(86) Demokrat çıktı, bir derece kırdı.S.N.(h)
(h) Üstadın üstteki mektubu 1947'de yazıldı. Alttaki dipnot ise, 1950'da kaydedildi. Buna göre Hazret-i Üstad 1950 seçimlerinde de kesinlikle rey ve seçim işlerine karışmadı. Nitekim 1950 seçimlerinden az önce talebelerine karışmamaları için haber göndermişti. A.B.
(87)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 233
(88)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 262
(89)Aynı eser S: 275
yazısı(90) ve ondan önce de Erzurum ilk millet vekillerinden Salih Yeşiloğlu'nun ona, Dahiliye Vekili iken, yazdığı mektup üzerine, Hazret-i Üstad'ın şahsiyet ve mesleği hakkında tam bir bilgiye kavuşmuş, Üstad'a yanaşmak ve elinden geldiğince yardımlarda bulunmak istemişti.
Hilmî Uran, aslında milliyetçi bir kimse olup, ilk başlarda Hazret-i Üstad haklunda yanlış bilgilere dayanan kötü bir zehab içindeyken, Üstad Hazretleri onun hakkında hüsn-ü zanlarda bulunarak kendisine hitaben o yazıyı kaleme almıştı.
Hilmî Uran'ın Üstad'a ve Risale-i Nur'a karşı dostluk içine girdiği sırallarda, bazı yaklaşımlarının alâmeti , şu bilgilerdir; (Emekli yüzbaşı Re'fet beyin mektubundan)
Çok sevgili ve müşfik Üstad'ım, Efendim hazretleri!
Emriniz üzerine kunduracı Mehmed Efendi ile birlikte Ankara'ya gittik. Celal ve Hilmî beyleri göremedik. Birisi İstanbul'da, diğeri fazla meşguliyette bulunduğundan görüşemedik. Fakat kardeşimiz müteahhid İsmail Efendi, Hilmi Bey'le hususî olarak her zaman görüşmekte olduğundan, bu hususta lâzım gelen izahatın verilmesini ona havale ederek, biz doğruca Diyanet Riyaseti'ne gittik. Orada evvela bizim Isparta'da iken tanıdığımız müderris Hasan Hüsnü Bey vardı. Kendisi Diyanet Riyaseti Hey'et-i Müşavere azasındandır. Onunla hususî olarak bir müddet görüştüm ve izahat verdim.
Bilâhare Hey'et-i Müşavere odasına girerek, Ankara ehl-i vukuf raporunda imzası bulunan müdderis Yusuf Ziya Bey'i gördüm. Baktım, Zülfikâr ve Asa-yı Musa mecmualarıyla hakkımızda yazılmış olan evraklar önünde duruyor. Yanında yer gösterdi. Mufassalan izahat verdim...
Sonra kendisi dedi: "Bu, oradaki adliye memurlarıyla zabıtanın sizin meseleye vuku-u tammeleri olmadığından ileri geliyor. Şimdi evrak önümdedir. Su-i tefehhüme uğramış. Mütalâalarına birer birer cevab vereceğim" dedi.. ve eserleri takdir ettiğini söyledi. Üstad'ımızın selâmını söyledim. Bilmukabele selâm ve duanızı istediğini söyledi.
Oradan ayrıldım, Diyanet Reisi'nin yanına girdim. Onunla da bir müddet görüştüm ve izahat verdim. Cevaben: "Ben Hoca Hazretlerini Dar-ül Hikmet'ten tanırım, hürmetim vardır. Kendisine selâm ve hürmetlerimi iblağ ediniz." dedi. ve biz lâzım gelen cevabı vereceğiz. İnşaallah iyi olur dediler.
Bilumum Diyanet müntesipleri takdir ile karşıladılar... Ertesi günü Mehmed Efendi, Erzurum meb'usu Vehbi Paşa'yı görmüş, o zat dahi hem dahiliye vekilini görüp, bu hususta uzun uzadıya görüşeceğim, Üstad hazretlerine hürmet ve selâmlarımı götürünüz demiş...
Kusurlu talebeniz
Re'fet(91)"
(90)Eski harf Emirdağ -Zübeyr- 2 S: 25
(91)Eski harf Emirdağ-1 Büyük boy S: 226
Hazret-i Üstad, Re'fet Bey'in bu teşebbüslerinden sonra bir mektubunda şunları yazar:
"...Hem Erzurum meb'uslarından ve orada başka dost bildiğimiz bazı zatlara, üstümüzden bu gadırlı evhamın kaldırılması için bir suretini gönderirsiniz...(92)"
Üstad başka bir mektubunda, Kâzım Karabekir hakkında da şöyle diyor:
"Salisen: Ben ehl-i siyasetin her nevi ta'ziblerine karşı hasbünallahü ve ni'mel-vekil deyip, sabır ve tahammüle karar vermiştim.Kâzım Karabekir(93)ile eskiden münasebetim var idi. Acaba şimdi de o münasebetin sebebi olan merdâne mesleğini muhafaza ediyor mu? Eğer eskisi gibi ise ve Nurlar'a zararı yoksa; ve Nurlar'a faydası muhtemel ise; ve dost ise; benim seIâmımı ona tebliğ edebilirsiniz. Fakat madem ehl-i siyaset hayat-ı bakiyesi için Risale-i Nur'a müracaata tenezzül etmiyor. O hayata nisbeten beş paralık olan bu hayat için onlara müracaata tenezzül etmem ve istirahatım için şekva ve rica etmem... (94)”
Merhum Re'fet Bey'in üstteki mektubundan evel mi, sonra mı bilmiyoruz, Üstad hazretlerinin ziyaretine iki miralay, bir de parti umum müfettişi bir me'bus gelmişler ve dostluk içinde Üstad hazretlerini kemal-i teslimiyetle dinlemişler, Üstad'ı ve davasının hakikatını anlamışlardır. Albaylardan birisi Nur'a talebe olmuş, daha sonra da Hilmi Beyin o müfettiş meb'us vasıtasıyla Üstad'ın ziyaretine hususi şekilde gelme arzusunu bildirmiştir. (Bak. Emirdağ-1 Lahikası, Zübeyr-2 S: 27)
GENİŞ SİYASİ TARAFGİRLİKLERE GİRMEKLE ONUN MERAKI YÜZÜNDEN İHLÂSIN KIRILMASI VE İSTİKAMETLİ MUVAZENENİN KAYBOLMASI NOKTASINDAN SİYASETE GİRİLEMİYECEĞİ
"...Risale-i Nur'un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan verici şimdiki siyasete karşı ne fikirdedir diye, boğazlar(95)hakkında boşboğazlığı münasebetiyle bir iki şey sordum. Baktım, alâkadarane ve bilerek cevab verdi. Kalben "Yazık!.." dedim. Bu vazife-i Nuriyede zararı olacak. Sonra şiddetle ikaz ettim: bir düsturumuzdur. Eğer insanlara acıyorsan, geçmiş düstur onlara merhamete liyakatını selbediyor. Cennet adamlar istediği gibi Cehennem de adam ister...(96)"
(91)Eski harf Emirdağ-1 Büyük boy S: 226
(92)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 499
(93)Kazım Karabekir Paşa, 26 Ocak 1948'de Ankara'da vefat etti. A.B.
(94)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 279
(95)17 Temmuz 1945'de, Ruslar Boğazlar savunmasına karşılık, Kars ve Ardahan'ı rüşvet istemeleri hadisesidir ki; Türkiye hükümeti gayet müşkil bir durumdaydı. A.B.
(96)Emirdağ-1 S: 44
"Aziz sıddık kardeşlerim, Meyve'nin dördüncü meselesindeki bir hakikatın izahını, Eski Said'in âfaka bakmak damarıyla ve bana hizmet eden kâtibin, Ramazan başlarında bayram alâmetini Şark'ta bir hadisenin te'siriyle heyecanla demesi.. ve bu Ramazan-ı şerifteki kıymettar vakitleri radyonun mâlâyâniyatiyla zayi' etmemesi için,manen kalbime kaç defa ihtar edildi ki; o geniş ve karışık, fırtınalı hakikatın kısaca zararlarını beyan eyle! Ben de gayet muhtasar bazı işaretler nevinde, Risale-i Nur şâkirtlerinin meraklarını ta'dil etmek niyetiyle beyan ediyorum. Fakat mesele çok geniş, vaktim de dar, halim de perişan olmasından, anlamasında zahmet çekeceksiniz. Zekâvetinize güveniyorum:
Meyve'nin o dördüncü meselesinde denilmiş ki:"Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi; O geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, câzibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder. Hakiki ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır. Hem her halde bir tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulümlerini hoş görür, şerîk olur." mealinde orada denilmiştir.
Şimdi ben de derim ki: Merak yüzünden ve âfakî hadisatın verdiği serhoşane gafletten zevk alan biçareler, eğer insanın fıtratındaki merak, insaniyyet damarıyla; sizin farz ve lâzım vazifeniz zararına o hadise, o geniş boğuşmalara sevk ediyor, bu da bir ihtiyac-ı manevidir, fıtrîdir derseniz; ben de derim:
Kat'iyyen biliniz ki; insanın çok mu'cizatlı hilkatine merak etmeyip, dikkat etmiyerek; iki başlı veya üç ayaklı bir insan görse, kemal-i merakla temaşasına daldığı gibi; aynen bu asırda nev'i beşerin muvakkat ve fânî tahripçi geniş hadiseleri ve zemin yüzünde yüzbin millet; ve insan nev'i gibi çok hadisat-ı acibeye mazhar o milletlerden her baharda yalnız bir tek arı milletine ve üzüm taifesine baksan, bu nev-i beşerdeki hadisâtan yüz defa daha mucib-i merak ve ruhanî, manevi zevklere medar hadiseler var. Bu hakikî zevklere ehemmiyet vermeyip, beşerin zararlı, şerli ârizî hadiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hadiseler daimî olmak ve herkese o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek.. ve o hadiseye sebebiyet verenlerin hakikî fâil ve mûcid olmak şartıyla olabilir. Halbuki, havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin te'sirleri pek cüz'î, ondaki zarar ve menfaatı o vaziyet; Şarktan, bahr-i muhitten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cismin onun tedbir ve icadında olan bir Zat-ı Akdesin Rububiyetini ve Hikmetini nazara almayıp, ta dünyanın nihayetinden zarar ve menfa'atı beklemek ne derece divanelik olduğu ta'rif edilmez.
Hem iman ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor.. Güneş gibi bir iman lâzım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette
(97) Yeni yazı Emirdağ-1 S:56
kader-i ilâhî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin, akıl tabiat ve tesadüfe saplanmasın!..
Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar.Tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki; lüzumsuz, fanî şeylerde telef olmasın.
Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki; din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde, güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benziyen mücahidînden, selef-i salihînden başka; siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tâm ve hakiki dindar, müttaki olanlar; siyasetçi olamazlar. Yani maksad-ı aslî siyaseti yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise; bütün kâinatın en büyük gayesi, ubudiyet-i insaniyyedir diye siyasete aşk u merakla değil, ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikata alet etmeye Eğer mümkün ise - çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları, kırılacak âdî şişelere alet yapar.
Elhasıl: Nasıl ki serhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir. Öyle de, böyle fâni boğuşmaları ve hadiseleri merakla takib etmek, bir nevi sarhoşluktur ki, hakikî vazifelerden gelen ihtiyacı ve yapmamaktan gelen teellumatı muvakkaten unutturduğu için, menhus bir zevk verir veya tehlikeli bir ye'se düşüp ayetindeki emr-i ilâhiye muhalefet eder, tokada müstehak olur.. Veya
olan şiddetli tehdid-i ilâhî tokadına mazhar olur, zalimlerin zulümlerine hasbî olarak manen iştirak eder... Bilistihkak cezasını da dünyada, ahirette çeker.
Yalnız ehemmiyetli bir endişe; ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski harb-i umumiden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin üstadı ve menba'ı olan Avrupa'da Deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi, teselliye medar Âlem-i İslâm'ın tam intibahiyle ve yeni dünyanın Hıristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâm'la ittifak etmesi ve İncil, Kur'an'a ittihad edip tabi' olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşaallah galebe eder...(97) "
Emekli yüzbaşı Re'fet Bey'in 1946-1947 yıllarında İstanbul'daki Nur hizmetlerini yürütürken;1946 seçimleri olmuş, particilik tarafgirliği daha da kızışmış olduğu bir sırada, ihtimalki bazı partici adamlarla bazı temasları olmakla; "Acaba artık bir partiye girip de, yardım etmek zamanı gelmedi mi?" diye Üstad'dan istifsar etmiş. Bunun üzerine kendisine Üstad'dan şu cevab verilmiştir:
(İstanbul'a Re'fet'e bir proğram olarak gönderdiğim mektubun bir suretini de gönderiyorum)
"Aziz sıddık kardeşim Re'fet Bey!
Evvelâ: Bazı bize temas eden cüz'î hadiseler münasebetiyle bir hakikatı beyan etmek şiddetle ruhuma ihtar edildi, şöyle ki:
Risale-i Nur, hiçbir şeye alet olamadığını ve rıza-i ilâhiden başka hiçbir maksada vesile olamadığını ve doğrudan doğruya her şeyden evvel iman hakikatlarını ders vermek ve biçare zayıfların ve şüpheye düşenlerin imanlarını kurtarmak olduğunu, elbette sizin gibi Nur'un hâs şâkirtleri biliyorlar.
Saniyen: Risale-i Nur'un bu kadar muarızlarına mukabil, en büyük kuvveti ihlâs olduğundan ve dünyanın hiç bir şeyine alet olmadığı gibi tarafgirlik hissiyatına bina edilen cereyanlara, hususan siyasete temas eden cereyanlarla alâkadar olmaz. Çünki tarafgirlik damarı ihlâsı kırar, hakikatı değiştirir:
Hatta benim otuz senedenberi siyaseti terk ettiğime sebeb; Bir mübarek âlimin takib ettiği cereyanın, tarafgirlik damarıyla, sâlih ve büyük bir âlimin onun fikrine muhalif olmasından, tekfir derecesinde tahkir edip.. ve cereyanında kendi fikrine muvafık meşhur ve mütecaviz bir münafığı gayet medh ü sena etti. Ben de bütün ruhumla ürktüm. Demek tarafgirlik hissine siyasetçilik de karışsa, böyle acib hatalara sebebiyet veriyor diye
dedim, o zamandan beri siyaseti terk ettim.
O halim neticesi olarak, sizin gibi kardeşlerim bilirsiniz ki; yirmibeş seneden beri hiçbir gazeteyi ne okudum, ne dinledim ve ne de merak ettim... ve on sene harb-i umumiye bakmadım, bilmedim ve merak etmedim.. ve yirmi iki sene bu işkenceli esaretimde tarafgirliğe ve siyasete temas etmemek için ve Nur'daki ihlâsa zarar gelmemek için, müdafaatımdan başka; istirahatım için hiçbir müracaat etmediğimi bilirsiniz. Hem bilirsiniz ki; hapiste size yazdığım gibi; benim idamıma hükmeden adamlar ve beni işkenceli tazib edenler, Risale-i Nur'la imanlarını kurtarsalar, şâhid olunuz ben onları helâl ediyorum..
Ve tarafgirlik damarıyla ihlâsa zarar gelmemek için, bu iki üç senede dâhilden ve hariçten gelen fırtınalı cereyanlara hiç temas etmedik ve kardeşlerimi de bir derece ikaz ettim...(98)"
GAZETELER, SİYASET, BAŞKA KUVVETLERE BAKMAMAK, ANARŞİLİĞİN MENŞEİ VESAİRE HAKKINDA
Evvelâ gazete ve siyasetin umumi ve müşterek yanlarını ve Nur'un hizmetine zararlı taraflarını açıkça dile getiren Hazret-i Üstad'ın kesin dikteli emirlerinden birkaç numune arz ettikten sonra; diğer mevzulara dair de Üstad'ın kesin emir ve tavırlarını kaydedeceğiz. İşte:
"... Hem bu zarurî işlerini ihtiyarlığına hürmeten gördüğümüz adam mahkemece dava etmiş ve bütün hazır arkadaşlarını şâhid gösterip tasdik ettirmiş ki; yirmi senedir hiçbir gazeteyi ve siyasî eserleri ne okumuş ve ne sormuş, ne bahsetmiş...(99) "
(98)Emirdağ-1-Zübeyr- 2 S: 258
(99)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 4
"... İstanbul, şimdi başka bir tarzda siyasetçilerin ocağı hükmüne geçtiğinden; herhalde Risale-i Nur'u siyasete bulaştıracaktılar. Ben İstanbul'un, bu harbten sonra(100)siyasetten nefret etmiş, çirkinliğini müşahede etmiş, çok zaman İslâmiyet'in bir merkezi olmasından hakaik-i İslâmiye'de zevkini ve tesellisini arayacak vaziyete gelmiş diye Risale-i Nur'un orada tab'ına taraftar olmuştum.(101) Fakat şimdi anladım ki; biçare İstanbul, daha müthiş, daha fena bir tarzda siyasetlerin meydanı hükmüne geçmiş.. hatamı anladım.
Evet, lüzumsuz, zararlı âfakî siyasetlere bulaşmış, meşgul olmuş, menhus zevkleri içinde almaya başlamış ve her maksadın fevkinde siyasetle meşgul olmuş bir kafa; hakiki ve bâki ezvak-ı imaniye ve hakaik-i Kur'aniye'yi elbette sâfî ve halis bir tarzda alamaz, hazmetmez. (102)”
"...Otuzüç ayat-ı Kur'aniye'nin işaretiyle ve İmam-ı Ali'nin üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ı A'zam'ın kat'î ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur'un siyasetle alâkası yoktur. Fakat Küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşilik ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasiyla bozar, reddeder... Emniyeti ve asayişi, hürriyeti ve adaleti temin eder...”(103)
"...Şimdilik asabiyetle hâricî ve dahilî cereyanların mücadeleleri içinde dahiliye vekilini mahkemeye vermeye dair pek kuvvetli açık mektubun gazeteye ve makamata verilmemesi isabettir...(104)”
"Salisen: İstanbul'daki Amerikan Sefiri vasıtasıyla Amerika'daki Müslüman hey'etine Zülfikâr'ı ve bir Asa-yı Musa'yı göndermesini istiyen o dostumuz ve kardeşimize deyiniz ki; sefirlerin kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur'un siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemez. Hem Risale-i Nur müşterileri aramaz... müşteriler onu aramalı ve yalvarmalı. Amerika, buranın en küçük bir havadisini merakla takib ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur'u elbette arayacaktır...
Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini temsil eden hâs şâkirtlerinin ve sizlerindir. Benimde şimdi bir reyim var ...(105)”
"Aziz Kardeşim, senin mektubunu iyi gördüm. Fakat şimdiki gazeteciler ve baştakiler bu hakikatları tam takdir edemiyorlar. Hem Risale-i Nur yalvarmaz. Onlar yalvarmalı ve kıymetini takdir edip müşteri olduktan sonra, onların yardımını kabul eder. Hem şimdi nazar-ı dikkati Risale-i Nur şâkirtlerine celbetmemek münasibdir diye düşünüyorum. Fakat yedi sene
(100)İkinci cihan harbinden sonra demektir. A.B.
(101)Risale-i Nurların ilk serbest tab’ işi de, başlangıçta evvela İstanbul’da değil, Ankara’da başlamasıyla, üstadın buarzularının bir manası tahakkuk etmiş oluyordu. A.B.
(I02)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 166
(103)Aynı eser S: 186
(104)Aynı eser S: 261
(105)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 387
harb-i umumiye bakmıyan ve yirmibeş sene gazeteleri okumıyan, dinlemiyen bu kardaşınızın fikri bu meselede sorulmaz. Asıl fikir sahibi sizler ve Risale-i Nur'un hâs şakirtleri ve müdakkik nâşirleri meşveretle, -hususan Isparta'dakiler ile- maslâhat ne ise yaparsınız...(106)”
"... Resmi gazetelerin haber verdikleri bir hadise-i semaviyeyi adetime muhalif olarak bir Nur şâkirdi bana haber verdi.
Dedim: Yirmibeş sene gazetelerin havadislerini merak etmedim. Fakat bu taşlar Risale-i Nur'un, dinsizlere manevî tokadlarını temsil ettiği cihetinde ve beş altı sene evvel ondan haber verdiği için, o şâkirde dedim: "Git o hadiseyi tamamıyla oku, tahkik et...(107)”
"...Hamisen dört aydan beri bir zat, bana buraya bir gazete gönderiyormuş. Ben yeniden haber aldım ki, bana gönderiliyormuş. Burada dostlarım adetimi bildikleri içindir ki; değil gazete, Nur'dan başka hiçbir kitabı, hiçbir mecmuayı kabul etmediğim gibi, yeni yazıdan hiçbir harf bilmediğim için, korkmuşlar, vermemişler ve göstermemişler...
Şimdi bir zat, mektup içinde bir sahifesi benimle konuşan bir gazetecinin, fakat dost ve hemşehri bir zatın mektubunu gösterdi. Dediler ki; çoktan beri senin namına bir gazete gönderiyordu. Biz korktuk sana söylemedik.
Ben de dedim: "O zata benim tarafımdan çok selâm ediniz, o dostun eski bildiğin Said değişmiş, dünya ile alâkası kesilmiş.. Hem hasta, hem hususî mektubu kardeşine de yazamadığından o zat gücenmesin.”
Oradaki umum dostlara, hususen Hafız Emin ve Hafız Fahreddin gibi kardeşlerimize selâm ve bayramlarını tebrik ediyorum.
Kardeşiniz
SAİD-İ NURSİ (108)”
DAHİL VE HARİÇTEKİ KUVVETLERE BAKMAMAK
Dahil ve hariçteki büyük kuvvetlere, yardım edebilecek parti ve diplomatlara bakmadığının sebep ve hikmetlerini beyan eden Hazret-i Üstad'ın bir çok yazıları, izahları ve ikazları vardır. Bunların yanında yukarda örnekleri geçtiği üzere, bazı şahısları veya partili bir kısım zatları, Risale-i Nur'un iman hizmetini engellemeye çalışan habis güçlere karşı yardıma da'vet etme ruhsatları da vardır. Talebeleri vasıtasıyla teminini sağlamak için ruhsat verdiği şu yardım meselesiyle, büyük kuvvetlere bakmamanın ve alâkadar olmamanın arasındaki farkı nasıl uygulayabiliriz diye insanın aklına bir sual gelebilir?
Evvela: Ruhsatlar hakkındaki Hazret-i Üstad'ın cüz'î ve mahallî ve sırf zulmü def'etmek maksadıyla, hem de talebeleri aracılığıyla verdiği izinlerin ve şartlı ve maslahat adına ve zaruret anına mahsus olmak üzere hatırlattığı
(106)Aynı eser S:170
(107)Aynı eser S: 405
(108) Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 489
ruhsatların tarz-ı beyanında kullanılan ma'na ve üslub ile; burada bizzat müteveccih olup bakmak ve dostluk kazanmaya çalışmak ve hulul etmek, daha doğrusu muhaliflerle iş birliği yapmak arasında, çok ama pek çok büyük fark vardır. Birbiriyle iltibas edilmesine asla imkân yoktur.
İşte şu ikinci şık meseleye dair Üstad'ın kesin beyan ve ikazlarından bazı numuneler:
"Aziz Sıddık Kardeşlerim! Hem manevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtında bir cevabtır:
Sual: Neden ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peyda etmiyorsun?. Ve Risale-i Nur şâkirtlerini mümkin olduğu kadar o cereyanlara temastan men' ediyorsun? Halbuki, eğer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip parlak hakikatlarını neşredeceklerdi. Hem bu kadar sebebsiz sıkıntılara hedef olmıyacaktın?..
Elcevab: Bu alâkasızlık ve ictinabın en ehemmiyetli sebebi, mesleğimizin esası olan ihlâs bizi men' ediyor. Çünki, bu gaflet zamanında hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, her şeyi kendi mesleğine alet ederek, hatta dinini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe alet hükmüne getiriyor. Halbuki hakaik-i imaniye ve hizmet-i Nuriye-i kudsiye kâinatta hiçbir şeye alet olamaz. Rızay-i ilâhîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki şimdiki cereyanların çarpışmaları hengâmında bu Sırr-ı ihlâsı muhafaza etmek, dinini dünyaya alet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i ilâhîye dayanmaktır... (109)”
Yine aynı mealde Üstad'ın başka bir izahı:
"Aziz Sıddık sebatkâr muhlis kardeşlerim!
Hem maddî, hem nefsim, hem benim ile temas edenler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki; neden herkese muhalif olarak -hiç kimsenin yapmadığı gibi- sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmıyorsun, istiğna gösteriyorsun?. Ve herkes müştak ve tâlib olduğu ve Risale-i Nur'un intişarına, fütûhatına çok hizmet edecek ve Risale-i Nur şâkirtlerinin hâsları müttefik oldukları ve senden kabul ettikleri büyük makamları kabul etmiyorsun, şiddetle çekiniyorsun?..
Elcevab: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; Kâinatta hiçbir şeye alet ve tabi' ve basamak olamaz.. Ve hiçbir garaz ve maksad onu kirletemez.. ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri terâküm etmiş dalâletin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin. İşte bu nokta içindir ki; dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine Risale-i Nur ehemmiyet vernıiyor, onları arayıp tabi' olmuyor. Ta, avam-ı ehl-i imanın nazarında hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın.. ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye alet olmıyarak, fevkalâde kuvveti ve hakikatı hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin...(110)”
(109)Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 47
(110) Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 100
"...Bu sırada dahilde o kadar dâhilî- hâricî heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifade etmek, yani mahdut bir kaç arkadaşına bedel, binler diplomatları kendisine taraftar kazanmak için zemin hazır iken; sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar vermemek ve hükûmetin nazarını kendisine celbetmemek ve dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına yazıp ki; "Sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girmeyiniz, asayişe dokunmayınız.” dediği ve iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri.. eskisi evhamından, yenisi de bize yardım etmiyor diye ona çok sıkıntı verdikleri halde...(111)”
BİR ÇEŞİT MANEVÎ SİYASET OLAN FAZLA HÜSN-Ü ZAN İLE MANEVİ MAKAMAT NOKTASINDAN GELEN BEKLEYİŞ VE ÖZLEYİŞLERE KARŞI ÜSTAD'IN İLMÎ CEVABLARI
Bediüzzaman Hazretleri, bilhassa Risale-i Nur ile Kur'an ve iman hizmetine başladığı günden, ta vefatına kadar olan otuz beş senelik devre-i hayatında, ona talebe olmuş binlerce, milyonlarca insanın; hem de bunların içindeki nurlarca alim ve fazıl kimselerin samimî kanaâtları onun hakkında: Ahir zamanda gelmesi mev'ud ve mübeşşer olan âl-i beytin en büyük imamı ve müceddidi olduğu şeklinde iken, hem bu samimî ve çok büyük ve köklü hakikata dayanan kanaatler karşısında, Üstad Hazretleri hem Barla'da hem Kastamonu'da hem de şu Emirdağ hayatında, bu meseleye dair geniş, ilmî ve hakikatlı cevablar vermiş.. Kanaâtları, hüsn-ü zannın aşırı muhabbet halkasından, ilmîlik ve mantikîlik çerçevesine bağlamaya ve Nur talebelerinin o samimî kanaatlarını ta'dil etmeye elinden geldiğince çalışmıştır. Çok geniş olan Mehdîlik hakikatının bir nevi dümdarlığını.. Ve iman noktasında müceddidiyeti.. Ve hakikat ve ilim ve gerçekler cânibinden de bir manevî imamlığı kabul etmekle birlikte; bu makamın da şerefini, büyüklüğünü, kudsiyetini daima ve her zaman umum Nur talebelerinin büyük olan şahs-ı manevisine vermiş, kendisini de onların içinde bir ferd olarak kabul etmiş ve öyle de yaşamıştır.
Dostları ilə paylaş: |