47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə17/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   72

İKİNCİ MES' ELE: Te'lif edilen Risalelerin tanzimi, yani sırasına dizilerek isimlendirilmeleri ve makamlarına konulmaları.. ve bilahâre çeşitli isimler altında mevcut risalelerden mecmualar tanzim ettirilmesi keyfiyetidir. Bu da yine te'lifi gibi, ilham ve ihtarların manevî hükümleri altında cereyan etmiştir. Şöyle ki:

SÖZLER olsun, Mektubat olsun ve hakeza Lem'alar ve Şualar olsun, içindeki risalelerinin ilk te'lifleri anında; "Bu falanca söz" veya "falanca mektup" diye adlandırılarak te'lif edilmiş değildir. Meselâ "Onuncu Söz" ilk te'lif edildiğinde, ismi "Onuncu Söz" değil "Haşir Risalesi"dir. Zaten Onuncu Söz te'lif edildiği zaman, henüz birden dokuza kadar olan "Küçük Sözler" telif edilmiş değildir.

Keza, "Yirmibeşinci Söz" te'lif edildiğinde, ismi sadece "Mu'cizat-ı

924


Kur'aniye Risalesidir" ve hakeza, umum risaleler aşağı yukarı bu şekildedir. Te'lif edildikten bir müddet sonra, onun tertibi ve sıralaması yine müellifi tarafından yapılmakta idi.

Bu mevzuun böyle olduğunun te'kid-i olarak, risale-i Nur müellifi Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şu gelecek ifadeleridir:

1- "...Fihrist risalesi yirmi senelik risalelerin bir kısmının fihristesidir. İçindeki risalelerin bir kısmının asılları Darül-Hikmet'ten başlar. Hem Fihristede numaraları, te'lif tertibiyle değildir. Mesela Yirmi İkinci Söz, Birinci Söz'den.. Ve Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mektup'tan daha evvel yazılmıştır.. Bunlar gibi çok var...(148)"

2- Yine Hazret-i Üstad, Otuz Üçüncü Mektub'un, Birinci Mektubtan önce te'lif edildiğini kaydeder.(149)

3- Onsekizinci Söz'ün, Yirmi Beşinci Söz'den sonra te'lif edildiğini yazmaktadır.(150)

Ve daha bunlar gibi, Hazret-i Üstad'ın bu mevzuda beyanları çoktur ki Risale-i Nur te'lif edilirken, sırasına göre dizilerek te'lif anında o sıra murat edilmiş değildir. Belki te'liflerinden bir müddet sonra, yine Hazret-i Üstad tarafından ma'nevî ihtarlarla yer ve makamları tesbit edilmiştir.

Buna göre, Risale-i Nurun te'lifnin bu ciheti de, Kur'anın nüzulüne benzer bir tarzda, sünûhât ve ilhamlarla yapıldığı gibi, onun Risalelerinin makamları da, dizilişleri de öyle olmuştur.

Yanlış anlaşılmasın; Kur'an-ı Hakim, manasıyla, lâfzıyla ve her yönüyle vahy-i mahz olup doğrudan doğruya perdesiz, vasıtasız Allah'ın kelâmıdır. Risale-i Nur ise, Kur'anın mukaddes manalarının denizinden ilhamlar ve sünûhâtlar yoluyla gelen reşhalar ve katrelerdir. Ona göre, Risale-i Nurların lâfız ve kelimeleri değil, amma bunları canlandıran ve ruhları mesabesinde olan mücerred manaları -bazen külliyat, bazen de tafsilâtlarıyla- ilham ve sünûhatlardır... Bu cihetten Risale-i Nurlarda, emsaline göre görülen farklılık ve derc edilen şirin manalar, şeksiz ve şüphesiz hak ve gerçektirler. Lâkin Nurlann lâfız ve kelimeleri müellifin kendi ilmî seviye ve karihasıyla o manalara giydirdiği libaslar veya onların mahfazalarıdır. Bu noktadan Risalelerde lâfız ve kelimeler cihetinde bazı farklar düşmüştür. Bu ise bir te'lif için gayet normaldir. Bunlar nüsha farklarıdır. Çünkü Kur'andan başka ve diğer peygamberlerin kitaplarından gayri hiç bir risale

(148) Osmanlıca Lem'alar, S: 745

(149) Osmanlıca Afyon Müdafaanamesi, S: 26

(150) Barla Lahikası, Envar Neşriyat, S: 27

925


vahy değil, Kur'an değildirler. Öyle olduğu için de, Hazret-i müellif nüsha farklannı kaldırmak ve bir tek tarz yapmak cihetinde çalışmamış ve çalıştırmamıştır.

