5. Ulusal Eko-Okullar Seminer Programı



Yüklə 65,65 Kb.
tarix29.10.2017
ölçüsü65,65 Kb.
#21313




5. Ulusal Eko-Okullar Seminer Programı” konuşmacılarının sunumlarına ait özetler

1–2 Aralık 2004, Marmara Koleji- İstanbul
Özetleyen: ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel İlköğretim Okulu Eko Okul Koordinatörü- Melda Erceiş
Çevre Eğitiminin Önemi- Erol SCOTT (Greenpeace Çevre Eğitimi Uzmanı)

Çevre sorunlarına verilen önem sanayici, öğretmen ve çevre mühendisi için farklıdır. Oysaki yaşamın içindeki her insan ve meslek grubu konu ile ilgilidir. Yaşam içinde sadece çöpler çevre sorunu değildir. Savaş, yoksulluk, çarpık şehirleşme, genleri ile oynanmış yiyecekler de çevre sorunudur. Halklar siyasi ve ekonomik problemlerin yanında ekolojik problemlere de duyarlı olmalıdırlar. Dünyanın kaynakları sırf insanlar için yaratılmamıştır. Düşünce ve eylemlerimizin merkezinde insan değil canlılar olmalıdır. Diğer canlıların da yaşama hakkı olduğunu öğreten programlar üretmeliyiz.

İnsanoğlu şehirlerde doğanın dışında yaşıyor. Doğanın bir parçası olduğunu unutmuş durumda. Doğala yabancılaşmış durumda. Diğer canlıların da sorumluluğunu üzerimize almalıyız. Çünkü toprak ananın bize verdiklerini sürekli alıyor ve tüketiyoruz.

Yaşamı sürdürme sonsuz kalkınma ile eşdeğer değildir. Bugün yaşayan her ailenin iki arabası olsa Çin’in tamamı otopark olurdu. Herkes filmlerde gösterilen Amerikan standartlarında yaşasa idi, insanoğlu için 6 gezegen daha ihtiyaç olurdu.

Toprak anayı zorluyoruz. Nerdeyse doğaya savaş açmış durumdayız. Her 2 saniyede bir futbol sahası kadar alan orman yok ediliyor.

İklim değişikliklerinin nedeni fosil yakıtlar. Atmosfere çok fazla CO2 gidiyor. Hayal kuran çocuklarımız olmalı, onlar alternatif güneş enerjisi ile çalışan piller üretmeli. Gençlere hayalleri ya da gelecekle ilgili istekleri sorulduğunda futbolcu olmayı, “Mc Donald’s” a gitmeyi, modern/hızlı bir arabası olmasını ifade ediyor. Ama bunlar içinde gezegeni için yapmayı istediği bir şey yok. Hâlbuki bilim adamı, mühendis, yönetici, ev kadını da olsa bu konuda bilgisi olmalı. Yaptığı işlerde tabiatı da düşünmeli.

Bugün var olan fosil yakıtların ¼’ i bile kullanılsa atmosferimiz için geri dönülmez bir noktaya gelmiş olacağız. Su- rüzgâr-güneş parasız ve kullanılmıyor. Bu üç kaynakla gezegende 1 saatte oluşan enerji gezegenin 1 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilir.
Biyolojik Çeşitlilik

Evrim türleri yok edebilir ama insanoğlu atıklarla bu işi 4 kat hızlandırmış durumda. Kilit türlerin ortadan kalkmasının maliyeti, maliyet hesaplarına hiç dâhil edilmiyor.

Öğrencilerimizde nasıl bir farkındalık oluşturacağız, onları nasıl harekete geçireceğiz? Başlangıç noktamız moral bozucu olabilir. Toprağı ellemeye bile çekiniyorlar. Oysa onlara toprağın canlı olduğunu, devinimi olduğunu, koktuğunu, onun için savaşlar yapıldığını anlatmalıyız. Gözlerinden uzak bir noktada ağaç dikip onu izlemiyorlarsa, onu kollamıyorlarsa yeni ormanlar yaratmak da sorunu çözmüyor.

Okullarımızda geri dönüşüm (recycle) teması ele alınıyor; ancak daha önce az kullanım (reduce) ve tekrar kullanım (reuse) teması o kadar etkin incelenmiyor. Örneğin: pet şişeleri topluyoruz; ancak bu şişeleri ikinci kere kullanabilir miyiz diye düşünmüyoruz. Örneğin: şehir merkezinde pet şişede su almak yerine, evden dolu getirdiğimiz şişeleri kullanabiliriz. Çünkü 2 saniyelik su içme eylemi için kullandığımız pet şişe doğada 400- 600- 1000 yıl erimiyor. Depozitolu şişeler yeniden kullanılabilir. Kurbağayı sıcak suya koysan atlar çıkar. Kaynar suya yavaş yavaş koysan bunu anlamayıp haşlanabilir. Biz bu durumdayız. Bütün bunları normal karşılıyor hale geliyoruz. Tüketerek mutlu olma yolunda gidiyoruz. Alışveriş yapmasak bile market reyonlarında gezmeyi seviyoruz. File ve bez torbaları kullanırken yerine naylon torbaları koyduk. Plastiği yaşamımıza daha az sokmalıyız. Permatik yerine tıraş makinelerini tercih etmeliyiz. Endüstri mühendisi olacaklar dünyayı ve canlıları da düşünerek çalışmalılar.


Enerji

Kuzey Avrupa ülkeleri kara alanları olmadığı için rüzgâr çiftliklerini denize kuruyorlar. Biz Ege Bölgesi’nin avantajlarını kullanamıyoruz. Kömür, petrol, doğal gaz, nükleer santraller yerine alternatif enerjiler daha hesaplı. Dünya bankası bu enerji türlerinin üretimi için destek vermiyor. Bu düzenin dışında çalışmalar da var. California eyaletinde araçların %5’i alternatif enerji ile çalışmak zorunda. Venezüella’da 2005’de güneş enerjisi ile çalışan arabaların seri üretimine başlanacak. Bizim de maliyetlere çevre ve sosyal maliyetleri eklemeyi öğrenmemiz gerek. Çevre eğitimi tüm meslek dalları için önemli ve temel eğitimin içinde itinayla ele alınmalı.

Reklâmlarda artık ürün değil yaşam tarzları reklâmı yapılıyor. Bu tarz Anadolu’ya arkamızı dönmemiz anlamı taşıyor. Biz bu değişimi yavaşlatmalıyız. Dünyada 0–5 yaş çocukların logoları kullanarak nasıl marka bağımlısı yapılabileceğini anlatan araştırmalar ve kitaplar var. Anadolu gibi gelişmekte olan pazarları nasıl kapatabilecekleri üzerine düşünüyorlar. Değerlerimize ve yaşam biçimimize sahip çıkmalıyız.

Greenwash(yeşil badanalama, yeşil banyo) kavramına dikkat etmeliyiz. Reklâmlarda çevreyi kirletmeyen benzinler tanıtılıyor. Beynimiz reklâmlarda gördüğümüz şeylerin, anlatılanların doğru olduğunu düşünüyor. Hâlbuki her şey pazarlama ve halkla ilişkiler çalışmaları. Kendilerini çevreci gibi gösteren petrol şirketleri doğruyu söylemiyorlar. Petrol kazalarında biz yayılan petrolü toplarız diyorlar. Toplayamıyorlar ve 24 saatte toplanamayan petrol zaten o bölgedeki canlılığı yok ediyor. Petrol sondaj alanlarında da ot bitmez, böcek yaşamaz.

Çin bisiklet kullanıyor. Anadolu’da kasabalar bisiklet kullanıyor. Ama şehirlerde biz bu arabaları hak ediyoruz gibi yanlış bir felsefe var. Kalbimde cumhuriyetin kuruluş yıllarına özlemle geri dönüyorum. Verilen savaşları düşünüyorum. Köy enstitülerinde nasıl çalışıldığını ve öğrenildiğini, düşünüyorum.

Çocuklarımıza reklâmlara yenilmemeleri için iyi birer strateji uzmanı olabilecek eğitimi vermeliyiz. Onlar araba logolarını tanıyor ancak ağaç yapraklarını tanımıyorlar. Şehre mahkûmuz, canımız sıkılınca yeşil ve maviyi istiyoruz; ancak hiçbir şey yapmıyoruz.

Bir çevre hedefi koymalı, engellerimiz ve desteklerimiz belirlemeliyiz. Bu arada hataya da düşmemeliyiz. Öğrencilerimizi kâğıt ya da teneke kutu toplamak için yarıştırıp tüketime yöneltmemeliyiz.

Toprak

Mevsim dışı meyve ve sebzeler toprağı zedeleyerek elde ediliyor. Toprağı öldürerek, yararak elde ediliyor. Bu gün genlerle uğraşan ve kartel olan iki şirket daha önce suni gübre üretiyorlardı. Bu gübrelerin doğal dengeyi bozmayacağını ve organizmaların zarar görmeyeceklerini ileri sürüyorlar. Kanıtlayamıyoruz ama bunların alerjik sağlık sorunlarından, yaşamı patentlemeye kadar genetik ve ticari sıkıntıları var. Anadolu’da yüzlerce çeşit buğday tohumumuz var. Şimdi bize verilmek istenen tohumlar kısır. Tekrar ekilemiyorlar ve yerine yenisi alınmak zorunda. Şimdi var olan tohumlarımız koruyamazsak tohum zenginliğimizi de kaybedeceğiz. İklim ve coğrafyanın ürettiği zenginlik onlarca tohuma inecek.

Endonezya’da yaşanan kıtlık zamanında batı ülkeleri tohum vermek istiyor. Ülkenin başkanı bu yardımı reddedince yoğun bir baskı ve eleştiri ile karşılaşıyor. Başkan son açıklamasında: bugünkü kuşakları kurtarırken gelecek kuşakları tehdit altına almış olurum diyerek tohumları yine reddediyor.
“MÜCADELENİN KENDİSİ BİLE BİR BAŞARIDIR.”
AB Öncesi Türkiye’de Çevre Sorunları, Eğitimcilere Düşen Sorumluluklar- Nejat AYDIN

(Çevre ve Orman Bakanlığı-Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı)


  • Doğa kendi kendini temizleyebilme kabiliyetinde ancak bizim aşırı yüklememizle baş edemiyor.

  • Türkiye’de şu anda 3215 belediyeden 11’inde düzenli katı atık depolaması var.

  • 2005’de pilot illerde pil ve değerlendirilebilir atıkların kaynağında toplanmasına başlanacak.

  • Bulunduğu iklim kuşağı nedeniyle 12.000.000 hektar orman alanımız yangın tehdidi altındadır. Orman yangınlarımızın %17’si de ihmal ile oluşmaktadır.

  • 1982 anayasası 56. maddesi sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması hakkındadır.

MADDE 56.– Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.





  • BU KONUDA VATANDAŞLIK ÖDEVİMİZ VAR!

  • İhtiyacı kadar tüketen, gelecek nesillere karşı sorumlu olan, çevre sorunlarına karşı duyarlı ve bilinçli insan modeline ihtiyacımız var.


Sıfır Yok Oluş Kampanyası- Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları, Korunan Alanları, Biyolojik Çeşitliliği- Esra BAŞAK-( Doğa Derneği-Sıfır Yok Oluş Kampanyası Koordinatörü)
Bu kampanya Doğa Derneği ve Atlas Dergisi işbirliği ile yürütülmektedir. Türkiye’deki doğal canlı türlerinin yok olma sürecinin durdurulmasını hedefleyen bir kampanyadır. Yok oluş doğal bir fenomendir ancak son 150 yılda yok oluş hızı artıyor ve bu yaşam alanlarının yok oluşuyla ilişkili. Tüm gezegendeki canlı türleri teknoloji çağından önceki dönemlere göre1000 kat daha hızlı azalıyor. İnsan hâkimiyeti diğer canlılara fırsat tanımıyor.

  • Türkiye’de doğal ova bozkırlarının %95’ten fazlası yok oluyor.

  • Doğu Karadeniz doğal yaşlı ormanlarının %80’den fazlası kaybedildi.

  • Türkiye’ye endemik bitkilerin %30’undan fazlasının nesli tükenmek üzere(1500 tür).

  • 184 önemli kuş alanı yok olma tehdidi altında. Barajlar ve su rejimleri, plansız yapılaşma, kirlilik vb.

  • Türkiye coğrafyası pek çok doğal mirasını geri dönüşsüz olarak kaybetti.

Türkiye ve “Rio- Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi”ne imza atan ülkeler, sıfır yok oluşu ulusal hedef olarak benimsemiş durumdalar. 2010 yılına kadar biyolojik çeşitliliğin yok oluşunu büyük oranda azaltmayı hedeflediler.

Önemli doğa alanlarını belirleyen iki kriter var.



  1. kriter: Hassaslık. Nesli tehlike altında olan türlerin varlığı. Örneğin: Muş Bulanık’ta sadece 15 adet telli turnamız kaldı.

  2. kriter: Benzersizlik. Eko bölgelere endemik türlerin varlığı. Örneğin: Tuz Gölü tuzcul bitkileri, Gediz Deltası flamingoları.

Y
Bulanık


eryüzünde sadece tek bir noktada yaşayıp da orada da yok olmak üzere olan türleri barındıran önemli doğa alanlarına “Sıfır Yok Oluş Alanı” denir.
Türkiye’de bu şekilde tanımlanmış 95 alan vardır. Bunun sebebi Türkiye’nin üç temel coğrafik alanı kucaklıyor olmasıdır. Kafkasya, Akdeniz Havzası ve İran Anadolu Dağları.

Karadeniz Bölgesinde: Fransa’dan Sibirya’ya, İç Anadolu Bölgesinde: İran’dan Çin’e, Akdeniz Bölgesinde: İspanya’dan Filistin’e uzanan coğrafya manzaraları izlenebilir. Bu yüzden bitki ve hayvan çeşitliliğimiz muazzamdır. Şu anda korunan alan sayısı 260’dır. Bu alanlar korunması gereken toplam alanlarımızın %18’idir.


İklim Değişikliği- Yunus Arıkan (Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu 2. başkanı)

Kirlilik herhangi bir maddenin herhangi bir sistemde herhangi bir zamanda normalde bulunması gerekenden fazla bulunmasıdır. Salonumuzdaki bir fil de bir kirlilik oluşturur. Atmosferdeki CO2 ve gazlar kirlilik kaynağı değildir. Kaynak biziz. Sera gazları olmasa yeryüzünde ısı 30–40 °C daha soğuk olurdu. Milyonlarca yıllık evrim süreci dışında kalınlaşmasına sebep olunuyor. Yerkürede ısı yükseliyor. Bilim adamları kutuplarda buzullar üzerinde CO2 miktarını ölçebiliyorlar. Bu ölçümlerde insan kaynaklı etkiler ve artışlar da ölçülebiliyor. Bilim adamlarına göre son 50 yıldaki artışların sebebi insan kaynaklıdır.


Enerji sektörü


CO2

CH4


N2O

HFC3


PFC5

SF6


Sanayi


Ulaştırma

Atıklar


Tarım

Ormancılık

Bu konuda pek çok uluslar arası çalışma yapılmaktadır.

UNFCCC: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesidir. Bu sözleşmeyle atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli insan kaynaklı etkiyi önleyecek bir düzeyde durdurmayı başarmak amaçlanmıştır.


Kyoto Protokolü: Bu protokolle ilk defa bilim dünyası siyaseti belirlemekte, müzakerelerde etkin rol oynamaktadırlar. Bu protokolde Türkiye OECD ülkeleri ile anılmaktadır. Bu bizim için ağır bir durum oluşturmaktadır. Biz OECD dışındaki ülkelerin yükümlülüklerine sahip olmalıyız. Türkiye ekonomisi itibariyle kalkınmış ülkelerle bir tutulmamalıdır. 2001’e dek OECD üyesi ülke olarak sorumlu mali finansörlerden biri olarak kabul ediliyorduk. Ek çalışmalarla şu an bu sorumluluklardan kurtulduk. Bizi Ek-I ve II kategorilerinin dışında kabul ediyorlar. Bizim kişi başına düşen enerji tüketimimiz, atmosfere CO2 salınımlarımız düşük vb.

Bu konuşmacıya göre Türkiye KYOTO Protokolüne dâhil olmamalı. Bu bize 30- 40 yılda çözemeyeceğimiz ve çocuklarımıza, geleceğimize büyük mali yük getiren bir ortaklık olur.



Yenilenebilir Enerjinin İklim Değişikliğindeki Rolü- Dr. Baha KUBAN

(Euro solar Türkiye Yönetim Kurulu 2. Bşk.)

Rüzgar, Güneş enerjisi, enerji yönetimi, yenilenebilir enerji potansiyeli!

Enerji artık küresel bir sorun. Kimse benim sorunum değil diyemiyor. Ya da sorunu üreten gruplar kendilerini kolay kolay kamunun elinden kurtaramıyorlar. Türkiye’de bu alanda önemli değişimler yaşandı. Enerjide devlet tekeli kalktı, TEK üretim, dağıtım ve satıştan sorumlu üç şirkete bölündü, Yap-işlet-devret modeli başladı, uluslar arası tahkim kabul edildi. EPDK (enerji piyasası düzenleme kurulu) kuruldu.

Biz yine de gelişmişlik düzeyine göre enerji fakiri bir ülkeyiz. Bulgaristan, Yunanistan’ın yarısına bile ulaşmayan enerji tüketimimiz var. Nüfus artış hızı ve kentleşme hızı tahminlerimiz yüksek. Şu anda doğalgaza bağımlı durumdayız. Doğalgaz çevrim santrallerinde patlama var.

Özel sektör elektrik üreticilerine 2002’de 2 milyar ABD $ , 2003 sonu itibarıyla 4.7 milyar ABD$ transfer edilmiş! Dış kaynak bağımlılığımız %65’in üzerinde. Araştırma kaynakları %80’lere çıkılacağını gösteriyor. Bu siyaseten ve ekonomik olarak tehlikeli bir durumdur.

Türkiye’de büyük barajlar var. Oysa büyük barajlar büyük maliyet demek, çevreye ait zararların boyutlarının büyük olması demek. Ekolojik zarar boyutlarının büyük olması demektir. Bizim potansiyelimiz çok yüksek. Bu potansiyeli yerel enerji üretim merkezleri, küçük hidroelektrik santraller kurarak değerlendirmemiz daha caziptir. Mikro-mini elektrik santralleri bizim için her açıdan daha iyidir.


Türkiye rüzgar potansiyeli açısından Avrupa ülkeleri arasında ilk sıradadır. Anacak bizim ülkemizde rüzgarın ulusal üretime katkısı”0”, bu sektörün büyüme hızı da “0” dır.
Güneş Kolektörleri: Güneş pilleri kullanılan farklı bir tekniktir. Yaklaşık 30 sene dayanmaktadırlar ve fiyatları da sürekli düşmektedir. Avrupa, Japonya ve Amerika’da bu alanda yatırımların gelişmesi için muazzam bir destek vardır. Artık mimari uygulamalarına da almaktadırlar. Binaların çatılarını güneş kolektörlerine dönüştürüyorlar.
Güneş Toplaçları:

Türkiye’nin ortalama güneşlenme süresi 2700 s/yıldır.

Güneş ısı potansiyeli ~90 milyon ton petroldür.

Bugün toplam tüketim ~35 milyon ton petroldür.

Türkiye’de 100 üretici yılda %25 büyüme hızıyla çalışmaktadır. Biz hâlihazırda potansiyelimizin çok uzağındayız.

Jeotermal: Bu enerjiyi türünü sırf kaplıca olarak değerlendirmekteyiz. Bugün mevcut konutlarımızın 1/3’i jeotermalle ısıtılabilir.

Atom enerjisi

Atom enerjisi temiz kaynak olarak gösterilmeye çalışılıyor. Pahalı teknoloji, yabancı teknoloji, üstelik atık sorunu maliyetler arasında ölçülmüyor.

Dünya ekonomisinin karbon yoğunluğu hızla artıyor. Tarihi eser tahripleri, akciğer rahatsızlıkları vb. toplumsal maliyetler hesaplansa tüm maliyet hesap dengeleri değişebilir. Petrol üzerine 150 senedir kurulan bir sistem var. Şimdi bu sistemi Güneş enerjisine çevirmek kolay olmuyor. Ancak, 150 sene önce çocuk işçiler hakkındaki uygulamanın değişimine nasıl direnç gösterilmişse ve bugün artık tartışılacak konu olmaktan çıkmışsa; fosil yakıt kullanımı konusundaki değişim de gerçekleşecektir.

YENİLENEBİLİR ENERJİ EĞİTİMİ HAKKINDAKİ WEB SAYFALARI




www.nrel.gov/education/teacher.html

www.nrel.gov/clean_energy

www.lior-int.com

www.cat.org.uk

http://www.dti.gov.uk/energy/renewables/ed_pack/trail.html

http://www.energyquest.ca.gov/index.html

http://www.solarenergy.org/

http://www.eere.energy.gov/education/

http://www.re-energy.ca/

http://www.azsolarcenter.com/education-educators.html

http://www.solardome.com/

http://www.pluggingintothesun.org.uk/

http://www.ase.org/section/_audience/educators/

http://www.cleanenergystates.org/Funds/program.php?prog_id=15

http://www.eartheducation.org/

http://www.seer.org/

http://www.teachers.ash.org.au/jmresources/energy/renewable.html

http://www.learn.motion.com/topten/scilinks/energy.htm

http://www.natenergy.org.uk/educat.html

http://www.inforse.dk/europe/educat.htm

http://www.school4energy.net/

http://www.eartheducation.org/who-quiz.asp



Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) (İngilizce: GMO)-

Levent Gürsel Alev (GDO’ ya Hayır Platformu)
Fonksiyonu belirlenmiş bir genin laboratuar ortamında izole edilmesi ve başka bir canlıya ışınlanması ile genetiği değiştirilmiş organizmalar oluşur. Örneğin domatesin soğuğa dayanıklılığını artırmak için somon balığının soğuğa dayanıklılığını artıran genini domatese verirsiniz: Balık genli bir domates elde edersiniz.
Amerikan yerel mahkemelerinden birinde, bir GDO için mülkiyet hakkı verilmiş. Bu karar, canlının genetik yapısı üzerinde mülkiyet haklarının tanınması için uygulamada örnek oluşturmuş, bu hakkın kapısı açılmış.
Bu kabulle, doğada milyonlarca yıldır var olan canlı üzerinde ömür boyu sınırsız mülkiyet hakkı elde ediliyor. Oysa patent hakkı yasal olmamalıdır. İddia edilen odur ki, sadece gen ayrıştırmada kullanılan tekniğin patent hakkı alınabilir. Bu kabul devam ederse yenilen içilen her şey üzerinde şirketlerin mülkiyet hakkı oluşmaya başlar.


Teminatör tohum teknolojisi ile üreme yeteneği alınmış tohumlar üretiliyor. Üretken tohumlarını muhafaza etmeden bu tohumları alıp kullanan çiftçiler her yıl para vererek yeniden tohum almak durumunda kalacaklar. Mülkiyet hakkı alan firmalar tohumlar üzerinden sürekli kazanacak ve çiftçiler sürekli ödüyor olacaklar. Bu zaten sıkıntıda olan Türk çiftçisi için oldukça önemli bir bilgi. Bu tohumların kısırlaştırılmış genleri bir spreyle açılabiliyor; ancak bu sprey için de bir ödeme yapılması gerekiyor.

Bilimsel çalışmalarla tohumlar soğuğa, tuza, böceklere, kuraklığa dayanıklı hale getirilebilir. Ancak bu şirketlerin elinde örneğin mısır tohumunuzu bir böceğe karşı dayanıklı yapıda alabilir, diğer bir böceğe karşı ilaçlamak zorunda kalabilirsiniz. Yine bu böceklerin varlıkları ile oluşan dengelerin bozulmasına da dikkat edilmesi gerekir.
Kuzey ülkelerinde endemik gen kaynakları oldukça fakir, gelişmekte olan ülkelerde ise gen kaynakları zengindir. Türkiye’de 11.500’ü aşan bitki türü, Avrupa kıtasında ise 11.500’e yakın bitki türü var. İşte çok uluslu şirketler bu gen kaynaklarını transfer etmeye çalışıyorlar. Bize ait endemik türleri verip sonra da ticari savaşların ortasında oyuncak olabiliriz.
İnsanoğlunun bünyesi yaşadığı coğrafyada milyonlarca yıl içinde güçlenmiş, bakterilere karşı direnç kazanmış durumda. Ancak bu yeni nesil bitkiler, yiyecekler alerjik, toksik etkiler yapabiliyor. Antibiyotiğe karşı direnç gelişiyor. Bu gün insanların 1/4’inde besin alerjisi var. Fındık alerjisi olan bir insan, fındık geni taşıyan bir domates yediğinde ciddi karmaşık yan etkilerle karşılaşabiliyor. Bilmediğiniz etkilere karşı kendiniz nasıl koruyabilirsiniz? Mısıra böceğin gelmesini engelleyen etki bizde toksik etki yaratmaz mı?


Doğal eko sistemde var olmayan bir canlıyı bu sisteme koyarsanız krizler oluşmaya başlar: Katil yosunların Akdeniz Havzası’na girmesi gibi. Oysa bu yosunlar okyanusta katil sıfatını hak edecek olumsuz bir etki oluşturmuyorlar.




Bu gün Avustralya’ya getirilen kedilerin “dodo” kuşlarının yok olmasında etkili oldukları biliniyor.


Bu gün verilen GDO örneği bir canlı için değil, binlerce canlı içindir. Üstelik binlerce yeni canlı türü! Tüm bunlar eko sisteme giriyorlar. Doğada kendi kendine eşleşme var. Transgenetik bitkilerin tohumları 4-5 km. uzağa uçup yabanıl endemik bitkilerle eşleşiyorlar. Tanımlanamayan yeni bitki türleri oluşuyor. Gen kaçışlarını önlemek mümkün değil. Bu şekilde dünya eko sisteminde çok ciddi krizlere zemin hazırlanıyor.
Uluslar arası şirketler lobileri kullanıyorlar. Ülkelerinde bile vatandaşları ile bu konuları tartışmıyorlar. Sorunu bilim adamlarının üzerine atıyor ve çalışmaya devam ediyorlar.


Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı “Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı” üzerinde çalışmalar var. Yasa tasarısı için GDO’ ya Hayır Platformu’nun da görüşleri alınmış. Platform kamuoyunun görüşlerini belirtmiş. Kasım ayı içinde kendilerine verilen taslaktan memnun kalmamışlar.


Biz vatandaşların, “Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı” anahtar sözcükleri ile gelişmeleri takip etmemizi vurguluyorlar. Bu noktada ODTÜ Gıda Mühendisliği bölümünde yapılan araştırma anlatıldı. 28 domates numunesinin 22’sinde bulunan antibiyotiğe direnç gösteren bakteri geni olması açıklandı. Çünkü şu anda ilgili yasanın 11. maddesine göre ithal yasak; ancak bu beyana dayalı bir uygulama, kontrol laboratuarları yok. Deneysel çalışmalar içinse girdi serbest.

Cumhuriyet 22.10.2004

Tarım Bakanı Güçlü'den itiraf

**ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami Güçlü, genetik yapısı değiştirilmiş ürünlerin Türkiye'ye girdiği, özellikle hayvan yemi olarak kullanıldığı konusunda bilgileri olduğunu söyledi. Güçlü, Atatürk Orman Çiftliği'nde (AOÇ) protokol imza töreninde genetiği değiştirilmiş ürünlerin Türkiye'de üretim ve yetiştirilmesinin sadece araştırma amaçlı olanaklı olabildiğini, bu ürünlerin üretimi konusunda bir serbestlik bulunmadığını belirtti.





Avrupa, ithal ettiği ürünleri çiftçi belgeleri ile alıyor ve yine de gümrüklerde inceleme yapıyorlar. Biz şu anda savunmasız durumdayız. Yasalarımızda GDO tanımlanmamış durumda. 96’dan beri ülkemizde bu ürünler bulunuyor. Mısır ve yan ürünleri ile soya başta geliyor. Bu ürünlere hiçbir şekilde güvenmememiz öğütleniyor.


Avrupa’da etiketleme yasası var ve tüketici bu yolla ne yediğini kontrol edebiliyor. Yine Avrupa’da GDO’ lu bitki üreten çiftçilere diğer çiftçiler gen kaçışı sebebiyle tazminat davaları açabiliyorlar.


1. Satın aldığımız bir ürünün üstünde tüketici danışma hattı yer alır. Bu hatta yazıyla veya telefon ederek -ki yazıyla olması daha iyi olur- bu ürünün üretilmesinde GDO’ lu herhangi bir materyal kullanıp kullanmadıklarını, eğer kullandılar ise hangi girdi materyalinde ve hangi oranda GDO içeriği olduğunu ve hangi canlıdan, hangi türde gen aktarımının yapıldığını sormalıyız.

2. Gelen yanıtları arkadaşlarımızla, sivil toplum kuruluşları ile, tüketici örgütleriyle paylaşmalıyız. Ve mümkünse GDO’ ya Hayır Platformu’ nu bildirmeliyiz.(Bana iletebilirsiniz. (leventgurselalev@kuantum.net)

3. Cevap vermezlerse tüketiciyi koruma derneklerine ve barolara başvurarak bireysel başvuru hakkını nasıl kullanabileceğimizi sormalıyız ve şikâyet edebiliriz.

4. Cevap vermezlerse ya da ayrıca, arzu edilen ürünler hakkında aynı dilekçeyi tarım il veya ilçe müdürlüklerine vermeliyiz. Yasal olarak 15 gün içinde size yanıt vermek zorundalar.

5. Tüm bunları bağlı bulunduğumuz vakıf dernek ve benzeri derneklerle organize bir biçimde yapmalıyız. Öğretmen olduğunuz için öğretmen ve veliler ile de yapmanızda yarar var.

Levent Gürsel Alev









TARIM İL MÜDÜRLÜKLERİ

İLİ

TLF. KODU

İL MÜDÜRÜ TLF.

SANTRAL

FAKS







ANKARA İL MÜDÜRLÜĞÜ

312

315 58 49

344 59 50

315 60




http://www.tarim.gov.tr/arayuz/9/menu.asp
Yüklə 65,65 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin