47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə58/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   72

Ç- İnebolu'nun çıkartmış olduğu yeni yazı teksir Asa-yı Musa ve tab' edilen Gençlik Rehberi gibi Risalelerin ecnebî misyönerlere verilmesi ve Amerika'ya kadar gönderilmesi hizmetleri ve bu vesilelerle, Türkiye'den yirmi seneden beri dinî faaliyet ve hizmete dair hiç bir ses ve sada dışarıya aksedilmemişken; birden bire hem Âlem-i İslâm'da hem Avrupa ve Amerika'da, Türkiye de zuhûr eden böyle bir eserin duyulması ile, elbette Nur hizmetinin nuranî akislerinin aleme duyulma hadisesi idi ki, pek büyük bir hadise idi o zamanda...

TAFSİLAT

Üstad'ın buradaki hayat seyrininde genişçe ele alınabilmesi için, yeniden faslın başına dönerek,şu ilk Emirdağ hayatında cereyan etmiş hadiselerin tarih seyrine ve Üstad'a karşı uygulanan bedmuamelelerin şekil ve biçimine birer birer bakmak üzere taharriye girişmek istiyoruz.

Gerçi Hazret-i Üstad'ın bu hayat faslını (Yani Denizli hapsi bereatinden sonra ta Afyon hapis hadisesine kadar) hakkıyla tasvir etmek için on def'ada geri dönüp, başından girsek ve sonundan çıksak, yine de lâyıkıyla tasvirini yapmış olamayız. Üstad'ın bu fasl hayatının tam tasviri ve hakkıyla beyanı için, ancak bu üç buçuk sene zarfında birer hadise vesilesiyle kaleme alınmış ikiyüz elli adet lahika mektupları ve istid'a ve arzu halleri tarih sırasına koyarak, hepsini burada kaydetmekle belki mümkün olabilir. Buna ise, bahis fazla

uzayacağından imkân elvermemektedir. Ayrıca mezkûr mektup ve arzuhallerin hepsine tarih konulmadığı için kat'î bir sıralamada mümkin olmayacaktır.

Amma, kaydetmeye çalışacağımız hadise ve muamelelerin tamamı 1 Ağustos 1944'den, 23 Ocak 1948 tarihleri arasında cereyan etmiş olduğundan, hem az bazı vakıaların zaman ve tarihi de kesin bilindiği için, onlara dair Üstad'ın beyanlarını tatbik etmeye çalışmak mümkündür.

ÜÇ AYLAR


Evet, Hazret-i Bediüzzaman, Emirdağı'na geldiğ'i ilk günleri, 8 Ağustos 1944'de, o senenin Ramazan-ı şerifıne bir ay kadar kalmış, mübarek şa'ban ayı başı idi. Hz.Üstad üç ayları ve Ramazanını âsude geçirmesini, hem temyizdeki davasının müsbet şekilde neticelenmesini te'min için bütün gücüyle hükûmet ve idare adamlarının nazar-ı dikkatini çekmemek ve evham verecek işlerde bulunmamak üzere, o senenin hem Ramazan bayramında, hem de Kurban bayramında kapısını kapamış ve kimseyle görüşmemiş. Bu meseleye dair Üstad'ın beyanı üst tarafta kaydedilmiştir.

ÜSTAD'IN CÂMİ'DEN RESMEN MEN' EDİLMESİ

Büyük Tarihçe-i Hayat kitabında yazıldığı üzere; Üstad Hazretleri Emirdağı'na geldiği seneden itibaren, bir buçuk sene kadar ekser günlerinde ikindide Emirdağ çarşı camiine gider, ta yatsı namazını da orada kıldıktan sonra, evine döner gelirdi. Amma bilâhare 1946 senesi ilk kış aylarında bir gayretkeş kaymakamın emriyle Üstad cami'den menettirildi. Bahanesi de "Cami'de halkla görüşüyor" idi. Halbuki Üstad, bilâkis görüşmekten kaçmak ve görüşmemek için camiin içinden hiç çıkmadığı gibi, kimseyle de görüşmüyordu.

Üstad'ın camiden menediliş hadisesini kendisi şöyle anlatır:

"Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Bir kaç aydan beri aleyhimde çevrilen desiseleri meydana çıktı. Hifz-i İlahî ile o musibet yirmiden bire indi. Hâlî zamanda cami'ye gidiyordum. Haberim olmadan talebeler beni üşütmemek için mahfelde bir kulübecik yapmıştılar. Ben de dört beş gündür kendi kendime karar verdim: "Daha gitmeyeceğim". O malum zabit adam vasıta olup, o külübeceği kaldırdılar. Bana da resmen tebliğ ettiler ki: "Daha camiye gitmeyeceksin!" Fakat manasız habbeyi kubbe yapıp bir heyecan verdiler.

Hiç ehemmiyeti yok, hiç de merak etmeyiniz. Tahminimce her tarafta haddimden fazla teveccüh-ü ammeyi kırmak için bana böyle bazı bahanelerle ihanet ediyorlar. Eski zamanımı düşünüp, güya tahamül etmiyeceğim!... Halbuki Risale-i Nurun selâmet ve intişarına halel gelmemek şartıyla, her gün bin ihanet ve tazibler de gelse, Allah'a şükrederim. Ben ehemmiyet vermediğim gibi, buradaki talebelerde hiç sarsılmıyorlar. Çoktan beri beklediğimiz bu hadisede İnayet-i İlâhiye ile hafif geçti.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.

SAİD-İ NURSİ(30)

Doktor Tâhir Barçın da hadiseyi anlatıyor

Hadise hakkında, o sırada Emirdağ Hükûmet tâbibi olan merhum Doktor Tâhir Barçın şunları söyledi:

"... Kaymakam, Gaziantepli Abdülkadir Uraz idi. Mülkiyeden mezundu. Sosyalistdi. Emirdağı'na geldikten sonra, Hazret-i Üstad'ın aleyhinde bir takım tedbirlere girişmiş, bizim hiç haberimiz yoktu. Halbuki kendisiyle konuşuyorduk. Aramızda sadece bir yol vardı. İlk geldiği zaman parasızdı, perişandı. Biz bir kaç arkadaş maddi yardım ediyorduk. Meğer adam Üstad'la uğraşmaya başlamış.

Üstad bazen namaz için camiye gidiyordu. Nur talebeleri de, ihtiyar halinde üşümemesi için, camiin son cemaat mahfelinde bir küçük yer yapmışlar, oraya mangal koymuşlar... Bizim kaymakam bir gün gizlice camiye gitmiş, sanki Üstad orada gizli-kapalı birşey yapıyormuş gibi... arkasından bir de iftira çıkarttı. Geceleri yanına tepsilerle baklava geliyormuş, falan fişmekan...

Üstad'a hizmet edenleri çağırtmış: "Artık hiç biriniz yanına gitmeyeceksiniz" diye tehdit etmiş. Bekçileri Üstad'ın yanına göndermiş. "Ne isterse, siz görün!" diye emir vermiş.

-Savcının müdahelesi

Benim bu durumlardan hiç haberim yoktu. Bana Mehmed Çalışkan haber verdi. "Bu adam Üstad'ın yanına talebeleri sokmuyor. Yabancılara Üstad'ı zehirletecek." dedi.

Durumu müdde-i ûmumiye haber vermeyi kararlaştırdık. Savcı gerçi ayyaştı, fakat imanlı ve Üstad'a hürmeti vardı. Üstad'ın evinin karşısında oturuyordu. Geceleri on iki-bir de evine döndüğünde; Üstad'ın zikir ve münacât sadalarını duyar, ürperirmiş.

Gittik kendisine durumu anlattım. Çok taaccüb etti.. Ve "yahu bu zattan ne zarar gelecek? Sabahlara kadar ibadet edip dua ediyor. Bu zattan ne fenalık gelecek? Burada ikamete memur edilmiş... Amma kimseyle konuşmayacak gibi bir karar yoktur ki... Hürriyetini tahdit etmek olur mu? Olmaz öyle şey!..." dedi.

Sonra bekçileri çağırtmış, onlara çıkışmış: "Bundan sonra kapısına yaklaşırsanız, sizi hapsederim" diye tehdit etmiş. Bekçiler gitmişler, kaymakam Abdülkadir Uraz'a durumu aynen bildirmişler ve bu adam dediklerini yapar demişler.

(30)El yazma Emirdağ S:172

- Dahiliye vekilinin emriyle Üstad'ın imhası için

Kaymakam bu işleri yapmakta iken, âniden askerliği geldi. Kış ortası, karısı hamile, perişan bir durumda... Meğer askerlikten te'cil muamelesi unutulmuş. Dahiliye Vekâletin'den Milli Müdafaa'ya gönderilmemiş...

Kışı geçirmek için Afyon'dan rapor aldı. Apandist ameliyatına yatırdık. İki ay askerliği geciktirdik. Sonra Doğubeyazid'e asker olarak gitti. Onun yerine bir kaymakam vekili geldi. Kaymakam askere gitmek üzere ayrıldığında, onu Afyon'a kadar yolcu etmek için beraber giden bu arkadaşa:

"Said-i Nursi'nin imhası için, kendisinin Dahiliye Vekili tarafından gönderildiğini" söylemiş. Bu arkadaş da bunu sonra bana söyledi...(31)”

Merhum Doktor Tahir Barçın'ın anlattığı bu hadiseler 1945-1946 arasında cereyan etmiş olsa gerek... Dahiliye Vekili ise, o zaman maalesef hatalı bir zehabe kapılan Hilmi Uran'dır.

Merhum Doktor Tâhir Barçın'ın anlattığı bu hadiseler nev'inden olan işleri ve çevrilen bütün su-i kasd plânlarını Hz.Üstad çok iyi biliyordu. Hatta adı geçen kaymakamın tedbiriyle Emirdağı'nda Üstad'a verilen ikinci zehir hadisesi, Doktor Tâhir Barçın Bitlis'te bulunduğu sıralarda gerçekleşmiş. Daha sonraları ise, Üstad'ın cami'den men' ve kapısının anahtarı hizmetçilerinden alınma işi ve ikinci bir su-i kasd tedbiri çevrilmekte iken, Hazret-i Üstad, perde altında hazırlanan tehlikeyi ve düşmanların sinsi plânlarını pek yakından sezdiği sıralarda, fedakâr ve vefadar "çalışkan" ailesine hitab eden şu yazıyı kaleme almıştır.

ÇALIŞKANLAR AİLESİNE HİTAP

"Aziz Sıddık Kardeşlerim ve benim hakkımda bu gurbette samimi akrabalarım(*) Osman, Mehmed, Hasan Efendiler!

Sizin halisane bana ve Risale-i Nura karşı hiç unutulmıyacak hizmetinize bir mükâfat-ı acile olarak, Hasan Feyzi ve sair talebelerin çalışkan hanedanına karşı fevkalâde teveccühleri ve umum memlekette sizin şerefinizi neşretmeleri ve ehl-i hakikatı size dost yapmaları cihetiyle; benden ziyade Risale-i Nur ve şâkirtlerini himaye ve muhafaza etmek ve ehl-i siyasetin ve beni zehirliyen düşmanların desiselerinden kurtarmak için gayet derecede bir ihtiyat ve tam bir sadakat ve benim yerimde tam bir dikkat ile mükellefsiniz. Yoksa az bir hata, yalnız bana değil, belki umum ma'sum kardeşlere ve şimdi parlıyan şerefinize dokunacak.

Benim bu vaziyetim ve verilen sıkıntılar altı vechile kanunsuz olmasından, ilerde mes'uliyetten kurtarmak için insafsız ve kanunsuzca beni ta'zib edenler, kendilerine bir bahane, bir vesile arıyorlar. Pek çok dikkatli olmanız lâzımdır.

SAİD-İ NURSİ(32)"

(31)Son Şahitler-1, Sh: 130 de

(*)Bu haşiye matbu’ tarihçe Sh:1117 de elyazısı ile bulunmaktadır.

(32)Elyazma Emirdag aslı S: 210

(33)Emirdağ Dosyası S: 23

ÇALIŞKANLAR AİLESİNİN BİR MÜMESSİLİ OLAN “OSMAN ÇALIŞKAN”'A HZ. ÜSTADIN BİR HUSUSİ MEKTUBU DAHA

“Aziz Sıddık Kardeşim Hacı Osman!

Manevî bir ihtar ile size ve buradaki kardeşlerime bir hakikati beyan etmek lazım geldi. O hakikat şudur:

Risale-i Nuru hizmetinde ve şakirdlerinin selametinde tam sadakat ve ihlas bir esaslı şart olduğu gibi; belki şimdilik daha ziyade elzem... Ve mühim ikinci esaslı şart: tam ihtiyat

etemek ve münafıkların zahirce dostane hulûllerine meydan vermemek ve tam dikkat etmektir.

En evvel sana söylüyorum. Çünki, sen sadakatta ve nurlara hizmette “Haslar” dan olduğun gibi, bana akraba olan çalışkan hanedanının ehemmiyetli bir rüknüsün.. benim hakiki bir kardeşim hükmündesin. Sen, ticaret mesleği itibariyle herkese dostane muamele ettiğinden, Nurlar aleyhindeki bir kısım bedbahtlar, senin merdliğinden ve doğruluğundan ve temiz kalbten ve safvetinden istifade edip, nurların intişarına zarar verdiklerini hem maddî hem manevî haber eldım. Şahsıma gelen sıkıntıya hiç ehemmiyet vermem. Şahsî bin zararım olsa, Nurun intişarına dokunmazsa beş para kıymeti yok... Fakat dessas ve zındık bir komite, zahiri -benim şahsıma- bir bahane ile sıkıntı verir, ta nurlara perde çekilsin. Şakirdlerin şevki kırılsın.

SAİD-İ NURSİ”

Bir haşiyecik:

Buraya Eşref (in) gelmesi ve kitaplar (ın) Konyaya gönderilmesini o münafıklar hissetmişler. Gerçi kanun bize hiçbir cihetle ilişemez. Fakat münafıklar bahane arıyorlar.

(Merhum Osman Çalışkanın Eskişehirdeki oğlu Fevzi Çalışkanın kolleksiyonundan)

ÇALIŞKANLAR AİLESİNİN SAMİMİ MUKABELESİ .

"Manevi babamız, ilimde hocamız, iman yolunda üstadımız çok mübarek ve sevgili efendimiz hazretleri!

Emirdağı'na teşrif buyurup, biz hakir ve âciz aileyi gaflet uykusundan uyandıran ve su-i ahlâktan ayırıp koruyan, dalâlet yolundan çevirip hakikat yoluna koyan, çok temiz ve tahir manevî âl-i Resulden olduğ'unuza kat'iyyen şüphe olmayan zat-ı âlinize bizler gibi insanlıkla alâkası olmıyan, içi dışı günahlarla dolu olan bizleri kendine akraba eden, yazan, kaydeden mübarek mümtaz vücud-u şerifnize nasıl hizmet edeceğiz? Bu şükrü nasıl ifa edeceğiz? Bize hakikatı haber veren, dürüst imanı içimize dolduran, ebediyet yolunu gösteren zat-ı âlinize nasıl hizmet edelim bilmiyoruz... Zaif aklımıza, aciz fikrimize göre Nurun kerametleri, Nurun bereketleri pek açık ve âşikârdır. İsabet olan yangın dolayısıyla, bütün dünyadan ve vefakâr hâs-ul hâs kardeşlerimizden gelen taziyete, tebrike, takdire, çalışkanlığa hiç de lâyık olmıyan bizler ve aciz, zaif, miskin bizler nasıl cevab verelim? O müthiş Nur deryalarına nasıl kalem kaldıralım? Hemen ancak dileğimiz, kalbimize gelen şudur:

"Ya Rabbi İsm-i A'zam ve Nur-u Kur'an ve Habib-i Ekrem ve müceddid-i ekber olan Risale-i Nur yüzü hürmetine, dünyada nurcular milyonlara çıksın ..ve bütün dünya nurcular ve nurlar ile dolsun. Kalemleri mahşere kadar yazsın. Dilleri berzaha kadar okusun. Nurculara su-i kasd eden münafıkları ve zendeka şüphecilerini Cenab-ı Rabb-ül Mennan Hazretleri kahretsin!... Nurcuları ta'zib için tecessüs etmek istiyenlerin gözlerini kör etsin!.. İlişmek istiyenlerin el ve ayakları kırılsın! Ve yahut Cenab-ı Hakk kalblerini nur şu’aı ile doldurup nefislerini islâh etsin amin...

ÇALIŞKANLAR NAMINA

OSMAN(33)"

EMİRDAĞI'NDA ÜSTAD'A ÜÇ DEFA ZEHİR VERİLMESİ

Birinci ve ilk zehir hadisesi,1945 yılının başlarında ve kış içinde vaki' olmuştur. Bu ilk zehirlenme hadisesi için Hazret-i Üstad "Dokuzuncu Zehirlenme" diye kaydeder. Bundan önceki su-i kastlı zehirlerin birincisi:1922-1923 yıllarında Ankara'da Meclis'te şırınga ile...

İkincisi:1935'de Eskişehir hapsinde.

3.4. ve beşincileri de: 1936-1943 araları Kastamonu'da...

6.7. ve sekizincisi ise:1943-1944 Denizli hapishanesinde vuku' bulduğu anlaşılmaktadır.

Emirdağı'ndaki bu üç defa zehirlenmelerin her defasında Hazret-i Üstad hal ve durumunu talebelerine mektuplarla bildirmiştir.

Birinci ve ilk zehir hadisesi: Kaymakam Abdülkadir Uraz'ın henüz Emirdağı'na gelmediği sıralarda, hem de Ramazan ayı içinde olmuştur.

Hazret-i Üstad bu birinci zehirlenme hadisesi hakkında şu mektubu yazmıştır:

"Aziz Sıddık kardeşlerim! Evvela sizin birer birer Ramazanınızı ve leyle-i kadrinizi ve bayramızını tebrik ediyorum.

Saniyen: Gerçi çok sıkıcı ve kederli bir memlekete gönderildim. Fakat size ve mübarek Isparta'ya bir derece yakın bulunduğamdan çok memnunum, şükrederim.

Salisen: Size meyvenin Onuncu meselesini gönderdim. Bir iki gün zehirli ve şiddetli bir hastalık içinde yazıldığından muğlak ve gayet muhtasar düşmüş; pek anlaşılmaz. Fakat ehemmiyetlidir. Hem bu mektubun arkasındaki fıkralar büyük makamlarda medar-ı nazar olmasından size gösterildi.

(33) Emirdağ Dosyası S:23

Kardeşlerim, bu Ramazan-ı şerifte(34) şiddetli hastalığımdan vesile-i necatım sizin dualarınız olduğuna kanaât ettim.Çünki birden bire bir şifa ile leyle-i kadre çalışabildim...

SAİD-İ NURSİ(35)"

VASİYETNAME VE MERSİYELER

Birinci zehir hadisesinden sonra, Hazret-i Üstad tam şifa bulmakla birlikte, zaafiyyet, ihtiyarlık ve sıkıntılardan ölümü çok yakın hissederek, birinci vasiyetnamesini yazdı. Üstad'ın bu vasiyetnamesi üzerine Nur talebeleri çok telâş ettiler, ağladılar ve bir çok zatlar da mersiyeler, şiir ve kasideler yazdılar.

Ezcümle: başta Hasan Feyzi Efendi, Halil İbrahim, Zekaî vesariler... Lahikaya girip neşredilen birçok mersiyeden nümune olarak sadece adları yazılan üç zatın yazı ve şiirlerinden birer parça alıyoruz:

1- Hasan Feyzi merhumun mersiyesinden:

"Anam, babam ve tatlı canım sana feda olsun üstadım! bir kaç gündür acılarımıza zehirler katan ve ciğerlerimize şişler ve hançerler saplıyan ve gözyaşlarımızı kızıl ırmaklara çeviren, acı ve kara haberler almaktayız. Işığında derdimize devalar aradığımız o mübarek ay, âkibet husufa mı uğruyor...

Nuruyla bu güzel vatanı aydınlatan ve parlatan Üstad'ımız bir daha dönmemek ve bizlere görünmemek üzere akibet göç mü ediyor... Vâhalilah!..

Neşir ve tamim buyurduğunuz vasiyetname, bizler için böyle bir kara haberi bildiren bir ye'is ve matem işareti midir? Yoksa yıllardan beri ruy-i zeminde ağlayıp inliyen kimsesiz Müslümanların büsbütün kurtuluşu beşareti midir?. Bize bir haber sal, sal ki; Eğer böyle bir beşaret ise, senelerden beri hep ağlıyan gözyaşlarımızı tutup, biraz da gülmesini bilelim ve öğrenelim... acaba bu, bize tahminlerimizi te'yid ve takviye edecek bir nevruzi mi, yoksa maazallah gözyaşlarını çağlatıp umman edecek bir nevmidi mi verecek?... O bir vasiyetname mi, yoksa bir tebrikname mi?... "

Merhum Hasan Feyzi Efendi'nin bu acıklı,ağlayıcı ve ağlattırıcı mersiyesi tam dokuz büyük sahifedir, Osmanlıca Sirac-un Nur eserinin ahirinde mevcuddur.

Hasan Feyzi Efendi mersiyesinin sonunda da, daha önceleri Üstad Hazretleri Denizli'den ayrılmasıyla acı bir firak hasreti içinde yazmış olduğu şiiri yer almaktadır. Bu şiiri aynen alıyoruz.

"Hazretinizden buradan ayrılırken söylemiştim:

Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak

Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.

Yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,

Çünki hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

(34) Emirdağ hayatının başında Üstad'ın başka bir mektubu için "Emirdağ'ı ilk mektubu" diye kaydetmiş isek de, fakat buradaki mektubun muhtevası, bunun ilk mektub olduğu anlaşılıyor. Çünkü, onuncu meseleden ve Ramazandan bahsediyor. O ise 1944' Ramazanı Eylül ayında olduğuna göre, bu mektub Emirdağ'ının ilk mektubudur denilebilir.A.B.

(35) EI yazma Emirdağ aslı S: 6

Yine göç var diye mecnuna haber verme sakın,

yine matem, yine zarî, yine efgan olacak.

Açılan ol gül-ü tevhid sararıp solsa gerek,

Kapanıp ka'be-i irfan yine viran olacak.

Haber aldım ki yarın yâd olacakmış bize yar,

Ne büyük yara ki kimler buna derman olacak,

Bu büyük derd'ü elemden kime şekva edeyim,

İşiten nalemi hep ben gibi nâlan olacak.

O temiz pâk nefesin ab-ı hayatı bu çölün,

Onu dûr etme ki her ferd ona reyyan olacak.

Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer,

Küçücük zerre de olsa meh-i taban olacak.

O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim,

Bu küçük kalb-i hazinim yine handan olacak.

Bab-ı feyzinden irak olmayı asla çekemem,

Dahi nezrim bu ki canım sana kurban(36)olacak.

Nazarın erse garib başıma ey nur-u Hüda,

Bugün artık bu hakir bende de umman olacak

Bu ânasır yüzüne her ne kadar çekse hicap,

Yine haksın buna şahid yine Kur'an olacak.

Kabe kavseynden alıp dersimi bildim ki âyan

o güzel nur-u bedi' manevi sultan olacak.

Sakınıp Feyzi'y-i biçareye bahs açma bugün,

Yeni baştan yine şeyda, yine giryan olacak.

Biçare talebeniz HASAN FEYZİ(37)"

2- Muğla'lı merhum Halil İbrahim Efendi'nin mersiyesinden:

"Mübarek muhterem sevgili Üstad'ımız efendimiz hazretleri! Mektub-u âlilerinde "İşarat-ı gaybiyenin altmış dörtte Risale-i Nur te'lifce tamam oluyor diye iki hal tasdik ediyor" cümleleri bizleri ağlatmış ve mahzun ve mükedder eylemiş ve ciğerlerimizi dağlamıştır. Zira hayatımızın hayatı ve canımızm baharı ve gönlümüzün safası ve gözlerimizin nuru, kalbimizin sürûru, maddî ve manevî gıdamızın umde-i hayatiyyesi olan Nur denizinin kaptanı, eşref zamanın bedi'i ve

(36)Bu şehid kardeş gibi, nurun kahraman fedakâr şâkirdlerinin pek kuvvetli duaları o zehiri kırdı. O vasiyetnamenin hükmünü te'hire vesile oldu.

SAİDİ NURSİ

(37)Osmanlıca Sirac-ün Nur S: 333

Risale-i Nurun müellif-i muhteremi biricik Üstad'ımız efendimiz hazretleri acaba bizleri yetim mi bırakacak?... ve bu asr-ı zulmette parlıyan şems-i taban seyrini mi değiştirecek?.. Ve yegâne kesb-i şeref-i fahrimiz olan Üstad-ı yektamız, dide-i dünyadan ufuluyla bizleri mahzun ve mükedder ve müteessir mi eyliyecek?. Ve onun şefkat-i maneviyesinden mahrum mu kalacağız?..

... Hasseten ayat-ı beyyinatiyle sarahat derecesinde işaret buyurduğunuz mev'ud-ü peygamberî ve sahabet-i Haydarî ve himayet-i Gavsî ve selef-i salihinden aktap ve asfiya ve mümtaz evliyanın zuhurundan haber verdikleri ve tarif ve tavsifinden âciz ve nakıs bulunduğumuz muhterem ve muazzam ve mübarek ve muazzez ve mübeccel Üstadımız efendimiz, nurumuz, ziyamız, sevgilimiz, mürşidimiz, güzelimiz, kaptan-ı deryamız, ağabeyimiz, kardeşimiz, arkadaşımız, teselli-i hatırımız., nâsırımız, muinimiz, şefiimiz,. sebeb-i necatımız, cevherimiz, gevherimiz, şukufe-i baharımız, bülbülümüz, zümrüd-u ânkamız, hümay-i devletimiz; bu kadar ünsiyet ettiğimiz, ta makam-ı mahbubiyetin şahikalarına yükselen medar-ı tesellimiz ve dürrü yektamız!..

Acaba senin firakın bizleri deli divane etmez mi? Senin gaybubetine bizler nasıl tahammül edebiliriz?.. Aman aman Üstad'ımız, efendimiz! sen sağ ol, ben sana kurban olayım. Tâlebelerinin dide-i dünyada gaybubetine tahammülü yoktur.

"... Sevgili Üsta'ım, sizin duanız müstecabtır, vâhib-ül hayat olan mucibüd da'avata niyaz buyurun, ömrünüze bereketler ihsan buyursun... Ve altmış dört senesini, (Hicri 1364- Miladi 1945) şimdi hükümferma olan miladî 1964(38) senesine tahvil buyursun...

HALİL İBRAHİM(39)"

3- Zekâ'i'nin şiiri:

AZİZ ÜSTAD'IMA

Sabî iken aşikârdı hak yolunun daisi

Olacakmış en sonunda nur âsarın dahîsi

Öpmüş alnından rü'yada hak dini'nin bânisi

Bu sırdandır hasmi idi zındıkların adisi

Ta ezelden ufuklara semalara a'lâya

Âşık idin sürüklendin menfalara hücraya

Hikmet-i Hak zındanlarda Hak emrini ifaya

Girmiş idin sandı hasmın mahkûm olur a'daya

Her çilleye şükür edip cefalara katlanan

Her hasmına acıyarak yol gösterip ağlayan

Ehl-i İman yarasına tiryakları bağlayan

Sendin Üstad hem hayatı fanilere satmayan

Emr-i hakkı lâyıkıyla bilâperva yazdın sen

Hak yolunda kaleminle mezarını kazdın sen.

Gam cihanı içindeyken bize nuru saçtın sen

Binler iman ehlinin de duasını aldın sen.

(38)Halil İbrahim Efendinin bu söz ve temennisinde bir gaybî ihbar var gibidir.Zira Hz. Üstad Miladî 1960'a kadar kaldı. A.B.

(39)Elyazma Emirdağ-1 Aslı S:190

Fâni dedin, geçer dedin mihnetleri zevkettin,

Zâlim zındık hepsi sana zulmetti de şükrettin,

Alçak eller on tecrübe zehirleri hazmettin,

Cevşen, baha iksiriyle te'sirini def`ettin.

Lâkin şimdi şu son günler ve acılı zamanda,

İftiharla vazife son, işim bitti manada,

Bir vasiyetnamenizle karşılaşdık bir anda,

Hazan oldu bir cihan ki alevlendi bu canda

Şâkirtlerin ruhu hasta bu acılı haberden

Yaş yerine kan akıyor gözlerinden kederden

Zekâî'nın dertli başı bu cihan-ı elemden

Sana bedel kurban gitsin söz al Üstad ecelden.(40)"

MEYVE RİSALESİNİN DEVAMI

Hazret-i Üstadın az yukardaki mektubunda: Meyve risalesinin onuncu meselesi 1944 yılı Ramazannda (Ki Emirdağ'ına geleli bir buçuk aydır) te'lifi yapıldığı gibi, meyvenin onbirinci meselesi de 1945 yılı başlarında te'lif edildiği anlaşılmaktadır. Çünki mezkûr mektuptan sonra, altı ay zarfında yazdığı dokuzuncu mektubunda, Denizli avukatı Ziya Sönmez'e gönderdiği vekâletnameden bahsediyor ki; 22. 3. 1945 tarihindedir.

TEMYİZİN BERAET KARARI

Hazret-i Üstad'ın ikinci ve üçüncü zehirlenme hadiselerine geçmeden önce, bu araya bir fasl koyarak; Denizli mahkemesinin 15.6.1944 tarihli beraet kararını savcı bozma talebiyle temyiz etmişti. Savcının iddialarını inceleyen temyiz mahkemesi Birinci Ceza dairesi 30.12.1944 tarihinde Denizli Ağır ceza mahkemesinin âdil kararım oy birliğ'iyle tasdik etti. Ancak temyizin bu kararı üstünden iki-üç ay geçmesinden sonra, Hâkim-i Adil unvanını alan Denizli Ağır Ceza mahkeme Reisi Ali Rıza Balaban, bütün kitapları Üstad'a teslim edeceğini söylemesi üzerine, Üstad Hazretleri 22.3.1945 tarihinde Emirdağ noterliğinden iki vekâletname Avukat Ziya Sönmez adına tanzim etti ve gönderdi. Fakat hem avukatın hem Hâkim-i Adilin herhalde müşterek reyleriyle, ortamın biraz daha yatışmasını beklemişler ki,

üç ay daha bir zaman geçmiş, nihayet 29.6.1945 tarihinde Avukat Ziya Sönmez, Ağır ceza Reisliğinden kitapların teslim alınması için müzekkere çıkarmış ve kitapları adliye emanet memurluğundan tamamen teslim almış ve Denizlili tüccarı Hafız Mustafa Efendi eliyle Emirdağı'na getirilmiş, Üstad'a teslim edilmiştir.

Bu gelişmeleri sırasıyla kaydedelim:

Evvela, kitaplar mahkemeden henüz teslim alınmazdan evvel, Üstad Hazretlerinin bir beyanını, sonra da temyiz mahkemesi i'lâmının suretini

(40)Kırmızı cilt Emirdağ-1 asıl mektupları S: 98

kaydedeceğiz. Daha sonra Üstad'ın Avukat Ziya Sönmez'e gönderdiği vekâletname suretini, arkasından da kitapların mahkemeden teslim alınmasıyla ilgili müzekkere suretini ve kitapları Üstad'a getiren Hafız Mustafa'ya Üstad'ın yazdığı mektubunu ve Avukat Ziya Sönmez'e teşekkürnamesini kaydediyoruz:

1- Üstad'ın beyanı:

"Aziz Sıddık kardeşlerim!

Evvela: Sizin Receb-i Şerifinizi(41) ve leyle-i Regaibinizi tebrik ederek, bu mübarek şuhûr-u selâsede dualarınızı ruh-u canımla isterim. Bu üç ayda ahiret ticareti için kâr, bire yüzdür ve bazen bin ve binlerdir.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin