bi yılın bi sırtı: çok seyrek yapılan (yılda bir defa)
bileki: içinde ekmek yapılan toprak veya kiremit kap.
billenmek: birikmek, bir araya gelmek (birlenmek)
bir ii bir: iyice
bitdooma: çok az (bi doorama)
bişi: gizli. Tavan arasında gelincik varsa, “gelincik” kelimesinden söz edildiğinde evi terk edeceğine inanılır ve farelerden korunmak açısından gitmesi istenmediği için “evin üzerinde bişii var” denir.)
bok mantarı: yenmeyen (zehirli) mantarlar
bozaltı: alacakaranlık
bööce: fasulye (börülce)
böön: bugün
böcük: böcek
bu yılkı yıldur: bir yıldan beri
buymak: çok üşümek, donmak
bük: dere kenarlarındaki verimli tarlalar (bu nedenle köy veya mahalle isimlerinde kullanılır)
camış: manda
cane: yengeç, kırkayak
caranak: sağanak yağmur
cavuluz: sincap
caydak: kapsız, açık
cazu: cadı
celecoş: çökelik ve ekmekle yapılan bir yemek
cellemek: kızarak bağırmak
cember: baş örtüsü
cemek: 1. Geceleri löküs ışığında balık avlamaya yarayan yemek çatalına benzer alet. 2. Yemek çatalı şeklinde ot savurma veya kemre küreği
cĕnik: sürekli oturulan yer, yayla karşıtı, cennik.
cerge: Harmandaki fındığı tozundan ayırmak için yapılan savurma işi.
cıbartmak: kesilmiş dalların budanması
cıdık: fındık çubuğundan yapılmış kuş yakalama tuzağı
cımbış: komik
cımmak: pençe
cımmaklamak: tırnağıyla yırtmak
cırmalamak: cımmaklamak
cıpban: alkış
cırıtda: bir hamur kızartması
cıscıbıl: çırıl çıplak
cıtdık: serçe
cıvızmak: oyunda yenilince gereksiz itirazda bulunmak, çamura yatmak.
cicik: meme
cicük: civciv
cilim: yapışkan bir çamur, kızıl çamur
cimcik: cimdik
cirim cingil: çok yırtık pırtık, ciringil
ciringil: aşırı derecede hasarlı veya eskimiş, hışır
citdirik: minyon tipli, ufak tefek çocuk
citdooma: küçücük, bitdooma, bi doğramacık
civek: civil
civil: küçük taneli, ufak
cufar: sıtma
cüpbül: pipi, dıngıl, çük
çakak: küçük çubuk parçası
çakal daşşaa: küçük, tombul ve kıvrık hıyar
çakal yağmuru: kısa süreli sağanak, nisan yağmuru
çakır: ela
çalar: dikenleri zehirli bir deniz balığı. iskorbit.
çalpamak: karıştırmak, çalkalamak
çamaşur kesmek: düğün için gelin giyecekleri almak.
gene: bu şekilde, (böle gene yapacaksın: bu şekilde yapacaksın)
gerevi: dalları (genellikle fındık dallarını) çekerek meyveleri toplamak amacıyla yapılmış ucu kıvrık sopa
gıdık: altı düz ve saplı küçük sepet
gıllaman: bir çeşit kara lahana yemeği
gınnap: ketenden yapılmış ince sicim
gıraň: geniş alanların görülebileceği yüksekce yer
gırkmak: (saç veya hayvanların kıllarını, yününü) traş etmek
gırma: çalılıkları kırarak oluşturulmuş bahçe veya tarla (kırma)
gısgıç: kıskaçlı bir böcek
gısım: tuz veya şeker gibi toz gıdalar için iki parmak ucuyla alınan bir miktar ölçüsü.
gısıruk: dar alan.
gıynak: salkımdan daha küçük miktar. Salkımın alt parçaları (bi gıynak üzüm).
gızantin: maydonoza benzer zehirli bir bitki
gızma: isilik
giderini vermek: çocuk oyunlarında oyun gereği hareket halindeki top, taş v.s. nin hareketinin kural dışı olarak durdurulması durumunda tahminen gidebileceği kadar ilerletmek.
gidişmek: kaşınmak
girebi: ucu çengelli, küçük odun baltası. tahra
gocaman: ihtiyar adam
gogilce: boğmaca
goğuz: sıvı kapları için dolmaya az kalmış veya tam dolmamış anlamında kullanılır.
golan: ip
golf: çocukların giydiği paçaları lastikli bez pantolon
gomit: yenmiyen bir tatlı su balığı
gopca: düğme, kopça
goruk: içi boş fındık
goşam: avuç (az miktar bildirir)
got: boş (kafa), aptal
gozak: olgunlaşmamış meyve, düdek, ham
göscek: gözlük
göö: soluk
gööden: kurbağa
göönük: yanmış bez (kokusu)
göönümüş: Aşırı olgun olduğundan rengi kahverengiye dönüşmüş meyve (armut)
gugil: içine kuru yemiş vs. koyulan kağıt külah
gukguk: saklambaç oyunu
guşlasdiği: sapan
guytak: çukur
guzine: fırınlı soba
gübür: toz
güçcük: küçük
güdü: Sığırların iyi beslenmesi ve gelişmesi için yaz mevsiminde yaylaya gönderilmesi
güdüne: mısırın taneleri ayrıldıktan sonra kalan koçanı
serentü: kışlık yiyecekleri farelere karşı korunmak üzere ayaklar üzerine yapılmış kiler
sıbatlamak: paçaları veya kolu sıvazlamak
sıbıç: meyvenin sapı
sifda: önce, siftah, ipda
simelek: yavaş hareket eden, uyuşuk
simiç: başparmak ile işaret parmağı açıldığı zaman arasındaki mesafe
siňmek: saklanmak
sitil: kova
solama: başaklama, sonlama, fındığın toplanmasından sonra bahçede kalanlar.
solugan: girdap, löngüz, kazan kuyu
söykenmek: bir yere dayanarak kısa süreli uyumak, şekerleme yapmak
susak: keşgülden yapılan su kabı
sulak: bahçe, tarla sulamak için kullanılan su kabı
sümsük: ev içinde gizlice yiyecekleri aşırıp yiyen kişi.
sümüklü: kaya balığı
süsmek: kakmak
sütlü: sütlaç
şahmellik: İpek incirinin erken olgunlaşan meyveleri.
şalak: hıyarın aşırı olgulaşarak çekirdekleri büyüyüp sertleşmiş, yenmeye elverişsiz hale gelmiş ve tohumluk için kullanılabilecek aşaması.
şapşak: Ağaçtan oyularak yapılmış su maşrapası.
şelek: daha çok kadınların pazara giderken kullandığı harardan küçük sırt küfesi
şĕnnik: tarla
şĕytan aldaması: hamamcı olmak
şıfun: başörtüsü, yaşmak, cember
şıma: bir çeşit beton
şırahna: üzerinde üzüm çiğnenen tezgah
şikar: iş mi yani!
şil: uyurken gözlerde oluşan çapak.
taa: daa
taasal: beceriksiz, unutkan
taflan: Ağaçları kışın yapraklarını dökmeyen bir bitki. Meyveleri üzüm salkımı şeklindedir. Olgun taneleri siyah renkli kiraza benzer ve buruk tatlıdır. Karayemiş.
takilik: yün yatağın yünlerinin belli yerlerde toplanarak rahatsız edici hale gelmesi.
tam: evlerin altında hayvanların kaldığı kısım, ahır
taran: su altında kaya kovuğu.
tatda biti: tahtakurusu
tefek: asma gibi ağaçlara tutunan bitkilerin gövdeleri.
tefrüşlü: kapaklı bakır tabak
tekebızdık: takla
tekebızdık gılmak: takla atmak
tekleme: tek fındıktan oluşan çotanak
tekne gazıntısı: son çocuk
telesimek: aşırı susayarak bitkin düşmek
tenteş: akran
terek: mutfak rafı
termaş: bir beddua sözü, andır.
tivsi: balık yavrusu
topur: kestanenin dikenli dış kabuğu ayrılmamış hali
vık: sessizlik anlatan bir kelime (ses, vık yok: çıt çıkmıyor)
virra: sürekli, pasa
yaalaş: yağlı un muhallebisi (yağlı aş)
yaba: hayvan gübresi çatalı, dirgen
yal: sulu hayvan yiyeceği
yalak: 1. Yamaçlarda arasında bulunan düz arazi. 2. Sebze ekmek için kazılmış uzunlamasına çukur. 3. Hayvanların su içmesi için yapılmış ağaç veya taş çukur
yalamaç: yemek v.s. lekesi
yalangu: alev
yalı yulu: sıradan, alelade
yamalık: parça bez (yama yapmak amacıyla saklandığından bu adla anılır)
yarı cana indürmek: aşırı dövmek
yarman: el değirmeninde kalın öğütülmüş mısır
yarmança: kalın ağaç kütüklerinin yarılmasıyla elde edilen odun.
yasdur: mest, çocuklara karşı bir sevgi sözü (Allah beni yasdur et!..)
yaşmak: baş örtüsü, cember, şıfun
yavşu: acımot, baldıran
yaykun: kızıl ağaç
yayuk: yoğurdu tereyağından ayırıp ayrana çevirmek için kullanılan ağaç araç.
yĕdek: Bahçe işleriyle meşgulken hayvanın yularını da sürekli tutmak
yelleme: serseri, fırlatma
yelönü: içi çok küçük veya boş fındık
yĕňlik: hafif, ağır olmayan
yılgın: bodur bir bitki. kurusu çok güzel yanar.
yımırta mantarı: gelişme halinde beyaz bir yumurtaya benzeyen, olgun hali kırmızı bir mantar.
yısmak: dengesini bozmak, bir tarafa eğmek
yivdin: dere kenarlarında yetişen pis kokulu bir bitki.
yok: yemek v.s. bulaşığı, kalıntı (yemek yoku gibi)
yonga: ağaçların veya kalın odunların baltayla kesimi sırasında ortaya çıkan küçük odun çöpleri.
yuka: yufka
yumak: Yıkamak, (çocuğu yudum)
yunacak: yıkanması gereken, kirli (çamaşır v.s.)
yüke: sığ
yüreği yarılmak: çok korkmak
zaara: mısır unu, zahire
zabaccak: yarın sabah
zalım: 1. Çok ağlayan, huysuz çocuk. 2. Çok saldırgan kapı köpeği.
zay olmak: ziyan olmak
zeel: akşama doğru, zeedden
zeedden: zeel
zemeri: ocak ayı, zemheri
zıpcuk: ince yaykun (kızıl ağaç) çubuklarının kabuğundan yapılan bir çeşit düdük.