47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə51/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   72

Risale-i Nur ise: şâkirtlerini o derece menetmiş ki, bütün yakın dostlarım bilirler ki; yirmi senedir, değil gazeteleri okumak, belki sormasını ve merak etmesini ve düşünmesini bana terkettirmiş... Ve iki sene, iki aydır kat'iyyen dünya cereyanlarından ve vaziyetlerinden hiç bir haber almamak derecede beni hayat-i çtimaiyeden kesmiş. Elbette ve elbette, hikmet-i hükûmet ve kanun-u siyeset ve düstur-u adalet bana ve benim gibi kardeşlerime ilişmez. Bize ilişen, herhalde ya evhamından veya garazından veya inadından ilişir.

ÜÇÜNCÜSÜ: Isparta müdde-i umumisi yanlış bir mana ile; Beşinci Şua'a dair suallerinde kanun hesabına değil, belki ölmüş bir şahsın dostluğu taassubu hesabına ma'nasız ve lüzumsuz itirazları sebebiyle bu gelecek uzunca tafsilatı vermeye mecbur oldum:

Evvela, bu Beşinci Şua'ı biz gayet mahrem tutuyoruz, neşretmiyoruz. Hem bütün taharrilerde bende bulunmadı. Hem sekiz senede bir iki defa, bir iki saat elime geçti. Hem maksadı, yalnız avamın imanlarını şüphelerden ve müteşabih hadisleri inkârdan kurtarmaktır. Dünya cihetine üçüncü, dördüncü derecede dolayısıyla bakar. Hem verdiği gaybî haberler doğrudur. Hem ehli siyaset ve dünya ile mübareze etmiyor. Yalnız ihbar eder. Hem şahısları tayin etmiyor, küllî bir surette bir hakikat-ı hadisiyeyi beyan eder. Fakat gizli ellerde gezdiği için, bir iki haşiye bilmediğimiz bazı zatlar tarafından ilave edilerek o küllî hakikatı bu asırdaki dehşetli bir şahsa tam tatbik etmişler. Onun için bu senelerde yeni te'lif

1293


edilmiş zannı ile itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı Dar-ül Hikmet'ten daha eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi, Risale-i Nura girdi. Şöyle ki:

Hürriyet'ten evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın baş kumandanı İslam Ulemasından dini bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul Hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle: Bir hadiste ,“ Ahirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında “haza Kâfirün” yazılmış bulunur” hadis var diye benden sual ettiler?

Dedim : Bir acib şahıs bu milletin başına geçer.. Ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.

Bu cevaptan bunu sordular :“Acaba o zaman onu giyen kafir olmazmı?”

Dedim: Şapka başa gelecek, “secdeye gitme!” diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı secdeye getirecek, Müslüman edecek İnşallah...

Sonra dediler: “ Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?”

Bende cevaben dedim: Bir darb-ı mesel var ki: çok israflı adama eli deliktir, yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi' olur denilir. İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptela ve onun ile hasta olacak.. Ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarınıda alıştıracak.

Sonra birisi bordu ki: “O süfyan öldüğü zaman, İstanbul'da Dikilitaş'ta şeytan dünyaya bağıracak ki, filan öldü?”

Bende o vakit dedim:“Telgrafla haber verilecek.. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış, işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Dar-ül Hikmet'te iken dedim: “Şeytan gibi radyoyla dünyaya işittirilecek.”

Sonra, Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve Dâbbet-ül arz ve Deccal ve Nüzul-ü İsa(A.S.) hakkında sualler sorulmuştu. Bende cevab vermiştim. Hatta eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.

Bir zaman sonra, Mustafa Kemal iki defa şifre ile ve Van'ın eski valisi ve benim dostum Tahsin Bey'in vasıtasıyla beni Ankara'ya taltif için, neşredilen “Hutuvat-ı Sitte”'ye mukâfeten celbetti. Gittim, Şeyh Sinûsî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerine üç yüz lira maaşla vilâyat-ı şarkiyyeye vaiz-i umumî, hem meb'us, hem Diyanet riyaseti dairesinde Dar-ül Hikmet azaları ile beraber eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van'da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve Şark dârül fünunuma, Sultan Reşad'ın verdiği on dokuz bin lirayı, yüzellibin bankonota iblağ ederek, iki yüz meb'us içinde yüzaltmışüç meb'usun imzasıyla kabul edildiği halde, ben Beşinci Şua' aslının verdiği haberin bir kısmını orada

1294


bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım.. Ve “bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez” diye dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip, yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktini sarfettim...

Sonra bazı zatlar, ahirzaman hadisatını haber veren müteşabih hadisleri sual etmek münasebetiyle, o eski risalenin aslını tanzim ettim. Risale-i Nurun Beşinci Şua'ı namını aldı...

Bu makamda Isparta Müdde-i umumisinin M.Kemal'e dostluğu taasubuyla, kanunsuz ve lüzumsuz ve yanlış itirazı ve sualleri beni bu saadet harici izahatı vermeye mecbur eyledi.

Ben onun adliye kanunu namına, tamamen şahsî ve kanunsuz sözünü misal olarak beyan ediyorum; Dedi: “Beşinci Şua'da, sen hiç kalben nedamet etmedin mi ki; onu rakıdan ve şaraptan su tulumbası gibi tabirlerle tezyif etmişsin?”

Ben, bu bütün bütün manasız ve yanlış dostluk taassubuna mukabil derim: Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilmez, yalnız bir hissesi olabilir. Nasılki ordunun bütün ganimeti, malları, erzakları bir kumandana verilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır. Evet, nasıl o insafsız müdde-i umumi, o çok kusurlu adamı sevmemekle beni ittiham etti, adeta vatan haini yaptı.. Ben de, onu Orduyu sevmemekle ittiham ediyorum. Çünkü, bütün şerefi ve manevî ganimeti o dostuna verip, orduyu şerefsiz bırakıyor. Hakikat ise; müsbet şeyler, haseneler, iyilikler cemaate, orduya tevzi' edilir... Ve menfi ve tahribat ve kusurlar başa verilir.

Çünki bir şeyin vücudu, bütün şeraitinin ve erkânının vücuduyla olur ki, kumandan yalnız bir şarttır.. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise, bir şartın ademiyle ve bir rüknün bozulmasıyla mahvolur, bozulur.O fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler, haseneler ekseriyetle müsbet ve vücudîdir.Başlar sahib çıkamazlar.Fenalıklar ve kusurlar âdemîdir ve tahriptir, Reisler mes’ul olurlar.

Hak ve hakikat böyle iken; nasıl ki bir aşiret futûhât yapsa, "Aferin Hasan ağa!.” eğer mağlub olsa, "tuh!.." diye aşiret tezyif edilir, bütün bütün hakikatın aksine hükmedilir. Aynen öyle de: Beni ittiham eden o müddei, bütün bütün hakkın ve hakikatın aksine bir hatası ile, güya adliye namına hükmetti...

Eğer dünyaya karışmak arzusu bizde bulunsaydı, böyle sinek vızıltısı gibi değil, top güllesi gibi ses ve patlak verecekti.

Divan-ı Harb-i Örfi'de ve Mustafa Kemal'in hiddetine karşı divan-ı riyasette şiddetli ve dokunaklı müdafaa eden bir adam, on sekiz sene

1295


zarfında kimseye hissettirmeden, sezdirmeden dünya entrikalarını çeviriyor diye onu ittiham eden, elbette bir garaz iledir. Biz Denizli mahkemesinden ve müdde-i umumisinden ümid ederiz ki; bizi öylelerin ağrazından kurtarsın, hakikat-ı adaleti göstersin...

Eğer maddi müdafaadan Kur'an menetmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şâkirtler, Şeyh Said ve Menemen Hadiseleri gibi, cüz'î ve neticesiz hadiseler ile bulaşmazlar. Allah etmesin, eğer mecburiyet-i kat'iye derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum olsa, elbette hükûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar.

Elhasıl: madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim ahiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler. Mevkuf

SAİD-İ NURSİ (109)"

Müdde-i umumî ilk tahkikatını bitirip, esas hakkındaki mütalâsını beyan ettikten sonra, Hazret-i Üstad'ın mahkeme nezdinde yaptığı itiraznamesinden:

"...İddianamede, başka yerlerdeki sathî tetkikata binaen gizli bir cem'iyet-i siyasiye noktasında bakmış... buna cevabımız:

Evvelâ: Bütün benim ile arkadaşlık eden zatların şehadetiyle, on dokuz seneden beri bir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve sormayan ve bu iki sene ve beş aydır harb-ı umumiden hiç bir haber almıyan ve merak etmiyen ve bilmeyen bir adam, elbette siyasetle hiç bir alâkası yoktur.. Ve siyasî cem'iyetlerle hiç bir münasebeti olmaz.

Saniyen: Risale-i Nurun yüzotuz parçaları meydandadır. İçinde imanî hakikatlardan başka bir hedef, bir maksad-ı dünyevî olmadığını Eskişehir mahkemesi -yalnız bir iki risalelerden başka- ilişmemesi.. Ve koca Kastamonu zabıtasının sekiz sene zarfında daimî tarassud ile beraber iki hizmetçiden ve yalnız üç adamdan başka, bir bahane ile müttehem bulmaması, kat'î bir hüccettir ki; Risale-i Nur şâkirtleri hiç bir vechile siyasî bir cemiyet değiller. Eğer iddianamedeki cemiyetten maksadları, imanî ve uhrevî bir cemaat ise, ona cevaben deriz ki:

Eğer Dar-ül Fünûn talebelerine ve her nevi esnafa bir cemiyet namı verilse, bize de o neviden bir cemiyet namı verilebilir.

Eğer dinî hissiyatla emniyet-i dahiliyeyi ihlâl edecek bir cem'iyet namı veriliyorsa, buna mukabil deriz: Yirmi sene zarfında bu fırtınalı za

(109)Denizli Dosyası S: 23

1296


manda Risale-i Nurun yüzer risalelerinden binler nüshaları, binler adamın kemal-i merakla okudukları halde, hiç bir yerde hiç bir vukuatla, emniyet-i dahiliyeye ilişmeleri ne hükûmetçe ve ne de mahkemece kaydedilmemesi bu ittihamı çürütüyor.

Eğer hissiyat-ı diniyeyi kuvvetlendirmesinden, istikbalde emniyet-i dahiliyeye zarar verebilir diye bir cem'iyet namı verilmiş ise, buna mukabıl deriz: Evvela başta Diyanet Riyaseti ve bütün vâizler aynı hizmeti gürüyorlar...

Acaba Otuzbir Mart hadisesinde, Bab-ı Seraskerî'de, Şeyh-ül İslâm ve Ulemayı dinlemeyen sekiz taburu bir nutukla itaâte getiren bir adam, sekiz sene zarfında (Zabıtnamelere göre) çalışmış.. Ve Kastamonu'da yalnız beş adamı iğfal edebilmiş denilir mi?..

Eğer o sathi zabıtnamelerde iddia edildiği gibi yapsa idim, beş değil, belki beşyüz ve beşbin adamları kandırabilirdim. O zabıtnamelerde ne kadar yanlışlar bulunduğunu bir iki nümuneyi beyan ediyorum:

Zaman-ı saadetten şimdiye kadar carî bir adet-i İslâmiyeye ittibaen Risale-i Nurun hususî menba'ları olan yüzer ayat-ı meşhureyi, bir hizb-i Kur'anî yaptığımızı, "dinde tahrifat yapıyor" diye mülâhaza etmiştir.

Hem Eskişehir mahkemesinde medar-ı nazar olup ehemmiyet verilmiyen ve bilmediğimiz bir zatın ilavesi bulunan "Ladîni zamanında latin harflerinin kabulu tarihine tevafukla, inkâr-ı haşre bir emaredir" diye bizi bugün yazılmış gibi mes'ul etmek istiyor...

Hem Ankara'da hükûmetin başında bulunan birisine söylediğimiz itirazlara ve ağır sözlere mukabele etmeyip, sükût eden, öldükten sonra onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadisiyeyi beyandaki fitrî ve lüzumlu ve mahrem tenkidlerim medar-ı mes'uliyet yapılmış.

Ölmüş ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede? Hükûmetin ve milletin bir hatırı ve Cenab-ı Hakkın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adalet kanunları nerede?...

İşte bu nümûnelere kıyasen, ne kadar hilâf-ı hakikat ve adalet bir muamele olduğunu inşaallah insaflı ve adaletli olan Denizli Müdde-i umumisi ve mahkemesi göstererek, o zabıtnamelerin evhamlarına ehemmiyet vermiyecekler.

Hem en acibi budur ki: Isparta müddei umumisi benden sordu: "Mahrem Beşinci Şua'da demişsin: Ordu dizginini o dehşetli şahsın elinden kurtaracak... Muradın, orduyu hükûmete karşı sevketmek midir?"

Ben de dedim: Maksadım, o kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek. Ordu onun tahakkümünden kurtulacak demektir.

1297


Müdafaatımda yirmi yerde, hüccetlerle ispat etmişiz ki, bütün dünyaya karşı da olsa, din ve Kur'an ve Risale-i nuru alet edemeyiz ve edilmez ve biz onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştirmeyiz ve bilfiil öyleyiz. Bu davanın emareleri yirmi senede binlerdir.

Halbuki iddianame, başka zabıtnamelere binaen, güya bütün maksadımız ve sa'yimiz, dünya entrikalarını çevirmek ve dünya garazlarıyla dini hasis şeylere alet etmek, kudsiyetini düşürmektir diye bizi ittiham ediyorlar.

Madem böyledir ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz: Hasbunallahü ve ni'mel-vekil.

Mevkuf


SAİD-i NURSİ(110)"

Üstad Bediüzzaman Hazretleri üstteki iddianameye karşı yaptığı itiraznameden sonra, ona bir tetimme olarak üç dört sahifelik bir itirazname daha yazmış.. Bazı bölümleri alıyoruz:

"... Aslı faslı olmıyan ve hatırıma gelmeyen bir siyasî cemiyet namını masum ve siyasetle hiç alakadar olmayan Risale-i Nur talebelerine takıp ve o daire içine giren ve iman ve ahiretinden başka hiçbir maksadları bulunmıyan biçareleri, o cem'iyetin ya nâşiri, ya fa'al bir rüknü, ya mensubu veya Risale-i Nuru okumuş veya okutmuş veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek, ne kadar adaletin mahiyetinden uzak olduğuna kat'î bir hücceti şudur ki: Kur'an

aleyhinde yazılan doktor Duzî'nin vesair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlara, hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye düsturuyla bir suç sayılmadığı halde; hakikat-ı Kur'aniyeyi güneş gibi bildiren Risale-i Nuru okumak veya yazmak bir suç saymış.. Ve yüz Risale içinde yanlış mana verilmemek için mahrem tuttuğumuz ve neşrine izin vermediğimiz iki üç risalede, yalnız bir kaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiş.

Halbuki o risaleleri biri müstesna, Eskişehir mahkemesi tetkik etmiş ve müstesnasını ise, hem istid'amda hem itiraznamede gayet kat'î cevabı verildiği Ve "elimizde nur var, siyaset topuzu yok" Eskişehir mahkemesinde yirmi vecihle kat'î ispat edildiği halde; o insafsız, üç mahrem ve neşir olunmıyan risalelerin üç dört cümlelerini bütün Risale-i Nura teşmil eder gibi, Risalei Nuru okuyan ve yazanı suçlu ve beni de hükûmetle mübareze eder diye ittiham etmişler.

... Acaba hiç imkânı var mı ki: bir adam mübareze ettiği adamları tanımasın ve bilmeyi merak etmesin? Dost mu, düşman mı karşısındakini

(110)Denizli Dosyası-1 S: 28

1298


tanımasına ehemmiyet vermesin? Bu hadiselerde anlaşılıyor ki: bil-iltizam herhalde beni mahkûm etmek için gayet asılsız bahaneleri icad ederler.

Madem keyfiyet böyledir; Ben de buranın mahkemesine değil, belki O insafsızlara derim: Ben sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza beş para vermem ve hiç ehemmiyeti yok!.. Çünki ben kabir kapısında yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve ma'sum bir iki sene hayatı, şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir.

Risale-i Nurun binler hüccetleriyle kat'î imanım var ki; Ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedi bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur.

Fakat siz ey zendeka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar!.. Kat'î biliniz ve titreyiniz; siz idam-ı ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz, intikamımız sizden pek çok ve muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz. Hatta size acıyoruz.

Evet bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakikatı, elbette hayattan ziyade istediği var.. Ve onun idamından kurtulmak çaresi insanların her meselesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurî ve kat'îsidir.

Acaba bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur şâkirtlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risale-i Nuru, âdi bahaneler ile ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyorlar, divaneler de anlar. Bu insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmıyan bir siyasî cem'iyet vehmini veren üç maddedir:

Birincisi: Eskiden beri benim talebelerim benimle kardeş gibi şiddetle alâkadar olmaları bir cem'iyet vehmini vermiş.

İkincisi: Risale-i Nurun bazı şâkirtleri, her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmiyen cemaat-ı İslâmiye hey'etleri gibi hareket etmelerinden bir cem'iyet zannedilmiş. Halbuki, o mahdut üç dört şâkirdin niyetleri cem'iyet değil, belki sırf hizmet-i imaniyede halis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesanüddür.

Üçüncüsü: O insafsızlar kendilerini dalâlet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükûmetin bazı kanunlarını kendilerine müsaid bulduklarından, fikren diyorlar ki "Herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükumetin bizim medenîce nâmeşru' hevesatımıza müsaid kanunlarına muhalifdirler. Öyle ise muhalif bir cem'iyet-i siyasiyedirler?"

Ben de derim: Hey bedbahtlar! Eğer dünya ebedî olsa idi; ve insan içinde daimî kalsa idi; Ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsa idi; belki bu ifti

1299

ranızda bir mâna bulunabilirdi. Hem eğer ben siyasetle işe girseydim; yüz risalede on cûmle değil, belki yirmi bin cümleyi siyasetvâri ve mübarazekârane bulacaktınız. Hem farz-ı muhal olarak eğer biz dahi, sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksadlarına ve keyiflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz, Ahiretten haberimiz yok, perde altında dünya garazları peşinde koşuyoruz diye - Ki şevtan da bunu inandırmaya çalışamıyor ve kimseye kabul ettiremezhaydi böyle de olsa, madem bu yirmi senede hiç bir vukuatımız gösterilmiyor.. Ve hükûmet ele bakar kalbe bakmaz.. Ve her bir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur.. Elbette yine adliye kanunu ile bizi mes'ul edemezsiniz.



Son sözüm:

SAİD-İ NURSİ(111)"

İKİNCİ KISIM MÜDAFAALAR

Bu kısımdaki müdafaalar birinci ve ikinci ehl-i vukufların raporlarına karşı verdiği cevablar ve yaptığı itirazlardır.Bunun bazı örnekleri az yukarda geçtiği için tekrarına lüzum görülmedi.

ÜÇÜNCÜ KISIM MÜDAFAALAR

Savcılık tahkikatından sonra, iddianamesiyle birlikte dosyanın sorgu hâkimliğine gitmesi ve bu hâkimliğin hazırladığı iddia ve kararnamesine karşı verilen cevablar ve müdafaalardır. Ayrıca Üstad'ın bizzat sorgu hâkimliğinde verdiği ifadeler ve konuştuğu sözler de olduğu halde, bunların nelerden ibaret ve nasıl bir şeyler olduğu malümumuz değildir. Çünki bunlar sorgu hâkimliğinde istintak şeklinde alınan ifadelerdir ve hâkimliğin dosyasındadır. Bunların asılları elimize geçmemekle birlikte, sorgu hâkimliğinde üstadın müdafaaları kendi ifadesiyle; sorgulanmak için hakimliğe gideceği gün, "Kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken İmam-ı Gazali'nin Hizb-ül Masunu'nu açtım (112)” mektubunda işaret edilen pek mühim müdafaaları dosyaya geçmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Burada Sorgu Hakimliğinin aleyhteki kararnamelerine karşı, Üstadın sadece Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde yaptığı itiraz ve ettiği müdafaala

(111)Denizli Dosyası-1 S: 34

(112) Osmanlıca Sirac ün Nur 2 S: 316

1300


rından bir kısmını alıyoruz:

Reis Bey efendi!

Kararnamede İki madde esas tutulmuş:

Birisi: Cem'iyettir. Ben buradaki bütün Risale-i Nur şâkirtlerini ve benimle görüşenleri veya okuyan ve yazanları aynıyle işhad ediyorum; OnIardan sorunuz ki, ben hiç birisine dememişim: “Bir cemi'yet-i siyasiye veya cem'iyet-i Nakşiye teşkil edeceğiz.” Daima dediğim budur:

"Biz imanımızı kurtarmaya çalışacağız." Umum ehl-i iman dahil oldukları ve üçyüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-ı İslâmiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını.. Ve Kur'an'da hizbullah nâmı verilen ve umum ehl-i İmanın uhuvveti cihetiyle- Kur'an'a hizmetimiz için -Hizbül-Kur'an ve Hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnamede bu mana murad ise, bütün ruhumuzla kemal-i iftihar ile i'tiraf ederiz. Eğer başka manalar murad ise, onlardan haberimiz yoktur.

İKİNCİ MADDE: Kararnamenin i'tirafı ile, Kastamonu zabıtasının rapor ve tasdikiyle; Hiç neşrolunmıyacak tarzda odun ve kömür gibi yığınların altında ve mıhlı sandıklarda bulunan ve Eskişehir Mahkemesinin tetkikinden ve tenkidinden geçen ve bir hafif cezayı çektiren ve kat'iyyen mahrem tutulan "Tesettür Risalesi ve Hücumat-ı Sitte ve Zeyli Risalesi" gibi kitaplardan bazı cümlelerine yanlış mana vererek, dokuz sene evvelki zamana bizi götürüp cezasını çektiğimiz suç ile mes'ul etmek istiyor.

ÜÇÜNCÜ MADDE: kararnamede, kaç yerinde "Devletin emniyetini ilhlâl edebilir ve yapabilir" gibi tabirlerle; imkânat, vukuat yerinde isti'mal edilmiş.

Herkes mümkindir ki, bir katil yapsın.. bu imkân ile mes'ul olabilir mi?

Mevkuf

SAİD-İ NURSİ(113)"



DÖRDÜNCÜ KISIM MÜDAFAALAR

Müddei Umumi, Denizli Ağır ceza mahkemesinde 31.5.1944çarşamba günü, son tecziye talebine dair iddianamesini okumasından sonra, Üstad Bediüzzaman'ın çok hiddetli ve şiddetli yaptığı müdafaalarıdır. Bunlardan da yine nümune için bazı bölümler alıyoruz:

Mahkemede söylediği bir parçadır.

(113)Sirac-ün Nur-2 S: 354

1301

Bismihi Sübhanehu



Efendiler! Size kat'î haber veriyorum ki, buradaki zatların, bizimle ve Risale-i Nur ile münasebeti olmıyan ve az bulunan veya inkâr edenlerden başka, istediğiniz kadar hakiki kardeşlerim ve hakikat yolunda hakikatlı arkadaşlarım var.Bizler Risale-i Nurun keşfiyat-ı kat'iyesiyle, iki kere iki dört eder derecesinde sarsılmaz bir kanaatle bilmişiz ki:Ölüm bizim için sırr-i Kur'anla i'dam-ı ebediden terhis tezkeresine çevrilmiş..Ve bize muhalif ve dalâlette gidenler için, o kat'î ölüm; ya idam-ı ebedidir- Eğer ahirete kat'î imanı yoksa -veya ebedi karanlıklı haps-i münferiddir- Eğer ahirete inansa ve sefahet ve dalâlette gitmişse

Acaba bu meseleden daha büyük, daha ehemmiyetli bir mesele-i insaniye var mı ki; bu ona alet olsun, sizden soruyorum. Madem yoktur ve olamaz, neden bizimle uğraşıyorsunuz?

Biz en büyük cezanıza karşı kendimizi âlem-i nura gitmek için bir terhis tezkiresini alıyoruz diye kemal-i metanetle bekliyoruz. Fakat bizi reddedip, dalâlet hesabına mahkûm edenleri, sizi gördüğümüz gibi idam-ı ebedî ile ve haps-i münferid ile mahkûm ve pek yakın bir zamanda o dehşetli cezayı çekeceklerini müşahede ederecesinde biliyor ve görüyoruz. Onlara insaniyet damarıyla cidden acıyoruz. Bunu kat'î ispat etmeye ve en mütemerridleri dahi ilzam etmeye hazırım. Değil vukufsuz, garazkâr, maneviyatta behresiz ehl-i vukufa karşı; belki en büyük âlim feylosoflarınıza karşı gündüz gibi ispat etmezsem, her cezaya razıyım.. Ve Risalei Nurun umdelerini ve hülâsa ve esaslarını beyan ederek ve Risale-i Nurun bir müdafaanamesi hükmüne geçen "Meyve Risalesini" ibraz ediyorum. Ve Ankara makamatına vermek için yeni harfle yazdırmaya müşkilatlar içinde gizli çalışıyoruz. İşte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz!. Eğer kalbiniz -Nefsinize karışmam- beni tasdik etmezlerse, bana şimdiki tecrid-i mutlakın içinde her hakaret ve işkenceyi de yapsanız sükût edeceğim.

Elhasıl: Ya Risale-i Nuru tam serbest bırakınız.. Ve yahut bu kuvvetli ve zedelenmez hakıkatı elinizden gelirse kırınız. Ben şimdiye kadar sizi ve dünyanızı düşünmüyordum ve düşünmiyecektim. Fakat mecbur ettiniz... Belki sizi ikaz lâzımdıki; Kader-i İlahi bizi böyle yerlere sevketti. Biz de

düstur-u kudsîyi kendimize rehber edip, her bir sıkıntınızı sabırla karşılayacağız ve azmettik.

SAİD-İ NURSİ(114)"

(114)Denizli Mektupları S: 37

1302


"Mahkemede son sözüm

Efendiler! Çok emareler ile kat'i kanaatım gelmiş ki, hükûmet hesabına, bizi hissiyat-ı diniyeyi alet ederek emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek için bize hücum edilmiyor. Belki bu yalancı perde altında zendeka hesabına, bizim imanımız için ve imana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum edildiğine çok hüccetlerden bir hücceti şudur ki: Yirmi sene zarfında Risale-i Nurun yüzyirmi nüshalarını ve parçalarını yirmi bin adamlar okuyup kabul ettikleri halde, Risale-i Nurun şâkirtleri tarafından emniyetin ihlâline dair hiç bir vukuât olmamış ve hükûmet kaydetmemiş.. Ve iki mahkeme bulmamış.. Halbuki kesretli ve kuvvetli propaganda, yirmi günde vukuâtlar ile kendini gösterecekti. Demek hürriyet prensibine zıd olarak bütün dindar nasihatçılara şamil, Iâstikli bir kanun olan 163. maddesi sahte bir maskedir. Zındıklar hükûmeti iğfal ederek ve adliyeyi şaşırtıp bizi herhalde ezmek istiyorlar. Madem hakikat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz:

Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız! Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!.. Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bu kudsî hakikata başımız dahi feda olsun, her cezanıza ve idamınıza hazırız!..

Hapsin harici bu vaziyetten yüz derece dahilinden daha fenadır. İstibdad-ı mutlak altında hiç bir hürriyet; ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye olmamasından; ehli nâmus ve diyanet ve tarafdar-ı hürriyet olanlara, ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çaresi kalmaz. Biz de diyerek Rabbimize dayanıyoruz.

SAİD-İ NURSİ(115)"

Efendiler! Her hükûmetin adliyesi, kanunundan başka bir istinadgâhı yoktur... ve onun adliyesi her bir merkezde aynı kanunla amel eder.. ve yüz cinayeti bulunan bir adamın dahi müdafaa hakkı var, o hakkından men' edilmez.. ve bu memlekette madem Kur'an serbesttir, Kur'an'ın hakikatlarını küfre karşı müdafaa etmek vazifesi yasak edilmedi biliyorum. Halbuki,


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin