kulak II, 1. sulama kanalının kolları; 2. akar su ölçü vahidi; kulak (yahut arıktın kulağın) bayla- : suyu sulanacak yerlere akıtmak; 3. değirmenin yedek oluğu.
kulak III, kon. (rusça “kulak”) ağa, mütagallibe.
kulakçın, kulaklı kalpak.
kulakdar = = kulaktar.
kulakta- , 1. kulağa yapışmak; at kulakta- : atın kulağına sarılmak; 2. dinlemek; eldin sözün kulaktayt: elin (başkaların) ne dediğine kulak veriyor.
kulaktandır- , bildirmek, haberdar eylemek, ilân etmek.
kulaktandıruu, bildirme, haberdar etme, ilân etme.
kulaktar k-f. kulaklı, dinliyen, kulak veren; kulaktar bol! , dikkat! ; gözünü dört aç! ; kolhozdun malına kulaktar boluşalı! : kolhoz hayvanlarına dikkat edelim!
kulaktaş I, kulaktan- kulağa konuşmak imkânını bulan, birisile kulaktan- kulağa konuşan; capanda uzun cığaç, üstü temir, astı taş, uçu Samarkan menen kulaktaş (bilmece) : çölde uzun direk, üstünde demir, altında taş, ucu ise, Semerkent ile kulaktan- kulağa konuşuyor (telgraf) .
kulaktaş- II, hep beraber dinlenmek; hep birlikte kulak vermek.
Dostları ilə paylaş: |