Nüsha farkı meselesini, keyfiyetini, sebeb ve mahiyetini ayrı bir fasılda genişçe ele almak va'diyle şimdi sadedimize dönüyoruz.

Evet, Kur'anın bu asırdaki en parlak ayinesi ve iman hakikatlarının en ziyadar ve berrak bir makesi olan Risale-i Nurların te'lifi gibi; tertib ve tanzimi de garibtir, orjinaldir. Hem ilham ve ihtarların tasarruf ve hükümleriyledir. Bu hakikatın bir kaç misal ve delilini bizzat Hazret-i müellifin sözlerinden verelim:

Birinci misal: "Otuzuncu Mektup pek parlak tasavvur edilmişti. Fakat yerini İşarat -ül İ'caza verdi. (151)”

İkinci Misal: Tahminen 1941'lerde Kastamonu'da yazdığı bir mektubunda kendi eski eserleri hakkında şöyle demiştir:

“Saniyen: Bu günlerde Selahaddin'in İstanbul'dan getirdiği “Habbe Katre, Şemme, Habab” gibi Arabî risalelere baktım, gördüm ki: Yeni Said'in doğrudan doğruya harekât-ı kalbiyesinde müşahede ettiği hakikatlar, Risale-i Nur'un çeçikirdekleri hükmündedir. Zaten bunlar, hem “Şu'le ve Zehre”, Risale-i Nur'un Arabî parçalarıdır. Onlar doğrudan doğruya benim nefsimin dersi olduğu için, Arabî ve kısa ibarelerle ifade edilmiş, başka adamlar nazara alınmamış. O

zaman başta şeyhül-islam ve Darül-Hikmet azaları ve İstanbul'un büyük alimleri tahsin ve takdirle karşıladılar. Bunlar yeni Said'in eserleri olduğundan, Risale-i Nur'un eczalarıdır. Eski Said'in ise, Arabi risalelerinden yalnız İşarat-ül İ'caz, Risale-i Nurda en mühim mevki' almış.. Hem her iki Said'in iştirâkiyle bir tek Ramazanda, iki hilâl ortasında te'lif edilen ve kendi kendine ihtiyarım hâricinde bir derece manzum şeklini alan, İşarat-ûl İ'caz kıt'asında elli altmış sahife, Türkçe olarak "LEMAAT" namındaki risale dahi, Risale-i Nura girebilir. Maatteessüf bir nüsha elde edemedim. Herkesin hoşuna gittiği için matbu' nüshaları kalmamış.

Hem Eski Said'in ilm-i mantık noktasında bir şâheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu' "Ta'likat"dan süzülen i'cazlı bir îcaz-ı harikada ve müdakkik ulemaları hayret ve tahsin ile dikkate sevk eden matbu’ "Kızıl Îcaz" nâmındaki Risale-i mantikiye, Risale-i Nurla bağlanmasına...(152)"

İşte Hazret-i Üstad'ın Kastamonu hayatında yazdığı bu mektubunda da, Risale-i Nurların tertib ve tanziminin nasıl gerçekleştiği hususunda fi

(151) Osmanlıca Mektubat, S: 290

(152) Osmanlıca Kastamonu Lahikası, S: 255

926


kir vermektedir. Fakat Üstad henüz Kastamonuda iken, kendi eski eserlerinden bazılarının Risale-i Nura bağlanması hakkında bir ihtar almışsa da, ancak mevki' ve makamlarını bildirilmediği için- belirtmemiştir.O tarihten hayli zaman sonra, Emirdağı'na geldiğinde o eski eserlerinin, Nurların içindeki yer ve makamları da, ma'nevi ihtar ile bildirilmiş ve tesbit edilmiştir. Emirdağı'nda kaleme almış olduğu bir mektubunda bu mevzuda şöyle demiştir:

VE ÜÇÜNCÜ MİSAL: "İhtar edilen ikinci nokta: Madem Arapça altmış dörde girdik (1364 Hicri-1945 Miladi) işarat-ı gaybiye hükmiyle; Risale-i Nur tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha bir iki senemiz var....Halbuki çok mühim yerlerde yazılmıyan ve te'hir edilen risaleler kalmış. Mesela Otuzuncu Mektup, Otuz İkinci Mektup.. Ve Otuz Bir ve Otuz İkinci Lem'alar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış.

Kalbime ihtar edilmiş ki: "Eski Said'in en mühim eseri ve Risale-i Nur'un fatihası, Arabî ve matbu' olan İŞARATÜL İ'CAZ tefsiri, Otuz İkinci Mektup olacak ve olmuş.. Ve Eski Said'in en son te'lifi ve yirmi gün Ramazanda te'lif edilen ve kendi kendine manzum gelen LEMAAT risalesi, otuz ikinci lem'a olması.. ve Yeni Said'in en evvel hakikattan şühûd derecesinde kalbine zâhir olan Arabi ibaresinde KATRE, HABBE, ŞEMME, ZERRE, HABAB, ZEHRE, ŞU'LE ve onların zeyillerinden ibaret büyükçe bir mecmua, Otuz Üçüncü Lem'a olması ihtar edildi. Hem Meyve, Onbirinci Şua’ olduğu gibi.. Denizli Müdafaanamesi de, On İkinci Şua’.. Ve Hapiste ve sonra yazılan küçük mektuplar mecmuası, Onüçüncü şua’ olması ihtar edildi. Ben de aziz kardeşlerimin tensiblerine havale ediyorum. Demek bir kaç mertebede kapı açıktır. Bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir. (153)”

Hazret-i Üstad'ın 1945 senesinde kaleme aldığı bu mektubunda nurların tanzim ve tertibinin son safhasını beyan ettiği gibi, o tarihten sonra te'lif edilecek ve edilmiş olan Arapça Hülâsatûl Hülâsa, EL-HÜCCETÜZ ZEHRA, AFYON MAHKEME MÜDAFAANAMESİ.. ve daha sonraları, yani 1950'den sonra, HUTBE-İ ŞAMİYE'nin tercümesi ve Hanımlar Rehberi'nin tetimmeleri ve Nur Âleminin Bir Anahtarı eserinin parçaları gibi risaleleri de haber vermektedir.

Bu verilen misallerle, tüm Risale-i Nurların te'lifi gibi, tertib ve tanzimi de, böyle manevi ihtar ve ilhamların tasarruf ve hükümleri altnda gerçekleşdiğine artık şüphe kalmamış oluyor.

Gelelim, mevcud risalelerden alınan risaleler ve parçalarla çeşitli isimler altındaki mecmuaların tanzimine:

(153) Emirdağ -1 Kitabı, S: 64

927


Risale-i Nur'un bir çok yerlerinden edindiğimiz bilgiye göre, 1926 senesi başında te'lifine başlanan Nur Risaleleri, ta 1942'nin ortalarına kadar, çoğu zaman her bir risale, tek başına ve müstakil olarak yazılır ve neşredilirdi. Ancak Yirmi Yedinci Mektup namı altındaki lahika mektupları mecmuası ve bir de tek-tük sözler, Mektubat ve Lem'alar mecmuaları sırasına göre bazı nur talebelerinde bir arada bulunabiliyordu. Fakat 1942-43'de zâhiri hiç bir sebeb yokken, Kastamonu'da Hazret-i Üstad, Risaleleri toplu mecmualar halinde cildlettirerek büyük kitaplar haline getirmeye başladı.

HÜCCETULLAH-İL BALİGA, MİFTAH-UL-İMAN, MU'CİZAT-I KUR'ANİYE, MU'CİZAT-I AHMEDİYE, İRŞAD-ÜL GÂFİLİN, GENÇLERİN İKAZNAMESİ gibi isim ve ünvanlar altında, bazı risalelere aynı mevzudaki diğer bazı risaleleri zeyiller ve lahikalar yaparak toplattırdı. Denizli hapsi olan 1943-44 tarihindeki vak'adan bir iki sene sonra, yani 1945-46 senelerinde bu isimler daha da inkişaf ve tekemmül ederek; Nur Risalelerinden daha başka unvanlarla mecmualar tanzim etmeye başladı. "ASAY-I MUSA, ZÜLFİKÂR, SİRACÜN NUR, SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBİ, GENÇLİK REHBERİ, ZÜHRET- ÜN NUR, İMAN HAKİKATLARI, TİRYAK, RAHMET VE ŞEFKAT İLAÇLARI, TILSIMLAR MECMUASI" gibi küçük büyük mecmualar çıkararak neşrettirdi. Bu mecmualardan bazısının teşekkülü birer sebebe dayanmıştır. Meselâ beş adet risale ve bir çok lahika mektuplarından teşekkûl eden Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasının ilk teşekkül sebebi; 1940-41'lerde İstanbul'da Şarklı meşhur Şeyh ve Hocanın; Hazret-i Üstad'ın işarat-ı gaybiye hususunda bazı ayetlerden istihrac edip beyan ettiği mes'elelere aklı ermiyerek, biraz da korkaklık ve kıskançlık eseri olarak, yaptığı itirazları üzerine evvela “MÜHR-Ü TASDİK” bilâhare de Sikke-i Tâsdik-i Gaybi olarak muazzam ve harika mecmua meydana çıktı.(154)

Hazret-i Üstad bu mevzuda, yani risalelerin sebebsiz olarak mecmualar halinde teşekkülü hususunda, bir mektubunda şöyle der:

“... Hiç bir sebeb yokken, birden bire Risale-i Nur'u büyük mecmualar şeklinde yaptırmaya hapsimizden beş ay evvel başladık. Bunda büyük bir inayet-i ilâhiyye olduğuna şüphem kalmadı.. Ve feylosofların mağlubiyetinin hikmetini anladık. Çünki içtima’da, eczaların kuvvetinden çok ziyade bir kuvvet, hususan müdafaa vakitinde içtima’ ve tesanüdden ileri geliyor.(155)”

Başka bir eserinde, Nur risalelerinden mecmuaların tasnifine dair Hazret-i Üstad'ın bir emri:

“Buraca faydası görülen haşre dair parçaları Onuncu Söz'ün ahiınnde toplayıp, birer lahikası hükmüne gelmiştir...(156)”

(154) Osmanlıca Kastamonu-1, S: 407

(155) Emirdag-1, S: 61

(156) Osmanlıca Kastoamonu-1 S: 211

928


Ve daha bu mevzuda bir çok örnek verebiliriz. Lâkin meselenin anlaşılmasına kifayet ettiği için kısa kesiyoruz

DÖRDÜNCÜ KISMIN ÜÇÜNCÜ MESELESİ

(Nur risalelerinin te'lif tarihlerine göre sıralanmaları)

Birkaç defa, bu kitapta mevzuda bahis olduğu vechile; Nur risalelerinin telif sıraları, şimdi elimizde mevcut SÖZLER, MEKTUBAT, LEM'ALAR, ve ŞUA LAR'ın diziliş ve tertiblerine, sıraya göre te'lifi yapılmamıştır. Mevcud tanzim ve tertib, te'liflerinden bir müddet sonra yapılmıştır. Te'lif edilen risalelerin mevzu’ ve ehemmiyetine göre makamlarına -manevî ihtarlarla- yerleştirilmiştir. Az üst tarafta, bu tanzim ve tertibin de, te'lifi gibi ilham ve sünûhatların maneviî emriyle olduğu örneklerle gösterilmiştir.

Nasıl ki, Kur'an-ı Azimüşşan'ın nüzûlü tamamlandıktan sonra, onun mevcud tertib ve tanzimi yine vahye istinaden peygamberimiz tarafından yapılmış ve bu tertib ve tanzim sûrelerin nüzûl sırasına göre olmamıştır. Mesela Kur'an'dan en evvel nazil olan "İkra’ sûresi, mushaf tertibi itibariyle Kur anın en son cüz'ünün ahirlerine dercedilmiştir. Hatta Mekkî ve Medenî surelerin Kur'anda dizilişleri dahi, nüzûl tertibi sırasına göre değil, belki mevcud tanzim bilâhare vahye dayanan bir emre göre yapıldığı rivayet edilmiştir.

Öyle de: Eğer tabiri caiz olursa, Risale-i Nurların tertib ve tanzimi de buna yakın bir tarzda, (amma bununki sünûhat ve ilhamların manevî emir ve işaretleriyle) yapıldığına pek çok vesikalar, şâhidler vardır. Nitekim bazı belgelerini de gösterdik.

Nur Risalelerinin telif tarihleri meselesine gelince:

Bizim bilmediğimiz bir hikmete binaen, Hazret-i Üstad te'lif ettiği risalelere, yazdığı mektuplara hiç bir zaman tarih koymamış ve kullanmamıştır. Onun için günü gününe Risalelerin te'lif tarihlerini bulmamıza imkân yoktur. Lâkin seneler itibariyle bazı ip uçlannı da bulmak mümkün... Bunu da yine Hazret-i Üstad'ın çeşitli sebeb ve vesilelerle, bazı gaybî işaretler veya müdafaalar vesilesiyle tesbit ettiği bazı tarihlerden söz etmiş ve kaydetmiştir. Bizim bu hususda yegâne merciimizde o tesbitlerdir.

Şimdi bu mevzuda ilk önce Nur risalelerinde geçen bazı ifade ve beyanların küllî ve umumilerinden birkaç örnek verdikten sonra, bulabildiğimiz kadarıyla, tek tek risalelerin te'lif senelerini ve hangisi hangisinden evvel ve sonra te'lif edildiğini gösterir bir cedvel sunmaya çalışacağız.

929


Mevzu'a girmeden önce, iki noktayı -bahsimizle münasebeti ziyade olduğundan- kaydetmek isteriz:

BİRİNCİ NOKTA : Risale-i Nur adı altında geniş, vâzıh, mufassal olan nurlu risalelerin te'lif başlangıcı her ne kadar 1926 senesinin ilk baharından itibaren ise de; fakat 1920'lerden itibaren te'lifine başlanıp, 1923 baharında sona eren Arabi Risalelerin mecmuu ile, sonra 1925 yılı içerisinde BURDUR, ISPARTA ve BARLA'da tamamlanan ve fakat tab' edilemeyip el yazısı tek nüsha halinde kalan dört adet Arapça risalelerle birlikte onaltıyı bulan harika, derin, vecîz Arabî risaleler dahi Risale-i Nur'a dahil olduğundan, her münasebet geldikçe, Hazret-i

Üstad tarafından bazen yüz yirmi, bazen de yüz otuz parça Risale diye ifade edilen adetlerin beyanında, her zaman adı geçen on altı adet Arabilerin mecmuu ile beraber sayılmaktadır. Bu itibarla, Nurun te'lif başlangıcı bir cihette 1921 yılıdır denilebilir. Nitekim Hazret-i Üstad da bazı eserlerinde bu manayı te'kid etmektedir. Ezcümle; 1935 senesi içinde Eskişehir mahkemesine karşı yaptığı müdafaa'da der ki: “Risale-i Nur nâmı altında yüzyirmibeş Risale yirmi sene zarfında te'lif edilmiş.

Yine aynı müdafaanamesinde: “Nur risalelerinin bir çoğu dört beş sene evvel, bir kısmı da sekiz sene evvel, bir kısmı da on üç sene evvel te'lif edilmişlerdir(158)” demektedir.

Amma RİSALE-İ NUR adını verdiği Türkçe ve mufassal olan RisaleIerin te'lif başlangıcı için, 1925 tarihini vermektedir(159) ki; Burdur'a ilk menfi olarak getirildiğinde, on üç dersten ibaret olan NUR'UN İLK KAPISI'nın te'lif tarihidir.

İKİNCİ NOKTA: Risale-i Nur eserleri, küçük-büyük mecmualar haline getirildiğinde, Nur talebeleri bazı zatlar, o mecmualardan bazılarının başında "RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAN falanca risale" tabirini yazdılar. Bunu Hazret-i Üstad da gördü, herhangi bir şey demedi. Lâkin kendisi hiç bir zaman re'sen o tabiri kullanmadı. Bu tabir, Üstad'ın sağlığında neşredilen daha çok Osmanlıca mecmuaların, sadece Isparta'da teksiri yapılanların bazısının başında yazıldı. İnebolu o tabiri hiç kullanmadı. Hatta merhum Ceylan'ın 1947'de Eskişehir'de yazıp teksir ettiği İkinci Şua’ risalesinin başında da yazılmadı. Lâkin bu böyle olmakla birlikte, bu tabir bilhassa Hazret-i Üstad'ın vefatından sonra umumileşti. Adeta Nur risalelerinin ayrılmaz bir unvanı ve parçası oldu. Hatta bazı nâşirler bu tabiri Risale-i Nur silsilesine

(157) Osmanlıca Lem'alar S: 781

(158) Aynı eser, S: 764 .

(159) Osmanlıca Sikke-i Tasdik, S: 85

930


dahil edilmemiş ve müstakilen telif edilmiş Hazret-i Üstadın eski bir eseri olarak mevcud bazı risalelerin başına da yazdılar. Amma bence düşünmeden yazdılar.

Aslında "KÜLLİYAT" tabiri, daha çok edebiyatçı şâirlerin yazdıkları şiirlerinin mecmuuna ıtlak olunan bir tabirdir. "Kûlliyat-ı Sa'dî, Külliyat-ı Fuzuli Külliyat-ı Eb'ul Beka" gibi...

Gerçi her bir müellifin de yazdığı eserlerinin mecmuuna ma’na itibariyle külliyat tabiri verilebilir. Lâkin umumi örfde, şiirler tarzında olmıyan müelliflerin eserleri için bu tabir kullanılmamıştır ve kullanılmaz.Belki sadece edebiyatçı ve divan şairleri olan şairlerin yazdıkları şiirlerinin ve divan-ı edebiyata dahil edilen kasidelerinin tümü için külliyat tabiri kullanılırdı. Osmanlılar da umum edebiyatçı şairlerin divanlarına birden "Divan-ı edebiyat" denilmektedir. Amma bu tabir ve terim neden risale-i Nurlara da verildi? ve Risale-i Nurlar için neden bu derece umumileşti, bilemiyoruz. Her ne ise...

Şimdi mevzuumuza dönüyor ve Nur risalelerinin te'lif tarihlerini gösteren cedvelin tanzimine geçiyoruz.

Cedvele geçmeden önce, genel olarak Nur risalelerinin te'lif tarihleri hususunda Hazret-i Üstad'ın değerlendirmelerinden bir iki nümune kaydedelim:

1- “Risale-i Nurun en nurâni cüzlerinin te'lif hengâmı ve tekemmül zamanı olan 1349 H. (1931 M.) tarihine tam tamına tevafukla işaret eder...(160)”

2- “... 1347 (1929) ederek Risalet-ün Nur intişarının fevkalade parlaması tarihine tam tamına tevafukla bakar:..(161) ”

Gösterilen bu iki tarihde, ekser Nur risalelerinin te'lifleri gerçekleştiği anlaşıldığı gibi; Türkiye'nin belki dünyanın bir çok yerinde duyulması ve parlaması hadisesi de gerçektir. Çünki 1926 başlarında te'lif edilen ve aynı sene içerisinde İstanbul'da tab' ettirilip intişar eden "Onuncu Söz Haşir Risalesi" dünya dinsizlerinin, özellikle İngiliz Mason teşkilâtının Türkiye üzerinde gerçekleştirmek istediği müthiş ve korkunç dinsizlik plânlarını akim bıraktı. Sedd-i Zülkarneyn gibi, o dinsizlik plânının istilâsına mani oldu. İlim ve akıl meydanında bu hadise gerçektir, mübalâğasızdır. Lâkin kuvvet ve zorbalık tarafı, hükûmetin mail ve müsaid kanunlarından istifade yolunu elde etti ve onu kendisine alet edebildi. Kanunlar gölgesinde maddî sa

(160) Şualar.Envar Neşriyat, S: 653

(161) Aynı eser, S: 663

931

hada, plânlarının bir yönü olan bir çok tahribatı gerçekleştirebildiler. Gerçi ilim ve akıl meydanında mağlub düşenlerin kuvvete müracaat etmeleri bir zaafiyet ve aşağılığın alâmetidir. Amma dinsiz masonların her alçaklığı irtikab etmeleri ise, şiarlarıdır. Lâkin fermanının değişmez hükmiyle, netice ve akibette onlara bu dünyada da darbe ineceği muhakkaktır ve belki de şimdiden inmiştir.



CEDVELDEN ÖNCE ZARURİ BİR İZAH DAHA

1926 yılında te'lif edilen ve Kur'an hattı olan Osmanlıca tab' edilip intişar eden Haşir Risalesi'nin kapağına "Onuncu Söz" ismi de yazıldığına göre, aynı senede, fakat onuncu Söz'den sonra Küçük Sözler, yani birden dokuza kadar sözlerin te'lif edildiğini de gösterir. Gerçi Küçük Sözler'in asılları Nurun İlk Kapısı'nda da mevcuddur. Fakat oradaki tarz-ı ifade ve temsillerinin şekli az değişiktir ve hâs bir ifade ve üslûb iledir. Amma Barla'da yazılan Küçük Sözler, müellifin tabiriyle "Avam lisaniyle" ve kolay anlaşılır tarzdadır.

Yine bu cümleden olarak, "Yirmi İkinci Söz"ün, Birinci Söz'den, yani Küçük Sözler'den önce te'lif edildiğini Hazret-i Üstad yazıyor.(162) Buna göre 1926 yılı başlarında evvela Onuncu Söz'ün, sonra da Yirmi İkinci söz'ün te'lif edildiğini ve Onuncu Söz henüz tab'a gitmeden önce, Küçük Sözler'in de aynı sene zarfında te'lif edilmesiyle; birden dokuza kadar olan Küçük Sözlerin rakam sırasına göre, Haşir Risalesi "Onuncu Söz" ismini aldığını fehmediyoruz. Ancak aynı sene içinde, yirmi ikinci söz onuncu sözden sonra ve Küçük Sözlerden önce te'lif edildiğini Üstad'ın beyaniyle bildiğimiz gibi, aynı bu sene içinde daha hangi risalelerin te'lif edildiğini bilemiyoruz.

NUR RİSALELERİNİN TE'LİF TARİHİNİ GÖSTEREN CEDVEL

A-SÖZLER BÖLÜMÜ

RİSALE İSMİ TE'LİF TARİHİ ME'HAZI

Birden dokuza kadar sözler 1926 Osmanlıca Lem'alar S.745

Onuncu Söz 1926 Matbu’ nüshanın üstündeki

tarih: 1342 dir

Onbir, Oniki ve Onüçüncü

(162) Osmanlıca lem'alar,S:745 ve Nurun ilk Kapısı eserindeki Tevhid Lem'aları

932


Sözler (13. sözün 1. makamı) Bir ma'haz bulunamadı

Ondördüncü Söz Me'hazı bulunamadı

Ondördüncü Sözün hatimesi ve Zeyli 1933 Aynı risalenin dipnotu

Onbeş, Onaltı ve Onyedinci

Sözler Tarihleri bilinemedi

Onsekizinci Söz 1927 Envar Naşriyat-Barla

Lahikası S:27

Ondokuzuncu Söz Bilinemedi

Yirminci, Yirmibirinci, (20.Sözün birinci makamı 1930)

Yirmikinci Sözler 1926 1930 Osmanlıcı lem'alar S:312 ve

20. Sözün ikinci makamının

başı


Yirmiüçüncü Söz Bilinemedi

Yirmidördüncü Söz Bilinemedi

Yirmibeşinci Söz 1927 Osmanlıca Sikke-i Tas.S:78

Yirmialtıncı Söz Bilinemedi

Yirmiyedinci Söz ve Zeyli 1929 Başındaki tarif ve Hulusî

Beyin rivayeti

Yirmisekizinci Söz 1928 Kuvvetli tahminlerle

Yirmisekizinci Sözün 2.

Makamı lasiyyemalar Kesin bilinemedi

29.30.31.32. Sözler ve (30.Sözün 1. Makamı 1929) 1928 Yılları pencereler 1928 Yılları arasında oldukları kesindir

B-MEKTUBAT BÖLÜMÜ

RİSALE İSMİ TE'LİF TARİHİ ME'HAZI

Birinci mektup(163) 1929 Osmanlıca lem'alar S:754

İkinci Mektup 1930 Son Şahitler S:62

Üçüncü Mektup 1930 Çam dağında yaz ayları Aynı

eser S:42

Dördüncü,beşinci altıncı mek. 1930-31 Buna dair bazı emareler var.

Yedinci ve Sekizinci Mektuplar Tarihleri bilinemedi

(163) Birinci mektup yirmiikinci mektubtan sonra te'lit edilmiştir. Osmanlıca Lem. S: 754

933


Dokuzuncu mektup 1930 Son Şahitler S:47

Onuncu, Onbirinci Onikinci Mektuplar Bilinemedi

Onüçüncü Mektup 1929 Mektubat S:48

Ondördüncü Mektup Te'lif edilmemiştir.

Onbeşinci Mektup Bilinemedi

Onaltıncı Mektup 1930-31 Mektubat S:47

Onaltıncı Mektubun Zeyli 1931 Osmanlıca Lem'alarS:96

Onyedinci Mektup 1930 Son Şahitler S:43

Onsekizinci Mektup Tespit edilemedi.

Ondokuzuncu Mektup(164) 1929 Osmanlıca Sikke-i Tas. S:70

Yirminci Mektup 1928 Osmanlıca Zsikke-i Tas. S:78

Yirmibir ve Yirmi İkinci Mektublar Tespit edilemedi

Yirmi Üçüncü Mektup 1933 Son Şahitler-1S:42

Yirmidördüncü Mektup 1928 Osmanlıca Sikke-i Tas. S:78

Yirmibeşinci Mektup Te'lif edilmedi

Yirmialtıncı Mektup 1932 Aynı Risalenin ifadeleri

Yirmialtıncı Mektubun 1931 Aynı Mektubun muhteviyatı

ikinci kısmı

Yirmiyedinci Mektup Umum Lahika Mekmtuplarıdır.Başlangıcı1929, nihayeti 1960'dır.

Yirmisekizinci Mektup

Birinci parçası 1931 Aynı Metubun ifadesi

28.Mektup, İkinci parça 1933 Osmanlıca Mek.S:598

29.Mektup, Birinci kısım 1934 Son Şahitler-1S:42

Otuzuncu Mektup,İşarat-ül İ'caz dır 1916 Matbu Nüshası

Otuzbirinci Mektup, Otuzbir

Lem'alardan ibarettir.

Otuzikinci mektup, matbu' ve

manzum lemaattır. 1921 Matbu' nüsha

Otuzüçüncü Mektup

Pencereler Risalesi 1929 Birinci mektup'tan önce te'lif

edildiğine göre...

(164) Bu mektub otuzbirinci sözden sonra te'lif edilmiştir. Osmanlıca Sikke-i Tasdik, S: 70

934

C - LEM'ALAR BÖLÜMÜ



RİSALE İSMİ TE'LİF TARİHİ ME'HAZI

Birinci, ikinci, üçüncü dördüncü

Lem'alar 1932 Bazı karinelerle

Beşinci ve altıncı lem'alar Te'lif edilmemiştir

Yedinci Lem'a 1932 Osmanlıca Lem'alar S.79

Sekizinci Lem'a 1933 Kasım Ayı Aynı eser sh.79

Dokuzuncu Lem'a 1932 Aynı eser sh.79

Onuncu Lem'aa (Şefkat

Tokatları) 1934 Bazı emarelerle

Onbirinci Lem'a 1933 Tahminen

Onikinci Lem'a 1934 Barla Lahikası Refet beyin

suallerinde...

Onüçüncü Lem'a

(Hikmet-ül İstiaze) Tesbit edilemedi

Ondördüncü Lem'a 1934 Tahminen

Onbeşinci Lem'a Risale-i Nurların Sözler,Mektubat ve Lem'aların onbeşincisine kadar kısmının fihristidir. 1934 Isparta

Onaltıncı Lem'a 1934 Tahminen

Onyedinci Lem'a 1933 Osmanlıca Lem'alar S:346 Onsekizinci Lem'a 1934 Kasım Ayı Osmanlıca Lem'alar


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin