. Atesîn bir ruha ve kararsız bir mizaca sahipti. Hoca Şakir Efendinin gönüllü bölüğünde Sırp muharebesine gitti, Aleksinaç fethinde bulundu, nişan aldı; dönüşünde şehremaneti mektubî kalemine, az sonra da Bayazıd belediye dairesi başkâtipliğine tayin edildi; (H. 1297) 1879. da Mekkei Mükerremede mücavir kalmak niyetiyle istikbali parlak görünen memuriyetini bırakarak Hicaza hareket etti, fakat, Hac zamanına kadar bile duramayıp İstanbula döndü; Recaizâde Ekrem Beyin tasviridir, «Bir rindi sâgarkeşi laubali» idi; «Lemeât» adı altında bir divançe neşrretti, büyük akisler uyandırdı; devrin büyük şöhreti muallim Naci, kendisini alkışlayanların başında geldi, esere bir manzum takriz gönderdikten başka, Tercümanı Hakikate yazdığı bir makalede, «Lemeâtı teşkil eden asar, serâsar kıymettardır; sahibi ise üdebâyi hâzırai Osmaniye için -hakikaten medarı iftihardır» diye yazdı. Ali Ruhi, yine bu yıllarda, hakikaten gücünün yeteceği, fakat mizacının hiçbir zaman başaramıyacağı büyük bir ise başvurmuştu, bir şüerâ tezkeresi yazmak istedi. Bu eser bir tasavvurdan, muhteşem bir hayalden ileri geçmedi, kendisine gönderilen birçok kıymetli notlar da, perişan evrakı arasında kaybolup gitti. Bunu ilk keşfedenlerden biri de Reeai-zâde oldu; Ekrem Bey, Abdülhak Hamide gönderdiği bir mektupta; Ruhî Bey o tezkireyi meydana getiremiyecek gibi görünüyor. Öyle bir encümeni edeb teşkil etmek kolay değil, güzelce bir şey olsun denirse güçtür. Çalışmak, düşünmek, uğraşmak, yazmak, bozmak, yine yazmak, aramak, usanmamak, ister ki, o da, bir sâgerkesi laubalinin kârı değildir» diye yazıyordu (Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri).

Bu muazzam isi bir ömür dolduran yılmaz bir gayret ile Mahmud Kemal İnalın ka-İemi basardı -ki, Ali Ruhiden bahseden bu satırların hemen yegâne kaynağı da, o himmetin âlî mahsulüdür (B. : İnal, İbnül-Emm Mahmud Kemal).

Japonya imparatoruna Osmanlı imtiyaz nişanını götürmek ve Bahriye Mektebinden çıkan deniz mühendislerine Uzakşarkı göstermek için Ertuğrul firkateyni Japonyaya doğru yola çıkarken, Ali Ruhi, âvâre ruhunu ay-



AIi Ruhi Bey (Resini: H. Çizer)

larca oyalıyabilecek bir macera fırsatını ka-çırmadı, geminin seyahatnâmasini yazmak vazifesi ile bahriyeliler kafilesine katıldı. Japonyaya varıp vazifesini gördükten sora, dönüşte, Japon denizinde bir tayfun fırtınasına tutulan Ertuğrul, 1890 yılı eylülünün 19 uncu cuma gecesi, Osima adası kayalıklarına çarparak parçalandı, heyet reisi Osman Paşa, gemi süvarisi Ali Bey kaptan, zabit ve nefer beş yüz bahriyeli ile beraber şair Ali Ruhi de Japon denzinde boğularak şehid ol-

du (B.: Ertuğrul Firkateyni; Osman Paşa; Ali Bey Kaptan).

Ne kadar hazin bir tesadüftür ki, şair Eg-ref, Japonyaya giderken Ali Ruhiyi şu kıta ile hicvetmişti:

Mücavir kalmak üzre hacce gitmişken Ali Ruhi Kudüsdeıı kaçtı geîdi geçmeden emma beş on gün de Uzandı bu sefer biçârenin cam sıkılmıştır Çıkar ruhi ..tiiden, korkarım deryanın üstünde

Süleyman Nazif, Ali Ruhinin, tayfun faciasında değil de, Singapurda öldüğünü yazar: Yolda ağırca hastalanmış, gemiden burada karaya çıkarıp bir hastahaneye bırakmışlar.. Orada «vatanından binlerce mil dür ve mehcûr, garip ve bîkes, sükûnzarı ebediye tevdii ruh edip» kalmış... Süleyman Nazif bunu Eşreften işittiğini, Ertuğrul şehitlerinin isimleri arasında Ali Ruhinin adı bulunmadı-- ğını da söyletmiş.. Eşrefin hicviyesi de, Süleyman Nazifi tasdik eden bir vesikadır. Ali Ruhinin en canlı ve güzel portresini «muharrir, şair, edib» de Ahıned Rasim çizmiştir:

«Asabî, hoşgû idi. Yüzündeki Bağdad çıbanının enli nedbesi (yara nişanı), sakalının bir kısmını kazımış, ayağının da bir kısmını yiyip çökertmiş olmakla beraber, veçhen sevimli idi.

«Bir akşam üstü Divanyolundan ağır ağır gidiyordum. Arkamdan birinin koşarcasına gelmekte olduğunu sezinledim. Dönerken burun buruna geldik: Ali Ruhi!

«Siması o derece tagayyur etmişti ki, zekâyi harikulâdesiyle beraber o zekâya ya-

ALİ RÛMİ EFENDİ

— 710 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 711 —

ALİ SÜAVİ EFENDİ




kısan biraz kaçıklığı olduğunu bildiğim için birdenbire çıldırdığına hükmettim. Gözleri hakikaten dönmüş, çiban nişanesinin büzül-miye mukavemeti anûdânesine rağmen yüzünün derileri toplanıp sakalını kaldırmış, bıyıklarına ulaştırmıştı.

— Vay efendim!

bile demiye meydan vermeksizin:

— Dinle!


diyerek koluma vurdu, gözleri devrildi, kollan açıldı, gür bir ses işitilmiye başladı: Cihanı yakdı o tal'atîe yâri can olalı Cihan bir öyle belâ görmedi cihan olalı!

Bu üç cihan, kumbara gibi patlıyor, gelen geçen bize bakıyor, biraz mütevehhim olanları uzaklaştırıyordu. Ben de uzaklaşacağım ama kim bırakır? O, ayni mahâbetle devam ediyordu:

Anılmaz oldu esatiri evvelini cünûn Cimûni agkile ben halka dasitan olalı

Burada, aşk kelimesini meksur okuyarak, hattâ aşk ile ayını da çatlattığı için dönüp dönüp bakanlar, dudak bükenler eksik olmuyordu. Meğer daha müthişi de varmış: Belâ!., belâ!., diye aşkınla sûbesû gezerim Bu nâr, nâire efrûzi hâniiman olalı

Belâ kelimesini işitenler kulaklarnı tıkıyorlar, benim belâya tutulduğuma acıyorlar gibi geliyorlardı. Bitirdikten sonra:

— İşte bunu Naci de söyliyemez! Allaha


ısmarladık!..

Ayrıldı. Yine koşar gibi gidiyordu. Arkasından bin şükür ve hamd ile bakıyordum.. Ayni tavır, ayni savletle birini daha yakaladı. Bu defa kollarının harekâtı ^muhtelif esi görülüyordu».

ALİ RÛMİ EFENDİ — On sekizinci asır talik hattatlarından; Rumeli kazaskeri Abdül-baki Arif Efendinin kölesiydi, aslı rum iken müslüman olmuştu; bir iki parça yazısı efendi tarafından Üçüncü Ahmede takdim edilmiş, fevkalâde beğenilmiş ve Ali Rumi sahibi Arif Efendiden satın alınarak azad edildİK-ten sonra Enderunu Hümâyuna alınmış, yo-Mle Güğümbaşı olmuş ve bir müddet sonra yevmiye seksen akçe meşk hocalığı ile çırağ edilmişti. (H. 1137) 1724 den sonra ölmüştür.

Bibi. : Müstakimzâde, Tuhfei hattatın.

ALİŞ (Madam) — 1900-1910 arasında namlı bir kadın, terzisidir; aslı Alman, levend yapılı, harikulade dilber, fevkalâde nâzik, gayet namuskâr bir kadındı; atölyesi yoktu; ko-

naklardan siparişleri aldıktan sonra Beyoğ-lundaki evinde çalışır, provalar için hepsi kibar hanımefendiler olan müşterilerinin ayağına giderdi. Kendisine verilen kıymetli kumaş ve harçlardan kalan parçaları, en ufak kırpıntılarına kadar geri getirirdi. Henüz kırk beş yaşlarında iken lohusa döşeğinde öldü, kocası, aşkile derbeder, perişan oldu.

Fatma Ekrem Koçu

ALİ SABİH EFENDİ — On sekizinci asrın seçkin sülüs ve nesih hattatlarından; tüccardan bir zâtin kölesi imiş, gençliğinde yüzünün güzelliğinden ötürü Sabih mahlesi verilmiş, azat edildikten sonra kalem kâtipliği mesleğim tutmuştur. Yazıyı asrının büyük üstatlarından Emir Efendiden öğrenmişti; bilhassa divanî yazıda zamanının en büyük şöhreti olmuştu. Pek çok talebe yetiştirmiştir. Birçok mescide, bu arada Eğrikapı dışındaki Hirami Ahmed Paşa mescidine minber koymuştur. 1769 (H. 1183) de orduyu hümâyun ile beraber gittiği İsakcı da ölmüştür.

Bibi.: Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin.

ALÎ SAMİ YEN — (B. Yen, Ali Sami).

ALİ JSAMİ YEN STADYOMU — Mecidiye Köyündedir, İstanbulun dört stadyomun-dan biridir (B. : Fenerbahçe Stadyomu; Ka-ragümrük - Vefa Stadyomu; Midhatpaşa - Dol-bahçe Stadyomu). Sahibi en eski ve en büyük spor klublerinden Galatasarayı Spor Klubü-dür; adı, bu klubün kurucularından ve l numaralı âzası merhum Ali Sami Yen'in hâtırasına hürmeten verilmiştir, fakat halk arasında yerine, nisbetle Mecidiye Köyü Stadı, klu-be nisbetle de Galatasarayı Stadı diye de anılır.

Tesis târihi kesin olarak tesbit edilemedi, tahminen 1940 -1945 arasında olacaktır. Millî emlâkden olan arsası evvelâ Tekel İdaresi tarafından barut fabrikası inşa edilmek üzere satın alınmış, fakat Mecidiye Köyünün sür'atli inkişafı karşısında hükümet barut fabrikası inşasına izin vermemiş, Tekel.İdaresi de yeri Millî Emlâk'e iade etmiştir. Bunun üzerine, bilhassa futbol antrenmanları için bir sahaya muhtaç olan Galatasarayı Kulübü bu yere tâlib olmuş, fakat hükümet, Mecidiye Köyünde bir spor sahası tesisine muvafakat etmekle beraber, gençliğin istifâde imkânını genişletmek için mezkûr arsayı kulübe satmıya tercihan Beden Terbiyesi Umum

Müdürlüğüne vermiş, b'u umum müdürlük de bir müddet sonra, saha üzerinde ısrarla duran Galatasarayı kulübüne kira ile devretmiştir. Sananın bir stadyom hâline ifrağı için tapu mülkiyetini ileriye süren kulübün bu haklı isteği de uygun görülmüş, nihayet B.T.U. Müdürlüğünce yer Galatasarayı Kulübüne satılmıştır; etrafına bir kaç tribün inşâ edilerek 1949 -1950 arasında bir futbol sahasına benzetilmeğe çalışılmış, fakat elli bin kişi alabilecek bir stadyom tesisi gayesini güden kulüb, büdce darlığı yüzünden bu gayenin tahakkuku imkânını bulamayınca yeri tekrar B.T.M. Müdürlüğüne devretmiştir; çok geçmemiş, kulübün idarecileri arasında uzak istikbali görenlerin fikirleri galebe çalınca saha geri alınmıştır.

1958 -1959 da Ali Sami Yen Stadyomun-da yalnız amatör kümeye mensub klüblerin maçları yapılmakta idi. On bin kişi kadar alabilen bu stadyomun yalnız bir açık tribünü, giriş ve çıkış altışardan on iki kapısı ve dört bilet gişesi vardır; top sahası topraktır, etrafı

telörgü ile çevrilmiştir.

• Halûk Akbay

ALİ SÂTI EFENDİ — Muharrir; millî kütüphanemizin muhalled eserlerinden «Ha-dikatül-Gevami» i bir zeyil yazarak tamanılı-yan kıymetli adam; büyük eserin ilk müellfi Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi, İstanbul-da fetihten hicrî 1182 (1768) yılına kadar yapılmış olan cami ve mescidleri kaydetmişti; Ali Sâtı Efendi de tarihten hicrî 1253 (1837) yılına kadar yapılmış cami ve mescitleri ilâve ederek Hadikatül-Cevâmii hemen. bir misli büyütmüş idi (B. : Hadikatül-Cevâmi).

ALİ SULTAN (Molla) —- On altıncı asır talik hattatlarından; aslı Harzemlidir; yazıyı, vatanında Abdürrahim Enisîden öğrenmişti; Kanunî Sultan Süleymanm maarif erbabına iltifatı bütün İslâm âlemine yayıldığından İstanbul niyetîle yola çıkmış, büyük şehre vardığında, asrının bu muhteşem hükümdarı tarafından lâik olduğu alâka ile karşılanmış, kendisini refah içinde yaşatacak tahsisat ile Ey-yuba yerleşmiş, İstanbulda, talik yazının yayılmasına yol açan büyük isimlerden biri olmuştu. Nakşibendî tarikatine mensuptu; ikinci Selim devrinde öldü.

Bibi.: Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin; Âlî, Me-nâkibi hünerveran.

ÂLİ SÜAVİ EFENDİ — Muallim, muhar-»


rir; büyük maceraperest ve ihtilâlci; İstan
bulda Aksarayda (H. 1255-1256) 1839-1840
arasında doğdu; aslı Çankırının Çay köyün
den olup İstanbulda yerleşmiş ve kâğıd müh-
reciliği yapmış Hüseyin Efendi adında biri
nin oğludur, medreseden yetişmiş, gayet ze
ki, cevval, cerbezeli idi, gençliğinde bazı taş
ra rüştiyelerinde muallimlik yaptı, sonra İs
tanbulda Mısırlı Yek-
çeşim Mustafa Fa
zıl Paşaya intisap et
ti; Paşa Avrupaya gi
dip genç Osmanlıla
rın hâmisi tavrını ta
kındığında, eski ben
desi olan Suavi de ya
nına geldi ve Mustafa
Fazıl Paşanın himaye
sinde Londraya gide
rek İstanbuldaki Ab-
dülâziz idaresi aleyhi-
Ali Süavî Efendi ne neşriyata başladı;
(Resim: H. Çizer) Londrada genç ve gü-

zel bir İngiliz kızı ile evlendi.

Abdülâzizin tahttan indirilmesini müteakip İstanbula geldi; İkinci Abdülhamidin mabeyin feriki olup İngilizceye ve İngilizlerin âdetlerine vukufundan ötürü İngiliz lâkabı ile anılan Said Paşaya intisap etti, Basiret gazetesinde Midhat Paşa aleyhindeki yazılarının tesiri ve bu zatin delâleti ile saraya çattı, Galatasarayı Mektebi Sultanisine Müdür tâyin edildi; fakat çok geçmeden aczi anlaşılarak azledildi; bunun üzerine Sultan Abdül-hamide karşı bir kin beslemeğe başladı; eski softalığını takınarak başına sarık sarıp Aya-sofya camiinde vaizlik yaptı, bazı gazetelere ve, bu arada Basiret gazetesine bazı makaleler, bentler yazdı; yazılarında, bazı safdilleri kolayca kandırabilecek hak ve hakikat müdafii, hürriyet mücahidi gibi göründü. Doksan üç Rus seferinin felâketleri karşısında şaşırmış olan -halk arasında büyük bir şöhret kazandı. Rumeli muhacirlerinden etrafına topladığı bazı zavallıları Üsküdar yakasından mavnalara bindirerek, Beşinci Muradı tekrar tahta çıkarmak üzere, bu mecnun hükümdarın ikametine tahsis edilmiş olan Çırağan sarayına çıktı, rıhtımdaki nöbetçileri kaçırtarak cebren saraya girdi, ve o sırada ne ol-

ALI ŞUAVI EFENDİ

— 712


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

713

ALİ SÜNNETİ (Derviş)




düğünü bilmiyen Sultan Muradı bularak eliae bir tüfenk verdi ve yanındaki muhacirlerle: «Padişahım çok yaşa!» diye bağırmağa başladılar. Suavi Efendi, Sultan Muradı Anadolu yakasına geçirmek üzere mavnaya almağa çalışırken Beşiktaş muhafızı Hasan Paşa bir müfrezenin başında bizzat Çırağan sarayına koştu; Suavililerle asker arasında bir müsademe oldu; muhacirlerden beş on kişi öldü ve bu arada Ali Süavi Efendi, bizzat muhafız Hasan Paşa tarafından başına indirilen ağır bir cop-baston darbesiyle telef oldu 1878 (B : Çırağan sarayı Baskın Vak'ası).

Gerek vak'a esnasında, gerek vak'adan sonra yapılan takip ve tevkifler dolayısiyle, pek çok kimsenin felâketine sebep olan Ali Süavi Efendi hakkında, Namık Kemal, Ab-dülhak Hamide gönderdiği bir mektupta şu ağır hükümleri veriyor:

«... Ali Süavi, hiç de senin tahminin gibi adam değildi. Bir çehre nümayişine aldanmış sın. İki sene arkadaşlık ettim, o adam öyle biraz garazkâr, biraz da mağlûbi emel değil, dünyada misli görülmedik bir şarlatan idi. Ben kolaylıkla her şeye aldanmam, öyle iken bana kendini — doğru arabçadan başka bir lisanda bir sayfa okuyamazken — yedi sekiz lisan bilir suretinde gösterdi. O kadar cahil, cehaletiyle beraber o kadar da mağrur idi ki, türkçe üç satır bir şey yazsa maskarai âlem olurdu. Daha Avrupadan gelmeden evvel, kendini davet ettirmek için usulü meşveret aleyhine yazdığı bendler, Vakit gazetesinde kulaklarını sallyıp duruyor... Bırakalım o kabilden olanların kavlinden' fiilinden, vasfından, tavrından, zikrinden, fikrinden, hiçbir vakit, hiçbir türlü hayır mutasavver değildir» (Osmanlı tarih encümeni mecmuası).

Va-kanüvis Abdurrahman Şeref Efendi de, Ali Süavi hakkında Namık Kemali tasdik yollu kalem kullanmıştır.

«Midhat Paşaya azli ve Avrupaya tebaüdü iradesi, mabeyin feriği İngiliz Said Paşa tarafından sarayda tebliğ Qlunup hanesine avdet ve çoluğu ve çocuğu ile veda etmeden hemen İzzeddin vapuruna sevkolunduğu sırada Midhat Paşanın izharı teesürat eylediği ve Said Paşaya öyle bir zamanda bilâ sebep iş başından ayrılması devletçe mucibi vehâmet olacaktır gibi sözler söylediği o vakit şüyu bulmuştu. Saraya iyice çatmağa vesile arayan

Ali Suavi, ertesi günü Basiret Gazetesine yaz


dığı bir makalede Mahmud Paşayı Velî (Fâ
tihin veziri âzami) ile Midhat Paşa arasında
ruhsatsız bir mukayese yapıp ve Mahmud Pa
şayı Köprülü Mehmed Paşa ile karıştırıp (ki
kapkara cehlinin korkunç höccetidir). Mah
mud Paşanın katline fermanı kaza cereyan
sadir olduğu kendisine haber verildikte Paşa
nın: «Ben Efendi kapısına yüz akçelik bir
köis olarak geldim, yine kıymetim odur, dev
let beni ifna etmekle büyük zarara uğramı-
yor!» Kavli meşhûri mutâvaatkârisini mezkûr
makalede yanlış ve kırık dökük hikâye eyle
dikten sonra Mithat Paşanın hengâmı teb'i-
dinde: «.. ben gidersem devletin hali nice
olur» dediğim yâd ile: İşte büyük adam! İşte
küçük adam! hükmünü vermişti». \

«Midhat Paşanın İstanbuldan Avrupaya teb'idinde- Basiret gazetesine bir takım bendler yazmış ve bu sayede sarayı hümâyuna hulul etmişti. Bir aralık Mektebi Sultanî müdüriyetine tâyin kılındı. Gayetle idaresiz ve çul-pa-z bir adam idi. Kapamacılardan aldığı hazır " bir kostüm ile zibidi kıyafeti, bilenlerin gözü önündedir. Mektebin idare ve tedrisatını her-cümerç etti.

«Hem güftarı, hem etvarı perişan idi; hazırcılardan adığı yakası düşük caket ve paçaları yerde sürünür pantalonu ile mektep içinde dolaşması eski softalık halini hatıra getirir, ve badîi hande olurdu. Güya mualli-mesi sıfatiyle Avrupadan peşine taktığı bir güzel kadın ile mektepe beytutet etmek saygısızlığında bulunduğu cihetle o yolda dahi ayrıca lisana gelmişti. Mektep müdürlüğünde bekaası caiz olmadığından azlolundu. Ve ma-zûl kalınca sürünmiye başladı. Sürünmekten kurtulma-k için bir tafrei azime ile yekten bâlâya fırlamak yoluna saptı. Sakin olduğu Üsküdar semtinde bir takım sâdedil muhacirini basına toplayıp ve anları türlü türlü vait ve duruğ ile iğfal eyleyip Sultan Muradı tekrar iclâs etmek sevdasına düştü. Müsellâh muhacir yaranın bir mavnaya doldurarak Kuzguncuktan Sultan Muradın uzletgâhı olan Çırağan sahilsarayma alelgafle yanaştı...

«Çırağan bahçesinden tüfenk sesleri uzak yerlerde dahi isitildiğinden herkes ne olduğunu bilmeyip Rusyalılar İstanbula hücum etmişler, muharebeye başlanmış diye halk arasında bir velvele koptu ve İstanbul

ve Galata semtlerinde dükkânları kapandı ve ahalinin telâşından ve koşuşmasından çarşıda bayılan kadınlar oldu. Tüfenk sesleri o günü Eyyub tepelerinde sem'i âcizâneme kadar vâsll olmuştur» (A. Şeref, 'Tarih musahabeleri).

Cesedi Yıldız Sarayı civarında bir yere gömülmüştü, yeri koybolmuştur (B. : Basiret Gazetesi).



ALÎ SÜNNETİ ( Bağdadlı Derviş) — On yedinci asır ortalarında bir ara İstanbula gelmiş bir meczup âşıktır; hayatı hakkında yegâne kayıd Evliya Çelebide olup asrın sadırâ zarcılarından Melek Ahmed Paşaya ait bir bahsin içinde geçer; büyük seyyah - muharrir şöyle bir fıkra nakleder:

«Telhisçi Hüseyin Ağa ile Paşanın yanında idim. Esnayı kelâmda: — İbşir Paşa derya misal eşkıya ve zorbalarla geliyor! denildi.

Paşa: — Bizim can düşmanımızdır! diye vehm içinde şaşırmış müşavere ederlerken anı gördük ki, kapıdan bir bektaşi fukarası:

— Allah!.. Hak dost illallah!.,


diyip korkusuz pervasız içeri girip:

— Aşk ola ey âşıkanı sadikan ve zarif a a!


diye nefirine el vurup o iki. imam aşkına

bir zemzeme vurarak hayran kaldık. Garabet bundaki kapuda bu kadar kapıcılar var, bu saray kaymakam sarayı olduğundan benî adem kalabalığı olmakla kapılardan kuş değil zerreyi bile uçurmazlar, bu derviş ne tak-rip ile vasıl oldu diye taaccüp ettik. Yalın ayak, baş açık bir mülevve şekil ama yüzünde gözünde nur lemean eder, sözünde letafet ve zarafet olup inci gibi tekellüm eder. Gaayetülgaaye fesahat ve belagat sahibi canı canan bir sahibi iz'an-dır. Başında muhabbeti hanedan alâmetlerinden on iki adet lâal renkli dağları gül gibi müzeyyen durur. Aşk ile sermest olmuş. Yine nefirini eline alıp dem vurarak Esmaülhüsnâ ağasesiyle nefire savt vererek:

— Er Hak! Allah dost dost!..

diyip sustu. Şöylece vücudüne dikkatle baktım: Gömleksiz, sineçâk olup sinesine İmâmeyn aşkına şerhalar çekmiş.. Başında tâ beyninin üstünde bir teslim dağı var.. Sol bâ-zusunda Deşti Kerbelâ dağları öyle müzeyyen, pak, toparlak ve parlak. Elhâsıl belinde tennuresi, elinde deste cûb, dilinde Ya mahbubül kulûb, kemerinde Sapanı Davudi... Elhasıl bir

arifi billâhtır.. Hemen hakir cür'et edip:

