2- Kabir Ziyaretlerinde Görülen Yanlış Hareketlerin Kaynağı:
Araştırıcılardan bazıları, kabir ziyaretlerinde görülen yanlış hareketlerin nereden kaynaklanmış olabileceği üzerinde durmuş ve yapılan hareketler arasındaki benzerlikler sebebiyle, bunlardan bir kısmının İslam öncesi cahiliye toplumlarından, bir kısmının da, Yahudi ve Hristiyanlık başta olmak üzere, diğer dinlerden geçmiş ve müslümanlar arasında yayılmış olabileceğini belirtmişlerdir.
Buna göre: Türbelerin pencerelerine veya yanındaki çalılara, ağaçlara çaput bağlama, düğüm yapma adeti Türkler'in İslam'ı kabul etmeden önceki dinleri olan Şamanizm'den geçmiş olabilir. Çünkü böyle bir adet, Şamanizm'de vardır ve bağlanan çaputlara da "yalama" adı verilmektedir. 804 İslam'da olmayan bu yanlış hareketin özellikle Türkler arasında yaygın oluşu da bu fikri destekler.
Mum yakma adeti de yine eski cahiliye adetlerindendir. Eski çağlarda yalnız evliya sayılanların değil, başka ölülerin de mezarlarında veya öldükleri yerde mum, yahut ateş yakmak, bir nevi kurban sayılırdı. Bu adet, eski Türkler'de görüldüğü gibi, Hıristiyanlıktan önceki Helenler ve Romalılarda da vardır. Onlar Hıristiyan olduktan sonra bu eski adet, Hıristiyan din adamları tarafından dinî ayinlere sokulmuştur. Daha sonra müslümanlara da geçmiş olan bu adet, her halde Hıristiyanlar vasıtasıyla geçmiş olmalı. Bu hareketin kaynağını, bazı araştırmacılar mecûsilikteki ateşe tapıcılığa ve ateşin kutsallığına kadar indirirler. 805 Doğrusu, İslamî olmadığıdır, nereden gelirse gelsin. Allah ve Rusûlünden gelmemiştir ve İslam'da meşru bir hareket değildir.
Kabirler üzerine ibadethane, kubbe ve bina yapmak adeti, Yahudi ve Hıristiyanlardan bazı gruplar tarafından, şeytanın da saptırması ve yardımıyla, ihdas etilmiştir ki, yukarıda Rasulullah (s) in onları lanetlediğini ve insanların en şerlileri olarak nitelendirdiğini belirtmiştik. Daha sonra bu türlü süslü türbe ve binalar, pek çok kimsenin ibadethanesi olmuştur ki, Eski Mısırlılarda da kabirlerde ibadet edip dertlerine deva arayanlar vardır. 806
Kısacası, kaynağı ne olursa olsun, yukarıda sayılan yanlış hareketler (bid'atlar) müslümanlan sarmış olan hastalıklardır ve şeytanın da yardımıyla yayılıp gitmektedir. Süfyan-i Sevrî şöyle demiştir:
Bidat, İblise masiyet (günah) dan daha sevimlidir. Çünkü günahtan tevbe edilir ama bid'atten tevbe edilmez." 807 çünkü onu yapan, doğru olduğunu kabul ederek, meşru olduğuna inanarak yapmıştır.
Gerçekten kabirlere ziyarete varan insanlardan bir kısmı, yaptıkları hareketin fayda vermeyeceğini de kabul ettikleri halde, hala hareketlerinde ısrar ederler. Meselâ, ağaç ve çalılara paçavra bağlayan bir kadına sorarsınız: "Bunu niçin yapıyorsunuz?" diye. "Bilmem, valla herkes bağlamış, ben de bağladım." der. Yine elindeki çaput ve yerden aldığı çalılarla bebek yapıp mendiline koyarak ağaca asan kadına soruyorsunuz:
"Bunu niçin astınız ağaca?" Kendisi cevap vermekten çekiniyor ve yanındaki arkadaşı:
"Bebeği olmuyor da onun için." diye hemen cevap veriyor, belki senin de olmuyorsa sen de yap diye öğretircesine. Ama:
“Pekiyi, buraya yalancıktan bebek asmakla hiç bebek olur mu? Bunu da nereden çıkardınız? deyince, cevap alamıyorsunuz çoğu kez. Yahut da o da birincisi gibi:
"Herkes yapıyor, ben de yaptım." diyor.
Bir gün İstanbul'un bir mezarlığında toplanmış kadın erkek büyük bir kalabalığa şahit oldum. Acaba ne var ki, diye gittim. Kalabalık içerisinde tanıdığım birkaç kadın gözüme ilişmez mi?
"Ne haber? Ne yapıyorsunuz burada?" dedim.
"Hiç, ziyarete geldik." dediler.
"Pekiyi, sizin burada yatan akrabanız falan var mı?" dedim.
"Hayır, yok." dediler.
"Öyleyse kimi ziyaret edeceksiniz?" deyince:
"Hayır, bu öyle ziyaret değil. Bugün buranın ziyaret günüymüş, mahalleden hep kadınlar geliyordu, biz de geldik. İşte burada şu ağaca paçavra bağlarlar, çocuğu olmayan kadınlar şu ağaca yalancıktan kundak asarlar." diye, içlerinden biri anlatmağa başladı.
Baktım ki, bilmeden gelmiş ama, yapılmaması gereken şeylerden yapacaklarını da çok iyi bellemiş. Onu belleyinceye kadar müslümanca kabir ziyaretinin nasıl yapılacağını bellese daha iyi olmaz mı?
Orada şu gerçeği sezdim ki, aslında Allah'a ibadet etmek için ve bu kabiliyyette yaratılan insan, vacib ve sünnetlere tam riayet etmeyince, ibadetsiz, ya da eksik yaptığı ibadetleriyle geçen hayatında ruhî bir tatmin duyamadığı için, hissiyatını yeni yeni adetlerle, bid'atlerle tatmine çalışıyor ve yanlış hareketler çoğalıyor. Böylece, çoğu kez bilmediği için sünnetten uzaklaşanlar bid'atlere sarılıyorlar.
Ama bu insanlara, yaptıkları bu gibi yanlışlıklara bakarak, müşrik mi diyeceğiz? Hayır. Gerçi yaptıkları hareketlerinden dolayı uyarılmaları gerektiğini ve kabul edip hak yola dönmez, eski alışkanlık ve adetlerinden vazgeçmezlerse müşrik muamelesi yapılacağını söyleyenler vardır. 808 Fakat bununla mesele halledilmiyor. Nitekim bu fetva ile amel edenler, bu yolla neticeye ulaşamamışlar ve metodlannın yanlış olduğunu kendileri de kavramışlardır.
Öyleyse bu yanlış hareketlerden insanları vaz- . geçirmeye çalışmayacak mıyız? Eğer buna gayret göstereceksek -ki göstereceğiz- bunun yolu nasıl olacak? Hangi metodu takip edeceğiz ki başarıya ulaşabilelim? Bu soruların cevabını verebilmek için, müslüman olduklarını söyleyen ve gerçekten de müslüman olan bu insanların, neden İslam adına İslam'da olmayan şeyleri yaptıklarını bilmek gerekir.
Müslümanların böyle yanlış ve bid'at inanç ve hareketlere meyletmelerinin sebeplerini birkaç maddede özetleyebiliriz:
a) Cahillik: Evet bu sebeplerin başında cahillik gelir. Burada cahillikten kastımız, okuma yazma bilmemek değildir. Nice okur yazarlar vardır ki, kapkara cahillerdir. Çünkü burada cahillikten kasıt, Allah Teala'nın, Peygamberi vasıtasıyla tebliğ ettiği dinin hakikatini bilmemektir. Bilhissa halktan olan müslümanlar ve özellikle müslüman kadınlar, dinî yönden çok cahil oldukları için, başka din ve mezhep saliklerinden görüp de, mahiyetini bilmedikleri bir çok bid'at ve hurafeleri körükörüne taklid ederek, başkalarını da yanlarında görüp, bunda yalnız kalmamak için hızla yayıyorlar. Yukarıda anlattığımız yaşanmış olay, bunun en canlı örneğidir ki, cemiyetimizde böyle pek çok taklidî bid'at ve hurafeler vardır.
b) Menfaatperestlik: Her yerde ve her zaman insan toplulukları, hemen hemen birbirinin aynısı olduğu için, eski kavimlerde olduğu gibi, müslümanlar arasında da bir çok şeyler, fertlerin şahsî görüşlerine göre güzel görülerek adet edinilmiştir. Bu adetleri çoğukez sonrakiler, öncekilerden alarak devam ettirirler. Böylece bu adetler aba ve ecdadın sünneti olarak, bunu derinlemesine düşünüp dindeki yerini araştırmayanlar arasında yayılıp giderken bir yandan da dinî bir veçhe kazanır ve sanki İslâm Dini'nin emirleriymiş gibi yerleşir. Zamanla yeni yeni müslüman onların, eski dinlerinden kalma bazı şeyleri ilave etmeleriyle de bu bid'atler çoğalır ve bir içtimaî hastalık halini alır.
İslam'ı iyi bilen gerçek din alimleri, bunların İslam'la bağdaşmadığını belirterek karşı çıkarlar. Ancak cemiyet içerisindeki menfaatperestler, cahil halk tabakalarının adet ve arzularına uyarak, atalardan kalma ve İslam'la uzaktan-yakından hiçbir ilgisi olmayan bid'at ve hurafeleri terviç ederler. Ve bunlar sayesinde, bu yanlışlar, şeytanın da yardımıyla -çünkü şeytan hak yoldan sapanların yardımcısıdır- toplumda bir bulaşıcı hastalık gibi yayılır, gider.
Hatta müslümanların halini inceleyen gayr-i müslimler, bunları İslam’î işlerden zannederler ki, böylece yabancılar bu hareketlerin memleketlerinde tasvirini yaparak İslamî amelleri küçümser, dolayısıyla İslam Dini'ni kötülerler. Böylece bu hareketleri yapan, yapılmasına göz yuman menfaatperestlerin de suçu büyümüş olur.
Buna, kabir ve türbeler yoluyla menfaat temin edenlerin, kasten veya bilmeden uydurdukları ve hatta bazan hadistir dedikleri ve yaydıkları uydurma sözleri de ilave etmek gerekir.
c) Halk arasında dolaşan ve çoğu asılsız olan hikâyeler: Falan kişi, filan türbeye gitmiş de o kabirde yatan kimseden medet umunca işi hemen oluvermiş; filanca türbede kurban kesilip, yatırdan murat istenirse, dilekler hemen yerine gelirmiş... gibi uzun hikayeler. Bu tür hikâyeler, türbe ve mezar hizmetçileri ile maişetini bu yolla temin edenlerin hafızalarında yığın yığın yerleşmiş, nakşolunmuştur. Çoğu kez anlattıklarına kendileri de inanmazlar ama, menfaatleri gereği böyle söylemeğe kendilerini mecbur ederler.
Bu hikâyeleri duyan biçare felaketzede, derdine bir çare ümidiyle oralara can atar. Fırsat kollayan şeytan da bu zavallının kalbine, oralarda dua ederse hemen kurtulacağı vehmini ilka eder. Cahil adam, derin bir duygu ve safça bir ihlasla gidip türbede duaya başlar. Cenab-ı Hakk da bu kadar derin bir iştiyak ve ihlasla yaptığı duasını, kalbindeki kırıklık, duygularındaki ihlas ve hüzünden dolayı -mezarı hesaba katmadan- kabul eder.
Eğer bu kadar iştiyaklı bir duayı insan, değil mezar ve türbede; handa, hamamda, caddede bile yapsa şüphesiz Cenab-ı Hakk kabul eder. Ama cahil adam bu inceliğin farkına varamaz. Duasının kabulü için, türbenin, ya da yatırın faydası oldu zanneder. Halbuki Allah Tealâ, darda kalan herkesin samimiyetle yaptığı duasına icabet eder (kabul eder), bu isterse fasık ve facir, hatta kafir olsun. Duası kabul edilen her adam için, Allah'ı razı etmiş ve kendisini Allah'a sevdirmiş kimsedir, denemez. Çünkü, Allah dilediği herkesin duasına icabet eder. 809
İnsanların en şereflisi olduğu halde, Cenab-ı Hakk Peygamber Efendimiz (s) e şöyle demesini emretmiştir:
“(Ey Rasûlüm) de ki: Ben Allah'ın dilediğinden başka kendi kendime ne bir menfaat kazanmağa, ne de bir zarar defetmeğe sahip değilim (gücüm yetmez)." Şimdi Rasulullah (s) in kendisi hakkındaki sözü bu olunca, diğer ölülerin durumunu bir düşünelim ki, onlar ne peygamberdirler, ne de masum Rasûl...
Hasan el-Benna (v. 1949) der ki;
"...Bid'atları ortadan kaldır. Fakat onlarla mücadeleyi en iyi yolla yap ki, daha kötüsüne sebep olmayasın." 810 Daha kötüsü ne olabilir? Direk karşı çıkmaktan doğan tefrika ve bölünme, daha çok uzaklaşmak olur şüphesiz. Onlar yaptıkları işin helâl ve mubah olduklarına inanmaktadırlar. Evvela onları tenkid etmemeli, hoş görmeli, ama bir taraftan da gerçekleri anlatmalı. Yani usûlüne uygun olarak tenkid etmeli. Ama başkalarını hoş görmek, dini ahkâmı bütün teferruatıyla tebliğ etmeğe, dinî ahkâmı bütün teferruatıyla tebliğ etmek de başkalarını hoş görmeğe engel olmamalıdır.
İslam'ın itikad ve ibadet anlayışına uymayan hatalı inanç ve amelleri ortadan kıldırmanın yolu cebir, ve şiddet değildir. Sen şusun, busun diye itham da değildir. İslam'a göre mürşidin görevi, bu türlü hataları bir mücadele konusu olarak değil de, bir irşad, telkın, terbiye ve ta'lim mevzuu olarak görmektir. Gerçi biraz uzun vadeli bir yatırımdır bu ama, din eğitimi vererek genel bilgi seviyesini yükseltmek ve böylece cahillikten kurturmak, bu nevi yanlış hareketleri ortadan kaldırmanın en iyi yoludur. Çünkü her kötülüğün başı cehalettir...
Öyleyse:
Gidenleri az olsa da sen hak yoldan ayrılma.
Herkes ona sapsa da , dalalete sarılma!
Hedâyet yalnız Allah'tandır. 811
Dostları ilə paylaş: |