vefasız - nankör, sadık değil
vekar - ağırbaşlılık
veli - başkasını kollayan ve büyüten
velinimet - çok büyük bir iyilik yapmış olan
velvele - kahırlı bir nağara, ağlayış
vergi - "данък"
verimli (-siz) - bol (az) meyvalı
vesaya - kanun, sıra, buyruk
vızıltı - sineğin çıkardığı sesine benzeyen ince ses
vicdan - duygu, "съвест"
vilâyet - (1) valinin çalıştığı yer (2) sancak
viran - bozuk, yıkılmış
virane - yıkık bir ev
vuku bulmak - meydana gelmek, olmak
vücut - ten, beden
Yaba - harmanı savurmak için bir kürek
yaban(i) - vahşi, kendiliğinden büyüyen
yabanıl - kırda yaşayan
yafta - yazı tahtası
yağız - kapkara renk (beygirler için)
yağma(lamak) - savaşta mal kazanmak, toplu halde hır-sızlık yapmak
yakarmak (-ış) - sesimi duyurmak, yalvarmak (dua)
yakınmak - ağlaşmak, şikayet etmek (değil: yakınlamak)
yakut - kıymetli bir taş
yalabık - parlak, şırlayan
yaltaklamak - bir kişinin ağzına bal sürmek, hoş sözlerle kandırmak
yamaç - bayır
yamamak - bir giysiyi tamir etmek
yandaş - ortak, arkadaş
yankı(lanmak) - "ехо"
yanılgı (yanılgıya düşmek) - yanlış düşünce
yanıt - cevap
yansıtmak - bir aynada gibi görmek, "отразявам се"
yapı - bina
yapım - ev kaldırma, inşaat
yapıt - eser, bir ustanın ya da yazarın yaptığı bir iş (resim, kitap, şarkı gibi)
(" 'Под Игото' İvan Vazov'un en çok tanınan yapıtıdır (eseridir).")
yaradan - herşeyi meydana getiren (yani: Allah)
yaradılış - yapılan herşey
yaraşmak - yakışmak, uygun olmak
yaratık - mahluk, canlı
yardakçı - yardımcı, suç ortağı
yaren(lik) - ahbap, dost, (dostça muhabbet)
yargı(lamak) - davalama(k)
yargıç - davalayan, hakem
yas - üzüntü
yasa - kanun, "закон"
yasal - kanuna uygun
yaşıt - aynı yaşta olan kişiler
yay - (1) ok atmak için kullanılan silah, "лък"
(2) kalkıp inen metal parçaları, "пружина"
yaygaracı - en ufak mesele için ortalığı karıştıran bir kişi
yedek - fazlalık olarak bulunan şeyler, "резерва"
yegane - biricik
yeğen - benim kardeşimin kızanı
yeğlemek - bknz.: tercih etmek, bir şeyi başka bir şeyden daha çok sevip seçmek
yekdiğerine - birbirini
yele - beygirin saçları
yelken (çekmek) - платно gemisi (gemi ile yola çıkmak)
yenilgiye uğramak - yenilmek, savaşı kaybetmek
yermek - bir kişi hakkında kötü konuşmak
yeşim - kıymetli bir taş
yetenek - kabiliyet, beceri, bir şeyi yapma kuvveti
yeti - güç
yetim - anasız babasız kızan
yetki - hak, otorite
yetkin - mükemmel, tamamlanmış, eksiksiz, "съвършен"
yıldırım - şimşek
yılmak - korkup vazgeçmek
yinelemek - tekrarlamak
yitirmek - bütün kaybetmek
yoklamak - araştırmak, saymak
yoksun - eksik
yoldaş - arkadaş, "другар"
yonma - yontulmuş
yora - yorum, tabir, açıklama
yorum - açıklama
yosun - denizde yaşayan yeşil ot
yozlaşmak - bozulmak, çürümek
yön - gidilecek taraf, istikamet "посока"
yöneltmek - yol vermek
yönetim (-mek) - güdücülük (yapmak)
yöre - etraf, bölge
yubil - sevinç ve serbest bırakma senesi (her elli senede bir)
yular - hayvanların ağzını kapatan bir şey, "оглавник"
yumru - deri üstünde toparlak leke veya çıban (değil: 'yumruk')
yunusbalığı - "делфин"
yurt - memleket
yurtsever - kendi vatanını sev-ip onun faydası için uğraşan kişi, İsa'nın zamanında İsra-il'de Romalılara karşı savaş-an teröristler kendilerine bu adını verdiler (bg: "зелот")
yurttaş - vatandaş
yüce(lik) - şanlı, (şan)
yüceltmek - şanlamak
yünelmek - yönelmek, bir yolu tutmak
yüzbaşı - bir subay, "капитан"
yüzkarası - ayıp ve utanılacak bir durum
Zabit - subay, "официр"
zafer - yengi, galibiyet,"победа"
zahir olmak - ortaya çıkmak, görünmek, belli olmak
zahire - toplanmış ekin
zahiren - (1) dışarıdan, dış görünüşü
(2) ezbere, "наизуст"
zalim - acımasız
zambak - "лилия"
zani (zaniye) - zina eden erkek (kadın)
zapt - sıkı tutmak, kontrol etmek, durdurmak
zaptı nefs - kendi nefsine hâkim olmak, kendi kendini kontrol edebilmek
zar - bir organı kaplayan ince deri
zarf - "плик"
zarfında - içinde
zarif - süslü, ince, kaba değil
zaruri - mutlaka lazım olan
zat - kişi
zebercet - bir kıymetli taş
zebun(luk) - zayıf(lık), kuvvetsiz(lik)
zedelenmek - yaralanmak, zaval görmek
zehir - otalak
zekâ - akıllılık
zeki - akıllı
zemin - yer, temel
zemmam - iftiracı,şer atan kişi
zevce - karı, eş, evli kadın
zıplamak - fırlamak
zırh - göğüsü koruyan demir
zift - katran
zincir - sincir
zira - çünkü
ziyade - daha fazla
ziyafet - büyük yemek, banket
ziynet - süs
zorlu - şiddetle, kavga ile
zorunlu(luk) - mecbur(iyet)
zufa otu - süpürge gibi bir ot
zuhur - ortaya çıkış, görünmek
zulmetmek - baskı yapmak
zulüm - baskı
zümre - grup, sınıf, kalabalık
zümrüt - kıymetli bir taş
zürriyet - nesil, soy, kuşak
- -
Dostları ilə paylaş: |