980 sonrasi tüRKİYE’de modernleşME, toplumsal ve siyasi sonuçlari ali Fuat GÖKÇe kilis Aralık Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi



Yüklə 253,1 Kb.
səhifə2/4
tarix07.08.2018
ölçüsü253,1 Kb.
#67605
1   2   3   4

Türkiye’nin Modernleşme Tarihi

Tarihsel açıdan modernleşme, bireylerin ve toplulukların genişleyen piyasa toplumunda yer edinmek için bazı geleneksel yükümlülüklerden kurtulmalarını gerektirmiştir. Kapitalizmin gelişmesiyle beraber piyasanın düzenli işlemesine ve bireyleri korumaya yönelik kurumların ve uygulamaların gelişmesi, bazı yerlerde ailelerinin güçlenmesi, yerel ve uluslararası kimliklerin yeniden biçimlenmesi ve kurumların kurulması gözlenmiştir. Bu gelişmeyle paralel olarak bireylerin ve toplumların düşünce yapılarında ve sistemlerinde de değişimlerin ve gelişmelerin olduğu görülmüştür (Kasaba, 1998: 25).

Bu bağlamda Türkiye’nin modernleşme tarihinin geçmişine bakıldığında aynı gelişmelerin olduğu ve Cumhuriyet öncesi ve sonrası modernleşme sürecinin birbiriyle bağlantılı olduğu görülecektir. “Cumhuriyet öncesi” olarak alınması gereken zaman dilimi ise Avrupa aydınlanması ve sonrasında feodal üretim biçiminden kapitalist üretim biçimine geçiş sürecinin, Osmanlı Devletine yansıması olan tarihtir. Bu tarih ise 18. yüzyıl olarak ele alınabilir. Modernleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan ulus devlet olma sürecinin başlangıcı ile ulus devletin bir özelliği olan bürokratikleşme, üretim biçimine ortaya çıkan değişim, ulaşım ve iletişim ağlarındaki gelişme Osmanlı Devleti’nde bu yüzyılın başlarından itibaren hız kazanmaya başlamıştır.

Osmanlı Devleti’nde feodalitenin çözülmesi birdenbire olmamıştır. İktisadi alandaki değişimler feodalitenin de dönüşümüne neden olmuş, ancak bu dönüşüm feodallerin kendilerine ait özelliklerinde meydana gelmiştir. Bazıları Saray’ın valileri olarak siyasal iktidarlarını korurken, bazıları da mülklerini genişleterek mevcut statülerini pekiştirmişlerdir (Yerasimos, 1980:12).

Geçimlerini Saray hazinesinden sağlayan yönetici kesim-bürokrasi, kapitalist sistemin gelişmesiyle beraber kırsal kesime daha fazla etki yapmaya başlamıştır. Topraktan elde edilen artık ürünün yeni ortaya çıka pazarlara ulaşması, para dolaşımının artması ile birlikte, toprağa bağlı kırsalla; pazara, ticarete ve yeni ortaya çıkan makineye bağlı kentler arasında yeniden irtibat kurulmasını sağlamıştır. Bu irtibat kırsalın kentle olan ilişkisini güçlendirirken, kentte ikamet eden yönetici kesimin de kırsala daha fazla nufuz etmesine yol açmıştır (Yerasimos, 1980: 13).

Kapitalizmin gelişmesi, Osmanlı liman kentleri ile Anadolu’nun iç kentlerini birbirine bağlayan yolların, özellikle demiryolunun gelişmesi, iletişim imkanlarının telgraf vasıtasıyla artması Osmanlı Devleti’nde burjuva sınıfının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak, devlet hazinesinden nemalanan bürokrasi ve toprak mülkiyetinde ortaya çıkan sahipsel büyüklük, ticaret burjuvasının Müslüman tebaa arasında ortaya çıkmasını engellemiştir (Yerasimos, 1980: 14-24). Gayri Müslim tebaanın ticaret burjuvazisi halini alması, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde iktisadi alanda olumsuz etkiler yaratırken, siyasal alanda da bazı olumsuzlukların yaşanmasına neden olmuştur.

II. Mahmut döneminde iktidarı merkezileştiren Osmanlı bürokrasisi kendi içinde reformlar yapmaya başlamıştır (Karpat, 2006:28-30). İç ve dış iktisadi ve siyasi gelişmeler, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, 1838 Ticaret Anlaşması vasıtasıyla iktisadi, toplumsal ve siyasasi alanda gelişmelerin yapılmasını zorunlu kılmıştır. İç ve dış saldırılara karşı devletin bekasını sağlamaya yönelik olarak Sultan III. Mustafa ve Sultan I. Abdülhamit tarafından gerçekleştirilen askeri reformlar ve sonrasında yapılanlar, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar tepeden inmeci bir modernleşme olarak topluma adeta dayatılmıştır (Keyder, 1998: 41; Karpat, 2006: 11).

