Birincisi: Sahih-i Buhârî’de geçtiğine göre Rasûlüllah (sav) hac zamanı Kâbe’yi, Medine’de bulunduğu zamanda da Kubâ Mescidi’ni hem yürüyerek, hem de binekli olarak ziyaret ederdi. Bilindiği gibi hacda farz olan tavafa aynı zamanda ‘ziyaret tavafı’ da denilmektedir. Şimdi birisinin "Kâbe ve Kubâ Mescidi, kendilerini ziyaret edenleri hissederler ve bilirler." demesi hiç doğru olur mu?!
İkincisi: Sahâbe’nin, Rasûlüllah (sav)’in arkasında O’na yakın olarak veya uzakta, O’nun mescidinde veya başka mescidde namazın içinde teşehhüdde iken: "Sana selâm olsun ey Nebî…" diyerek seslenmeleridir. Şimdi: "Rasûlüllah (sav) kendisine selâm verildiğinde onları işitir ve bilir, yoksa selâm vermek anlamsız olur." Demek hiç doğru olur mu?! Sen affet yâ Rabbi! Lütfen 122 ve 123. sayfadaki dipnota bakınız.
Eğer O, hayatta yaşıyorken bu selâmı işitmiyorsa, öldükten sonra Refîku’l-A‘lâ’da (Yüce Dost’un yanında) olduğu halde nasıl işitsin? Daha önce dördüncü delilde de geçtiği gibi (sayfa: 56) O, direk olarak bu selâmı duymuyor, fakat O’na ulaştırılıyor.
Yine İbn Kayyım’ın sözünün, görüş ileri sürmeye dayalı delil olarak kalması, bu konuda O’na verilen reddiye olarak yeter. Eğer ileri sürülen bunun gibi bir görüş, Kur'ân ve sünnete aykırı olmasaydı belki güvenilebilirdi. Ama nerede… Bırakın bir çok delile ters olmasını, bir tek delil bile yeter ve artar. O da önce de geçtiği gibi özellikle, Bedir kuyularına atılan müşriklerin ölüleri hakkında Rasûlüllah (sav)’in ölülerin işitmediğine dair Hz.Ömer’e yaptığı açıklamadır. Öyleyse ileri sürülen o görüşün hiçbir değeri kalmaz. Aynı şu sözde olduğu gibi: "Eğer delil varsa görüş iptal olur. Allâh’ın nûru gelince, sığınağın karanlığı yok olur."
Belki okuyucu, duymadıkları halde ölülere selâm vermenin sebebini sorabilir. Okuyucu bunun cevabını, kitabın ilerideki sayfalarında yazarın bahsettiğini ve benim de 122 ve 123. sayfanın dipnotunda açıkladığımı görecektir. Orada yeterli açıklama yapıldığından, burada tekrar etmeyi gerekli görmüyorum.
Dostları ilə paylaş: |