9. Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’LE YAŞILILIK ÜZERİNE
Değerli misafirler, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Bu toplantıyı düzenleyen yaşlılık platformuna ve platformun koordinatörü Prof. Dr. Nuran AKDEMİR’e huzurunuzda teşekkür ediyorum. Her ülke için, insanlık için çok önemli bir konu bizim kamuoyumuzun dikkatine getiriliyor. Daha çok konuşulması lazım gelen, anlaşılması lazım gelen, tedbirlerinin alınması lazım tek bir konu ile karşı karşıyayız. Bütün insanlık karşı karşıya. Hep diyoruz ki hayat tatlı, can azizdir. İnsanoğlu çok kere ölümsüzlüğü aramıştır. Ölümsüzlüğe ilaç aramıştır, bir sihir aramıştır. Bir şey aramıştır, mucize ilaç aramıştır ve bunun üzerine destanlar kurulmuştur. Bu destanların en önde gelenlerinden bir tanesi Gılgamış destanıdır ve ölümsüzlüğün çaresi bir şeye ulaşabilmekte, elini uzatmakta bir türlü ona ulaşamamaktadır. Netice itibari ile ölümsüzlüğe çare bulunamamıştır. Yalnız 20. yüzyıl çok enteresan bir yüzyıldır dünyada. 20. yüzyıldaa bilhassa 2. yarısında meydana gelen değişiklikler ilimde, fende, tababette meydana gelen değişiklikler dünyanın büyük bir savaşa girmesi, zenginleşmesi dünyanın çeşitli vesilelerle netice itibariyle tüm bunların sonucunda ortalama yaş yani beklenen yaşam süresi 45 ten 65’e çıkmıştır. 55 sene zarfında 45 ten 55’e. Yani aslında ortalama yaş 45 ise yer küre üzerindeki insanlık piramidi dediğimiz, demografi dediğimiz olayın içi başka, görüntüsü başka, her şeyi başkadır. İnsanoğlunun macerasında çocukluk var, yetişkinlik var, yaşlılık var, yaşam üç safha. Bu bir piramit meydana getiriyor. En dar kısmı yukarda, en geniş kısmı aşağıda olmak üzere, en tepede 40 ise bu piramidin boyu kısa ama en tepe 70 ise 80 ise daha bir değişik piramit ve bu değişiklikler sonucunda artan insan ömrü ve yine söyleyelim ilim ve fendeki gelişmeler dünya nüfusunu arttırmıştır. Yer küre üzerindeki insan varlığı bizzat yer kürenin de problemidir. İnsanın kendisinin de problemidir. Bu varlık İsa’dan önce 300 milyondur. 1800 yıllarına gelindiğinde 100 milyondur. 1900 yıllarına geldiğiniz zaman 1,5 milyardır. 2000 yılına geldiğin zaman 6,5 milyardır. Bu günkü aşağı yukarı yer küre üzerindeki insanlığın sonunu bir yerde değil birçok yerde aramak lazım. Bence bu demografi denilen olay iyice bilinmedikçe insanoğlunun diğer sorunlarını anlamak, bilmek mümkün değildir. Evet, buraya baktığınız zaman 2007 yılında nüfusu 6,5 milyar ve 687 milyonu 60 yaşın üzerinde yaşlılar tabir edilen bölüm ve geri kalan kısmı ise aşağı yukarı gençlik ve yetişkinler denen bir nüfus kitlesi ile dünya karşı karşıyadır ve bizim ülkemiz de. Bizim ülkemiz genç bir nüfusa sahip diyoruz, genellikle dünyadaki yaşlıların 60 yaş üstündekilerin nispeti %11 civarında ve bizim ülkemizde aşağı yukarı %5,5 civarındadır. Yine 4,5-5 milyona yakın 65 yaşının üstünde nüfusumuz vardır, 7 milyonun çocuğumuz, 4,5 milyon yaşlımız vardır. Yani 64 yaşın üzerinde olunca yaşlı işi bitmiş olmuyor. Ama bu tabirler böyle netice itibariyle dünyaya baktığımızda dünyanın 6,5 milyar insanı taşıma gücü aslında birçok problemin kaynağıdır. Yani dünya aslında 6,5 milyar insanı taşımakta zorluk çekmektedir ve bakarsanız 1 milyar insanın içecek doğru dürüst bir bardak suyu yok dünya insanının. 1 milyar insan günde 1 dolardan aşağı gelir sağlıyor. 2,5 milyar insan 2 dolardan aşağı gelir sağlıyor ki bu yoksulluk demektir. Yani 6,5 milyara çıkmışız nüfus itibari ile ama bir yoksul nüfus kitlesini meydana getirmişiz. Dünyanın geneli için söylüyorum. Bu kimsenin elinde değil, olan olayı söylüyorum. Bu günkü dünya yoksullukla zenginlik arasında çırpınmaktadır ve yoksulluktan nasıl kurtulacağız, dünyanın en önemli meselesidir. Ama sadece hadise bundan ibaret değildir. Yani sadece hadise demografinin hadisesi değildir. Başka hadiselerde bunun içerisinde bulunmaktadır. Dünya böylesine artan nüfusun gelir dağılımındaki durumu ve pek çok yerde pek çok sıkıntılarla karşı karşıyadır. Şöyle ki senede 11 milyon çocuk ölmektedir, 5 yaşını bulmadan ölmektedir, 500 bin kadın da doğum yaparken ölmektedir. Yani artan nüfusun getirdiği problemlerin içerisinde insanoğlu hiçbir şeyle layıkı veçhile meşgul olamıyor, gerektiği kadar meşgul olamıyor. Yani insanoğlu dünya nüfusunun artması ile her ülkenin nüfusunun artması ile ortalama yaşın artması ile adeta kendi başına dert açmış durumdadır. Bugün bunlarla boğuşuyor. Yeni hayat dediğiniz olayın bir meşaggat haline gelmiş olmasının sebeplerinden birisi budur. Esasen dünyanın da daha çok nüfusu taşıyacak gücü bugünkü hesaplara göre yoktur. Diyeceksiniz ki teknoloji imdada yetişir. Evet, teknoloji imdada yetişiyor. Esasen dünya nüfusunun artışının temelinde teknoloji yatıyor. Nasıl yatıyor teknoloji, insanoğlu öncesinde avcı, bir şeyleri toparlayıcı kendi hayatını devam ettirmek için tarım devrimine geliyor. Tarım devrimi yetmiyor. Sanayi devrimine geliyor. Sanayi devrimidir, aslında dünyaya nispi refahı getiren ve nüfus artışının genel sebebi de sanayi devrimidir. Yani 19. asır ve 20. asırdaki sanayi devrimi neticesinde meydana gelen bilimdeki gelişmeler, teknolojideki gelişmeler bu durumu hâsıl ediyor. Sanayi devrimi yalnız yer küre üzerindeki insanları çoğaltmakla, onlara kâfi miktarda refah sağlamakla kalmıyor, yer kürenin güneş sistemi içindeki durumunu da zedeliyor. Şimdi bunun altını çiziyorum. Şöyle zedeliyor; Bugün dünyada iklim değişikliği diye bir olay konuşuluyor. İklim neden değişiyor? İklim şundan değişiyor. Eğer atmosfere hazmedebileceğinden fazla karbon monoksit verirseniz o zaman güneşten gelen enerjiye karşın atmosfer fonksiyonunu yapamıyor. Yer küre adeta bir battaniyeye, yorgana sarılmış durumuna giriyor. Isınıyor, ısındığı takdirde de yağış, yağmur şartları değişiyor. Okyanuslardan yağmur alıp karalara getiren bulutların istikametleri değişiyor. Bugünkü dünya bunlarla çırpınmakta. Bunun adına da iklim değişikliği deniliyor. Yani nüfusun yer küre üzerindeki baskıları bir taraftan yoksulluğu, bir taraftan da iklim değişikliğini beraberinde getiriyor ve bunlar arasında 687 milyon yaşlı insan huzurunuza geliyor. Yaşlı insan dediğimiz 65 yaş üstünde o manada söylüyoruz. Çocuklar ve yaşlıların yekûnu aşağı yukarı sosyal insanların yekûnu kadar. Yeni dünyanın her tarafında çocukların ve yaşlıların yükünü çalışanlar taşır. Çocuklar ve yaşlıların nispetleri çok olduğu sürece çalışanların nispeti az olduğu sürece veya onun kadar olmadığı sürece birçok şikâyetler olacaktır. Bu genel bilgileri verdikten sonra yaşlılık meselesine gelmek istiyorum.
İnsanların yaşlanmaması mümkün değil. Yaşlanmayı önlemek, durdurmak mümkün değil. Zaten yaşlandım diye bir şikâyeti olan yok. Yani şöyle yok; Yaşlanma kaçınılmaz bir şey ve herkes yaşlanacak. Cenabı Allah diyor ki “bana döneceksiniz”. Peygamberimiz ne diyor: “Herkes ölümü tadacak” diyor ama o işin başka tarafı. Yalnız insanoğlu belli bir yaştan sonra işini gücünü bırakır, her şeyi bırakır sadece ölümü düşünmeye giderse, bu takdirde hem kendisine dünyayı ziyan ediyor, hem etrafına zehir ediyor. Kaldı ki insanoğlunun ne zaman ruhunu teslim edeceği de kendi elinde değil. Muayyen bir yerden sonra insan bir takım korkuların içerisine giriyor, bu korkulardan biri ölüm korkusudur. İnsan ölüm korkusuna geçildiği zaman dünyadan irtibatını kopartıyor, bekleyişe giriyor. Yaşlanma olayındaki en önemli hadiselerden bir tanesi korku bence. Eğer kişi bu korkuyu aşabiliyor, hangi yaşta olursa olsun hayatın güzelliklerinden yararlanmaya devam edebiliyorsa ve günü sadece boşuna geçirmek suretiyle değil gününü doldurarak geçirebiliyorsa bence o ihtiyarlık değil yaşlılıktır. Yaşlılık ile ihtiyarlığı birbirinden ayırmak istiyorum. Aslında burada çok önemli bir hadise var. Yaşlılık denince bence birinci görev kişinin kendisindedir. Devletten önce, toplumdan önce, herkesten önce kişi kendi düşünmeli. Eğer kişi yaşlandım ihtiyarladım artık benim bir gün daha yaşamam fazla gibi kanaate sahipse tabii ki ona yapılacak bir şey yoktur. Yani orada çok önemli bir hadise kişinin ne kadar mücadele gücü var, ne kadar yaşama sevinci var. Bu tür hadisenin içinde insanoğlunu çocukluktan tutup mezara kadar götürecek en önemli güç bence yaşam sevincidir. Yaşam sevgisi alınmaz, satılmaz insanın kendi içinde bulunur. Yaşam sevgisine sahip olabilmek bir terbiye meselesidir, eğitim meselesidir. Bu bir pozitif enerji meselesidir. Aslında pozitif enerjisi yüksek olan toplumlar uygar toplumlardır. Her şeyi merak haline getirmiş, her şeyi gam ve kasvet haline getirmiş, insanlardan oluşmuş bir toplumumuz varsa o toplumu karamsar bir toplum olmaktan kurtaramazsınız. Karşılaştığınız meselelerle boğuşacaksınız, bu boğuşma meselesidir. Birinci derecede kişilerin, yani kişinin başkalarından yardım görmeksizin çabalamasını gerekir, çünkü kişi hayatını kendi devam ettirecektir, başkaları devam ettirmeyecektir. Başkalarından yardım görmeksizin, hayatı yaşama zevkini, hayatı yaşama gücünü kendinde bulması lazım. Bu takdirde bence yaşın ihtiyarlıkla alakası kopuyor, yaşlanıyorsunuz fakat ihtiyarlamamış oluyorsunuz. İhtiyarlığa state of mind diyorlar, yani kendinizi ihtiyar hissediyorsanız ihtiyarsınız. Kendinizi genç hissediyorsanız gençsiniz. Bunu size kimse veremez, bu bilinci söylemeye çalışıyorum. Dün 40 yaşını ancak bulabilen ve oğlunun mürvetini bile zor gören insanlar bugün torununun hatta torundan sonra gelen kişinin mürvetini görüyor. Bu güzel bir şey aslında bundan şikâyetçi olmamak lazım. Bir taraftan ömrün kısalığından söz ederken ömür uzadıktan sonra ömrü kişi kendine dert ve sıkıntı haline getirirse işin içinden çıkmak imkânı olmaz. Bu noktada şunu söylemek istiyorum yaşlılık dediğimiz yerde korkuya ilaveten biraz evvel izah ettim, yalnızlık çok önemli rol oynuyor. Kişi bir yerde yalnızlığı göze alabilmeli. Yani başkaları olmadan da günü geçirebilecek şekle kendini adapte edebilmeli. Yalnızlık fevkalade önemli bir hadise bilhassa yaşlı kişiler için yalnızlık çok önemli bir hadise, çünkü yalnızlık bir yerden sonra bir işe yaramadığı olgusunu sokuyor içine. Bir şeye yaramadığı gibi bir düşünceye sokuyor, oda üzüntüye sebep oluyor ve en önemli hadiselerden bir tanesi bu oluyor.
Çok önemli diğer hadise yoksulluktur. Şimdi yaşlı insanların çalışıp hayatlarını kazanmalarını bekleyemeyiz. Bu mümkün değildir, çok kere mümkün değildir. Ama bir toplum düşününüz ki henüz sosyal güvenlik sistemini yerleştirememiş daha doğrusu sosyal güvenlik sisteminin yükünü kaldıracak kadar ekonomisini kaldıramamış ve sosyal güvenlik şemsiyesini kadınlı erkekli herkese götürememiş böyle bir toplum düşünün kişi çalıştığı sürece ancak hayatını idame ettirebiliyor. Çalışmadığı zaman yoksulluğun içine giriyor. Eğer ülkenizin sistemi sosyal güvenlik şemsiyesini herkese götürmüş ve herkesi muayyen bir yaştan sonra geçimini haysiyetli bir şekilde sağlayacak kadar bir nema sağlanacak durumdaysa o zaman yoksulluk geniş çapta azalıyor. Yoksulluğa mahkûm olan kitlelerin durumu içler acısıdır. Yani bu başka şeye de benzemiyor. Yani yaşlı insanların günlük hayatlarını devam ettirebilecek kadar gıda alamıyor oluşları fevkalade sıkıcı bir olaydır ki başında aile işin içinde bizim toplumumuzda yaşlı insan ailenin gülüdür, yaşlı insanları aile taşır, yalnız bu kırsal ekonomin yaygın olduğu zamanda böyledir. Şehir ekonomisine gelindiği zaman yavaş yavaş aile ekonomisinin yaşlı insanların taşımakta güçlükleri olduğunu görüyoruz. Yinede bizim ülkemizde on yaşlıdan yedisi kendi çoluğu çocuğu ile oturuyor. Çok önemli bir hadise yani bu azaldığı sürece on yaşlıdan beşi, on yaşlıdan dördü, on yaşlıdan üçü bu problem daha da artacaktır. Daha da genişleyecektir tabi yaşlı insanlar için yapılmış bir takım gayretler var, bugünde var, yarında var, olması lazım, daha da iyi olması lazım. Bugün her şey mükemmeldir diye bir şey yok ama ben size hadisenin geçen asrın ikinci yarısından sonra meydana gelmiş bir hadise olduğunu bütün dünyanın dikkatini çektiğini ifade etmek için bunları söylüyorum. Yaşlılık diye bir olay tüm dünyanın gündemindedir, yoksulluk bir parçası olarak da gündemdedir ve insanların el uzatması gereken konulardan bir tanesidir, toplumların gücünü göstermesi açısından fevkalade bir olaydır ve bizim ülkemizde gayet tabi birçok gayretler sarf edilmiştir. Bilhassa sosyal güvenlik şemsiyesinin bütün ülkemizi kaplamadığı yerde emeklilik yaşına gelmiş emeklilik imkânlarından mahrum, sigorta imkânlarından mahrum milyonlar var. Bu gittikçe azalıyor ama başlangıçta Türkiye sigortayı iyice tanıyor. Cumhuriyetle birlikte Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen şeyler ve emekli şemsiyesinin içine girdiğimiz zaman önemli bir kısım bilhassa kırsal kesimdeki önemli bir kesim devletin memuru ise, işçisi ise muayyen bir sigorta bir sistemine bağlıysa şemsiye içinde olur. Bunun dışında olan milyonlar var nihayetinde bağ-kur şemsiyesi getirilmiş bir takım şemsiyeler getirilmiş, bu şemsiyelerinde imkânları çok zor, netice itibariyle sosyal güvenlik sistemini bu sistemden faydalananların çabaları sayesinde yürütebilirsiniz. Gerçi devletler bir takım şeyler yürütme gayreti içindedir, hiç prim yatırılmamış sosyal güvenlik şemsiyesi tesis etmekte zorluklar var. Bunlara bizim devlet yaşlılar kanunuyla başladı. Yaşlılar kanunu şöyle çıktı ortaya: Anadolu’yu gezdiğimiz zaman gördük ki birçok yerde köylerde, kasabalarda, yoksul mahallelerde insanlar var kimsesi yok. Çalışabilmesi mümkün değil, zaten oturduğu yerden kalkacak hali yok. Komşusu bir tas çorba verirse bütün gün onunla geçiniyor. Bizim insanımız da çok hayırsever, her mahalle komşular bu çeşit insanları besliyor. Biz dedik ki bu şekilde yaşlanmış insanların yastığının altına bir zarf koyalım. Bir sarı zarf koydum. Bu zarf ikiyüz ekmek alsın, ikiyüz ekmek yemez ama mecburi itibari ile ikiyüz ekmek alsın. Bundan faydalanan aşağı yukarı dokuzyüzseksen bin kişi var Türkiye’de bu otuz sene öncesi olsaydı tabi bu otuz sene zarfında şemsiye daha da genişledi. Daha çok kişi şemsiyenin altına girdi. Şemsiyenin altına girince en az bir miktarda olsa geliri var, hem de sağlık sisteminin içine giriyor. Yaşlı insanlar için hatta yaşlı olmayıp da alt gelir gruplarında sağlık sistemi işlemiyor. Yani hastane kapısına giden kişiye paran yoksa öl muamelesi yapılabiliyor. Yeşil kart sistemi onun için getirilmiş bir sistemdir. Yani paran var veya yok, gel burada tedavi ol, parası olan anlamına gelir burada. Yani yoksul insanlar için devletin çıkarmış olduğu bir kolaylıktan eğer varlıklı insanlar faydalanmaya kalkarsa bu unun ayıbıdır. Buna ne kadar güvenebiliriz. Toplumların bir takım olaylara pek tabii ki gayret göstermesi lazımdır. Yani ilgi göstermesi lazım, alaka göstermesi lazım ve umuyorum ki önümüzdeki zaman içerisinde Türkiye’nin güvenlik sistemi ülkenin her ferdini kucaklayacaktır devletin gücü olduğu nispette. Çünkü dünyanın her yerinde sosyal güvenlik sistemleri sadece onu kullananların ödediği meblağlarla olmuyor. Devlette bunun üstüne bir şey koyuyor. Bugün dünyanın en önemli meselelerinden bir tanesi sosyal güvenlik meselesidir. Ülkenin her köşesini ve kişisini sosyal güvenlik kapsamı içine alan sosyal güvenlik sistemi meydana getiremedikçe yoksulluktan doğan ızdırapları ortadan kaldırmak mümkün değildir bu iş geniş çapta devletin işidir. Devlet bunu yapabilmelidir, ama devlet zenginse bunu yapabilir, gayet tabii ki halk zenginse devlet zengindir. Devletin kaynağı halkından aldığı vergidir. Halkında aldığı vergi devletin birtakım deliklerini kapayacak durumda değilse bundan sonra devletten bir takım şeyler beklemek fevkalade zordur.
Yaşlılar için bir diğer olay sağlık olayıdır. Bir korkudur dedim, iki yalnızlıktır dedim, üç yoksulluktur dedim, dört sağlıktır. Bakıyoruz şimdi aslında altmışbeş yaşın üzerindeki vatandaşlarımızın %89’u bir kronik hastalıktan şikâyetçi, bunun bir kısmı iki kronik hastalıktan şikâyetçi, bir kısmı üç kronik hastalıktan şikâyetçi, bu kronik hastalıkların içinde de diyabet çok önemli yer tutuyor; diyabetin kendisi ve diyabetin getirdiği şeyler. Diyabet hastalarının %65’i kadın %35’i erkek ve halen Türkiye’de nüfusun %7’si diyabetlidir ama yaşlılara geldiğimiz zaman biraz evvel verdiğim rakamların içerisindedir. Diyabet dediğimiz hastalığın birçok hastalığa sebebiyet verdiğini, diyabetle mücadele yaşlılık meselesinde önemli bir hadisedir. Yaşlılık dediğimiz olaydaki karşılaştığımız problemlerin çoğu yaşlılığa taşıdığımız olaylardır. Hatta çocukluktan taşıdığımız olaylardır. Bunun içindir ki piramidin çocuklar yetişkinler ve yaşlılar diye ayırdığımız kısımları, bunlar ayrı ayrı şeyler değil, üçü birbirinin devamı, üçü birbiri ile çok ilgili. Sağlıklı yaşam dediğimiz olayı çocuklukta, gençlikte, yaşlılıkta devam ettirmek imkânsız oluyor. Eğer sağlıklı yaşama çocuklukta ve gençlikte önem vermemişseniz bu sizi yaşlılığa geldiğiniz zamanda rahatsız ediyor ve tabii ki bu gün için dünyanın her tarafında yaşlının diyabetten başka sıkıntıları var. Beden sağlığını çok önemsiyoruz. Yaşlılıkta da beden sağlığı çok önemli bir hadise fakat ruh sağlığı, akıl sağlığı ve hafıza sağlığı bu üç önemli konuda sanıyorum ki hekimliğe çok önemli iş düşüyor. Yani tıp bilimine çok büyük bir iş düşüyor ve belki ortalama yaşın kırk olduğu zamanlarda bu o kadar önemsenmeyebilirdi. Ama bugün yaşlılık dendiği zaman en önemli hadiselerden bir tanesi hafıza kaybıdır. Ama bugün yaşlılık dendiği vakit en önemli hadiselerden bir tanesi hafızanın korunması, birisi aklın korunması, birisi de bedenin korunmasıdır. Hafızanın ve aklın korunmasında hekimliğin henüz istenen seviyeye gelebildiğini zannetmiyorum. Onun içindir ki dünya hekimliğinin bu üç meselede özünde çok büyük bir boşluk var. İnsanoğlu geçen elli sene zarfında çok şey bulmuştur. Umarım ki önümüzdeki elli sene zarfında Ya da on sene zarfında insanoğlu bu boşluğu dolduracaktır. Eğer derseniz ki altmışbeş yaşına gelmiş nüfus altmışbeşinden sonrası artık evinde otursun bu mümkün değil. Zaten o yükü taşımak mümkün değil, kişi verimli olduğu sürece bu verimliliği devam ettirmek lazım. Bugünkü yaşlılık meselesindeki en önemli hususlardan bir tanesi de kişiyi hem meşgul tutmak hem üretici tutmak bakımından hem moralini yüksek tutmak bakımından onun üreticiliğini korumak lazım, neyi yapabiliyorsa onu yapar durumda tutmak lazım. Bu hususta çok geçiş bir alan var. Bu hususta çok önemli işler yapılması lazım, aslında bakarsanız kişi kendisini yaşlı hissetmiyorsa bir takım güzel şeylerde meydana getirebiliyor. Bertrand Russel seksen yaşında Nobel mükâfatı almıştır. Pablo Picasso doksanbir yaşına kadar resim yapmıştır. Bunlar içerisinde çok parlak bir örnek, mimar Sinan’dır. Mimar Sinan 400’e yakın camii yaptı. Türkiye’de ve Osmanlı toprakları üzerinde han yaptı hamam yaptı, sebil yaptı, en büyük eseri Selimiye’dir bana göre Selimiye’ye seksenbeş yaşında başladı doksaniki yaşında bitirdi. O günkü şartların içinde yüzüç yaşında da öldü. Ama herkes böyle olmayabilir, herkes zaten Sinan olsa dünyada koyacak yer kalmazdı. Bunlar güzel örneklerdir. Kişiye cesaret veren örneklerdir. Önümüzdeki zaman içerisinde gerek bizim ülkemizde gerekse tüm dünyada yaşlılık konusunda çok önemli gelişmeler olacaktır. Yani insanlar yaşlılarını muhafaza etmek, yaşlılar da kendi kendilerini muhafaza etmek için çaba göstereceklerdir. Eski töreler vardır. Yaşlanmış bir kişiyi götürüp bir yere bırakırlar. Adam almış babasını götürmüş bir yere bırakacak bırakacağı yere gelince demiş ki “beni burada bırakıyorsun değil mi?' nerden bildin demiş? Bende babamı bırakmıştım” demiş, eğer siz babanızı bırakıyorsanız sizi de biri bırakır. Aile bağları bence çok önemli bir hadisedir. Ailelerin yaşlılarına her türlü ilgi göstermeleri semavi dinlerin esasıdır. Cennet nerdedir diye Hz. Peygambere sorulduğu zaman “ananızın topuğundadır, babanızın elini öperseniz oradadır cennet” sözleri boşuna değildir. Bütün semavi dinlerde bir ailenin yaşlılarına gösterdiği muhabbet ve merhamet, saygı insanlığın kriterleri arasındadır. Yapılacak elbette çok şey var. Türkiye’de bir takım şeyleri yaptık, huzurevleri bunlardan biridir. Huzurevlerini devlet yaptı, gönüllü vatandaşlarımız yaptı. Huzurevlerini yapabiliriz, çokta yapabiliriz. Önümüzde yıllar zarfında buradaki insana bakmak ayrı bir iştir, ayrı bir eğitim, ayrı bir sanattır. İnsana bakacak kadrolar yetiştireceksiniz yani personel yetiştireceksiniz, kati miktarda yaşlı insanların bakımını bilen onlara tahammül edebilen onu meslek haline getirmiş elemanınız yoksa o zaman gerek bu bakımevlerinde, gerekse huzurevlerinde, gerekse başka şekilde olan yerlerde istila durum vasıl oluyor. Çocuklarda da öyle eğer gerçek çocuğun psikolojisini anlayıp ona göre hareket etmek varken çocuğu karyolaya bağlamaya kalkarsanız o zaman olmaz. Yani yaşlılara ve çocuklara tahammül edebilmek önemli bir olay, sabır isteyen bir olay ve bu kadroları yetiştirebilmek önemli bir olay. Şimdi yaşlılık ve çocuk meselesinin en iyi halledildiği yer İskandinav Ülkeleridir. Orada 80 yaş ortalaması çoktan bulunmuş sanıyorum. Biz hem kendimizde hem de dışarıdan örnek almamız lazım. Bizim ülkemizde hayırsever çok muhterem kadınlarımız ve erkeklerimiz var. Önümüzdeki zaman içerisinde huzur evleri, bakım evleri yaşlılara ve çocuklara bakım yerleri toplumun önemli meselesi haline gelecektir. Ülke zenginledikçe ülkenin imkânları daha da geliştikçe hayırseverlerimizin bir taraftan devletin, diğer taraftan da belediyelerin yani hem devletin hem halkın beraberce bu işe eğilmesi lazım. Bu mesele sadece hayırseverlerle halledebilecek mesele değildir. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) her sene 30 senesini, 40 senesini, 50 senesini doldurmuş olanlara plaket verir. Bizde 50 senemizi doldurduk. İTÜ’ye gittik, plaket aldık. Dedim ki 60’ı koyun bakalım, 60 ı koydular. Bu sene Mayıs ayında yine gittik 60’ı doldurduk dedik verin plaketimizi sonra bana dediler ki bu 60’ı teklif eden sensin, ben ettim teklif, hakikaten peki 70’i niye etmiyorsun? sorayım arkadaşlarıma dedim benim tek başıma gelmem bir şey ifade etmez. Arkadaşlarım gelebilecek mi sordum baktım bana cesaret vermediler. Bir kısmı yaparız ederiz dedi, bir kısmı mırın kırın etti, 70’de taahhüde girmedim. Ama umarım ki 70’i başaracağız öyle görünüyor. Bu takdiri ilahidir, Allahın verdiği ömrü herkes yaşayacaktır, ne az, ne çok, öyle olunca işin biraz felsefesine dökeceksiniz. Şu dünyadan bir gitsek diye acele etmeyin gidenlerden geriye gelen yok. Onun içindir ki hayatı severek göğüsleyelim, meşakatları severek göğüsleyelim, yaşlanmayı kabul edelim. Ama ihtiyarlığı kabul etmeyelim. HEPİNİZİ SEVGİYLE SAYGIYLA SELAMLIYORUM.