Kurtuluş Savaşı’nı yapan asker ve sivil kadrolar Osmanlı Devleti’nin üst kademe yöneticileri arasından çıkmış ve Anadolu halkını ortak düşmana ve hedefe karşı birleştirerek yeni bir devletin kurulmasını sağlamışlardır. Bu kadronun Osmanlı Devleti’nin modernleşme geçmişi sürecinde oluşturulan yeni eğitim kurumlarından yetişen kişiler olması, savaş sonrası yeni kurulan devletin modernleşme sürecinin aynı fikri alt yapısına sahip olduğunu göstermektedir. Ancak burada önemli bir fark vardır ki o da Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ülkenin bekasına yönelik olarak ortaya atılan fikir akımlarının Osmanlıcılıktan başlayarak tedrici olarak değişmesi ve Türkçülük ve Batıcılık düşüncesinin bu kadrolar üzerinde etkili olmasıdır. Osmanlı Devleti’ndeki tebaanın ayrılık mücadeleleri, imparatorluktan kopuşlar, ülke aydınlarını da etkilemiştir. Bu ayrılıkların temelinde, devletin sosyopolitik yapısının, etnik, toplumsal-dini kimliklerin, iktisadi yapılanmanın uzun süreli değişiminin sonucu olan yeni orta sınıfın ve bürokrasinin oluşumu, dini-etnik kimlilerinin yerini milli kimliklere bırakması yer alır (Karpat, 2006: 95-97). Tabi sadece bu ayrılıkların olması milliyetçi düşünceyi geliştirmemiştir. Demokratik devlet kuramcısı John Locke’ın “mülkiyetin korunması” düşüncesinden hareket eden ve kapitalizmin gelişmesi sonucu toprak aristokrasisinden ayrıcalıklar elde eden burjuva sınıfının, bu ayrıcalıkları koruma aracı olarak ortaya çıkan ulus devlet düşüncesinin Fransız İhtilali ile birlikte yayılması da diğer imparatorluklarda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde milliyetçilik duygusunun üretilmesine neden olmuştur (Nişancı, 2012: 79).

Cumhuriyetle birlikte iktidarı ele geçiren kadrolar hızlı bir biçimde devleti ve toplumu modernleşmeye yönelttiler. İslami ümmet anlayışının yerini ulus-devletin gereği olan millet anlayışı almıştır. Devletin Osmanlı ve İslam geçmişi, Türk kimliğinin oluşturulmasında biçimsel anlamda farklı bir eksene oturtulmuştur. İslam ve Osmanlı geçmişinin yerini doldurmak amacıyla İslamiyet öncesi Türk geçmişi devreye sokulmuştur (Adem Çaylak, 2012: 103).

Cumhuriyet dönemi iktidar sahiplerinin Osmanlı döneminin son dönemlerinde yer alan kadrolardan oluşması, modernleşme sürecinin bir süreklilik oluşturduğunun göstergesidir. Amaç yönündeki bazı farklılıklara rağmen, yöntem aynı şekilde kalmıştı. Amaç ülkeyi milli bir kimlik etrafında çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmaktı. Osmanlı döneminde beka sorunu varken, Cumhuriyet döneminde ise muassır medeniyet seviyesine erişmek söz konusuydu. Yöntem ise Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde olduğu gibi tepeden inmeci bir yöntemdi. Bu süreklilik arz eden modernleşme süreci beraberinde dış politikada, ekonomik ve kültürel hayatta istikrarsızlıklar, güvensizlikler, kriz olasılıkları, kimlik temelli çatışmalar, üretim ve tüketim kalıplarında değişimlerine neden olmuştur (Keyman, 2012: 7,8).

Keyman, Osmanlı Devleti’nden günümüze kadar olan modernleşme sürecinde, Cumhuriyet sonrasında bazı kırılma noktaları tespit etmiştir. Keyman!a göre 1923’de cumhuriyetin ilanı ve ulus-devlet temelli modern ulus inşa etme sürecinin başlaması, 1950’de çok partili parlamenter demokrasiye geçiş, 1980’lerde ekonominin dışa açılması, 1990’larda küreselleşme, 1999 yılı sonunda Türkiye-AB ilişkilerinde Türkiye’nin tam üyelik statüsü alması birer kırılma noktası olarak belirtilmiştir (Keyman, 2012:8).

Keyman, bu modernleşme sürekliliğindeki kırılma noktalarını birbiriyle karışık, kesişen ve karşılıklı etkileşim içinde olduğunu belirterek, “modernleşme- demokratikleşme- küreselleşme- Avrupalılaşma” ekseni ve denkleminde hareket ettiğini, bu eksenlerle paralel olarak, Türkiye’nin, merkez-çevre, sağ-sol, küresel-ulusal, kimlik-vatandaşlık denkleminde ortaya çıkan taleplere ve sorunlara sahne olduğunu, karmaşık, çok boyutlu ittifak ve çatışmaları yaşadığını belirtmektedir (Keyman, 2012: 11-20).

1923 öncesinde de kırılma noktaları mevcuttur. Daha önce belirtildiği gibi, II. Mahmut döneminde bürokrasinin yeniden teşkili, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, 1838 Baltalimanı Anlaşması, 1858 Arazi Kanunu tarihleri birbirine yakın olmasına rağmen her biri toplumsal ve ekonomik alanda ama etkisi siyasal alanı etkilkeyecek birer kırılma noktasıdır. Ayrıca, 1. ve 2. Meşrutiyet siyasal anlamda birer kırılma noktası olarak belirtilebilir.

1980 sonrasının Türkiye tarihinin önemli bir dönemi olduğunu, iktisadi alandaki değişimlerin toplumsal ve siyasal yansımalarının da olduğu bir gerçektir. 1980 tarihinin kırılma noktası olarak ele alınması 12 Eylül 1980 ihtilali değildir. 24 Ocak 1980 kararları ve bunun yansımalarıdır. 24 Ocak kararları Türkiye ekonomisinin kabuk değiştirmesidir. Bu kararlar ile modern liberalizmden neo-liberalizme geçiş ve küresel ekonomik sisteme entegre olma süreci başlamıştır (Boratav, 1988:119-123).


  1. 1980 Sonrası Modernleşme

1980 sonrası Türkiye modernleşmesinin yansımalarını Deutch’ın siyaset dışı sayısal verilerinden hareket ederek açıklamak, çalışmanın esas amacına giden bir yöntem olarak ele alınabilir. Böylelikle söz konusu değişkenlerin siyasal ve toplumsal açıdan ortaya çıkardığı sonuçlar görülebilir. Bu değişkenlerin genel anlamda etkileri daha önce açıklanmıştı. Burada tekrardan kaçınmak adına bu hususlara değinilmeden, doğrudan her bir değişkenin nicel verileri incelenerek çıkarımda bulunulacaktır.

Öncelikle ekonomik göstergelerden biri olan “Gayrisafi Yurtiçi Hasıla” değişkenini ele almak gerekmektedir. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, bir ülke sınırları içerisinde belli bir zaman içinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin para birimi cinsinden değeridir. Gayrisafi yurtiçi hasıla, ülke ekonomisindeki büyüme veya daralmayı gösteren önemli bir makroekonomi veridir. Gayrisafi yurtiçi hasılanın artması o ülkedeki yaşam standartlarının da yükseliyor olması anlamına gelmektedir.


Tablo.1 Gayrisafi Yurtiçi Hasıla

Konu

Birim/

Ölçek


1980

1985

1990

1995

2000

2005

2010

2016

Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (Reel fiyatlar ile)

Ulusal para birimi/ Milyar

30.487

38.395

50.532

59.183

72.436

90.500

105.886

137.784

Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (Cari fiyatlar ile)

Ulusal para birimi/ Milyar

0.007

0.047

0.528

10.435

166.658

648.932

1,098.799

2,056.924

Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (Cari fiyatlar ile)

ABD Doları/ Milyar

94.258

90.380

202.376

227.513

266.439

482.685

731.293

1,028.462

Kaynak: www.imf.org
Tablo 1’de Türkiye’nin 1980 sonrası gayrisafi yurtiçi hasıla verileri beşer yıllık dönemler halinde değerlendirmeye alınmıştır. Bu tabloda ABD Doları ile hesaplanan gayrisafi yurtiçi hasıla verilerinin 1980-1985 arası bir düşüş göstermesine karşılık sonrasında düzenli olarak artış gösterdiği görülmektedir.

Tablo.2 Radyo TV Alıcılarının Sayısal Artışı (Uydu yayın lisansı olan kuruluşlar)

Yıllar

Uydu TV

Uydu Radyo

2002

67

43

2003

71

45

2004

84

44

2005

87

48

2006

100

46

2007

107

47

2008

129

49

2009

139

51

2010

154

53

2011

196

62

2012

225

74

2013

293

92

Kaynak: RTÜK Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Sektör Raporu (2014)

Tablo 2’de radyo ve TV alıcılarının sayısal artışı görülmektedir. 1982 Anayasasının 133. maddesi “Radyo ve Televizyon İstasyonları, ancak devlet eliyle kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir” şeklindeydi. 10 Temmuz 1993 tarih ve 3913 sayılı Kanunla Anayasanın 133. maddesi “Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek, kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir.” şeklinde değiştirilerek yayıncılıkta devlet tekeli kaldırılarak özel radyo ve televizyonculuğunun önü açılmıştır.

2002 sonrası ulaşılan verilerde, 2013 yılına kadar olan dönemde yayıncılıkta devlet tekelinin kalkmasıyla birlikte radyo ve televizyon sayısında artış olduğu görülmektedir.

Tablo.3 Yazılı Basının Ulaştığı Okuyucu Sayısı


Yıl

Gazete/dergi sayısı

Gazete/dergi tirajı (Yıllık adet)

2005

4 208

1 616 814 401

2006

4 643

2 350 342 564

2007

5 674

2 470 702 599

2008

5 665

2 665 434 454

2009

6 073

2 266 917 287

2010

6 459

2 571 694 304

2011

6 778

2 265 538 153

2012

7 109

2 308 507 847

2013

7 158

2 461 783 909

2014

7 120

2 274 530 479


Yüklə 253,1 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin