"Aziz Sıddık Hakikatlı kardeşim Sadık!
Yarın Afyon'a beni gönderiyorlar. Merak etmeyiniz. İnayet-i İlâhiyyenin himayeti devamdadır. Senin ettiğin hizmet, tam makbul olmasına ve her gün bir ay kadar kıymetli olduğuna bende şüphe kalmadı. Sen yüzümüzü ak ve kalbimizi mesrur eyleyen, halisane hizmetinle; Gavs'ın (K.S.)
fıkrasında seni de Said'e Sadık bir kardeş olduğuna kerametkârane işaret ediyor diye kanaâtım geldi.
Başta muhterem hemşirem valideniz olarak, kardeşim olan kardeşinize ve hanenizdekilerine çok selâm ve dua ederek, bu mübarek aylarda dualarını istiyorum. Benim yanımda kıymettar ve isimlerini söylemek münasib görmediğim zatlara çok selâm ederim.
S.A.N. (139)"
(139)Son Şahitler-2 S: 145
1336
Üstad'ın bu mektubu, 29.7.1944'de yazılmış olup, Hafız Mustafa'nın
mektubuyle beraber Sadık Bey'e gönderildiği anlaşılmaktadır.
İkinci Hatıra: Yine Üstad'ın kaleminden... Üstad Emirdağı'na geldikten bir müddet sonra kaleme almış olduğu "Meyvenin Onuncu Meselesi'nin Haşiyeleri" diye yazılan ikinci haşiyenin başında şöyle der:
"Denizli Hapsinden tahliyemizen sonra, meşhur şehir otelinin yüksek katında oturmuştum. Karşımda güzel bahçelerdeki kesretli kavak ağaçları birer halka-i zikir tarzında gayet lâtif, tatlı bir surette hem kendileri hem dalları, hem yaprakları havanın dokunmasıyla cezbedarane ve cazibekârane haraketle rakslarını; kardeşlerimin müfarakatından ve yalnız kaldığımdan, hüzünlü ve gamlı kalbime ilişti. Birden güz ve kış mevsimi hatıra geldi ve bana bir gaflet bastı. Ben o kemal-i neşe ile cilvelenen o nazenin kavaklara ve zihayatlara o kadar acıdım ki, gözlerim yaş ile doldu. Kâinatın süslü perdesi altındaki ademleri, firakları ihtar ve ihsas ile; kâinat dolusu firakların, zevallerin hüzünleri başıma toplandı...
Birden hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.)'nin getirdiği Nur imdada yetişti. O hadsiz hüzünleri ve gamları, sürurlara çevirdi. Hatta o nurun herkese ve her ehl-i iman gibi, benim hakkımda milyon feyzinden yalnız o vakitte, o vaziyete temas eden imdad ve tesellisi için zat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) karşı ebediyyen minettar oldum...(140)"
ur Bediüzzaman'ın odasına girdiler. Yarım saat kadar içerde kaldılar. Sonra çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra, ben yine yanına girdim." Bazı sorularını cevaplandırdığını (141)" söyledi bana...
Ertesi günü yine yatsıyı arkasında kıldım ve yattım. Sabah namazına o beni çağırdı. Bu namazlarda bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.
- Herkes kerametinden bahsediyordu
Gerek otelci, gerekse civarda vazifeli kimseler Üstadın hep kerametlerini anlatıyorlardı. Bediüzzaman'ın menkıbeleri halkın arasına çok yayılmıştı.
Kadınhan'dan bazıları Üstad'ı ziyaret için, Denizli'ye gelmişlerdi. Bunlardan Haydar Özarslan ismindeki adam sar'alı idi. Otuz senedir hasta idi. Hergün sokakta düşer, bayılır ve çırpınırdı. Bu adam gelip halini Bediüzzaman'a anlatmak, dua ve nüsha yaptırmak istemiş.
Bediüzzaman ona: ' `Biz nüsha ve saire yapmayız. Yalnız ben sana dua edeceğim, sen de âmin diyeceksin. Belki Allah şifa verir" Sonra, Bediüzzaman ellerini kaldırmış şöyle duaya başlamış: "Ya Rab! Bu kulun zaif, dayanamıyor. Bunun hastalığını bana ver. Bu adama da şifa ver!.."
Bizim memleketli olan bu adam (Üstad'ın duasından sonra) yirmialtı sene sar'a hastahğı görmedi, iyileşip şifa buldu. Fakat (yirmi altı seneden sonra) son günlerinde yine bazen sar'ası tutuyordu... (142)"
Dördüncü hatıra: Doç Dr.Nureddin Topçu'dan... Bu zat 1944'de Hazret-i Üstad Denizli Şehir otelinde iken, birkaç kez görüşmüş... daha sonraları 1952'de Üstad Gençlik Rehberi mahkemesi dolayısıyla İstanbul'da Akşehir Palas otelinde iken de görüşmeleri olmuştur.1944 yılındaki Üstad Bediüzzaman'la görüşmelerini şöyle anlatır:
(140) Şualar-Envar Neşriyat S: 203
(I41)Herhalde Üstad'ın yanına gelen memurlar, yukarda izahı geçen ve cevabları kaydedilen kimselerdir .A.B.
(142)Son Şahitler-1 S: 236
"...1944'de İstanbul'dan Denizli'ye (Muallim olarak) tayin edildim. İmtihan ayı olan Haziranda Denizli'ye gittim, Şehir oteline indim. Halen Ödemiş'de Savcı olan Müslihuddin Sönmez ve ablası Seher Sönmez vasıtasıyla Bediüzzaman Said-i Nursi'yi tanıdım. Otelin üst katında kalıyordu. Bütün şehirde onun ismi dolaşıyor, herkes ondan bahsediyordu. O günlerde Denizli'de devam eden muhakemesi neticelenmiş ve beraet etmişti. Beraetten sonra Şehir otelinin üst katında bir odaya yerleşmiş orada kalıyordu. Sıkı bir kontrol altındaydı. Yanına gidip gelen ziyaretçiler de aynı şekilde ta'kib ediliyor ve tesbit ediliyordu. Ziyaretçiler yanında çok az kalabiliyor, hemen çıkıyorlardı. Akşam yemeklerinde herkes çekilip gidiyor, otelde kimse kalmıyordu. Hatta kâtibi de yemeğe çıkıyordu. Ben de o sıralarda yanına çıkıyordum. Yarım saat kadar kalıp, ziyaret edip görüşüyordum. Din, iman, ahlâk, gençlik ve cemiyet mes`eleleriyle alâkalı konuşuyordu.
Denizli Ağır Ceza Mahkemesi eserlerini bilirkişiye havale etmiş, liseden iki kişiyi bilirkişi tayin etmişler(143) zannediyorum. Bunlardan biri edebiyat, diğeri de tarih hocasıydı. Bunlar çok dinsiz adamlardı. Hele biri büsbütün yılandı. Sonradan feci' şekilde ölüp gitti. Ben Bediüzzaman'ı ziyaret ettiğimde kendisi bana:
"Onları bana gönder de, ben onları dine davet edeyim" dedi. Ben de: "Efendim onlar çok fenadırlar, vazgeçin." dedim.
Bunun üzerine: "Peki öyle ise, ehvenini getir, az fena olanı çağır. Ben onları dine davet edeceğim. Ben onları affettim." diyordu. Bediüzzaman'daki büyüklüğe bak! Biz olsak, "başını ezmeli" deriz. "Ben onları affettim" diyor. İşte büyüklük budur. Ruhî bir ışıktır bu...
Hakikaten onlardan birisi diğerine kıyasla biraz daha mu'tedil idi. Fakat Tahir ismindeki çok fena bir adamdı. Mehmet Akif'in: "Acırım tükrüğe billah, tükürsem yüzüne" dediği gibi birisiydi. Rahatsız ederler, kim bilir ne söylerler, canını sıkarlar diye ben onları çağırmadım.
Bediüzzaman çok büyük bir insandı. "Ben onları affettim" diyordu. İnsanın idamına sebep olacak şekilde aleyhinde olanları af edebilmesi, büyük bir fazilettir.
-Ben muallimlere dargınım
Hareket adamıydı. Girişkendi. Herkesle konuşurdu. Davasını anlatırdı. Pısırıklığa ve miskinliğe taraftar değildi.
Otelin kaldığı odadaki penceresi genişti. Bir gün ziyaretine gittiğimde, oraya oturmuştu. Dışarıya bakarak: "Denizli'de bir zamanlar altmış iki medresenin bulunduğunu, bunların hepsinin kapatıldığını üzülerek anlattı. "Bu sebepten ben muallimlere dargınım" dedi.
Akşam yemeğini getirdiler. Mükellef bir sofra idi. Getiren garsona yemeği iade etti. "Bunu fukaralara götür" dedi. Yanında zeytini vardı. Yemeği kabul etmedi. Ekmeğini zeytin taneleriyle yedi. "Bir ekmeği onbeş günde bitirebiliyorum." dedi. Semaveri vardı, çay kaynatıp çay içiyordu. Bize de ikram etti.
(143) Bu bilirkişiyi tayin eden (ilk bilirkişi) Ağır Ceza mahkemesi değil, savcısı tayin etmişti, bilahere Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı ve kitapları Ankara'da yüksek ilmî bir heyete tedkik ettirmek üzere göndermişti. A.B.
Hapishaneden yeni çıkmışti. Orada eşya olarak hiç bir şey yoktu. Eserleri yazma ve formalar halindeydi. Binlerce yazma kitap ellerde dolaşıyordu. Her tarafta yazılıyordu. Köylerde, kazalarda hep Nur Risaleleri çoğaltılıyordu.O devir gönül alıcı bir devirdi. Güneşin doğuşu gibi bir zamandı...
Talebelerinden Hasan Feyzi ile tanışıp, görüştük. Âşıkdı o, muallimdi. Ona da Muslihiddin Bey götürdü beni. Sevimli bir insandı. Temiz ruhlu bir insan,sevgi ile yaşayan bir adamdı. Bediüzzaman'a âşıktı. Sonra da vefat etti. Bediüzzaman'ın aşk ve muhabbetinden vefat etti. Ondan ayrılığa dayanamadı. bilmiyorum insan böyle vefat eder mi?
- Git temizlen de gel
Bediüzzaman Denizli'de iken, yanına gelen polis müdürüne hiddet etmiş:"Git temizlen de gel!" demiş. Adam hakikaten temiz değilmiş.
- Dost Düşman ona hayrandı
Çok mert ve cesur bir hali verdı. Cesareti, kerameti pek çoktur, saymakla bitmez. Sonra zekâsının buluşları fevkâladedir. Musibetlere sabırla razı olmuştu. Kendini vermişti Allah'a... Zaten o eserler hep o hallerin mahsûlüdür. Bütün Denizli'de onun zevki ve şevki vardı. Dost
düşman ona hayrandı. Denizli'nin gecesi gündüz olmuştu. Fethetmişti o Denizli'yi... Onun ruh ve aşk tarafına ulaşılmaz. Onun Allah'a yakınlığı bambaşkadır. 0 yakınlık bir lütf-u İlâhidir.
- Dünya gözüne görünmezdi
Sabrı, inzivası, şükrü bambaşkaydı. Para nedir bilmez, dünya gözüne görünmezdi. Böyle zatlara pratik bir maksad gözeterek gitmek, onları rahatsız eder. Ruh ve gönül sultanlarına dünyevî basit çıkarlar için müracaat etmek cinayettir, müthiş cinayettir. Müthiş bir haksızlık ve anlayışsızlıktır.
Bana dua etti, İnşaallah duası kabul olur. Kelimeler tam hatırımda değil. Ruhî feyzim için dua etti. Zaten umumiyetle hep böyle manevî şeyler için dua ederdi.
1952'de İstanbul'da Akşehir Palas otelinde de ziyaret ettim... Bugünki büyük postahanenin üstündeki ağır ceza mahkemesindeki son muhakemesine gittim. İkindi namazının vakti girmişti. Kalktı: "Siz kararınızı verin. Ben namaza gidiyorum” dedi ve yürüdü. Hiç umurunda değil, belki mahkûmiyet kararı verecekler, İdam bile verecek olsalar, hiç aldırdığı yok...(144)
BEŞİNCİ HATIRA:Gönenli Mehmed Efendi'den: (Ehl-i kalb, Hafız, Mücahid, Vaiz, âlim, yetimlerin kimsesizlerin, fakirlerin babası Gönenli Hafız Mehmed Efendi... İstanbul'un birçok camiilerinde mü'minlere va'z ü nasihat ile meşgul... Sultan Ahmed Camii'nin baş imamı,Velî Mehmed Efendi, Allah rahmet eylesin.)
"1944 Denizli hapsi ve sonrası için hatıralarını şöyle anlatır:"1943 Denizli hapsinin arefesinde bir rüya gördüm:
Polislerin gelmesi bu rüyanın akabinde oldu. Üstad'ın yanına gidince bana: "Hoş geldin Muhammed Efendi, Hoş geldin!... Sen burada lâzımdın... Korkma, korkma!" dedi. Korkum yok efendim dedim...
(144)Nurs Yolu S:123
Katillerin arasında yaşadık, Üstad'la görüştük, mahkemeye gidip geldik. Beraber kelepçelendik. Bazen Üstad'a Kur'an okudum. İşte böyle... Elhamdûlillah, tatlılandık, lezzetlendik...
Denizli hapsinden tahliye olduktan sonra, içimde Üstad'la beraber bir namaz kılmak arzusu belirdi. Bir müddet sonra, Üstad kalbî arzuma muvafık olarak:
"Beraber namaz kılalım" diye beni çağırttı. Otelin önünde de kalabalık bir cemaat, "İstanbullu hoca, va'az edecekmiş" diye bekliyordu. Ben o sırada gerçekten mütereddit kalmıştım. Sonra Üstad'dan beni rahatlatan haber geldi: "Vazifesini yapsın, sonra gelsin, namaz kılarız."
Tahliyeden sonra, bir hafta kadar Denizli'de kalmıştım. Müftü "Sen hangi camii istersen, orada va'az ver.. Hutbe oku!" diyerek müsaade vermişti."(145)
ALTINCI HATIRA: İnebolu'lu Selâhaddin Çelebi den:
"... Denizli hapsinden tahliyeden sonra; Üstad delikli çınar namıyla anılan semtte bir otele yerleşti. Otelde Üstad'ın hizmetinde iki gün kaldım. Her gün beşyüzün üzerinde ziyaretçi
geliyordu. Rusya'da esir iken arkadaşı olan emekli bir subay da gelmişti. Yaşlı gözlerle Üstad'la kucaklaştılar. Esaret günlerini yâdettiler.
- Otuz senelik yemek kaşığı
Üstad'ın ağaçtan olan sapı kırılmış ince bir çivi ile perçin yapılmış bir tahta kaşığı vardı. Ben çarşıdan güzel bir kaşık aldım. Ağaç kaşığı da çöp sepetine attım. Akşam yemeğini götürdüğümde, ağaç kaşığını aradı. "Efendim eskimiş ve kırılmıştı. Çöp sepetine attım" deyince, "Benim otuz senelik arkadaşımdı. Onun kıymetine paha biçilir mi? Derhal bul ve getir" dedi.
Hemen çöp sepetine koştum. Bereket versin, bir yağlı kâğıda sarmıştım. Aynen duruyordu. Aldım ve suda kaynattıktan sonra hemen getirdim...(146)”
(145)Son Şahitler-3 S:112
(146) Son Şahitler-1 S:141
ONBİRİNCİ BÖLÜM
EMİRDAĞ HAYATI
(1 Ağustos 1944 - 23 Ocak 1948)
EMİRDAĞ HAYATI FASLI
Üstad'ın Emirdağ Hayatı'nın, Afyon hapsine kadar olan üç buçuk senelik kısmı; o güne kadarki hayatının en acı, en sıkıntılı ve en zulümlü hayatıdır.. Rusya'da esir iken bile, böylesi bir hayat tarzı görmemiştir denilebilir. Münafık zındıklar ve din düşmanı gizli komiteler; vargüçleriyle desiseler, dolaplar çeviriyor, en acı ihanetleri resmî adamların elleriyle uyguluyorlardı.
Merhum Hasan Feyzi Efendi; Üstad'ının 1945 başlarında Emirdağında müthiş bir zehirle zehirlenmesi üzerine yazdığı vasiyetnamesinden sonra, kaleme almış olduğu uzun, acıklı mersiyesinin bir bölümünde, Üstad'ın şu Emirdağ hayatını âdeta canlandırırcasına şunları yazmıştır: (1)
Hadis-i âlisine havale ederek, vasiyetnamenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız? Eğer böyle ise, Emirdağ'ını intihap ve ihtiyar ettiğiniz anlaşılıyor.
Ah o Emirdağı!.. Biz onun nasıl bir dağ olduğunu hâlâ anlıyamadık. Ondaki esrarı hâlâ çözemedik.O dağ, hakikaten Emirdağ'ı mı?Yoksa Esirdağı mı?.. O dağ bize bir dağ oldu.O dağın vurduğu dağ, yine bizi dağladı.Onun dağı bizi yaktı, kavurdu.O dağ bizim bir dağımıza binler dağ vurup hepimizi dağ-ı dar-i hüznü elem etti. Âh, o dağ, yüzbinlerle kardeşin yetim kalmasını kasd etti. Hepimizi diri diri ateşlere yaktı.
Hasılı: O dağ seni harap bizi kebap etti Üstad'ım. Ona Emirdağı değil, Emerdağı ve Eceldağı demeli. Seni aramızdan alıp kendine ve içine çeken o dağa, Emirdağı değil, Emendağı demeli...(2)"
Evet, Merhum Hasan Feyzi Efendi'nin bu tasviri gibi; Hazret-i Üstad'a sık sık zehirler veriliyor, şapka giymiyor diye zaman zaman karakollara savcılığa, mahkemelere çağrılıyor, rahatsız ediliyordu. Bütün bu emirler, talimatlar da Ankara'dan geliyordu. Bundan amaç da; Bediüzzaman'ın izzet-i İmaniyesi ve şahamet-i fıtriyyesi icabı, en cabbar kumandanlara baş eğmeyişi ile, "İhanetlere tahammül edemez, karşı kor, bir hadise çıkarır" diye zındık komitelerinin plânlarıyla hükûmetin bazı ileri gelenleri bunda rol oynuyorlardı. Bundan gaye: Bediûzzaman'ı hiddete getirip hadise çıkartmak... Ondan sonraki şey malûm...'
Evet, bu dediklerimizin ispatlı delil ve şahidleri ilerde zikredilecektir.
BEDİÜZZAMAN'IN DENİZLİ'DEN EMİRDAĞI'NA GETİRİLİŞİ
Denizli'den Emirdağı'na getirilmesi, gün olarak tam kat'î belli değilse de, fakat Denizli'den ayrılışı 30.7.1944 olduğu kesindir. Denizli tüccarı ünvanıyla meşhur Hafız Mustafa Kocakaya'nın, Denizli'den Taşköprülü Sadık Bey'e
(1) Muvatta' Cenazeler 27, Müsned Ahmed bin Hanbel C:1, S: 7
(2) Sirac-ün Nur-2 S: 457
yazdığı mektup(3) bunun delilidir. Buna göre, Üstad Hazretleri Denizli'de, hapisten çıktıktan sonra, orada kaldığı günlerin de kesin olarak kırkbeş gün olduğu anlaşılmış oluyor.
Denizli'den Afyon'a oradan da Emirdağı'na kadar devam eden yolculuğun o zamanın durumuna göre ne kadar sürdüğünü bilmiyoruz. Hem Afyon vilâyet merkezinde durdurulup, durdurulmadığı (*) da malûmumuz değildir. Amma Afyon şehrinde hiç durdurulmadan Emirdağı'na getirildiğini kabul edip ona göre hesaplasak; herhalde bu yolculuk iki günden fazla sürmüş değildi.
Az ilerde nakledeceğimiz merhum Doktor Tahir Barçın'ının hatıralarında kaydedilmiş ifadesine göre, "Üstad Emirdağı'na geldiğinde, "vakit ikindi ile akşam namazı arasıydı," şeklindedir. Buna göre Hazret-i Üstad, Denizli'den sabah çıkmış, ikinci gün 1.8.1944 günü Emirdağı'na varmış olduğunu göstermektedir. Bu hesaba göre Üstad'ın ilk Emirdağ hayatı 1 Ağustos 1944'den başlıyarak, Afyon hapis hadisesinde tutuklandığı tarih olan 23.1.1948'e kadar üç sene, beş ay, yirmi bir gündür diyebiliriz.
Üstad Hazretleri, kırkbeş günlük Denizli hayat faslında -üstte kaydettiğimiz veçhilehükûmetin siyasî memur ve müfettişleri; Üstad'ın Denizli hapsinden beraet edip çıkmasından sonra, bir plân mucibince maddî bazı iyiliklerle yaklaşım içine girmişlerdir. Herhalde bu plânlarının hedefi, maddî hapisler, tazyikler ve sürgünlerle ve nihayet zehirler ve ihanetlerle mağlub edemedikleri Bediüzzaman'ı, belki böyle bazı iyilik yaklaşımlarıyla müsalâhâ yolunu bulup, onu alt eder, imanî ve Kur'anî hizmetinden vazgeçiririz idi. Fakat heyhat!... Hazret-i Bediüzzaman bu plânı da hemen sezmiş, ona göre tavır almıştı. Plânlarının son üçüncü kez tecrûbesi ise, Emirdağı'na geldikten sonra, orada güzel bir ev inşa etmek şeklinde görülmüştü. Fakat Hazret-i Üstad onu da reddetti. Bu son redden sonra, Üstad hem mecburî iskâna tabi' tutulmuş, hem ona harcirah için gönderilen 400 lira parayı geri almışlar.. Sadece o paradan bir aylık masraf ismi altında iki buçuk lira iaşe bedelini vermek istemişlerdir.
EMİRDAĞI'NDA İLK GÜNLER
Büyük Tarihçe-i Hayat kitabında:" Hazret-i Üstad, Emirdağı'nda ilk onbeş yirmi günlerini mütevazi' bir otelde(4) geçirdikten sonra; hükûmetin isteği doğrultusunda, Emirdağı hükûmet binası karşısında ve çarşı içinde iki odalı küçük bir ev kiralanır. Kirasını da kendisi ödemek üzere bu eve yerleşir. Afyon hapsinden evvel ve sonraki sekiz seneye yakın hayatını da bu menzilde geçirir."
Üstad Bediüzzaman, Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde beraet etmiş olmasına rağmen, hükûmetin nazar-ı dikkatini celbetmemek için, Emirdağı'nda
(3) Son Şahitler-2 S:143
(*) Ancak N.Şahiner, Son Şahitler-4,Sh.41 de vasika göstermeden: “Denizliden - Afyona getirildiğinde, burada 20 gün kadar Afyon Ankara otelinde bekletildikten sonra, Ağustos ayı sonlarında Emirdağa getirilmiştir.” diye kaydetmiş.
Emirdağlı Mehmet Çalışkan Ağabeyin hatıratında da :“ Üstad Emirdağa Ağustos ayı sonlarında getirildi” demektir. (Bkz.Son Şahitler-4,Sh.52)
Eğer bu hesaba göre olsa, Hz.Üstadın ilk Emirdağ hayatı 3 sene 5 ay sürmüş demektir.
(4)Bu otel, Emirdağlı Mehmet Çalışkan merhumun ifadesinde “Gücenmeniz oteli”
diye geçmektedir.(Yani Hasan Gücenmez in oteli) (Bkz.Son Şahitler-4 Sh:51-66)
son derece bir uzlet hayatını yaşıyarak, kimseyle görüşmemek, konuşmamak ve dünya ahvaliyle hiç ilgilenmemek tarzında ihtiyat etmektedir. Denizli mahkemesinin kararı temyizde iken, evham ve yaygaralarla te'sir ettirmemek için elinden geldiği kadar herşeyden çekinmiştir. Lâkin buna rağmen bir müddet sonra Üstad'la uğraşmaya başladılar. Sudan bahaneler aramaya koyuldular. Özellikle Hazret-i Üstad bunların tekliflerini reddettikten sonra, artık gözlerinde Üstad'ı bir diken gibi görmeye başladılar.
Üstad ise, dediğimiz gibi, ihtiyatın her türlüsünü yapmaktaydı. Emirdağı halkı kısa bir zaman içinde Üstad'a karşı büyük ve samimi bir alâka ile, muhabbetle yaklaşmak ve hizmet etmek istedikleri halde; Üstad mümkün mertebe çekinmek ve konuşup görüşmemek istiyordu. Hatta 1944'ün Ramazan ayı ve Kurban bayramlarında kimseyle görüşmemiştir. Bu senenin kurban bayramı arefesi olan 26.11.1944'de Emirdağ'lılara hitaben yazdığı şu tebliğ mahiyetındeki pusulası bu meseleye delildir. Mektup aynen şöyledir:
"Bayramızını tebrik ederim... ehemmiyetli bir ma'zerete binaen görüşmiyeceğim. Fakat Ramazan Bayramı günü on dakika sureten görüşmeye mukabil, bir ay kadar manevi kazançlarıma, dualarıma - gelip benimle bayramlaşmak istiyenleri- şerik edeceğim.. va'd ediyorum. Gücenmeyiniz, kapımı bu bayramda dahi açamıyorum. Bura ahalisini ruh-u
canımla hem takdir ediyorum, hem severim. Eğer o ma'zeretim olmasaydı, sizleri başım üstünde kabul ederdim. 26.11.1944
SAİD-İ NURSİ'(4)"
Büyük Tarihçe kitabında.. Üstad Hazretleri Emirdağ'ına geldikten bir müddet sonra, çarşı camiine namaza gider, gelirdi. Hatta çoğu zaman -Kırlara çıkmadığı günlerde- ikindide camiye gider, yatsı namazını da kıldıktan sonra evine dönerdi. Fakat daha sonraları kaymakam resmen onu camiye gitmekten men'etti.
RESMİ İSKÂNA TABİ’ TUTULMASI
Üstad Emirdağı'na ilk geldiği günlerde, onun kaydı iskân memurluğunda resmen tescil edildiği gibi, bir müddet sonra Bakanlar Kurulu Kararıyla Üstad'ın nüfus kaydı da Kastamonu'dan alınıp Emirdağ nüfusuna getirildi (5)
Bütün bunlar Üstad'ın iradesi dışında yapılmaktaydı. Bu manasız iskân muamelesinin kanunî bir yönü olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat şimdi arzedeceğimiz Üstad'ın bu hususta iskân memurluğuna verdiği dilekçesiyle, muamelenin gayri kanunî olduğunu görüyoruz. Dilekçe aynen şöyledir:
"İskân memuru Bey Efendiye!
Benim tarafımdan kaymakam beyefendiye ve doktor beye selâm ile beraber, benden gücenmesinler ki; bu tahsisatı kabul etmedim. Çünkü eskiden beri bu gibi yardımları ne hükûmetten ve ne de hiç bir kimseden zaruret-i kat'iyye olmadan kabul etmemek bir düstur - u hayatımdır. Bu
(4)Denizli Dosyası-1 S: 16
(5)Tafsilat için bkz. Emirdağ-1 (5)Tafsilat için bkz. Emirdağ-1 S: 33
kaidemi bozamam. Fakat bu defa harcırah namıyla bir tahsisat ise, hükûmetin bu sırada bir iltifatı binlerce banknot kadar bana ehemmiyetli görüldüğü için, sükût ile adem-ikabul izhar etmedim. Her nasılsa Afyon’da veya Denizli’de, hükûmetin bu ehemmiyetli iltifatını değiştirerek; “Bir menfi iaşesine” çevrilmişti.
Evet, Denizli’de benim için tek ayda iaeş masrafı için cüz’î bir parayı verdirip, sebebsiz iltifatını geriye almaz kanaatındayım. Hem beni Kastamonu'da on seneden beri(6) iskan edip, hatta istemediğim halde, hükûmet benim için bir ev satın almış duruyor. Şimdi beraetimden sonra, bu sebebsiz tecrid ve iskânın manasını anlamadım.
SAİD-İ NURSİ (7) "
TALEBELERİNE GÖNDERDİĞİ İLK MEKTUP
Üstad Hazretleri (bu ilk mektubundan da anlaşıldığı üzere) Emirdağı'na geldikten beş altı ay sonra, ancak bu mektubu yazmıştır. Üstad'ın bu son derece titizlik içindeki dikkat ve ihtiyatı, herhalde temyizde bulunan davasının herhangi bir dış te'sir olmadan müsbet karara bağlanmasıdır.
Isparta'ya yazılan İlk mektup aynen şöyledir:
"Aziz sıddık kardeşlerim!
Beni burada çok sıkıyorlar ve tarassud ediyorlar.Tecrid-i mutlak içinde ve haps-i münferid hükmünde bir vaziyette olduğum halde, hadsiz şükür olsun ki; Sizden gelen sevinç ve sürur bütün sıkıntılarımı ve elemlerimi ve endişelerimi izale eder.
Bu günlerde zarurî hizmetimi gören adamlar dahi çekinmeye başladıkları münasebetiyle, mektubun arkasındaki bu fıkrayı, onları tatmin ve temin için ellerine verdim. Belki size de faydası var diye gönderdim.
Beni merak etmeyiniz. Ben daha tam Risale-i Nurun eczalarına bakamadım. Fakat bu kışta benim ve ihvanımın en güzel ve tatlı manevî erzaklarımız olacaklarını tebşir ederim...(8) "
EMİRDAĞ'LILARA HİTAB EDEN FIKRA
"Emirdağ'ındaki kardeşlerime!
Benim hakkımda evham edenlere deyiniz ki: Biz hizmet ettiğimiz bu adamın yirmi senelik hayatının bütün mahrem ve gayr-ı mahrem mektuplarını ve kitaplarını ve esrarını, hükûmet şiddetli taharriyatla elde etti. Dokuz ay hem Isparta hem Denizli, hem Ankara adliyeleri tetkikten
(6)Denizli hapis müddeti de dahil olmak üzere, Kastamonu'da geçirdiği günler ve Eskişehir hapis günleri, dilekçenin yazıldığı tarihe kadar ortalama on sene demektir:A.B.
(7) Denizli Dosyası-2, İkinci Kısım S:4
(8)El yazma Emirdağ-Benim- S: 1
sonra: bir tek gün cezayı, bir tek talebesine vermeyi mucib bir madde -beş sandık kitaplarında ve evraklarında- bulunmadı ki: hem Ankara ehI-u vukufu, hem Denizli mahkemesi ittifakla beraetine karar verdiler.
Hem, bu zarurî işlerini ihtiyarlığına hürmeten gördüğümüz adam, mahkemece dava etmiş ve bütün hazır arkadaşlarını şâhid gösterip tasdik ettirmişki; yirmi senedir hiç bir gazeteyi ve siyasî eserleri ne okumuş, ne sormuş, ne bahsetmiş... Ve on senedir, hükûmetin iki reisinden ve bir Valî ve bir meb'usundan başka hiç bir erkânı ve büyük memurlarını bilmiyor ve tanımıyor ve tanımaya merak etmemiş... Ve üç senedir harb-i umumiyi ne sormuş, ne bilmiş, ne merak etmiş, ne radyo dinlemiş... ve intişar eden yüz otuz te'lifatından, yirmi sene zarfında yüz bin adamın dikkatle okudukları halde, ne idareye, ne asayişe, ne vatana, ne millete hiç bir zararı hükûmet görmemiş. Beş vilâyetin dikkatli zabıtaları ve taharri memurları ve mahkeme işiyle iştiğal eden üç vilâyetin ve merkez-i hükûmetin dört adliyelerinin Ağır Ceza Mahkemeleri en ufak bir suç bulamamış ki, tahliyelerine mecbur oldular.
Eğer bu adamın dünya iştihası ve siyasete meyli olsaydı; hiç ihtimal var mı ki, bir tereşşuhatı ve emareleri bulunmasın! Halbuki mahkeme safahatında hiç bir emare bulamadılar ki, muannid bir müdde-i umumi mecbur olup vukuat yerinde imkânaatı isti'mal ederek, mükerreren iddianamesinde "yapabilir" demiş.. ve yapmış dememiş. Yapabilir nerede? yapmış nerede? Mahkemede Said ona demiş: "Herkes bir katli yapabilir, bu iddianız ile herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzım geliyor..."
Dostları ilə paylaş: |