47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə15/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   72

Bunlardan başka, l.Cihan harbinde Bediüzzamanın gösterdiği acib fedakârlıklar ve harika kahramanlıklarıyla; başta Harbiye Nazırı Enver Paşa olmak üzere, Kumandan Kel Ali Paşa, Halil Paşa, Hariciye Nazırı Talat Paşa ve Van Valisi Cevdet Bey ve sair askerî kumandanlar, mülkî erkân; Bediüzzamanın kahramanlık ve vatanseverlik cihetini de son derece takdir ederek Bediüzzamanlığını tasdik etmeleridir.

Hele Rusyadaki esaretinde, Rus Başkumandanını beş paraya saymıyarak ve ölümün yüzüne gülerek kıyam etmeme hadisesi, ta Amerikanın Askerî istihbarat arşivlerine kadar gidip kaydedilmesi gibi, Rusyada esir Türk, Alman ve Avusturya zabitlerince müşahede edilmesiyle, Onu fevkalâde metin, imanlı, kahraman bir kumandan olduğunu tasdik etmeleriyle; yine onun Bediüzzamanlık ünvanını zımnen kabul ve tasdik edip imza atmalarıdır.

Esaretten firar hadisesi, zaten başlı başına harikaların harikasıdır. Tek başına, Rusça bilmediği halde, Rusya'yı uzunluğuna firar suretinde keserek Varşova, Viyana ve Sofya'ya uğrayarak İstanbul'a kadar selâmet içinde gelmesi, evet gerçekten harika bir hadisedir.

904

İstanbul'a geldikten sonra da, İngilizlere karşı verdiği cansiperane mücadelesi ve İngilizlerin başpapazının suallerine verdiği veciz, harika cevablar; İngilizlerce de Bediüzzaman'ın kahramanlığı ve vatanseverliği görülüp kabul edilmekle de, onun Bediüzzamanlığı onlarca da bir nevi kabul edilmiş olmasıdır.



Daha sonra, onun bu harika ve bir ordu kadar te'sirli mücadelelerini gören ve takib eden Ankara hükûmet ricali, Bediüzzamanı ısrar ve tekrar ile Ankara'ya -taltif için- çağırmaları ve sonra da;Meclis başkanı, bil’aherede reis-i Cumhur M.Kemal Paşa'ya karşı namaz ve dinin şeairi hakikatlarını ve tatbiklerinin lüzumunu pervasızca ve hiç çekinmeden haykırması da yine bu davanın başka bir nişanesidir.

Bunlardan başka 1925'den 1953 yıllarına kadar tüm dünya dinsizlerinin, gizli-âşikâr ifsadatlarına karşı Kur'an namına, iman hesabına yaptığı yirmi sekiz senelik manevi cihadı ve kudsî mücadelesi; Onun nasıl bir din rehberi, . Kur'an hakikatlarının bir mübelliği ve dellalı.. Ve müstakim, şaşmaz bir hidayet abidesi olduğuna bütün ilim erbabı, insaf ve vicdan dünyası görüp ma'nen tasdik etmekle; yine onun o unvanının ancak ona lâyık ve muvafık olabileceğine zımnî ve sükûtî karar vermiş olmaları hadisesidir.

Evet bütün bu yazılanlar bu kitapta, delil ve belgeteriyle ispatlı olarak kaydedilmiş ve edilmektedir.

Şimdi burada, baştaki davamız olan İslâm Âleminin dinî, içtimaî ve siyasî büyük şahsiyetlerinin Bediüzzaman hakkındaki görüşlerinin beyanına geçiyoruz. Buna da Hazret-i Üstad'ın sadece 1907'den sonraki hayatiyle ilgili vak'alardan söz ederek gireceğiz. Onun bu tarihten önceki çocukluk devresi ve tahsil hayatı, tafsilatıyla bu kitapta kaydedilmiş olmakla beraber, belki o fasılda cereyan eden hadiseler başka sebeblere de hamledilebilir. Lâkin 1907'den sonra, İstanbul dairesindeki Osmanlının büyük din âlimleri ve siyasî şahsiyetlerinin Bediüzzaman hakkında görüşlerine artık hiç bir kimse bir şey diyemiyecektir.

İşte, Birincisi: Üstad Bediüzzaman Said-i Kürdî ve sonra Said-i Nursi Hazretlerinin 19071909 yılları arasında İstanbul'da iken, oraya gelen Mısır Cami-ûl Ezher Reisi Şeyh Bahid Hazretleriyle yaptığı mülâkat neticesinde, Şeyh Bahid'in: "Ben bu gençle münazara edip galebe çalamam. Zira, ben de Osmanlı ülkesinde zuhur eden hürriyet hakkında onun beyan ettiği aynı kanaattaydım. Fakat Bediûzzamanın, o çok geniş ve dağınık meselenin bir kitapla ancak izahı yapılabilir iken; İki cümleyle gayet veciz ve cami' şekilde ifade, etmesine hayran kaldım. Bu zatla münazara edilmez.(115)" gibi samimi i'tiraflarıyla; İslâm Ale

(115) Emirdağ-2 Lahikası, S:108

905

minin hem din hem dünya ve içtimaiyyat sahasında selâhiyyetli o allâme zatın, o şekilde kanaat izhar etmesi; Bediüzzaman hakkında İslâm Âleminden gelen telâkkî örneklerinin birincisidir.



İkincisi: Yine aynı senelerde ve sonrasında ( Belkide 1926 lardan sonra) Mısırlı meşhur âlim ve Garb'ın bir çok dil ve felsefelerine âşina allâme Abdülaziz Çaviş, o sıra Bediüzzamanın neşreylediği makale ve nutuklarını okuduktan sonra, Mısır'ın en büyük gazetesi olan "EL

EHRAM" ceridesinde "Bediüzzaman -Fatın-ül Asr" başlığı altında seri makaleler neşrederek, onun ilâhî, harika bir fart-ı zekâya sahip olduğunu ilân etmiştir.(116)

Üçüncüsü: 1911 haziranında resmî bir ziyaret maksadıyla İstanbul'a gelen Japon başkumandanı Maraşal NOGİ'nin Meşihat-i İslamiyeden sorduğu pek mühim suallere ancak Bediüzzamanın halletmesiyle Başkumandanın büyük takdirlerini celbetmesi ve Bediüzzamanla dostluk kurması hadisesidir. Bu bahisde, kitabımızın ilgili bölümünde tafsilatıyla geçmiştir.

Dördüncüsü: Mütareke yıllarında Mısır'a hicret eden Osmanlı devletinin son Şeyh-ûl İslâmı Mustafa Sabri Efendi, Mısır'da Risale-i Nur'a sahip çıktığını ve Nur Risalelerini Cami-ül Ezher'in hususî bir mevkiine koydurttuğunu ve hatta Risale-i Nurları Arapçaya tercüme etmek için dikkatle müteveccih olduğu vakit, "Bunun hakiki tercümesi işimiz değil, yine ancak onu tercüme edebilecek onun müellifidir" şeklinde itiraflarda bulunduğu.. Ayrıca da Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın, kendisi gibi Türkiye'yi terk etmeyip orada kalışının en isabetli şey olduğunu.. Ve onun Türkiye'de siyasî sahada değil, imanî ve manevî sahada başlattığı dinî cihadı en doğru şey olduğunu itiraf etmesidir(117)

Beşincisi: Osmanlı ülkesinin son asırda en büyük ve müstesna edebiyat üstadı ve istiklal marşının aziz şairi merhum Mehmet Akif Bey, gerek 1918'de açılan Dar-ül Hikmet-il İslâmiye genel sekreterliği zamanında, gerekse de ilk millet meclisi dönemindei meb'usluğu sırasında ve daha sonra Mısır'daki 1926-1936 yıllarında ta vefatına kadar, her mecliste sırası ve yeri geldikçe, daima Bediüzzaman'ın harika dehasından, üstün ve erişilmez idrâkinden, ilminden ve fazlından senakârane söz etmesi ve medhetmesidir.

Mehmet Akifden rivayet edenlerin başında üstad Hazretleri gelmektedir, bir mektubunda şöyle der: (Bu mektup 22/3 1951 de yazılmıştır)

"...İşarat-ül İ'caz umum Risale-i Nur'un bir fihristesi bir listesi ve o Nur bahçesinin bir fidanlığı ve sırr-ı İ'caz-ı Kur'anın bir menbaı olduğunu gördüm. Gayet ince ve derin olduğu için şimdiye kadar alimler pek

(116) Bediıizzaman hakkında verilen konferans, S: 25

(117) Sabık Şeyh-ül Islâm merhum Mustafa Sabri Efendi'nin bu sözleri ve rivayetlerinin me'hazı için bak: "Risale-i Nur hakkında verilen konferans S: 25. ve Son Şahitler-2 S: 32... Ve Mısır'da 1947-50 sıralarında talısil yapan Emirdaglı Kılınç Ali'nin rivayetleri..Ayrıca (Bkz. Emirdag-1 asıllanna... )

906


azını anlamışlardı. Fakat kimin eline geçmiş ise, fevkalâde takdir etmiş ve emsalsiz demiş. Hatta Dar-ül Hikmet'te merhum şair Mehmed Akif demiş ki: "En büyük alim odur ki, bu tefsiri anlasın.. değil ki emsalini yapabilsin!..” Hakikaten ben de merhum Mehmed Akif gibi derim: Dehşetli eski harp içinde avcı hattında, bazen de at üzerinde îcazdaki İ'cazın en ince münasebatını görmek ve onlarla tam meşgul olmak ve koca dehşetli harbin tehlikesi onu müşevveş etmemek.. Ve incimad derecesindeki soğuk içinde avcı hattında o incecik i'caz münasebetlerini herşeyden daha ehemmiyetli görmek; Eski Said'in hakikaten hizmet-i Kur'aniyede harika bir fedakârlığıdır...(118)”

Mehmet Akif Bey'den rivayet edenlerin bir kaçının isimleri de şöyledir:

1- Gazeteci Yazar Merhum Eşref Edip Fergan Bey

2- İlk dönem Erzurum milletvekili Mehmet Salih Yeşiloğlu.

3- Milli Savunma Bakanlığında yirmibeş sene hizmet eden Ankaralı Meşhur Osman Nuri Hoca'dır.

Gelen bu rivayetlerden birisinde: "Bir üdeba meclisinde, Merhum Mehmed Akif:. "Viktor Hugolar, Şekispirler, Dekartlar edebiyat ve felsefede, Bediüzzamanın ancak birer talebesi olabilirler:" demiştir.(119)

Başka bir rivayette, Mehmet Akif'in Dar-ül Hikmet-il İslâmiye genel sekreterliği sırasında bir mecliste: "Bediüzzaman'ın konuştuğu yerde bize ancak sükût düşer" demiştir.

Diğer bir rivayette: "Mehmet Akif: "Biz Darül-Hikmet'te iken, Bediüzzaman söze başladı mıydı, biz hayran hayran onu dinlerdik.(120)"demiştir.

Mehmet Akif'in söylediği bu sözleri gibi, bir rivayet de Üstad'ın hizmetkârlarından Mustafa Sungur'un, Üstad'ı Bediüzzaman'dan duyduğu rivayettir. Aynen şöyle dedi:

"Bir gün Üstad'ımız, Mehmet Akif den söz açılması münasebetiyle buyurmuşlardı ki: "DarülHikmet azaları içinde bana en yakın ve en hürmetkâr Mehmet Akif idi. Hatta bir gün Darül Hikmet azasından İzmirli İsmail HakkıEfendi, benim gıyabımda bir şeyler söylemek istemiş, ona mukabil Mehmet Akif karşılık vererek demiş ki: (Mealen) "Eğer kendilerine biz alimiz diyorlarsa, Bediüzzaman'ın yazdığı bir İşarat-ül İ'cazını anlıyabilsinler."

Böylece Mehmet Akif Hazretleri, Bediüzzaman'ın hayranı olup, onun yazdığı eserlerinden çok zaman ilhamlar alarak, şiirlerinde o hakikatları

(118) Muntebah Dosya No: 74

(119) Konferas:Z.Gündüzalp S:25

(120) Müntehab Dosya müteferrik mektuplar, Sıra No: 22

907

kaydettiğini bir çok kimseler rivayet etmiştir.



Altıncısı: 1908'lerden 1920'lere kadar umum Osmanlı Şeyh-ül İslamları Bediüzzamana karşı hürmet ve takdir içinde bulundukları keyfiyetidir. Bir misal vermek icab ederse; 1911 yılında İstanbul'a gelen Japon(*) baş kumandanının, Şeyh-ül İslâmlıktan sorduğu müşkil ve çetin suallerini cevablandırmak üzere, Şeyh-ül İslâm Bediüzzaman'a müracaat etmiş ve Bediüzzamanın vermiş olduğu ilmî ve mantıkî cevabları Meşihat adına kumandana aktarılmıştır.

Ayrıca da 1920'lerde İngilizlerin İstanbul'a tasallutları hengâmında onun Anglikan Kilisesi'nin Baş papazı tarafından, İslâm Meşihatından (Şeyhül İslâmlık) sorduğu altı tane suallerinin cevablandırılması için de, yine Bediüzzaman'a müracaat edilmiş, Bediüzzaman Hazretleri de o hengâmeye muvafık olacak tokmak gibi cevabları vermiştir.Hem ayrıca da 1918'de Şeyh-ül İslâm Musa Kâzım Efendi'nin, padişaha takdim ettiği arizalarda, Bediüzzaman Said-i Kürdî Efendinin Darül-hikmet'e alınması hususunda ve bilâhare de kendisinin ilmiyede kaymakamlık manasında kullanılan "MAHREC" payesiyle taltifi konusunda gösterdiği hürmet ve ifade ettiği ihtiram ve sevgi kelimeleri de bu davaya kâfi delildir.(121)

Şeyh-ül İslâm Musa Kâzım'dan sonra gelen, Şeyh-ül İslâm Nuri Efendi ve nihayet Şeyh-ül İslâm Mustafa Sabri Efendi'ler, hepsi de Bediüzzaman'ın ilmine, fazlına, kemaline ve fıtrî ilâhî zekâsına hayran olmuş ve takdir hislerini ifade etmişlerdir.

Yedincisi: Ağır şartlar ve bağlayıcı tazyikler altında olmalarına rağmen; ve Bediüzzaman Hazretleri hakkında hükûmetler tarafından menfice resmî propagandalar yapıldığı halde, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Riyaseti Dairesi Hocaları, en başta Aksekili Ahmed Hamdi Efendi olmak üzere.-Birinci Reis Serafeddin Yaltkaya hariç- bütün başkanları ve yüksek kurul azaları; Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın ilmine, faziletine ve dirayetine karşı hayran

(*) Japon baş kumandanı bahsi az yukarıda geçmekle beraber, burada tekrar edilmesi bilerek olmuştur.Çünki burada ondan bahis dolaylıdır.A.B.

(121) Son Devrin lslâm Akademisi, Sadık Albayrak, S:197

908

lık ve hürmetkârlıklarını ifade etmekten çekinmemiş, her zaman ona yardım etmek istemişlerdir. Ve bunu pek çok müsbet ve ilmî raporlarıyla da tasdik etmişlerdir.(122)



Evet, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 1987 yılına kadar, Diyanet İşleri Reislerinden Ş.Yaltkaya hariç, başta Ahmed Hamdi Akseki, M.Eyyüb Sabri, Hasan Hüsnü Erdem, Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Rıza Hakses, Tevfik Gerçeker, İbrahim Elmalı ve iki Lütfi Doğan'dan ikincisi(123) Süleyman Ateş, Tâyyar Altıkulaç(124) olmak üzere bu ana kadar sadece iki reis müstesna, diğerleri hepsi Risale-i Nuru ve Üstad Bediüzzaman'ı son derece takdir ederek ihtiram içinde bulunmuşlardır. Bunlardan bir çoğunun Hazret-i Üstadla bazı hatıraları da olmuş ve bazıları üstad Bediüzzaman hakkında hususi görüşlerini de beyan etmişlerdir. Bu hatıra ve görüşler kısmen bu kitabın baş taraflarında kaydedilmiştir.

Ezcümle: Türkiye Cumhuriyeti ikinci Diyanet reisi Ahmed Hamdi Efendi(125) Diyanet Reisliğine geçtikten sonra, Hazret-i Üstad ve Risale-i Nurla 1947'lerde başlıyarak, çok yakından alâkadar olmaya başladı.Üstad Bediüzzaman'la bazı muhaberelerde bulundu ve o tarihlerde Nur risalelerinden iki takımı ısrarla istemişti. Hazret-i Üstad da, 1949'da Afyon hapsinden çıktıktan sonra, 1950 başlarında kendisine iki Nur takımı hazırlatmış ve göndermişti. O da bu kitapları hususî şekilde cildleterek, bir takımın üstünde kendi ismini yazdırmış ve hususî kütübhanesine koymuş. Diğer takımı da Diyanet Dâiresi kütübhanesine hediye etmiştir.(126) Daha sonra da vefatından az önce, kendi zengin olan kütübhanesini de içindeki bir takım Nur risaleleriyle birlikte Diyanetin kütübhanesine hediye ile devretmiştir.

(122) "Diyanet lşleri Reisliği Nurculuk hakkında ne diyor" kitabı bunun şahididir.

(123) Birinci Lütfi Doğan, Doktor Lütfi Doğan'dır.Aslen Konya-Ermnek kazası Gargar köyünden olup,bir arda Çoruma yerleşmiş olan bu zat, dışardan elde ettiği bazı diplomalar sayesinde ve bazı siyasi kanallarla o makama, her nasılsa ulaşmış bir insan...

(124) Tayyar Altıkulaç, talebeliği sırasında Risale-i Nurlardan kısmen okuduğunu ve Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur'a karşı değil, bazı Nur talebelerinin, Hazret-i Üstad'ın manevî makam ve şahsiyetine karşı duydukları hususî kanaat ve hislerine karşı bazı itirazları olduğunu bizzat bana anlatmışlardı. A.B.

(125) Ahmed Hamdi Akseki, Antalya-Elmalı kazası, Güzel nahiyesine bağlı Akseki köyünde doğmuştur. Medrese tahsilini İstanbul'da bitirmiş, T.C.Hükümetlerinde 1924-1939 arası, Diyanet müşavere kurulu azalığı ve başkanlığında,1939-1947 arası Diyanet Reis muavinliği...1947-51 arası Diyanet reisliği yapmış ve 1.9.1951 tarihinde vefat etmiştir. Allah Rahmet eylesin. (Bkz. Diyanet Dergisi, Sayı: 336)

(126) Nurun mezkûr o iki takımı, halen de Diyanet dairesi kütübhanesinde mevcuttur.

909


MERHUM AHMED HAMDİ EFENDİ'DEN İKİ RİVAYET VE NAKİL

1- Hazret-i Üstad'ın yakın talebelerinden Abdullah Yeğin Ağabey anlattı:(2. baskıda Abdullah Yeğin Ağabey hatırasını ufak bazı düzeltmelerle tashih etti.)

"Biz 1948 veya 49'da, birkısım üniversite talebeleriyle Ahmed Hamdi Efendi'yi, Keçiören'deki evinde ziyaret etmiştik. Bizi kütübhanesinin bulunduğu salonda kabul etti. Üstad Bediüzzaman hakkında bazı şeyler sormak istedik. Bunun üzerine Ahmed Hamdi Efendi konuşmaya başladı: "Ben size Bediüzzaman Hazretlerinin nasıl bir âlim, nasıl harika bir zekâya sahip olduğunu şöyle kısaca anlatayım" diyerek kütübhanesinden kalın cildli iki kitabi göstererek dedi ki: "Bu kitabı görüyormusunuz, işte Bediüzzaman Hazretleri bu iki kitabı iki kere okusun, hepsini ezber edebilecek harika bir hafızaya, o nisbette de zekâya mâlik ve sahiptir." dedi.. ve bize: "Risale-i Nurları hiç çekinmeden okuyunuz, yegâne okunacak eserdir. Ancak zaman naziktir." diye tavsiyede bulundu.

2- Kastamonu'da Üstad Bediüzzaman'ın komşusu Şevket isminde bir tüccar ile Merhum Ahmed Hamdi Efendi arasında cereyan etmiş bir hadise ve hatırayı rivayet eden Tillolu merhum Tahsin Efendi'dir. Tahsin Efendi Üstad Hazretleriyle Kastamonu'da tanışmış, bazı hizmetlerinde ve Nurların yazı işinde bulunmuş bir zattır... Şöyle anlattı:

Üstad'ın ev komşusu olan tüccar Şevket Efendi, komşu olduğu halde Hazret-i Üstad'ın ziyaretine hiç gelmemiş ve görüşmemişti. Bu zat bir ara İstanbul'a ticari iş için gitmiş, oradan da bir kaç günlüğüne Yalova'ya teneffüs kastıyla gitmiş. Yalova'daki bir otelin bir odasına kalabalık insanların girip çıktığını görmüş. "Burada ne var"' diye sormuş. Aksekili Ahmed Hamdi Efendinin o odada misafır olduğunu söylemişler. Kendisi de, gideyim ben de bir ziyaret edeyim demiş, varmış elini öpmüştür.A.Hamdi Efendi hemen kendisinin nereli olduğunu sormuş. O da "Kastamonuluyum" der demez, Hamdi Efendi kendisine yer göstermiş ve oturmasını söylemiştir. Ziyaretçiler biraz azalınca, Ahmed Hamdi Efendi tüccar Şevket Efendiye: "Kastamonu'da çok büyük bir zat vardır, sen onunla görüştün mü?" diye sormuş.

Şevket Efendi ise; "O zat benim ev komşum olduğu halde, maalesef hiç görüşemedim." demesi üzerine, Ahmed Hamdi Efendi ona: "Hata etmişsin, çok hata etmişsin!." Diyerek, Hazret-i Üstad'ın yüce kemalâtını lâyık olduğu veçhiyle sena etmeye başlamış ve tekrar Şevket Efendi'ye dönerek: "Bediüzzaman gibi bir zat Kastamonu'da, üstelik ev komşun olsun da görüşmezsin!" şeklinde sitem etmiştir.

Bunun üzerine Şevket Efendi Kastamonu'ya döner dönmez, ilk işi beni

910


bulup Hazret-i Üstad'ın ziyaretine gitmek oldu.

Tahsin Aydın (127)"

İşte Türkiye Cumhuriyeti Diyanet Reislerinden en başta Aksekili Ahmed Hamdi Efendi olmak üzere Hasan Hüsnü Erdem, Ömer Nasuhi Bilmen, Ali Rıza Hakses ve Tevfik Gerçeker.. Ayrıca da Diyanet İşleri Müşavere Kurulu başkanlarından Hasan Fehmi Başoğlu, büyük alim ve yine Din İşleri Müşavere kurulu azalarından M.Şehid Oral ve Ahmed Hamdi Kasaboğlu gibi en selahiyetli âlim zatlar, hemen hepsi Üstad Bediüzzaman Hazretlerini görmüş, tanımış.. Ve ilim, fazl ve kemalâtını takdir etmiş büyük şahsiyetlerdir. Bu zatlar Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığında vazifeli oldukları dönemlerde bir çok

defalar mahkemelerce Nur Risaleleri Diyanet İşlerine tetkik için havale edildiği zaman, aynı zatların riyasetlerinde otuz kadar müsbet raporları vârid olmuştur. Bunlardan, sadece 1964 tarihine kadar sadır olmuş raporlardan yirmi dört tanesi bir kitap halinde neşredilmiştir.

Böylece, yukarda adları yazılan o muhterem zatların Üstad Bediüzzaman ile ilgili bir kısım hatıraları da bu kitapta dercedilmiş olmakla beraber, aynı zatlardan bazılarının Bediüzzaman hakkındaki hususî kanaat ve görüşlerinden bazı bölümlerin de buraya derci münasib görüldü:

1- ALİ RIZA HAKSES: (1967 yılında Diyanet İşleri Başkanlığını yaptı. Ondan önce iki yıl din işleri yüksek kurulunda başkanlık yaptı.)

Bu zat, Bediüzzaman Hazretlerinin ilmine, fazlına, kemalâtına ve İslâm dinine ettiği büyük hizmetlerine ait şunları söyler:

"...O ilim adamıydı. İlm-i dine ahkâm-ı dine vâkıf olan bir zattı. Böyle bir zata "Bilgisi kıttır" falan diyen olamaz... O, ilmini münazaralarda ortaya koymuş bir insan... Bütün İstanbul uleması (Onun ilmine karşı) aciz kalmış.. Sonra; "Siz Darül Hikmet'e lâyıksınız!" diye onu en yüksek ilim müessesesine tayin etmişlerdi.

Fevkalâde zekî ve hazır-cevab bir insan.. Ona kimse; "Cahil, şudur budur" diyemez. O kendini ortaya koymuş bir insandır. Hikmet-i İslâmiyeye vâkıf bir insandı. Nefsinde râsih bir zattı.

Hangi fenden sorsalar, hep altından kalkardı. Onun kadrini; ilmi olan, maneviyatı olan bilir.

Mesaiki ola şer'î, ona molla bilir derler.

Ledün ilmini hemin, ehli ile Mevlâ bilir derler.

(127) Bu hatırayı Urfa'da bir müddet hayatını geçirdikten sonra orada vefat etmiş olan Tillolu Tahsin Aydın Efendi bize bir çok defa anlattığı gibi, N. Şahiner de "Son Şahitler-3 S: 105'de ayrıca neşretti.A.B.

911


Belki o zat-ı âl-î kadr, sahib-i ilm-i ledündür. Eğer öyle idi ise, elbette onunla kimse başa çıkamaz. Allah öyle ilim sahiblerini korur. Eserleri İslâmî eserler... Kur'anın manalarına aykırı bir mana vermemiş, âlimane tefsir etmiş. Verildiği mahkemelerde, hep beraat etmiştir. Nur Risalelerinde dinî bir mahzur yoktur. Bizim kanaâtımız öyledir. Son zamanlarda inzivaya çekilmişti. Üç beş zeytinle vakit geçirdi. Biz yemek peşinde koşarken, o maneviyat âleminde yükseliyordu.(128)"

2- TEVFİK GERÇEKER: (Aynı zamanda hukukçu olan bu zat, 1962-1963 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı yaptı. C.H.P'nin o dönem iktidarında; bir devlet bakanıyla, Diyanet işleri başkan muavini, emekli general Saadeddin Evrin'in ma'rifetiyle; Risale-i Nur aleyhinde hazırlattırılan sahte raporlara, reddiyelere; imzasını direnerek atmıyan Diyanet reisi büyük alim Hasan Hüsnü Erdem'in, zorlattırılarak emekliliğe sevk ettirilmesinden sonra, Diyanet işleri başkanlığına getirilmiş bir zattır.

Ne diyor bu zat, Hazret-i Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar hakkında:

"...Benim nazarımda onlar (Risale-i Nurlar) İslâmî fikirlerdir. Üstad gibi zatlar vasıta ve araçtır. İslâmiyet sağlam temeller üzerine müessestir. Hatta akıl ile tearuz etse' akıl asıl i' tibar, nakil ise te'vil olunur. Bediüzzaman buna ilaveten şöyle diyor: “Fakat o akıl, akıl olsa gerektir. (129)”

Bugünle geçmiş arasında bir fark görmüyorum. Sonra bizim işimiz de değil.. Herkes Said-i Kürdî gibi fedakârlık gösterip diyar diyar gezemez. Şimdi biz kesemizi, midemizi düşünüyoruz...(130) ”

3- ÖMER NASUHİ BİLMEN: Diyanet reisliğini de yapmış olan bu zatın İslamî kıymetli eserleri olup, Osmanlı Devletinin yetiştirmiş olduğu son büyük alimlerindendir.)

Üstad Bediüzzaman hakkındaki görüşü, veciz bir iki cümleden ibarettir. Bunu da nakil ve rivayet eden, gazeteci-yazar Vehbî Vakkasoğlu'dur. Şöyle anlattı:

“Hocamız Ömer Nasuhi Efendî, Yüksek İslam Enstitüsünde Kelâm hocalığı yaparken, bir talebe arkadaşımız, bir gün hocamıza, ders esnasında şöyle bir sual tevcih etti: "Hocam! Sizin de eserleriniz var, neden bunları okuyanlar bir "Nasuhîcilik" meydana getirmiyor ? Eserlerinizi alan götürür, kütübhanesine kor, herhangi bir hareket göstermez. Amma Risale-i Nurları okuyanlar bir bakarsınız, hemen birbirlerini buldular ve bir hareket ve faaliyet içine girdiler. Bunun sebebi nedir?”

(128) Aydınlar Konuşuyor, S:114

(129) Muhakemat-Bediıizzaman- S:10, Envar Neşriyat

(130) Aydınlar Konuşuyor, S:133

912


Hocamız Ömer Nasuhi Efendi: "Bunun cevabını burada değil, hususi bir yerde vereyim" dedi. Ve kitapları çıkınlayarak dersten çıktı. Biz de arkasına düştük. Fatihteki otobüs durağında, otobüse bindi. Biz de aynı otobüse bindik. Otobüs içinde de bizi görünce; sual soran arkadaşımızı eliyle işaret ederek yanına çağırdı. Biz de yaklaştık ve "Oğlum! Said-i Nursi nin kulağına yukardan üfliyenler var.. Bizim eserlerimiz ise, mevcutlardan bir derlemedir. İşte sebebi budur"dedi.

4- AHMED HAMDİ KASABOĞLU: (On iki sene Mısır'da tahsil yapan bu zat, uzun müddet Diyanet İşleri Başkanlığında müşavere kurulu azalığını yaptı. İslamî ilimlerde sahib-i salâhiyet bir insandı. 1986 Ramazanında vefat etti. Allah Rahmet etsin).

İşte bu zat, Bediüzzaman'ın ilmî dirayeti ve İslamî hizmetleri hakkında şunları söylüyor:

"...Onun fikirleri İslâmî idi.. Haliyle İslâmî fikirlerin yayılmasını iyi karşılarım. Karihasi çok genişti. Hayalleri kolay kolay başka bir kimsenin hatırına gelmezdi. Bazı teşbihleri vardır, hadiseleri bu teşbihlerle canlandırırdı. Teşbihleri ve hayalleri çok kuvvetliydi.

Said-i Nursinin gayesi, maksadı; İslâmiyete elinden geldiği kadar hizmet etmek, İslâmiyeti yaymaktı. Onun gayesi buydu. Çok ibadetle meşgul olurdu...(131)”

5- LÜTFÜ DOĞAN: (Bu zat, Bayburtlu olup; Diyanet işleri başkanlığını yapmış olan Ermenekli ve sonra Çorumlu Doktor Lütfü Doğan değildir. 1966'da din işleri yüksek kurulu azalığı,1967'de Diyanet işleri başkanlığı yaptı. Daha sonraları Erzurum Senatörü olarak meclise girdi.Halen bu zat, Refah Partisinde millet vekilidir.)

İşte bu zat diyor ki:

"Merhum Üstad Bediüzzaman'la benim vicahî görüşme imkânım olmadı. Kendilerini gıyabî olarak tanıyorum. İlmine itimad ettiğim bazı muhterem zevatın Said-i Nursi hakkındaki müşahedelerini bizzat dinleme imkânım olmuştu. Bunlardan birisi; Büyük İslâm âlimi merhum Muhammed Şehid Oral Efendi(132).. İkincisi de: Halen El-aziz müftüsü Muhterem Hacı Ömer Bilginoğlu Efendidir. Bu her iki şahıs da, Merhum Bediüzzaman hakkındaki müşahedelerinde; kendisinin ilim, vera', takva ve fazilet sahibi bir kimse olduğunu bizzat müşahede ettiklerini, ilmî vukufiyetinin derinliği, ilmiyle âmil bir insan olmasının hayranı olduklarını bizzat ifade etmişlerdir.

(131) Aydınlar Konuşuyor, S:116

(132) M.Şehid Oral, Diyanet Müşavere kurulu azalarından büyük bir İslam alimi idi.A.B.

913

Muhammed Şehid Oral Bediüzzaman için: "Esasat-ı İslâmiyeye vâkıf bir zattı" diye hükmederdi. Hasan Fehmi Başoğlu da(133)yüksek ilmi şahsiyetinden M.Şehid Oral merhuma daima bahsedermiş. Ömer Efendinin de, kendisiyle sohbeti çok olmuş, o da Bediüzzamanın ilmine, fazlına hayrandır. (134)”


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin