A'dan z'ye şefaat (Şefaat üzeriNE)


Mağfiret ve Şefaat İlişkisi



Yüklə 487,84 Kb.
səhifə10/17
tarix06.09.2018
ölçüsü487,84 Kb.
#78292
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   17

Mağfiret ve Şefaat İlişkisi


 

İlâhî mağfiret ile şefaat arasında nasıl bir ilişki vardır? İlâhî mağfiret de her rahmet gibi bir kanun ve düzene bağlıdır. [Adl-i İlâhî] kitabımızın ikinci bölümünde, evrenin bir düzene bağlı olduğu üzerinde geniş ve ayrıntılı olarak durmuş idik. Demiştik ki: -Varlıklar arasındaki çeşitlilik ve aykırılıklar, varlık düzeninin bir gereğidirler.

Yine söylemiştik: -Varlıklar arasındaki farklılıklar ne uzlaşıma dayalıdır, ne -kelimenin günlük anlamı ile- yaratılmıştırlar. Bu farklılıklar onların öz varlıklarının, zatlarının gereğidir, onların varoluş biçimleri farklıdır da onun için bu farklılıklar doğmuştur. Bu farklılıkların ortadan kalkmasını, varolmamasını düşünmek, o varlıkların yok olması ile birdir. Onları var olarak kabul ettikten sonra da bu farkların yokluğunu düşünmek mantıksız olacaktır.

Daha önce de bu konuda vardığımız sonuçlar hatırlanırsa görülecektir ki, Rabbin rahmetinin hareke geçtiği, tecelli ettiği durumlarda her zaman bir düzen söz konusudur, bu tecellilerin de bir düzeni vardır. Rabbin rahmeti, bazı yüce yaratılmışlar, nüfus-i kümmelîn, nebi ve velilerin yüce nurları yolu ile günahkârlara erişir. Bu da evrenin bir düzene bağlı oluşunun gereğidir.

Meselâ "vahiy" rahmeti, Allah'ın insanlara rahmetinin tecellilerinden birisi olan "vahiy" nebiler aracılığı ile gerçekleşmektedir, yoksa her insana vahiy gönderilmesi ve insanlardan her birinin peygamber olması söz konusu değildir. Diğer rahmet tecellileri de böyledir. Mağfiret rahmeti (Allah'ın günahları bağışlama lütfu) da böyledir.

Varsayalım ki, elimizde şefaat için hiçbir naklî delil, Kur'ân-ı Kerim'de ve sahih rivayetlerde hiçbir işaret bulunmasın. Bu durumda bile, akıl yolu ile kesin, kandırıcı aklî delillerle, bu arada "imkân-ı eşref" burhanı (delili) ile ve evrenin bir düzene bağlı olduğunu göz önüne alarak, yine şefaati kabul etmemiz gerekirdi.

Bir kimse eğer, Allah'ın mağfiretinin varlığını kabul ediyorsa, sağlam aksî deliller, ister-istemez onu bu mağfiretin bir "akl-ı küllî", bir "nefs-i küllî" aracılığı ile tecelli etmesi gerektiğini de kabule zorlayacaktır. Öyle bir akıl ve nefis ki, Allah tarafından "velâyet-i küllî" ye makamına getirilmiştir. İşte şefaat, bu ilâhî feyiz, yine Allah'ın izni aracılığı ile gerçekleşir. Resul-i feyzin bir hesap ve düzene tâbi olmadan varlıklara ulaşması düşünülemez.

Kaldı ki, bu konuda apaçık naklî delil de vardır; hamd olsun ki Kur'ân-ı Kerim bize bu konuda da yol göstermiştir. İslâm'ın rivayet kaynaklarında ve özellikle Ehlibeyt rivayetlerinde Resul-i Ekrem'in (s.a.a) velayet-i küllîye makamı ve pâk İmamların (Ehlibeyt İmamları- Allah'ın selamı onlara olsun) velâyetleri ve daha aşağıda sıralanan velayet dereceleri hakkında bir çok rivayet vardır.

Bütün bunlardan şu sonuca varıyoruz ki, sadece bir "ruh-i küllî" (genel ve kapsayıcı bir manevî yetki makamı) değil daha sonra bu aşamalı sırada yer alanların da şefaat konusunda yetki görevleri, payları vardır. Bu husus; Kur'ân-ı Kerim öğretilerinin en önemli bilgilerinden birisidir. Bu bilgi en iyi şekilde Şia mezhebinde Ehlibeyt İmamlarının ve öğrencilerinin aracılığıyla açıklanmıştır. Dolayısıyla bu, Şia mezhebinin iftiharlarından biridir.

Şefaatin Şartı


 

Şefaat, ilâhî mağfiret rahmetinin tecellisi ile özdeştir, ondan bağımsız değildir. Bu rahmetin ,bu hayrın sahibi de Allah'tır. Allah, hayır ve rahmetleriyle gerçek ve mutlak anlamda tek sahibi, tek kaynağıdır. Konu gerçek sahibi açısından ele alınınca, bu rahmet tecellisine "ilâhî mağfiret" adı verilir. Buna karşılık, ilâhî rahmet kaynağından kaynaklanan, mağfiretin "mecra"sı, akış yolu göz önüne alınırsa, "şefaat" adı kullanılır. Şu hâlde Allah'ın mağfiretine nail olabilmek, bu rahmet tecellisinden yararlanabilmek için hangi şartların gerçekleşmesi gerekiyorsa, bu şartlar şefaat için de söz konusudur.

Aklî açıdan mağfiretin tek şartı, ilgili kişinin mağfiret için gerekli yeteneği, kabiliyeti haiz olmasıdır. Bir kimse Allah'ın rahmetinden yoksun kalırsa, Allah'ın rahmetindeki sınırlılık ve darlıktan dolayı değildir, böyle bir düşünceden Allah'a sığınırız! Bu yoksunluğun sebebi, o kişinin mağfireti kabul yeteneği göstermemesidir.

İlâhî rahmet, bir tacirin bankalar nezdindeki itibarı, kredisi gibi değildir ki sınırı olsun! İlâhî rahmetin itibarı mutlak ve sonsuzdur; ancak bu rahmet tecellisinin karşısında olanların kabul yetenekleri farklıdır. Bir kimse bu kabiliyetten tamamen yoksun olursa, ilâhî rahmetten hiçbir payı olmayabilir.

Dinî metinlerden şu hususu anlamaktayız ki, Allah'ı inkâr etme (küfr) ve Allah'a ortak koşma (şirk), mağfirete gark olmayı, mağfiret tecellisini kabul etmeyi önleyen engellerdir. Kur'ân-ı Kerim buyurur ki: "Allah, şüphesiz, şirki bağışlamaz, mağfiret etmez., Şirkin aşağısında olan günahları dilediği kimse için bağışlar." [193]

İman elden giderse, insanın mağfiret ile ilişkisi de derhal kesilmiş olur, artık bu yüce lütuftan yararlanma imkânı kalmaz. Bir kimsenin gönlüne "küfr" mührü vurulduğunda, kapalı bir kap gibi olur. Öylesine kapalı ki, üzerine okyanuslar akıtılırsa, okyanusa atılsa, içine bir damla su sızmaz. Bu kimsenin varlığı çoraklaşır. