(263) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 506
1199
ONUNCU BÖLÜM
DENİZLİ HAPİS HAYATI FASLI
(20 Eylül 1943 - 15 Haziran 1944)
1200
1201
DENİZLİ HAPİS HAYATI FASLI
Denizli hapis hadisesi hakkında; az yukarda bir nebze tafsilât arz olunduğu vechile, Denizli ili Çivril kazasının Homa nahiyesinde 28,29 Ağustos 1943(1) günlerinde, Atıf Egemen ismindeki bir Nur talebesinin ve bir iki arkadaşının, üstünde aramalarda el yazma tek bir nüsha "Beşinci Şua"' risalesi bulunmasıyla başlamıştı. Türkiyede sanki umumî, büyük bir siyasî ve dini hareket varmışcasına, Ankara hükûmeti yurt çapında, Risale-i Nurla alâkadar olan herkesi toplattırma emrini verdi. Bir çok vesikalardan anlaşıldığına göre; -Eskişehir hadisesinde olduğu gibi- beş on vilâyetten yüz küsûr masum insan tevkif altına alındı(2) Fakat bu insanların yarısı kadar bir kısmı az zaman içinde takipsizlikle serbest bırakıldı. Tahtı tevkife alınan ve bilâhare hepsi Denizli hapsine toplattırılan altmış dokuz insan(*) bu defa Eskişehir hadisesinde olduğu gibi, ekseriyetle rastgele ma'sum köylü ve reçberlerden müteşekkil değildi. Belki tevkif altına alınan bu zatların, ekseriyet itibarıyle daha çok belli başlı Nur talebelerinin seçkin kimselerindendi. Bunlar Kastamonu, Ankara, İstanbul, Isparta, Denizli ve Antalya'dan toplattırılmıştı. Bu insanların bir çoğu evvelâ kendi memleketlerinin hapishanelerinde, kimisi üç ay, kimisi bir ay beklettirildikten sonra, hepsi Denizli hapishanesine naklettirilmişlerdi.
Eskişehir hadisesi maznun ve mazlumları gibi, bunların da tamamını kesin olarak isim ve künyelerini bilmemekteyiz. Ancak adetlerini ve sadece isimlerinin listesini bilebiliyoruz. Çünkü Denizli hadisesi dosyasını da maalesef elde edemedik.Temyiz mahkemesi ilâm kararında maznunların isim listesi varsada, adres ve künyeleri bulunmamaktadır. İlerde ayrıca izahı gelecektir.
Liste Aynen Şöyledir:
1- Mirzaoğlu Said-i Nursi
2- Ahmetoğlu Emin Uzun
3- Mehmetoğlu Hüsrev Altınbaşak
(1)İzmir'den Atıf Ağabeyden, 6 Nisan 1987'de aldığım bir mektubunda bu kesin tarihi vermişlerdir. A.B.
(2) Osmanlıca Şualar S: 289
(*)Listede 58 kişi görünmekte, fakat bizdeki hususi Denizli dosyasında 69 olarak geçmektedir.
1202
4- Mehmetoğlu Nuri Benli
5- İbrahimoğlu Osman Yıldırımkaya
6- Veli oğlu Mehmet Tevfik Göksu
7- Hüsnüoğlu Tahirî Mutlu
8- Mehmetoğlu Atıf Egemen
9- Mehmetoğlu Halil İbrahim Çulluoğlu
10- Süleymanoğlu Sabri Arseven
11- Mehmetoğlu Ahmet Fevzi Kul
12- Mustafaoğlu Ahmet Akçay
13- Hasanoğlu Sami Tüzün
14- Hüseyin Hüsnüoğlu Re'fat Barutçu
15• Hasanoğlu Mustafa Ertürk
16- Mehmetoğlu Ahmet Nazif Çelebi
17- Ahmet Nafız Çelebioğlu Salahaddin Çelebi
18- İzzetoğlu Mehmet Fevzi Pamukçu
19- Ahmetoğlu Hilmi Sürme
20- Maksudoğlu Emin Çayır
21- Haliloğlu Halil Boz
22- Osmanoğlu Muhyiddin Yener
23- İsmailoğlu Rüşdü Çakın
24- Ahmetoğlu Ali Büyükgül
25- Ahmetoğlu Mehmet Soylu
26- Mehmetoğlu Ahmet Soylu
27- Mustafaoğlu Emin Uzundemir
28- İbrahimoğlu Mehmet İnce
29- Ahmetoğlu Mehmet Ertunç
30- Hüseyinoğlu Mehmet Ali Çakıcı
31- Hasanoğlu Mehmet Güler
32- Mahmutoğlu Ahmet Savaş
33- Mehmetoğlu Mehmet Boyracı
34- Hasanoğlu Kadir Suyun
35- Ramazanoğlu Hasan Çiçek
36- Abdurrahmanoğlu Hasan Türk
37- Ömeroğlu Sadık Gündoğdu
38- Osmanoğlu Mehmet Öğütçü
39- Yusufoğlu Mustafa Hemdem
40- İsmail Hakkıoğlu Mehmet Hakkı Yavuz
41- Zeyneloğlu Mehmet Nuri Acar
42- Alioğlu Osman Türkyılmaz
43- İsmalioğlu Halil Enercan
1203
44- Sadıkoğlu Hüseyin Kuru
45- Mehmetoğlu İbrahim Fakazlı
46- Hakkıoğlu Ömer Lütfi Gedik
47- Hasanoğlu Ahmet Köroğlu
48- Ahmetoğlu İzzet Turgut
49- Mustafaoğlu Ziya Dilek
50- Mehmet Eminoğlu Mehmet Tevfik Kayaercan
51- Mehmet Alioğlu Sadık Demirelli
52- Mehmetoğlu Ahmet Esen
53- Hüsnüoğlu Salih Subhi Selçuk
54- Şevkioğlu Cevdet Yazıcı
55- Osmanoğlu Mustafa Yılmaz
56- Osmanoğlu Salih Yıldız
57- Hüseyin oğlu Ahmet Şirin
58- Süleyman oğlu Mustafa Karapınar
Bu mazlumların ekserisi evvelâ Isparta ceza evinde toplattırılmıştı. Günlerce sıkı isticvab ve sorgulamalardan sonra; Isparta C.Savcısı iddianamesini hazırladı. Hazret-i Üstad tüm mazlumlar adına savcı ve mahkemeye bir kaç parça yazılı müdafaalar sundu. Daha sonraları Adalet Bakanlığı emriyle; Hadisenin ilk zuhûr mahalli olan Denizli vilâyetine bütün maznunların toplattırılması ve dosyaların birleştirilmesi isteğiyle, Isparta'dan ve başka yerlerden kafileler halinde bu maznunlar Denizli hapishanesine sevk edilmiştir.
KISA BİR FEZLEKE
Denizli Hapishanesinde toplattırılan bu günahsız mazlumların yeniden istintakları, sorgulamaları yapıldı. Nihayet savcılık, hadise dosyasını ve elde edilen umum Risale ve mektupları alelacele mahallî bir ehl-i vukufa, tetkik ettirmek üzere 8.11.1943 tarihinde tevdi' etti.
Bu birinci ehl-i vukuf, iki lise mualliminden müteşekkildi. Birisi tarih, birisi de edebiyat muallimi idi. İşte bu cahil ehl-i vukuf, savcıyla aralarında gizli anlaşma gereğince, gayet acele, çok zâlimane ve son derece sathi.. Ve gizli bazı talimatlar doğrultusunda, kendilerini dünya durdukça ilim muvacehesinde ebediyen mahçup edecek bir rapor hazırladı. Ve Denizli C. Savcılığına gönderdi.
Üstad Hazretleri bu çok câhilane ve garazkârane rapora, mahkeme nezdinde şiddetle i'tiraz etti... Ve "Bu vukufsuz ehl'i vukuf, Risale-i Nuru anlıyamaz. Nurları yüksek bir ilim hey'etine, icab ederse beynel milel bir ehl-i vukuf ki
1204
şilere tetkik ettiriniz!.." diye mahkemeden taleb etti. Mahkeme Üstad'ın bu yerinde ve haklı ve ispatlı talebini kabul etti... Ve hadise, dosyasıyla birlikte tüm kitaplar ve mektuplar yeniden bir Âlim bilir kişiye tetkik ettirilmek üzere Ankara Ağır ceza mahkemesi kanalıyla tetkiki için 9. 3. 1944 tarihinde Ankara'ya yollandı.
Ankara 1.Ağır ceza reisi Emin Böke'nin riyaseti altında yüksek bir ilim hey'eti, ehl-i vukuf olarak tayin ettirildi.(4) Bu, bir derece ilme vekıf ikinci ehl-i vukuf, dosyayı ve bütün risale ve mektuplarını gayet titizlik içerisinde inceden inceye tetkik etmeye başladı... Ve 22 Nisan 1944 tarihinde bitirerek, mütalâasıyla birlikte dosyayı ait olduğu makama teslim etti. Bir kaç gün içinde Denizli Ağır ceza mahkemesine gelen bu ikinci ehl-i vukuf raporuna, Üstad Hazretleri % 90 memnun oldu ve kabul etti. Fakat cüz'î bir kaç sehivlere karşı tashih mahiyetinde mahkeme nezdinde cevablar da verdi.
Nihayet 31 Mayıs 1944 çarşamba günü, Denizli mahkemesi, dava ile ilgilenen müdde-i umumisi de son mütalâasını beyan etti. Aynı günde Hazret-i Üstad, savcının tecziye talebine karşı çok kısa ve sözlü bir cevab verdi. Yazılı olarak da ikinci ehl-i vukuf raporunun bazı sehivli noktalarına cevab vermişti.
Bilâhare Üstad, savcının tecziye talebine dair olan mütalâasına genişçe i'tiraz ve ilmi cevablar verdikten sonra, Denzli Ağır ceza mahkemesi 15 Haziran 1944'de karara vardı ve Berat!.. Beraatle beraber bütün kitapların sahiplerine iadesi... Aynı günde başta Üstad olmak üzere bütün mazlum maznunlar tahliye edildiler.
Fakat Savcı tecziye iddiasında israr ederek, müddeti içerisinde mahkemenin kararını temyiz etti. Dosya, Ankara temyiz birinci dairesine tevdi’ edildi. Temyiz mahkemesi dosyayı kısa
zamanda inceledi ve karara vardı. 30.12.1944 tarihinde, Denizli Ağ-ır Ceza Mahkemesinin kararını âdil bularak oy birliğiyle tasdik etti.
HAZİN BİR DRAM
Denizli hapsinde kimisi on ay, kimisi dokuz ay ve bazıları daha az olarak hapis bekledikten sonra. mahkemenin beraet kararıyla tahliye olup çıkan mazlumlar; bir kaç gün içerisinde herkes kendi memleketine ve evlerine dağılıp gittiler. Ama bir yere gidemiyen ve belli bir yeri ve meskeni olmıyan birisi vardı.O da Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi idi. Evet
(4)Denizli Dosyası-1, S: 73
1205
Üstad Hazretleri, mahkemenin şu beraet kararına rağmen, yine de serbet değildi. Ankara Hükümeti Bakanlar kurulunun vereceği karar ve tayin edeceği yere gidebilecekti ancak(5) ...
Ankara'dan gelecek emir ve karar için Üstad Denizli vilâyetinde 47 gün bekletildi. Nihayet mahkeme kararı ve hukuk ve kanun diye bir şey tanımayan; kanunu da hukuku da, hükmü de ancak kendi zatları ve keyfleri olan adamların keyfi ve zulümlu emri Ankara'dan geldi; Bediüzzaman Said-i Nursi Afyon Karahisar'ın Emirdağı' kazasında mecburî iskâna tabi' tutulacaktı.Tâbiki emir hemen yerine getirildi. Biraz da göstermelik olarak bir miktar harcırah da gönderilmişti. Ağustos ayı başında yine muhafızlar nezaretinde Üstad Hazretleri Denizli'den Emirdağ'a gönderildi.
Hazret-i Üstad, mahkemenin iade kararını verdiği kitaplarının geri alınması için temyiz kararını bekledi. Bu arada kitap sahipleri olan bütün nur talebeleri de, kitaplarının Üstad Bediüzzaman Haıretlerine verilmesi için vekâletnameler gönderdiler. Nihayet temyiz mahkemesi de, mahkemenin kararını onaylayınca bir müddet yine bekledikten sonra, Üstad Denizli Barosu Avukatlarından Ziya Sönmez’e, umum kitap ve eşyalarını mahkemeden teslim alması için Emirdağ Noterliğinden 22.3.1945 tarihinde bir umumi vekâletnâme çıkararak Avukat Ziya'ya gönderdi.
Avukat Ziya Sönmez de iki üç ay sonra, yani 29.6.1945 tarihinde mahkeme emanet memurluğunda bulunan kitapların kendisine teslimi hususunda Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığından müzekkere çıkarttı ve bütün kitap ve saire eşyayı teslim alarak Üstad'a göndermek üzere, Denizli'li tüccar Hafız Mustafa'ya teslim etti.
VE GENİŞ TAFSİLAT
Denizli hapis hadisesinin bir genel haritasını üstteki fezleke ile çizdikten sonra, geniş tafsilatına ve hadiselerin belge ve vesikalarına geçmek istiyoruz.
Evet üstteki fezlekede beyan edildiği üzere,1943 yılının temmuz sonu veya ağustos başında, Denizli vilâyetinin Çivril kazasının Homa nahiyesinde ve köylerinde, Nur risalelerinin hakikatlarını neşretmele meşgul Atıf Egemen isminde faal bir Nur talebesi, nurlu ve hakikatlı hizmetlerini engellemek; Daha doğrusu bir plân neticesinde, oynanan bir oyunla kaza merkezinin müftü ve vaiziyle el birliği ederek evvelâ cami'lerde vaızlarla Risale-i Nur, Hatta Üstad Hazretlerinin şahsı ve Nur talebesi Atıf Egemen aleyhin
(5) Bu ifadelerimiz kader cihetindeki hikmetler ve faydalar noktasında değil, insanların acib zulümlerinin ve katmerli keyfî kanunlarının tablolarını göstermeye bakar.
1206
de,bir sene önce İstanbul'daki ihtiyar Şeyhin taklidini yaparak konuşmalar yaptırdılar. Bu yol bir netice vermeyince, bu defa rejime dayanarak hükûmetin nazar-ı dikkatini çekmeye çalıştılar. Neticede emniyet ve jandarma Homa ve civarında aramalar yaptı. Bir kaç el yazma Nur risaleleriyle birlikte, bir de bir nüsha elyazma "Beşinci Şua' " risalesini buldular. Bunun üzerine Atıf Egemen ile bir kaç arkadaşını Çivril'de tevkif ettirdiler. Aynı tarihten bir sene kadar önce Isparta adliyesinin Beşinci Şua' risalesi dahil bütün bu kitapların aynısı hakkında vermiş olduğu beraat kararına rağmen, bu masumlar tevkif edilmekle birlikte, Denizli Valisi hadiseyi çok büyüterek; Ankara, Isparta, İstanbul, Kastamonu Muğla ve Aydın valilerine de şifrelerle bildirdi. Ankara hükûmeti başta Reis-i cumhur İnönü Ve başbakan Şükrü Saraçoğlu ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel üçlüsü ayaklanarak hadisenin genişçe aranma ve taranmasına gizli emirler verdiler.
Kastamonu emniyeti de gelen şifre üzerine 14.8.1943 günü Üstad'ın evini aradı. Fakat bir şey bulamadı. Yani aradıkları Beşinci Şua' risalesi ele geçmemişti. Başka kitaplar mevcuddu, bir ikisini teftiş etmek üzere alıp götürmüşlerdi. Mesele zahiren kapanmış gibi oldu. Tam bu sırada; İki üç ay önce Tahiri Mutlu Ağabeyin İstanbul'da tab'a verdiği Yedinci Şu'a eseri tab'edilmiş ve Tâhiri Ağabeyin adresine sandıkla yollanmıştı. Hadisenin yaygaralarla gazetelerde neşredilmesi üzerine, matbaa sahibi Aziz Bozkurt durumu emniyete bildirdi. (6) Isparta Emniyeti de gelen bu ihbar üzerine daha çok harekete geçti. Isparta ve civarı köyleri didik didik tarandı. Bir çok Nur risaleleri sahiblerinden alındı. İşin garib tarafı da İstanbul'da Tahiri Mutlu Ağabeyin eliyle tab' edilen iman ve tevhid risalesi olan Ayet-el Kübra risalesi, Beşinci Şua' risalesi zannedilmesiydi. Hatta Denizli ilk ehl-i vukufuna dosyalar gidinceye kadar bu yeni tab' edilen eserin, hâlâ Beşinci Şua' olarak bilinmesiydi.
Isparta'da da bir çok insan tevkif edildi. Isparta savcısı daha çok gayretkeşlik içine girerek, meselenin üzerinde çok fazla durdu. Etraf vilâyet ve kazalardan bir çok insan da Isparta'ya celbedildi. Hatta ilk başta Muğla ve Denizli'den de mevkuf olan maznunlar Isparta'ya getirildi. İfadeler, sorgulamalar çok genişletilerek, derinleştirilerek sürdürüldü.
(6)Rivayeti bizzat Tahiri Mutlu Agabeyden şöyle dinledim: "Ayet-el Kübrayı Istanbul'da, daha önceleri tanıştığımız matbaacı Aziz Bozkurt'la anlaşarak teslim ettim. Ücretinin tamamını da verdim. Adresimi bırakarak ayrıldım. Bir müddet sonra Denizli hadisesi dolayısıyla bizi Isparta hapsine doldurdular. Biz hapiste iken Aziz Bozkurt, baskısı tamamlanan Ayet-el Kübraları sandıklı yarak adresime yollamış ve tahmin ediyorum; evhamından, arkasından da emniyete ihbar etmişti. Çünkü Ayet-el Kübra sandıkları bizim Atabeye gelir gelmez, emniyet kuvvetleri henûz trende iken bulup almışlardı. A.B.
1207
Bu arada Isparta savcısı Kastamonu Savcısından, Bediüzzaman'ın da tevkif edilerek Isparta'ya gönderilmesini taleb etti. Bunun üzerine Kastamonu zabitası ve savcısı yeniden harekete geçti. Aniden Üstad'ın evi ikinci kez basıldı. Bundan bir gün önce de, Üstad'a çok müthiş bir zehir verilmişti. Zehir hastalığı içinde yapılan bu ikinci baskın tarihi 18.9.1943'de idi.
Üstadın menzili savcı muavini nezaretinde taharri komiserleri eliyle didik didik aranmıştı. Fakat çok şiddetle aradıkları şey, yani Beşinci Şua' yine bulunmamıştı. Yukarda kayıdlı Üstad'ın ifadelerinde tafsili geçtiği üzere, bu tarihten üç gün sonra,yani 20.9.1943 günü(7) " Yeniden ve daha şiddetli bir surette menzili aranmıştı Fakat yine aradıkları şeyi
bulamamışlardı. Üstad'ın bu mevzuyu anlatan ifadelerinden anlaşılan odur ki; Bu tarihten bir iki gün sonra tekrar baskın ve yine arama olmuş, bu defa kömür ve odun yığınları altında saklanmış olan Yirmidördüncü Lem'a ve Sikke-i Gaybiyenin bazı parçaları bulunmuş ve alınmıştı. Bu defa Üstad Hazretleri o hastalıklı haliyle getirilip tevkif edilmişti. Bu hesaba göre bu iş o senenin Ramazan ayının dördüncü gününde olmuştu.
ÜSTAD KASTAMONU'DAN ISPARTA'YA GÖTÜRÜLÜYOR
Üstad Bediüzzaman'ın Kastamonu'dan Isparta'ya nakl hadisesi hangi günde olduğu yani hangi tarihte yola çıkarıldığı kesin olarak belli değildir. Ancak o günü, Hazret-i Üstad'ın bindirildiği otobüste, memuriyetine gitmek üzere yolculuk yapan İnebolu'lu Ziya Dilek'in anlattığına göre: o günün akşamında Hazret-i Üstad yolculara nasihat ederken; "Bu gece ağleb-i ihtimal ile Kadir gecesi'dir"(8) şeklinde ifadesi vardır.O ise, Kadir gecesinin ağleb ihtimali Ramazan-i şerifin aşr-i aherinin tek gecelerinde olması ve bu ifadenin karinesiyle büyük ihtimal ile Ramazanın yirmi dördüncü günü olduğu anlaşılır. Çünkü hem tek gecelerde olan kadir gecesi olması, hem ekseriya İslam alemi bizden bir gece önce Kadir gecesini yapması ihtimali ile de Ramazan-ı şerifin yirmibeşinci gününün yirmi altıya bağlıyan gecesinde olduğuna ihtimal verilebilir. Buna göre Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'dan alındığı gün 11 veya 12 Ekim 1943 olup 20 Eylülden 11 Ekime kadar Kastamonu'da bırakıldığı anlaşılır.
(7) Osmanlıca Kastamonu -2 S: 334 .
(8) Bilinmiyen Taraflanyla Said-i Nursi 2.Baskı 308
1208
BU YOLCULUĞUN İKİ ŞÂHİDİ
Şahitlerden birincisi: Üstte bahsi geçen İnebolu'lu Ziya Dilektir. Hadiseyi şöyle anlatır:
"Ilgaz ilçesine vazifeli olduğum memuriyetime gidiyordum. İnebolu'dan Kastamonu'ya geldim. Ilgaz'a giden otobüs'e bindim. Kastamonu'nun olukbaşı karakolu yanında polis ve jandarmalar otobüsü durdurarak en arka kısmında önceden ayırmış olduklan yere Bediüzzaman Hoca Efendi'yi yerleşdirdiler. Otobüs hareket edince, yetmiş yaşındaki ihtiyar ve hasta olan Hoca Efendi otobüsün arka koltuklarındaki sarsıntıdan rahatsızlandı ve "Beni madem siyasî mücrim kabul ediyorlar. Hususî bir taksi ile gönderilmem lâzımdır." deyince; Yanımdaki ikinci numaralı koltukta oturan bir asker hemen yerinden fırlıyarak, "Ben buradan kalkıyorum, Hocam siz buyurun" dedi. Böylece askerle hocanın yerini değiştirdiler.
Ben çok korkuyor, hoca efendiye sahip çıkamıyordum. Askerle yer değişmesiyle tam gelip yanımda oturan Hoca Efendi, ismimi sordu. "Ziya Dilek" deyince, "Sen bizim Ziya'mısın, Kastamonulular namına beni yolcu etmeye mi geldin?" dedi.
Sonra, kendisini muhafız olarak götürmekle görevli, arkalarda oturan Polis Safvet'e hitaben: "Safvet, evime baskın yaptığınız zaman, ben Kur'an-ı Kerimden nereyi okuyordum?" dedi. Ve bir kâğıt isteyerek bana ayeti yazdırdı. "Ben bu ayeti okumuyor mu idim?(9)" diye yazdırdı ve şu ayeti 10
meali -i Şerifi "sabreyle, başına gelen kazay-ı Rabbaniye teslim ol! Sen inayet gözü altındasın. Merak etme, gecelerde tesbih ve tahmidata devam eyle!"
Sonra bana hitaben: "Ziya, arkadaşlarına müjde ver, Merak etmesinler. Mahkûm olmıyacağız... ya mütareke veya müsalâha edeceklerdir." dedi.
Benimle, tevkif edilmiş arkadaşlara selâm ve müjde haberini gönderiyordu. Halbuki ben memuriyetime gidiyordum. O tarafa bir yolculuğum yoktu. Herhangi bir tevkifim de mevzu' değildi."
OTOBÜSTEKİ YOLCULARA NASİHATI
"Sonra bir ara, bana dedi ki: "Şoför Efendiye söylerseniz, acaba makineyi durdurur mu? dinde icbar yoktur. Arabadakilere bir nasıhatim var" deyince,
(9) Anlaşılan Hazret-i Üstad, hadisenin başladığı günlerde ve taharriler esnasında bir hücüm ve taarruzu hissetmiş olacak ki, zihnen ve kalben hep bu ayet-i kerime ile meşgul imiş. A.B.
(10) Tur Suresi, Ayet 48
1209
şöför arabayı durdurdu. Hoca Efendi hemen konuşmaya başladı: "Bu gece ağleb-i ihtimal, leyle-i kadirdir. (11) Diğer günlerde Kur'an okunursa, harf başına on sevab, Ramazanda okunursa, bin sevab, leyle-i Kadirde okunursa, otuzbin sevab verilir.
Size, şimdi "Şu işi yaparsanız beş sarı lira var."denilse onu kazanmak için o işi yapar mısınız?"
Yolcular: "Evet yaparız ve isteriz" diye cevab verince, Hoca Efendi, konuşmasına devamla: "Bu fanî hayatta beş sarı lira kazanmak için bütün gücünüzü ve enerjinizi sarfedersiniz. Sonsuz ebedî bir hayat için dağarcığınıza azık hazırlamak istemez misiniz?"
Yolcular: "Evet isteriz" deyince, Bediüzzaman:
"Öyle ise, şimdi her Müslüman üç ihlâs, bir fatiha, bir ayetel kürsî okursa, ebedi hayatı için dağarcığına azık hazırlamış olur" dedi.
Şöför Rizeli Lütfi ve diğer yolcular, "Allah razı olsun Hocam sizden" dediler.
Az sonra İftar vakti geldi, Ilgaz'ın meşhur çamlığındaki su başında otobüs iftar molası verdi. Orada hoca efendiye Belediye tarafından verilen azık ile benimkini değiştirdik ve öylece iftar yaptık. Akşam namazını da beraber kıldık. Ilgaz'da Hoca Efendi'den ayrıldım ve işime gittim. Fakat bir kaç gün sonra beni de tevkif ederek İnebolu'ya oradan da Denizli'ye sevk ettiler. Ben Denizli'ye gittigimde Henüz Hoca Efendi'yi oraya getirmemişlerdi. Hapishanedeki arkadaşlar merakla "Üstad Hazretlerini gördünüz mü?" diye sorunca. Ilgaz yolunda araba içinde yazdırdığı ayet hatırıma geldi. Onu çıkarıp arkadaşlara okudum. Yolda cereyan eden hadiseleri de anlattım. Onlar da teselli bulup çok memnun oldular(12)
Üstad Kastamonu'dan alındığı gün, İnebolu'lu Selahaddin Çelebi'nin Kastamonulu'lardan duymuş olduğu bir rivayet de şöyledir:
"Üstad Kastamon'nun olukbaşı Karakolundan ayrılırken, oradaki po
(11)Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'dan ne zaman alındıgı hakkında tek me'hazımız şu kavl-i âhad sayılan tek râvili rivayet yoludur. Bu rivayet kavl-i ahad olmakla birlikte, onu cerh eden ikinci bir rivayet yolu da yoktur. Tüm rivayetler, bu hadise 1943 yılı Ramazan ayı içinde
olduğu cihetindendir. Biz de Ustad'ın bu yolculuk tarihini mezkur rivayete bina ederek tarih sıralamalarını ona göre tanzim ettik. Bunun yanında, az ilerde nakledeceğimiz Selâhaddin Çelebi'nin hatırasında da "Üstad'ın Ankara'ya getirildigi günler, Ramazan sonu" diye kaydedilmektedir. A.B.
(12)Bilinmeyen Taraflarıyla Said-i Nursi 2. Baskı S: 308
1210
lislere şöyle demiştir: " O Mithat'a(13) söyleyin, benim eski ve yeni yazı ile yazılı müdafaalarımı peşimden göndersin" diyerek otobüse binmiştir(14)'
İkinci Şahid: İsmail Tunçdoğan
Aslen Elaziz Harput'lu bir aileden olup, Karadeniz Ereğlisinde 1903 yılında dünyaya gelen bu zat, Kastamonu'da jandarma Astsubay olarak vazife yaparken, Bediüzzaman'ı Kastamonu'dan Isparta'ya kadar muhafız olarak götürmüştür. Bu yolculuk ile ilgili hatıralarını şöyle anlatmıştır:
"Maltepe küçük zabit mektebini 1933'de bitirip mezun olduktan sonra çeşitli yerlerde, bu arada Mersin'de de vazife yaptıktan sonra, Kastamonu'ya merkez Karakol Kumandanı olarak tayin edilmiştim.
Mithat Altıok burada Vali idi. Ben kendisini daha önceleri Düzce'de Hükûmet tabibi iken de tanıyordum. Bir gün Vali bey beni çağırdı: "Burada Bediüzzaman isminde bir hoca var. Bu zatı incitmeden alıp Isparta'ya götüreceksin!" dedi. Sabahleyin, yanında Safvet isimli bir sivil polis me'muriyle otobüse geldiler. Hoca Safvet'ten rahatsız oluyordu. Daha önceleri de, bu adam kendisini ta'ciz etmişti.
Çankırı üzerinden Ankara'ya gidiyorduk. Bir yerde Namaz için mola verdik. Safvet'in gelmesini istemiyordu. Hatta "Bu bizimle gelirse, ben gitmem"dedi (15)" (Hatıranın diğer bölümünü az ilerde kaydedeceğiz)
BEDİÜZZAMAN VE ANKARA VALİSİ NEVZAT TANDOĞAN
Hazret-i Üstad, Kastamonu'dan Isparta'ya götürülmek üzere, Çankırı üzerinden karayoluyla Ankara'ya getirildi. Bu yolculuk herhalde o zamanın şartlarına göre, Kastamonu'dan ayrıldığı günün gecesinde Ankara'ya ulaşmış değildir. Bir ihtimal ile geceyi Çankırı'da geçirdikten sonra, sabahleyin yollarına devam etmişlerdir. Buna göre herhalde 13 Ekim 1943 günü Ankaraya varmış olabilirler.
Ankara'ya vardıklarında, jandarma astsubayı İsmail Tunçdoğan'ın ifadesinde o günü Samanpazarı semtinde mütevazi' bir otele indik" demektedir. M. Sungur ağabeyin Ankara'da bir polisten dinlemiş olduğu rivayette ise "Kastamonu oteline" şeklindedir.
Ankara Hükûmeti ve Valisi Bediüzzaman'ı adım adım takip etmiş olacaklardır ki; Üstad otele iner inmez Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, Ustadı vilâyete çağırmıştır. Hatta Selahaddin Çelebi'nin hatıratında otel, önceden ayarlanmış ve otel personeli ve hademeleri kıyafetine giren komiser ve po
(13)Mithat Altıok, o zamanki Kastamonu valisidir. A.B.
(14)Bilinmiyen taraflarıyla S. NURSİ S: 306
(15)Son Şahitler-3 S: 101
1211
lisler oteli adeta işgal etmişlerdi.
İşte altıokçu kodamanlarından Nevzat Tandoğan, hazırlanan plân gereğince hem hususî kinini ve ilhad namına olan adavetinin gayzını, İslâm dini mümessili olan Hazret-i Bediüzzaman'ın şahsında, rejim ve hükûmet kuvvetine dayanarak icra etmek üzere; hiç bir ilgisi, hiç bir müdahale hakkı yokken ve mazlum olan Bediüzzaman resmi muhafızlar nezareti altında Isparta adliyesine götürülmekte iken; kendi polisleri vasıtasıyla onu vilâyete celbettirir.
Burada Bayram Yüksel Ağabeyin Üstad'dan duymuş olduğu bir rivayeti hemen nakledelim:
Bayram Yüksel Ağabeyin Üstad'dan duymuş olduğu bir rivayet: Üstadımız buyurmuşlardı ki: "Ben Kastamonu'dan Ankara'ya geldiğimde Vali Nevzat Tandogan'la olan muamelemizden sonra, Isparta'ya gitmek üzere İstasyona götürüldük. Trene bindim. Başıma sarığımı takmıştım. Meğer Valinin tertibiyle beni sarıklı halde cürm-ü meşhud halinde yakalamak için polisler bekliyorlarmış. Ben trende iken bir pire başımı kaşıttı. Sarığımı çıkarıp bir yere indirmişken, o anda polisler baskın yaptı, beni başı açık görünce geri gittiler. Demek ki bir pire onların plânını berbat etti” Son Şahidler1 Mufassal Târihçe:
Dostları ilə paylaş: |