— Azizim nere selâmını getirirsiniz? di


yip savtı âlâ ile bu müseddesi terennüm ettim:
Ne güîzânn nesîmidir havâyi unsiri pâkiıı

Ne sem'iıı süresidir nâri ruhsâri araknâkin . Ne nehrin suyudur âbım, ne yer toprağıdır hâkin Ne hilkatsin, kırarsın halkı yokdur kimseden bakin Efendim sâna Mm derler, ne yerdensin, nedir âdın Cefâyi kimden öğrendin a canım kinidir üstadın?! Derviş dedi ki:

— Üstadına rahmet!.. Sen cana aşk ola!
Hakir dahi:

— Askına meşki ilâhi .ola.. Ve yardım


cın Allah ola! dedim.

Derviş bu gûna âşıkaane cevaplar işitince sururundan ayağı yere basmaz olup:

— Bizden arifane ve şairane hali pürme-
lâlimizi isim ve resmimizi sual buyurdunuz
idi, cevabım oldur ki, tariki Hoca Ahmed Ye-
sevî.den ve fukarâyi Bektâşiyandan üstadımız
Derviş Ali Nadimidir ki, Hazreti İmam Hi
za da kırk sene güdüz sâim olup ve gece kaa-
im olup ömründe biçak ile zebholunmuş zî-
ruh kısmı taam yememiştir.. Bu hakir ol ser-
veri hünerverin manen oğluyum.. Bağdadî
bihişt âbad marizlerindeniz... İsmim Derviş
Ali Sünnetidir, yedi kudret ile sünnetli ola
rak dünyaya geldiğimizden bu mahlası al
dık.. Fukarâyiz, pak ve terdâmen masumuz..
Nehrimiz Diclei mübarekedir ki, Diyarbekir
kurbandaki Tercil dağlarından çıkar... Şule
miz nûrı iman olup derûnumuz anınla mem-
lûdur. Ruhsâri araknâkimiz tevhit neş'esinden
lâalgûn olmuştur; heves ve arzumuz rnüşahe-
deei cemali pâki Rabbülizzedir..

«Hakir bu cana deruni dilden âşık olup desti şerifini bûs ederek:

— Biy'at azizim... dedim.
Onlar da ismimi sordular:

— Evliya kulunuz! İbni Derviş Mehmed


Zıllî demişler! dedim.

«Etti ki:

— Hakka ki, velîsin!.. Bizi kardeşliğe,
sırdaşlığa ve haldaşlığa, dârü dünyâda yoldaş
lığa kabul edin!

«Bizi dahi kabul ettik, bu beyti terennüm eyledik:

Verdim beni benden sana Aldım seni senden bana Oldu tamam bey'ü şirâ Yok arada sîmü zeri!..

«01 yârı veâdır ile el ele tutuşup «İnnelle-zîne yebâyeûneke.,.» âyeti kerimesini tilâvet



ALİ SÜNNETİ (Derviş)

714 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

715 —

ALİŞAHEFENDİ ÇEŞMESİ




eyledik. 01 cana biat edip taze can buldum. Paşa bu halimizi görüp fırsat ganimettir deyû o dahi: Biat ettim! diye temenna ettikte Derviş etti:

-— Ey âşık! Siz Melek Ahmed Paşa değil misiniz? Biati ezeliyyeye iktida etmişsiz ki, mülakat müyesser oldu! İmdî ey Melek Dede! İspanya erenlerinden Mihail Hoca Cafer ve Derviş Angel Haydar milleti mesihiye şeklinde geçiniyorlar.. Amma ikisi de mümin ve muahhid olup nihânice psâhibi seccadedirler. Onlar hakire biat verip:



  • Var ey Derviş Sünneti! İstanbulda
    Melek Ahmed Paşa ile buluş.. Teselli bulsun.,
    tbşirden korkmasun, Allah ona yaverdir! de
    diler deyince Pasa; ayağa kalkıp:

  • Yâ Allah!.. Şükür Elhamdülillah ve
    Aleykümüsselâm ve rahmetullahü ve berekâ-
    tühu, gönderen getiren sağ olsun! Haniden
    billâhdır ki, derunumda olan İbşir hav.fi gitti,
    kasavetten halâs oldum, rahati ruh buldum!
    dedi.

— Hal sahibi kimler vardır?
Diye sorunca Derviş:

— Kurtaba şehrinde Mübtecel Baba size


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin