47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə54/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   72

1323

tetkikatıyla Risale-i Nurun hazine-i Kur'an'dan aldığı kudsî ve ulvî felsefe ve beyanının cerhedilmez bir hakikat olduğu şüphesizdir...



M. SADIK DEMİRELLİ(133)

5- Merhum Tahiri Mutlu Ağabeyin ifadesidir:

"Ben Isparta'nın Atabey nahiyesinden olduğum halde, Bediüzzaman Hazretlerini Kastamonu vilâyetine gittikten sonra, müteveffa kardeşim Hafız Ali delâletiyle beş sene evvel tanıdım ve Nurlu eserlerden kısmen okudum ve yazdım. O zamana kadar gafletle geçen gençliğimin sarhoşluğundan beni kurtarmaya âmil olan Risale-i Nurun müellifıne karşı duyduğıım bir iştiyakla kendisini ziyarete Kastamonu'ya kadar gittim. Kendilerini bizzat ziyaret ettim. Gerek Üstad'ım Bediüzzaman Hazretlerini ziyaretimde ve gerek eserleri olan Risale-i Nurda ve gerekse Risale-i Nura talebe olanlardan şimdiye kadar bize isnad edilen halkı hükûmet aleyhine teşvik etmek.. Veya siyasî bir cemiyet teşkil etmek.. Ve yahut tarikatçılık etmek gibi suçlardan hiç bir şey ne işittim ve nede gördüm. Ben saf ve temiz ruhlu arkadaşlarımın ahiretlerine ve imanlarına hizmet etmek maksadıyla hizbül Kur'an ile Hizb-ün Nuriyi, parası şahsıma ait olmak üzere sevgili Üstad'ımın müsaadeleriyle tab' ettirdim. Daha sonra sevgili Üstad'ımın müsaadelerine bakmıyarak beşyüz adedini bin lira mukabilinde Ayet-el Kübra risalesini mü'min kardeşlerimin istifadelerini temin maksadıyla eski harfle tab'ında mahzur görmediğimden ve esasen o eser sırf imanî ve uhrevî bulunduğundan tab' ettirmiştim. Her nasılsa tab' edilen nüshalarının tamamı sandığıyla beraber, biz hapse konulduktan sonra müdde-i umumilikçe Isparta istasyonundan alınmış...

Yukarda arz ettiğim gibi, hayırhahlıktan başka cemaatlarında ve risalelerinde ve üstadlarında birşey görmedim. Bu zümre-i nuriyenin içine kendimi en son girmiş bir şâkirt biliyorum. Arkadaşlarıma iyilik etmekten beşka bir gaye takib etmediğim şüphesiz şimdiye kadar anlaşılmış olduğu kanaatıyla, şu ifademin, diğer kardeşlerim gibi hüsn-ü niyetle söylenmiş bir ifade olarak kabulünü yüksek mahkemenizden diler, beraetimi taleb ederim.

Atabeyli

TAHİRİ MUTLU(134)

(133)Osmanlıca Şualar S: 354

(134)Osmanlıca Şualar S: 357

1324

6- Merhum Ahmet Feyzi Kul'un müdafaasıdır.



"İddia makamı bizi zorla cem'iyetçi yapıp, bir kısım temiz ve fazilet âşıkı

vatandaşları her ne pahasına olursa olsun, tecziye ettirebilmek maksadıyla, bir türlü mevhum cem'iyetçilik teranesini elden bırakmıyor. Halbuki ne safahat-ı muhakeme ve ne de vesaikin tetkiki, iddia makamının bu iddiasını haklı çıkaracak sarih ve müsbet hiç bir delil tesbit etmiş değildir...

İlk iddianamede şahsım için serdedilen bir çok indî ittihamlar meyanında, yüz doksan beş parça kitabın yedimde bulunması keyfiyetidir ki, sorguya verdiğim ve bilâhare iki defa mahkeme-i âliyenize sunduğum itiraznamede cevap verilmiş. Bu âsârın listesi evrak arasında yoksa, bunların esamîsinin hakikatinin tavazzuhu namına Aydın'dan sorulması taleb edilmişti...

Makam-ı iddianın bizim vaziyetimizi anlamadığı ve anlamak istemediği mes'elelerden birisi de; laikliğin telâkkisi tarzında rastlanır. Memleketimizde en çok su-i tefsire ve su-i isti'male uğrıyan bu tabir, devlet rejiminin hakiki mahiyetini kavramıyan bir takım sathî beyinler nazarında, sadece dindarlık düşmanlığı manasına alınıyor. Fransızca'da "Cismani" demek olan bu tabir, Ruhanî teokratik kelimesinin zıddıdır. din ve mezheb ve akide meselelerinin daha çok bitaraf olması istenilen idare işlerine karıştırmamak demektir. Evet yalnız idarecilikte dinî icabların dışında kalmak demek olan bu tabir, hiç bir zaman dini imha etmek, dinî hayatı baltalamak, dindarlığı ta'yib ve takbih ve tezyif ve tazyik etmek manasına gelmez. Bil'âkis amelî mahiyette vicdan hûrriyetlerine azamî derecede yer vermek ve bu meyanda dinî serbestiyi de en yüksek derecede tanımak demektir. Din vazifelerinin ifası, din hakikatlarının öğrenilmesi ve bu hakikatlara uygun kanaât ve iman taşınması ve kanaatların dindarlar arasında izharı gibi dinî hayatın tecelliyatı olan safhalar ise, bu hürriyetin tezahür tarzıdır. Maalesef akidesizliği ve maneviyatta mahrumiyeti yegâne meziyet ve mazhar-ı mübahât bir irfan ve ilericilik nişanesi addeden ve sırf bir eser-i taklid olarak; Garbın eskimiş, çürümüş, iflâsa uğramış ve amelî sahada insanlık ve fazilet fikirlerini ifna suretiyle ruh-u insaniyeti yıkmış olan hayat, bazı inkarî mesalik-i felsefesini, hakikatın yegâne tarz-ı ifadesi zanneden bir kısım sathî beyinler, dinî hayatın vatandaşta tecellisi fıtrî ve zarurî olan bu muhtelif tezahürlerini lâiklik prensibine bir tecavüz ve taarruz telâkkî etmektedirler. Vatandaşın mesela malümat-ı diniyesini öğrenmek için cehdi ve bu uğurda hüsn-ü zan ettiği herhangi bir ilim menbaına müracaat etmesi ile; dinî esasları vesile ittihaz ederek siyaset propagandacılığı yapması ve iddia makamının her vesileyle belirttiğine göre, dinî hüküm halinde idareye sok

1325

mak için icra-i faaliyet etmesi, başka başka şeylerdir. Birisi dinî hayatın ve memleketimizde temel hak olan vicdan hürriyetinin bir zarureti, diğeri de bir siyaset dalavereciliğidir.



İşte iddia makamının bir türlü anlamak istemediği budur. Makam-ı iddia dinî hakikatları öğrenmek için, her nasılsa bir ilim menbaı etrafına toplanmış görünen saf vatandaşları, bazı şahsî ve samimî kanaât-ı diniye taşımalarından dolayı bir siyasî cemiyet manasında görmek istiyor. Bu hayatı yaşayan biçareleri, "Devletin laikliği ile muaraza ediyorlar. Devletin prensibini yıkmak istiyorlar" şeklinde gösteriyor. Vatandaşın yakın bir mazide hakaik-i İslâmiyeyi Avrupa âlem-i Hıristiyaniyetine karşı müdafaa için seçilmiş yegâne bir irfan menbaının ilminden hissemend olmasını bir türlü hazmedemiyor. İşte biz bu haksız ve sakat görüşünün kurbanıyız. Bu görüşte ısrar eden ve bir sürü bîgünah vatandaşları haksız yere bu damga ile damgalıyarak, ceza görmelerini can u gönülden istiyen muhterem müdde-i umumi, bu emelinin tahakkuku için en yüksek ilmî nüfuz ve otoriteyi haiz bir ilim ve ihtisas heyetinin raporuna, devlet merkezinde en yüksek adlî makamın manevi mürakabesi altında, reddedilmez edilleye müsteniden yapılan esaslı inceleme neticesine de saygı göstermiyor.

Bilâkis şahsiyetleri meçhul, ehemmiyetsizlikleri ve garazkârlıkları malum eski ehl-i vukufun gayr-i ilmî ve sırf hissî temayûlâtını tercih ediyor... Ve bu ilmî ve resmî ve en yüksek ehliyete mâlik heyetin kanaatlarını, yüksek mahkemenin takdir hakkına bir nevi müdahale telâkki ediyor. Kendi hissiyatlarının mürevvici olan diğerlerinin, bizim gizli bir teşekkül vücuda getirdiğimiz şeklindeki karar ve kanaatlarını her nedense mahkemenin takdir hakkına saymıyor.

Adalet terazisinin bir tarafındaki hukuk-u devlet addedilince, artık diğer tarafta kalan ferd için hiç bir hak tanımamak, bütün müzaheretleri devlet hesabına ve devlet lehine kullanmak ve bu durum sebebiyle hakkının müdafaası güçleşen ferdi ve ona bağlı ailesinin mukadderatını kurban etmek, adaletten anlaşılan mana ve hikmet-i idare icabatından mı oluyor?

AHMET FEYZİ KUL(135)

Denizli hapis hadisesinde bulunmuş Nur talebelerinden müdafaa yazan on beş kişiden yalnız altısının numunelik müdafaalarından bölümler aldık. Geri kalan ve müdafaaları buraya alınmıyan Nur talebeleri de şunlardır:

1- İnebolu'lu Ahmet Nazif Çelebi

İnebolu'lu Selahaddin Çelebi

(136) Denizli Kastamonu Lahikası S: 74

1326

Milaslı Halil İbrahim



4- Kastamonulu İhsan Sırri

5- İstanbul'lu Emin Hoca

6- Çaycı Emin

7- Kastamaonu'lu Hilmi

8- Atabeyli Abdullah Çavuş

9- Savlı Mustafa Çavuş...!

Sadedimize dönüyoruz:

Evet, bütün bu cerhedilmez ilmî, ispatlı ve delilli müdafaalar.. ve başta Hazret-i Üstad olmak üzere bütün Nur talebelerinin samimî, halis hal ve durumları ve hapis içindeki çok azim ve şayan-ı takdir irşadkâr hizmet ve faaliyetleri.. Ve Ankara ehl-i vukufunun müsbet yönde ağırlıklı raporları.. Ve ondan bir buçuk sene önce Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin vermiş olduğu beraet ve iaede kararı nazara alınarak; Denizli Mahkemesi adalet-perver Hâkimleri kendi vicdanlarının sesine kulak vererek; hârici tazyik, propaganda ve gizli direktiflere rağmen; neticesi neye patlasa patlasın, hukuk ve adaleti rehber alarak 15 Haziran 1944 perşembe günü tarihî kararını verdi.

BERAET VE BÜTÜN NUR RİSALELERİNİN SAHİBLERİNE İADESİ!.. Bu beraet, din düşmanı gizli zındıkların başlarında patlıyan bir bomba te’siri yapmıştır.Çünkü kanun, hukuk ve adalete göre artık Risale-i Nur eserleri ve onun talebeleri tamamen serbestti..Ve bu beraet kararı, onu takib edecek umum beraet kararlarına yol açmış olacaktı.Nitekim öyle oldu da...Fakat nerede?.. Hukuk ve adalet de ne imiş?.. Herşey kendi keyf ve arzularına göre olan altı okçu zihniyeti bu beraet kararına hiç de saygı duymadı.Saygı şöyle dursun, hiç tanımadı bile... Üstad Hazretleri ve Nur talebeleri bu tarihten sonra daha çok takib ve tecessüslere maruz kaldılar...

Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin âdil hâkimler heyeti şu zatlardan müteşekkildi:

1- Reis: Muğla'Iı Ali Rıza Balaban

2- Birinci Aza: Isparta- Senirkent kazasından ve uzaktan Tola ailesine akraba, Hâkim Hasna Şener Hanım

3- İkinci Aza: Hakkı Tüzüner

1327


Üstad Bediüzzaman Hazretlerinden "Hâkimi-i Adil" Unvanını kazanan Denizli Ağır Mahkemesi Reis ve azalarının ittifakla verdikleri gerekçeli tarihi kararlarını şöyle yazmışlardır:

"DENİZLİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ

15. 6. 1944 gün ve 199-136 sayılı karar.

Şâhidlerin ifadeleri de, maznunlara atf ve isnad olunan suçu işledikleri hakkında adem-i ma'lumat beyan etmişler. Bilhassa Ankara Ağır Ceza Mahkemesi a'zasından Emin Böke'nin riyaseti altında ehl-i vukuf intihab olunan; Ankara Diyanet İşleri müşavere heyeti a'zasından ders-i amm ve profesör Yusuf Ziya Yörükân.. ve Ankara Dil Târih Fakültesi Şarkiyat Enstitüsû müdürü Necati Lugal.. ve Türk Tarih Kurulu ve Türk İslâm kitapları derleme hey'eti azasından Yusuf Aykut tarafından tanzim kılınan, evrak arasında mevcut raporlarından "Saidi Nursi'nin yekân-yekân tetkik olunan risale ve kitaplarında: Halkı dini ve mukaddesatı alet ederek devletin emniyeti ihlâle teşvik etmek veya cem'iyet kurmak kasdında olduğunu gösterir bir sarahat ve emare olmayıp, kendisini yegâne âlim mahiyetinde göster

1328

meye meraklı bir tavır takındığı, mevkuflardan Said-i Nursi'nin mensuplarına gelince: Onlar Said-i Nursi'nin zihnen normal olduğu bir zamanda ilmî ve ekseriye vakıfane eserlerine kapılarak cezbeli ve ruhî heyecan halinde yazdığı gayr-i ilmî eserlerine aldanmışlar ve onlardan dahi din mes`elelerini ve Kur'an hakikatlarını öğreneceğiz diye sâfiliklerinden peşine düşmüşler ve bunlar hüsn-ü niyet sahipleri olup, sırf dinî itikad yönünden Said'e ve okudukları risalelere bağlılık göstermekte, bu maksadla yaptıkları muhabere mektuplarının münderecatı da hükûmete karşı kötü maksad beslemedikleri ve bir cem'iyet veya tarikat kurmak fikriyle hareket etmedikleri anlaşılmış olduğuna" mütedair olduğu görülmüş...



Ve her ne kadar evrak arasında mevcut sorgu hâkimliğince, Denizli ehl-i vukuf raporunda Said-i Nursi'nin bazı âsarından istidlâl tarikiyle ve mesnedsiz olarak kendisinin ve mensublarının hükûmete karşı kötü bir maksad besledikleri beyan olunmakta ise de, evrak-ı tetkikiye münderecatına ve şuhudun, maznunlara atfen ve isnad olunan ef'al hakkında gayr-ı sahih malumat beyan etmelerine.. Ve Ankara Ağır Ceza Mahkemesiyle yaptırılan ehli vukuf raporu, mahiyet ve münderecatına göre, şayan-ı ihticac ve iltifat görülmemiş ve esasen maznunların ekseriyet-i azimesi okumak -yazmaktan aciz bulunmuş.. Diğer kısmı da kendilerini ibadet ve taate vermiş oldukları... Binaenaleyh, devletin emniyetini ihlâl edecek mahiyet arzeden şerait ve evsafı haiz kimselerden olmadıkları tezahür ve tahakkuk etmiş.. Ve Mahkemenin kanaât-ı vicdaniyesi de bu merkezde tecelli ve tahassüs etmiş olmakla; müdde-i umuminin tecziyeleri hakkındaki mütalâası, yukarda zikri tadat olunan delâile karşı gayr-i varid görüldüğünden reddi ile; zan altına alındıkları ef'alden BERAETİNE ve başka sebeple mevkuf değillerse TAHLİYELERİNE müttefikan karar verildi.15. 6.1944

Denizli Ağır Ceza Mahkemesi ittifakla verdikleri beraet kararlarına hükümleriye imza ediyorlar:

Reis A'za: A’za Ali Rıza BALABAN Hasan Şener Hakkı Tüzüner

ŞAYAN-I TAACCÜB SİRİN BİR TEVAFUK

Denizli hadisesinin başlangıcında ve sonunda iki Ali Rıza, ikisi de Muğla'lı, Bediüzzaman Hazretleri'nin ma'ruz kaldığı zulüm ve tecavüzün karşısına dikilmiş ve Üstad Bediüzzaman'ı maddeten ve manen müdafaa etmişlerdir.

BİRİNCİ ALİ RIZA: Osmanlı Devleti son devrinin yetiştirdiği mümtaz âlimlerinden ve ilm-i şeriat ve ulüm-u İslâmiyede söz sâhibi olanlaınndan olarak Darül-Hikmet-il İslâmiye Reis muavinliği ve Meşihat-i İslâmiye'nin Fetva Eminliği vazifelerinde bulunmuş, Muğlalı Ali Rıza Efendi, Üstad'ın Denizli hapis hadisesinden bir sene kadar önce, İstanbul'da Şarklı ihtiyar bir hoca ve şeyhin; Din düşmanı çevrelerin kandırmalarına ve evham vermelerine gelerek, Hazret-i Üstad Bediüzzaman hakkında çok nâseza, galiz ve hiç ehl-i ilim ve tasavvufa yakışmıyacak bir

1329

tarzda gıybetli sözler sarfetmeye başladığı hengâmda; Eski Fetva Emini âllâme Ali Rıza Efendi, ona mukabil cevablar ve fetvalar vererek; Çok iyi bildiği ve ilminin derecesine vakıf olduğu ve yakından tanıdığı Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyetini ve mevhibe-i İlâhiyye olan ilmini müdafaa etmiştir. Bu zatın müdafaaları üzerine İstanbul'un diğer Uleması da Ali Rıza Efendi'yi te'kiden o ihtiyar zata cevab vermişlerdir. Bunlar vaiz Ahmed Şirvanî, Vaiz Mahmud Kâmil, Ali Haydar, Gönenli Hafız Mehmed ve Seyyid Şefik gibi zatlardır. Bu mesele Kastamonu hayatında tafsilatlı olarak geçmiştir.



İKİNCİ ALİ RIZA İSE: İşte şu Denizli Mahkemesi hey'etinde Reis olup, zamanın şart ve icablarına bakmadan, vicdanının sesine kulak verip, Mahkemenin reisi olarak beraet kararına en evvel imzasını koyan ve Hâkim-i Adil Unvanını kazanan Muğla'lı Hâkim Ali Rıza Balaban'dır. Allah rahmet eylesin.Amin

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN DENİZLİ ŞEHİR OTELİNDE

Yukarıda tafsili geçtiği üzere; Denizli Ağır Ceza Mahkemesi karara vardığı

1330


gün,15 Haziran 1944 perşembe günü, hapiste o güne kadar yatan Nur talebelerinden ellisekiz kişi, başta Üstad olmak üzere hepsi mahkemenin kararı gereğince aynı günde tahliye edilmişlerdir. Denizli şehri o günü bayram yapmış ve onun dindar ve hamiyetkâr insanları bu garip misafirlere ve mücahid Nur talebelerine kucak açmış, üçer beşer evlerine götürüp misafir etmişlerdir. Hatta Denizli şehrinin eşrafından olan tüccar Hafız Mustafa Efendi, musibetzede misafirleri için ehl-i hamiyetten topladığı büyük meblağ paraları bu mücahidlerin fakir olanlarına dağıtmak istemişse de, hiç birisi o paradan almamıştır.

HAZİN BİR HAL

Nur talebeleri hapisten tahliye olduktan sonra, iki üç gün içerisinde herkes memleketine ve evine dönmüştür. Amma evi barkı, yeri yurdu olmayan; ve fakat memleketin her tarafı onun öz evi ve Müslüman halkı da onun öz kardeşinden daha çok samimî mü'min kardeşleri olan birisi var idiki, kendi re'yi ile serbest olarak bir yere gidememiş, Denizli'de bir otelde kalmıştı. Zahirde ve sebeb dünyasında hükûmetin ona mesken olarak ta'yin edeceği mıntıka ve yer için karar ve emrini bekliyordu. Amma hakikatte ise, Rahman ve Rahim, Hakîm ve Müdebbir olan Rabbisinin, onun hakkında vermiş olduğu hükmüne ve kaderinin kararına muntazırdı. Denizli Şehrinin o zamanki havadar ve güzel manzaralı şehir palas otelinin üst katında kalmaya başlamıştı. Kendilerinin kurmuş oldukları bir adalet mahkemesinde Üstad sözde beraet etmiş ve herşeyden kurtulmuştu. Lâkin heyhat! Nerede o kanunperest adaletli hükûmet? Nerede o adlî bir merciin vermiş olduğu karara saygılı hakperest idare?..

1331 HÜKÜMETİN TAKTİĞİ

Evet, mahkemeden beraet etmesine rağmen yine Hazret-i Üstad sımsıkı ta'kip ve mürakebelere ma'ruzdu. Otele, Üstad'ın Denizli'deki talebeleri yanına hergün gidip geliyorlardı. Fakat gelen gidenlerin gizlice tesbitleri yapılmakta idi. Hasan Feyzi Efendi, Hafız Mustafa, Muharrem ve Yakub Cemal gibi zatlar Üstad'ın yanına devam ediyorlardı. Bilhassa Veliy-i Âşık olan Hasan Feyzî Efendi Üstad'ına pervana kesilmiş, pür-aşk ile ona ve nurlara hizmet etmişti. Bu arada tabi MİT'in de raporları Ankara'ya gidiyordu. Üstad Hazretleriyle görüşenler ve Denizli Şehrinde beraetten sonra inkişaf eden fevkalâde dinî hayat, tek tek, raporlanıp Ankara'ya gönderilmekteydi. Ankara ise, daha çok evhama kapılmıştı. Hangi çareye başvurdularsa, netice alamamış, bilâkis gittikçe inkişaf edip parlamış olan Hazret-i Bediüzzzaman'ın Kur'anî ve İmânî hizmetinde, zahirde bir müsalâha kılığına bürünerek, belki onu artık elde eder, kandırırız, plânıyla ona bazı iyilikler teklif etmek ve konuşarak müsalâha etmek taktiği ile; Üstad'ın yanına siyasî yüksek memurlar ve müfettişlerini göndermişlerdi. Hazret-i Bediüzzaman'ın azametli, vete'sirli nüfûz sahasını ve hizmetini takdir şeklinde şöyle bir sual tevcih etmişlerdi: (Üstad'ın kaleminden:)

"Büyük memurlardan işimizle alâkadar olanlar sordular, dediler ki:

Mustafa Kemal sana üçyüz lira maaş verip, Kürdistan'a ve vilâyat-i şarkiyeye Şeyh Sinûsî yerine seni vâiz-i umumî yapmak teklifini ne için kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilâl yüzünden kesilen yüzbin Kürdün canlarını kurtaracaktın?

Ben de onlara cevabımda dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi yüzbin adam hakkında kurtarmadığıma bedel, yüzbin vatandaşa, her birisine milyonlar senelik hayatlarını kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur o zâyiatın yerine binler derece fevkinde iş görmüş. Eğer ben o teklifi kabul etseydim, hiç bir şeye alet olmıyan ve tabi' olmıyan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. En mahrem kardeşlerime yazmışım ki; Ankara'ya giden Risale-i Nurun şiddetli tokatları için, beni idam eden zatlar, eğer Risale-i Nur ile imanlarını kurtarıp i'dam-ı ebediden necat bulsalar, ben ruh-u canımla onları helâl ediyorum.

Beraetimizden sonra, beni tarassud ile ta'ciz eden polis müdürüne ve iki mülkiye müfettişine ve başka büyûk arkadaşlarına karşı dedim: Risale-i Nurun kabil-i inkâr olamıyan bir karametidir ki; yirmi sene mazlumiyet hayatımda yüzer risale ve mektuplarımda ve binler şâkirtlerinde hiç bir cereyan ile ve hiç bir cem'iyet ile dâhili ve hârici hiç bir komite

1332


ile, hiç bir vesika ve hiç bir alâka, dokuz ay tetkikatta bulunmamasıdır. Hiç bir fikrin ve tedbirin haddimidir ki; o harika vaziyeti versin. Bir tek adamın bir kaç senedeki mahrem esrarı meydana çıksa, elbette onu mes'ul edip mahcub edecek yirmi madde bulunacak.

Madem hakikat budur, ya diyeceksiniz ki; pek harika ve mağlub olmaz bir deha bu işi çeviriyor.. Veya diyeceksiniz ki: inayetkârane bir hıfz-ı ilâhidir. Elbette böyle bir deha ile mübareze hatadır, millete, vatana büyük bir zarardır... ve böyle bir hıfz-ı ilâhiye ve inayet-i Rabbaniyeye karşı gelmek firavunane bir temerrüddür.

Eğer deseniz, sizi serbest bıraksak ve tarassud ve nezaret etmesek; derslerinle ve gizli esrarınla hayat-ı içtimaiyemizi bulandırabilirsin?

Ben de derim: Benim derslerim bilaistisna bütünü hükûmetin ve adliyenin eline geçmiş, bir gün cezayı mucib bir madde bulunmamış. Kırk elli bin nüsha Risale ve dersler dahi milletin ellerinde dikkatle ve merakla gezdiği halde, menfaatten başka hiç bir zararı hiç bir kimseye olmadığına, hem eski mahkemenin, hem yeni mahkemenin mucib-i mesuliyet bir madde bulamamaları cihetiyle; yenisi ittifakla beraetimize, eskisi bir büyük adamın hatırı için yüzotuz Risaleden beş on kelimeyi bahane edip, yalnız kanaât-ı vicdaniye ile yüzyirmi mevkuf kardeşlerimden yalnız onbeş adama altışar ay ceza vermesi kat'î bir hüccettir.. Hem daha yeni bir dersim kalmadı ki nezaretle ta'diline çalışsanız... Ben şimdi hürriyetime çok muhtacım. Yirmi senedenberi lüzumsuz ve haksız ve faydasız tarassudlar artık yeter. Benim sabrım tükendi. İhtiyarlık zaafiyetinden şimdiye kadar yapmadığım bedduayı yapmak ihtimalim var.. "Mazlumun ahı arşa kadar gider" kuvvetli bir hakikattır.

Sonra, o zalim ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlar dediler: "Sen yirmi senedir bir tek defa tâkiyemizi başına giymedin ve eski ve yeni mahkemelerin huzurunda başını açmadın, eski kıyafetinle bulundun. Halbuki, onyedi milyon bu kıyafete girdi?..

Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki rızasıyla ve kalben kabulü ile ancak yedi bin Avrupaperest sarhoşların kıyafetlerine, ruhsat-ı şer'iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense; âzimet ve takvay-ı şer'iye haysiyetiyle yediyüz milyar zatların kıyafetlerine giren, benim gibi otuz senedenberi hayat-ı içtimaiyeyi terk eden adama: "İnad ediyor, bize muhaliftir" denilmez.

Haydi inad dahi olsa, madem Mustafa Kemal o inadı kıramadı.. ve iki mahkeme kırmadı.. ve üç vilâyetin hükûmetleri onu bozmadı... siz neci oluyorsunuz ki, beyhude hem milletin hem hükûmetin zararına o inadı kırmaya çalışıyorsunuz?..

Haydi siyasî muhalif de olsa, madem tasdikinizle yirmi senedir dünya ile alâkasını kesen ve manen yirmi seneden beri ölmüş bir adam, ye

1333

niden dirilip faydasız, kendisine çok zararlı olarak hayat-ı siyasiyeye girerek, sizin ile uğraşmaz. Bu halde onun muhalefetinden tevehhüm etmek divaneliktir. Divanelerle ciddî konuşmak dahi bir divanelik olmasından, sizin gibilerle konuşmayı terk ediyorum. Ne yaparsanız yapınız, minnet çekmem... dediğim, onları hem kızdırdı, hem susturdu.



Son sözüm: SAİD-İ NURSİ(137)

DENİZLİ'DE KALDIĞI GÜNLER VE BAZI HATIRALAR

Böylece ehl-i dünya Üstad Bediüzzaman'ı güya hizmetinden vazgeçirip elde etmeye matuf çabalarının boşa gitmesi ve sinsice sordukları suallerine elmas kılınç gibi cevablar gelmesiyle beraber, tamamen o sahte yaklaşımdan ümidini kesmiyen zamanın hükûmet adamları, bu defa ikinci bir yaklaşım ve müsalâha taktiğini göstermişlerdir ki; Üstad Hazretlerini Emirdağ'ına gönderirlerken, o zamana göre büyük bir meblağ olan dörtyüz banknotu harcırah için tahsis etmişlerdi.

Bu mevzuda Denizli eşrafından tüccar Hafız Mustafa Kocakaya'nın, bilâhere Hazret-i Üstad Emirdağı'na gönderildiğinde Taşköprülü Sadık Bey'e yazdığı bir mektubunda şöyle kaydeder:

“30.7.1944

"Sevgili ve muhterem Sadık Bey kardeşimize,

25.7.1944 tarihli iltifatkâr mektubunuzu aldım. Üstadımız efendimiz Hazretlerine aid olan kısmını takdim ettim. Pirinci de aldım. Merak etmeyiniz, efendimizin sıhhati ve âfıyeti yerindedir. Yapılması lâzım gelen hürmeti halk yaptı. Çok memnun ve mesrûr olarak, bugün Afyon vilâyetine ikamete memur olarak gönderildi. Kendisi de memnundur. Hükûmet büyük iltifat gösterdi, dörtyüz lira harcırah gönderdi. Bir komiserin refakatinde hareket etti. İki defa hapishaneye, bir defa da kabristanda Hafız Ali Efendi merhumun kabrini ziyarete gitti. Başka tarafa gitmedi. Pirinç torbasını eşyalarının içine koyduk gönderdik.

Alelusul evrakınızı müdde-i umumilik temyize gönderdi. İnşaallah tasdik edilir. Bu yüzde yüz tasdiki muhakkak biliniz.(*) Merak etmeyiniz. Neticesi bildirilecektir...

Kardeşiniz

HAFIZ MUSTAFA (138)"

(137)Osmanlıca Şualar S: 319

(*) Ankara Temyiz mahkemesine giden dosya ve mahkemenin berat kararının tasdiki için, ciddi şekilde alakadar olup meşğul olanlardan biriside, eski Alay Müftülerinden Ankaralı Osman Nûrî Efendidir. (Bkz.Son Şahitler-4.sh.270)

(138)Son Şahitler-2 S: 143

1334


1335

Hafız Mustafa'nın mektubu hükûmetin müsalâha tavrı içindeki yaklaşımını bildirdiği gibi, Üstad'ın Denizli'den ayrılma tarihini de bildirmektedir. Buna göre Üstad'ın Denizli Şehrinde ikamet müddeti tam tamına kırkbeş gündür.

Daha sonraları, Üstad Emirdağına gitiği ilk günlerinde, üçüncü kez bir yaklaşım gösternıişlerdi. Bunu Emirdağ hayatında ayrıca ele alacağız.

BİR KAÇ HATIRA

Şimdi Hazret-i Üstad'ın Denizli-Şehir Palas otelinde geçirdiği bu kısacık hayatına aid bir iki hatırayı da kaydettikten sonra; Emirdağ kasabasına gidişini ve orada Afyon hapsine kadar geçirmiş olduğu üç buçuk senelik çok sıkıntılı hayat şeridini temaşa etmek üzere, tarih teleskopu denilen belge, vesika ve hatıraları inceleyeceğiz.

HATIRALAR

Birinci Hatıra: Hazret-i Üstad Denizli'den ayrılmadan bir gün önce yazıp, Sıddık, vefakâr, âlîcenap talebesi olan Sadık Beye gönderdigi mektubudur:


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin