47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə60/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   72

HADİSE ÇIKARTMAK PLANIYLA İLGİLİ

"Bir derece mahremdir:

Geçen kışta bana karşı su-i kasdlerin İnayet-i İlâhiyye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve tahammülün neticesinde âkim kalan plânı pek geniş bir tarzda olduğuna delil ise, bu yakında Reis-i Cumhur Afyon'da demiş: "Bu vilâyette dinî cihette bir karışıklık çıkacağını zannederek...(*)"

Demek gizli komite beni sıkıştırmakla bir hadise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebî müdahelesi hesabına ve Müslümanlar ve vatan zararına bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla ta'zibleri, onlara dünyada tam zarar, ahirette cehennem ve sakar.. ve bize dünyada mükemmel sevab ve zafer.. ve ahirette inşaallah cennet ve ab-ı kevseri kazandırır. Demek bu gizli plânı hey'et-i vekile ve Reis hissetmişler ki;

buralarda umum memurlar, hatta Vali ve kaymakam ve zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat elimizde yalnız Nur bulunduğanu ve siyaset topuzu bulunmadığını zerre kadar aklı bulunanlar anladılar... (56)"

Bir başka mektuptan:

(*) O gizli planlar, demekki İ. İnönünün malumatı dahilinde ve emir ve direktifleri altında uygulanıyordu!.."A.B.

(56) Emirdağ-1 Lahikası S: 156

“Saniyen: Bu defaki su-i kast, gizli düşmanlara müsadekâr ve teşvikçi bazı memurlardan... Öyle bir hiddet geldi ki; Tahammül edemiyorum diye telâş ettim. Birden "Cennet ucuz değil.. Ve cehennem lüzûmsuz değil. Hatıra geldi. Hiddet gitti. Çok şükür ki, bu vakitte o herifler yanıma gelmiyorlar. Yoksa belki tahammül edemezdim, aradıkları ve bulamadıkları mes'ele çıkacaktı. Zaten bu üç senedenberi, bütün maksadları benim hakkımda, beni hiddete getirip böyle bir mes'eleyi yapıp habbeyi yüz kubbe ederek, biçare ehl-i imana zarar ve telâş vermekti. Cenab-ı Hakk'a şükür olsun ki, damarlarıma en şiddetli ve alçakcasına dokundukları zaman, yine Risale-i Nur şâkirtlerinin selâmeti için harika sabır ve tahammül ihsan ediyor:

Bu günlerde bu ziyade teessürat ve gaddarlara hiddet ziyadeleştiği bir anda, birden ihtar edildi ki; “Sana karşı ettikleri cinayetlerin cezası olarak cehennem yeter.. Ve yakında ebedî idam-ı ebedî ile kabrin hapsi-i münferidinde daimî azap çekmek, senin hayfını ve intikamını yüz derece ziyade alabilir. Sen de sabır ve tahammül ve mücaheden nisbetinde sevab alırsın" diye şiddetli ihtar edildi. Ben de ruh-u canımla kabul ettim.

Fakat o halde, Hücumat-ı Sitte'nin âhirinde "Ben öldükten sonra bin tane bana zulüm edenler geberecek" fıkrası zihnime ilişti. Acaba Nur şâkirtleri benim intikamımı aramasınlar mı?"

Size haber veriyorum ki: Müntakim kahharın gazabı onlara kâfidir. Kardeşlerim Risale-i Nur talebeleri, zalimlerden intikamımı almağa çalışmasınlar, Cenab-ı Hakk'a havale etsinler. Belki bir cihette o zalimlerin hadsiz azap çekeceklerine acısınlar.

Elhasıl: Eğer emr-i hak vaki'olsa, ölsem; benim intikamımı aramayınız. İntikamımı Nurlar almışlar... Onların güvendikleri putlarını kırmışlar. Kabir azabı ve cehennem dahi onları bekliyor.

Umuma binler selâm ve selametlerine dua ederiz.

Elbaki Hüvelbaki Kardeşiniz

SAİD-İ NURSi(57)

Bir başka parçadan:

"... Evet kardeşlerim, kırk senedenberi hem hakikat-ı İslâmiye ile, hem benimle mücadele eden perde altındaki zındıklar, münafaklar elbette Zülfikarın fütûhatına ve şâkirtlerinin şevklerini kırmak için bazı böyle ehemmiyetsiz iliştirmek için, ya bazı memurları veya bazı zabıtayı iğfal edip evham veriyorlar. İnşaallah bir zarar olmaz. Siz hem ihtiyat ediniz, hem telâş etmeyiniz...(58)"

Başka bir mektubtan:

"... Bir adam ki, hakiki meslek ve meşreb ittihaz ettiği, yirmi otuz senelik hayatında düstur kabul ettiği bir hâlin zıddıyla onu ittiham etmek nev'inde, kanunsuz ve keyfi bir taarruz hadisesinin mahiyeti şudur ki: Ben

(57) Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 301

(58) Elyazma Emirdağ-1 S: 359

Risale-i Nur mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan; Şefkat itibarıyla bir masuma zarar gelmemek ve bana zulüm eden canilere değil ilişmek, hatta beddua da edemiyorum. Hatta en şiddetli ve garazla bana zulüm eden bazı fasık, belki dinsiz zâlimlere hiddet ettiğim halde, değil maddi, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men' ediyor. Çünki o zalim gaddarın ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evlâdı gibi masumlara maddî ve manevî zarar ve darbe gelmemek için, o dört beş masumun hatırına binaen, o zalim gaddara ilişmiyorum. Bazen helal ediyorum.

İşte bu sırrı-şefkat içindir ki: İdare ve asayişe kat'iyyen ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma da o derece tavsiye etmişim ki: Üç vilâyetin insaflı zabıtalarının bir kısmı i'tiraf etmişler ki: "Bu Nur şâkirtleri manevî bir zabıtadır, idare ve asayişi muhafaza ediyorlar" dedikleri ve bu hakikata binler şahid ve yirmi sene hayatıyla tasdik.. Ve binler şâkirtlerin de zabıtaca hiç bir vukuat kaydetmemesi ile tasdik ettikleri halde, o biçare adamın ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsız adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey bulamamakla beraber, yüz cinayeti bulunan bir adam gibi, hatta Kur'anını ve başındaki levhalarını evrak-ı muzırra gibi toplamak; acaba dünyada hangi kanun buna müsaade eder? Böyle asayişe, hüsn-ü ahlaka hizmet eden dindar binler zatları evham yüzünden idare ve asayiş aleyhine zorla sevketmek hangi maslahat icabıdır(59)?.."

Daha bu mevzuda, yani asayiş ve emniyeti muhafaza hususunda, Hazret-i Üstad'ın sadece ilk Emirdağ'ı hayatında, gerek talebelerine yazdığı mektuplannda, gerekse resmi makamlara yolladığı istid'alarında bir çok nümuneler ve şahidli, ispatlı hadiselerden örnekler vermek mümkindir. Lâkin kaydedilenler maksada kifayet eder.

Evet Hazret-i Üstad'ın üstteki sarih ifadelerinde görüldüğü gibi, bütün o acib, emsalsiz tazyik ve ihanetlerin gerisinde; Hazret-i Bediüzaman'la, yani Kur'an'ın hakikatlarıyla kırk seneden beri mücadele eden gizli zendeka komitesinin sinsi plânları olup, hükûmetin bâzı adamları eliyle de maalesef tatbik ediliyordu. Gaye ve hedef de belli... Yoksa menf'i, garip, hasta, ihtiyar, beraet etmiş ve bütün gücüyle hükûmet ve idarecilerin nazar-ı dikkatini celbetmemeye çalışan, iman ve ahiretiyle meşgul, eserlerinin mahiyeti de hep iman, ahiret, ahlâk, serserilikten kurtarmak, asayişi temin etmek gayesine masruf olan bir insanın, bir din âliminin, bir hakikatlar kâşifinin, bir istikamet rehberinin hal ve durumundan hiç bir idare şekli, memleketin selamet ve emniyet içinde idare etmeyi isteyen hiç bir siyaset tarzı kuşkulanmaz ve karışmazdı ve karışmaması icab ederdi. Değil karışmak, bilâkis takviye ve teşçi' ve yardım etmesi lâzımdı. En azından onun çok büyük, çok değerli eski millî ve vatanî hizmetlerinin hatır ve hatıralarına hürmeten onu rahat bırakmaları lâzım idi.!.

(59)Elyazma Emirdag-1 aslı S: 496

ZULÜM VE ZULMETTEN NUR VE AYDINLIĞA

Burada zulümlü ve zulmetli ahvali muvakkat bir zaman için bırakarak, biraz da Hazret-i Üstad'ın, Risale-i Nur ve talebelerinin müsbet ve nurânî ahvalinden ve fâtihane hizmetlerinin neticesi olan dinî inkişaf ve te'siratından bahsedecegiz:

Evet, Nur talebeleri, Denizli hapsinden beraet edip çıktıktan sonra, Risale-i Nur eserleri Türkiye’nin artık her yerinde konuşuluyor ve her tarafta aranıyordu. Hapisten önce, dört beş vilâyette neşir ve hizmet yapılmasına bedel, hapisten sonra buna bir kaç misli ilave olmuş, âdeta Risale-i Nur okuyanların sayısı ondan yüzlere çıkmıştı. İşte bu ihtiyaç ve isteği karşılamak için Nur talebeleri Risale-i Nurları el yazılarıyla çoğaltmaya yönelik büyük gayret ve faaliyetler içine girdiler. Denizli hapsinden sonra yüzlerce nüsha Nur Risaleleri yazıldı. Nurun dairesi her gün biraz daha genişleniyor, Nurlara ihtiyaç ve istek her gün biraz daha artıyordu. Artık Nur kâtipleri el yazılarıyla ihtiyaçları karşılıyamamaya dayanır bir duruma geldiler. Bu arada Nur talebeleri bu ihtiyaçtan dolayı bazı eserleri matbaalarda tab’etmek ihtiyacını kat'î duydular. Evvelâ Denizli'deki Nur talebeleri bu mevzuda çalıştılar. Üstad da bu işe muvafakat etti. Fakat Denizli'de bu tab' işi mümkin olmadı. Daha sonra merhum Tahiri Mutlu Ağabey bu iş için İstanbul a gitti. Evvelâ Asa-yı Musa'nın yeni harfle tab'ı düşünüldü. Üstad'da öyle istiyordu. Fakat İstanbul'daki matbaacılar da çekindiler. Yine olmadı.

TEKSİR MAKİNESİ FASLI

Burada, teksir makineleri faslına geçmeden önce, Risale-i Nur hizmetine el atan Denizli vilâyetindeki Nur talebelerinin nasıl bir hizmet içine girdiğini gösteren merhum Hasan Feyzi Efendi'nin Üstad'ına yazdığı bir mektubunu arz ediyoruz:

Ey muhabbetiyle gönülleri dolduran, sözleri ve Risalet-ün Nuruyla âlemleri nurlandıran mübarek Üstad'ımız!

Bu âciz kalemim yine sana bu yazıları yazmaya fırsat buldu. Yine gözlerim nurun ile doldu. Yüksek ve mübarek şahsına, aziz ve kıymetli zatına akraba ettin çalışkan ailesinden buraya gelen mübarek kardeşimizin ayinesinde yine sizi gördük. Yine nurunuzla müşerref olduk. Sıhhat ve afiyet haberinizi bize getiren bu sevimli kardaşımız; Yusuf'un gömleğini Yakub'a götüren ve o hazrete yepyeni bir çift göz veren BEŞİR'den daha beşaretli, daha neşatlı ve daha saadetli geldi. Bize sükûn ve sürur verdi. Bize sefalar ve şifalar getirdi. Yusuf'un nefesini, Ya'kub'un hasretle yanan kalbine kattı.

Vaktiyle "Çok âşık kardeşlerin var" diye taltif buyurduğunuz buradaki kardeşlerimin, hemen onu görünce etrafına toplandılar. Size gösterdikleri aşk ve alâkayı aynen ona da gösterdiler. Yarı gecelere kadar onunla oturdular "Âşık" diye bahşettiğiniz aşkın eri olduklarını gösterdiler.

Evet Üstadım, bunlar hakikaten âşıktırlar. Aralarında me'mur, muallim, esnaf ve işçi olarak her sınıf halktan bulunan bu âşık ve sâdık kardeşlerimiz, Risale-i Nurları her gün yazmakla ve

okumakla ve okutmakla, o aşk ve muhabbeti hem arttırıyor ve hem ispat ediyorlar. Eski yazıyı yazamıyan bazı gençler de, yeni harflerle ve bazıları da bunu makinelerle yazıp çalışıyorlar. Çalışan bu kardeşlerin sayısı ve miktarı her gün artıyor:

Bu âciz talebeniz de şimdi her işi terk ederek, sade bu işle meşgul bulunmaktadır. Öğleye kadar her gün yazmakla vaktimi geçiriyorum. Öğleden sonra da, birer birer kardeşlerimizin yanlarına uğrayıp elimden geldiği kadar onlara yazı hususunda ta'rifler ve izahlar yaparak himmetinizle yardım ediyorum. Lâzım olan eserleri, sözleri, defterleri bulup vererek ve değiştirerek hizmet ediyorum.

Geçenlerde matbu' yedinci Şua'lardan, Hüsrev kardeşimizden getirtmiş ve olmıyanlara vermiştim. Bu sefer oradan onbeş daha istedim. Bunları da meraklılarına ve yazabilecek olanlara vereceğim. Bu kerametli Ayet-ül Kübra Risalesini, her arkadaş ayrı ayrı birer tane yazıyor. Bitirenleri de şimdi Meyve Risalesi'ni yazmaya başladılar. Meyve'yi bulamayan yazıcılar da, boş durmamak için iktisad, şükür, Hastalar ve ihtiyarlar Risalelerini ve başka risaleleri yazıyorlar

Yakın zamanda bu hizmete giren bildiğiniz Ahmetlerden başka, bir Ahmet kardeşimiz kısa bir zamanda hem Ayet-el Kübra, hem Meyve, hem şükür ve hem de İktisad Risalelerini gayet güzel olan kendi el yazısıyla yazmış ve bitirmişti. Rü'yasında dahi sizi görüp konuşan ve huzurunuzda kara sakallı bir Velî zatın demesiyle ve sizin ağlamanızla ağlıyan ve yemekleri yiyen ve iltifatınıza mazhar olan bu Ahmed'e söyledim; Büyük dört tane defter alacak, birine Sözleri, birine Lem'aları, birine Şualar'ı, birine de Mektupları yazacak. Kendisi de söz verdi ki; Risale-i Nurun her nüshasını ve tamamını yazacak. Çünki yazısı hem güzel ve hem kalemi seri'dir.

Bir başka kardeşimiz de altmış-altmışbeş yaşlarında olduğu halde, yine güzel yazılarıyla Ayet-el Kübra risalesini iki defa yazmış ve bitirmiştir. Şimdi de üçüncü defa olarak aynı risaleyi yazmasına başlamıştır. Gündüz akşama kadar nafakasını tedarik etmek için; yarı resmi bir dairede oturup yazı yazar.

Zavallı ihtiyar Hacı Efendi kardeşimiz, gece yarısına kadar kör kandille ve kuru hasır üzerinde hiç durmadan on-onbeş sahife Risalet-ün nur'u yazıyor. Hem âşık, hem sâdık, hem fakir haline sâbir ve hem de siz Üstad'ımıza duacı ve dualarınızı umar ve bekler.. Ve hem haftada bir yedinci Şua meydana getirir .. Ve hem yazdıklarını teberrük ve teberru' eder ve herkesin yazmasına çalışır. Bu Hacı Dede'nin sair yerlerde inşaallah bir numune ve bir örnek olması beklenir

Yedinci Şua'lardan birisini de Müftüye verdim. O da yazmaya başladı. Birisini de bir değirmenciye verdim, o da yazıyor. Hem münavebe usulüyle nüshalar yetmediğinden gece değirmenci, gündüz bir mütekaid yazıyor.

Hamdolsun Üstad'ım, öyleleri var ki; karısı kitaptan okuyup söylüyor, kocası yazıyor. Bir çatı altında hem karı hem koca ve hem de kayın birader münavebe ile yazıyorlar... Ve hem kime vermiş, söylemişsem, kabul ediyor. Yalnız bir adam, "Yazarım" diye söz verdiği ve kitabı aldığı halde ihmal etmiş ve yazmamıştı. Kitabı da iade etmemişti. Sermayesi olan yüzyirmi lira kıymetinde bulunan kıymetli ve yüzünden ekmek yediği medar-ı kazancı, birisi gelip alarak kaçmış ve bulamamıştır. Arkasından kendisi de bir çok masraflar ederek günlerce arayıp yorulduktan ve ümidini kestikten sonra, hâib ve hâsir geri dönmüş ve şaşkın bir hale düşmüştür. Bu suretle onun sille ve tokat yediğine şahid oldum. Gerçi o anlamadı, amma bize ibret oldu.

Bir kardeşimiz de, bir Yedinci Şua'ı İstanbul'a götürerek, eski harflerle kendi nam u hesabına bir kaç yüz tane bastırmak ve meccanen dağıtarak bu suretle hizmet etmek tasavvurunda bulunuyor.

Burası hakkında "Bir Medreset-üz Zehra olacak, büyük bir İslâm köyü, ikinci bir Isparta olacak" diye yaptığınız duaların te'siri görülmeye ve barigâh-ı ehadiyyette makbule geçtiği artık sezilmeye başladı.

Hiç okuyup yazmasını bilmiyen ve elifi bile bilmiyen, olabildiği kadar ümmi,genç bir kadın; kocası yazarken, yorulup kalemi elinden bırakıp nefes almaya başlayınca, derhal kalemi eline alarak ve kitaba dalarak orada gördüklerini aynen ve harfiyyen yazıp kopya etmesi, hatta sahifeler doldurması; bunun, yani mübarek duanızın kabulünün bir delili ve şahididir. Kadın ve erkek Risale-i Nuru yazan ve okuyan bütün kardeşlerimiz Ahmetler ve Hüseyinler, Muharrem ve Mehmetler.. Ve Müftü ve reis-i âdil ve bütün aile halkımız ve cariyeniz refika-i âcizi ve Fikret ayrı ayrı selâm edip, selâmetinize dua ederler ve hürmetle ta'zimlerini arzederler.. Ve mübarek ellerinizi öper ve duanızı rica ederler.

Ayrılmaz ve sarsılmaz ve himmetinizle ve avn-ı ilâhî ile bu yolda yürümekten yılmaz ve yorulmaz olan bu âciz ve edna talebeniz de selâm, sevgi ve saygılarını sunar, ellerinizi öper, selametinize âcizane dua eder ve duanızı bekler, Üstadımız, efendimiz.

HASAN FEYZİ(60)"

NURCU TABİRİNİN İLK ZUHURU

Üstad Hazretleri Denizli hapsinden çıkıp Emirdağ'ına geldikten bir müddet sonra, yani büyük ihtimal ile 1945 yılı başlarında, Risale-i Nur talebelerine "NURCU" diye söylenmeye başlandı. Bu tabir ilk olarak halk içinden, yahut da resmi ve alakadar bazı memurlar tarafından çıktı ise de, (hatta bazende Nur talebelerine "Bediüzzamancı" diye de anılıyordu.) Fakat Hz. Üstad "NURCU" tabirini ma'nidar bulduğu ve hoşuna gittiği için reddetmediği gibi, kendisi de bu tarihten sonra bazı mektuplarında zaman zaman onu kullandı.

Bu tarihten önceki ondokuz sene zarfında Risale-i Nur eserlerini okuyanlara hep yalnız "Nur talebesi" veya "Risale-i Nur talebesi" yahutda "Nur şakirtleri" şeklinde kullanılırdı. Üstad da mektuplarında Risale-i Nur talebeleri için hep bu tabirleri kullanmaktaydı.

Fakat arzettiğimiz gibi,1945 yılı başlarından itibaren, Risale-i Nurları okuyanlar için, eski mütedavil tabirler devam etmekle birlikte, "Nurcu" kelimesi de tedavüle girdi. Artık Nur camiası da bu tabiri kullanmaya başladı.

(60)Müteferrik mektuplar dosyası S: 2

Bu dediğimizin bir delili olarak, 9.2.1948'de tevkif edilip Afyon hapsine getirilen Kastamonu'lu Mehmet Feyzi Efendi, "Nurcu" tabirini ilk olarak burada duyduğunu söylemektedir.(61)

Amma aslında ise, Afyon hapsinden üç sene öncesinden beri bu ta'bir kullanılıyor ve Üstad Hazretleri de bazı lahika mektuplarında onu kullanıyordu. Belki de Mehmet Feyzi Efendi bütün lahika mektuplarını görmemiş olabilirdi.

Evet, mesela İstanbul'da 6.11.1945'de komünizm aleyhinde yapılan nümayiş üzerine Hazret-i Üstad: "Ey Nurcular! Şimdi maddi imkân hasıl olmuyor diye üzülmeyiniz..." mektubunda...

Hem meselâ aynı sene içinde, Selahaddin Çelebi'nin bir misyoner'e Asayı Musa kitabını vermesi üzerine, Üstad: "Hem misyonerler ve Hiristiyan ruhanileri hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir..." diye "NURCU" tabirini kullandığını görüyoruz.

Hulusi bey de o sıra yazdığı bir şiirinde "Nurcuların elleriyle dirilecek çok ölmüşler" diye Nurcu tabirini kullanıyordu.

Evet, nasılki Denizli hapsindeki eski mahpuslar, Risale-i Nur talebelerine "HOCALAR" ünvanını verdiklerinde, Üstad memnun olmuş ve manidar bulmuştu.. Öyle de, Denizli hapsinden sonra,1945'lerde Emirdağ'ında Risale-i Nur okuyucularına atfedilen "Nurcu" tabirini de öyle hoş bulmuş ve manidar addetmişti.

Gerçekten bu tabir manidar ve güzel bir tabirdi. Çünki "Nur" aydınlıktı. Ziya idi, Din idi, Kur'an idi... Dolayısıyla muhabbet, hürmet, şefkat, vefâdarlık, hakikî insanlık, mutluluk, terakkî ve tekâmül, güzel ahlâk vesaire idi bu... O halde bunları istemeyenler Nurcu değildi, zulmetçi idi. O ise kin; Vahşet, zorbalık, merhametsizlik, yalan, riya, rüşvet, nifak, ahlâksızlık, hayasızlık, milliyetsizlik vesaire idi.

Onun için Hazret-i Üstad, bu tabiri memnuniyetle kabul etmiş ve güzel karşılamıştı. Böylece 1945'lerden bu yana "NURCULAR, NURCULUK" Ünvanları devam edegeldi. Afyon hapsinden sonra,1960'lara kadar Üstad bu tabiri daha da sık kullandı.

NURCU MAHALLESİ VE HOŞ TEVAFUK

Hz. Üstad'ın Afyon Emirdağ-Kazasına gelmesinden sonra ortaya çıkan "NURCU" ta'biri ile, Afyon şehrinde çok eskilerden beri mevcut "NURCU MAHALLESİ"nin ismile tevafuk ve münasebettarlığı pek şirindir. Hem Üstad'ın hapis müsibetlerinden en büyüğü ve en çetini Afyon şehrinde vuku bulması ve Üstad'ın Afyon hapsinden çıktıktan sonra, bu şehirde ve o mahalleye yakın 72 gün kalmış olması bu şirin tevafuka bir letafet daha katar.

TEKSİR MAKİNELERİ FASLI

Az üstte bahsi geçtiği gibi; Risale-i Nur eserlerine karşı umumî bir rağbet ve teveccüh başlaması üzerine, elle yazılıp çoğaltılan risaleler ihtiyaca kâfi

(61)Son Şahitler-2 S:164

gelmemeye başlamış, matbaacılara başvurulmuş, fakat devrin diktacı hükümetinin zulmünden çekinen matbaacılar korkmuş, yanaşmamışlardı. Nur talebeleri de nurları muhtaçlara yetiştirme zarureti ve mübrem ihtiyacıyla karşı karşıya idiler. Tâm o günlerde Cenab-ı Hak teksir makinelerini imdada gönderdi. Türkiye'ye ilk gelmiş olan teksir makinelerinden Nur talebeleri hemen üç tane aldılar. Birisi İnebolu, birisi Isparta, birisi de Denizli için alındı. Isparta ve İnebolu muvaffakiyetle nurları teksire başladı. Denizli ise, O iki makine ihtiyaca kâfidir diye neşriyata fazla girmedi. Hem bu tarihte Hasan Feyzi Efendi de vefat etmişti.

Teksir makinesi ile ilgili müjdeli haber ve muvaffakiyet işaratleri Üstad'a ulaşınca, çok seviniyor ve o sıra kendisine karşı katı bir şekilde sıklaşan zulümlü ilişmeleri unutuyor, adeta bayram yapıyordu.

Nurun bu yeni fasıl hizmetiyle ilgili olarak Üstad'ın bir iki mektubunu okuyalım:

1- Teksir makinelerinin ilk alınışı hakkında:

Aziz Sıddık kardeşlerim

Evvela Hüsrev'le beraber bir ruh iki cesed ve kendisi ve bahadır biraderiyle nur hizmetinde çok ehemmiyetli mevki' alan kahraman Rüştü'nün acib bir el makinesini nurlar için celbine çalışması ehemmiyetli bir fütûhat-i Nuriyenin mukaddemesidir. İnşaallah, Nurcuların Lâyık elleriyle kalemleri gibi tab' ve neşredilecek. Yabanî ve lâyık olmıyanlara muhtaç olmıyacak. Fakat her şeyden evvel sıhhatli ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makineyle mümkin ise, evvel eski harfler yazılsa, sonra yeni harfle daha münasibdir. Sizin isabetli tedbirinize havale ediyoruz.(62)”

2- Teksir edilecek Risalelerin tashih mevzu'u ve adet keyfiyeti ve saire hk...da:

"Ceylan! Nazif’e yaz ki: Bin veya beşyüz nüsha yeter. Fazla olsa, şimdilik münasib değil... Hem Isparta'da aynen beşyüz nüsha makine ile yazmaya başlamışlar. Hem Hüsrev ve Tahirî gibi zatların kuvvetli ve dikkatli ve güzel kalemleri İnebolu'ya gelemez. Isparta muhitinde nurların tashihli nüshaları ve çok dikkatli şâkirtleri var. Herhalde meşveretle ve teennî ile hareket etmek ve çoklukla değil, belki sıhhatli ve yanlışsız olmasına ehemmiyet vermek lâzımdır.. (63)"

3- Makinelerin faaliyete başlaması üzerine yine Üstad'ın tashih için bir ikazı.. Ve el ile yazanların telâşlarına karşı ikna edici ve tesellici bir izahı:

Aziz sıddık kardeşlerim!.

Evvela: sizin üç merkezde üç makineye dair müjdeniz, nurun fütûhâtına büyük bir zemin ihzar edilmiş diye bütün ruh-u canımla

(62)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 251

(63)Aynı eser S: 260

mesrurane şükrettim. Tüshihat hakkındaki endişelerim kalmadı. Çünki sizler daima başında bulunacaksınız. Hem bu pek büyük hizmet-i imaniye temiz, kuvvetli mübarek elleriniz ile olacak. Matbaacıların kirli elleri karışmıyacak. Hem yine tekrar ederim ki; en ehemmiyetli mes'ele tashihine dikkat etmektir. Az olsa, yanlışsız olsa, daha iyidir. Rakibler tarafından medar-ı i'tiraz ve tenkid olmamak için sıhhatine ihtimam etmek gerektir... Ve şimdilik eski yazıyla olsa daha münasibdir. Tevafuk muhafaza edilmezse de zarar yok. Belki kendine mahsus başka tevafuk çıkar. Hem madem iki sahife yazılsa tereşşuh eder.İnebolu gibi yalnız uzun kıt'ada bir sahife yazılsın.

Hem elmas kalemler, makine geldi, hizmetimiz hafifleşti demesinler. Belki daha parlak bir faaliyet meydanı açıldı. Yüzer nüshaların tashihatı ve yüzer Risalelerin ayrı ayrı ve beraber yüz binlere yetiştirmek için beş nevi ibadet hükmündeki kalemle yazmak vazifesi başka tarzda inşaallah ziyadeleşecek, noksan olmıyacak...(64)"

Teksir makinelerinin masraflarını karşılamak için Nur talebeleri fedakârları iki yerde sermaye topladılar. Ahmed Fuadın bu işde ehemmiyetli yardımı oldu. Isparta ve İnebolu'da... Artık makineler güzelce çalışmağa başladı. İki makinenin faaliyetleri bir buçuk sene kadar sürdü. Bunların semeresi ise şöyledir: (Afyon hapsine kadar)

Üç tane ayrı ayrı Asa-yı Musa, beşyüz nüshadan 1500

Zülfikar mecmuası yine hem İnebolu hem Ispartada beşyüz nüshadan 1000

Sirac ün Nur 500

Sikke-i Tasdik-i Gaybî 500

Tılsımlar mecmuası 500

Gençlik Rehberi Yeni yazı İnebolu'da 1000

Yine Gençlik Rehberi Eskişehir'de matbaa ile 1000

Küçük Sözler-Eski yazı İnebolu 500

Ve daha bunlar gibi binlerce nüsha Nur risaleleri,1947 sonuna kadar Türkiye'de ve İslâm Âleminde ihtişara başlamış oldu. Az yukarda kaydettiğimiz gibi, bütün sıkıntılara ve baskılara rağmen,Hazret-i Üstad tarafından kaleme alınıp talebelerine gönderilen ikiyüz elli kadar, çeşitli mevzuları aydınlatan lâhika mektupları da bu arada elle neşredildi.

MATBUAT ÂLEMİ İLE İNTİŞARA BAŞLAMAK

Teksir makineleri neşriyata başlamadan önce, Hazret-i Üstad'ın Asa-yı Musa Mecmuasını tab' etme arzusu ve istişareleri üzerine; gizli komiteler bu meseleyi hissetmiş, yer yer tecavüz ve taarruzlarını resmi adamlar eliyle yaptırmışlardı. Hafıyeler Nur talebelerinin hizmet ve faaliyetlerine karşı büyük aramalar ve takiblere girişmişlerdi. Bazı yerlerde bir kısım Risaleler postahanelerden ve trenden alınmış, Afyon valiliğine gönderilmişti. Asa-yı Musa'nın bu sebeble tab'ı da olmamıştı. Bunun üzerine Hazret-i Üstad, dalâlet ehli komitelerin bu tecavüz ve taarruzlarının esas sebebini keşfetmiş ve talebelerine şöyle bir mektup yazmıştı(65)

(64)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 261

(65)Bu mektup 1945 yılında yazılmıştır.

Aziz sıddık kardeşlerim! Şimdiye kadar gizli münafıklar Risale-i Nura kanun ile, adliye ile ve asayiş ve idare noktasında hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyordular. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedâfu’î vaziyetinde idik.Şimdi plânları akim kaldı, bilâkis tecavüzleri Risale-i Nurun dairesini genişledirdi.Bu defa yeni hurufla Asa-yı Musa’yı tab' etmek niyetimiz, ihtiyarımız olmadığı halde, tecavüz vaziyeti Risale-i Nura veriliyor gibidir.

Bu hadisenin ehemmiyetli sebebi şu olmak gerektir; Risale-i Nur bu mübarek vatanı_n ma'nevî bir halâskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli manevî belâyı defetmek için matbuât âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin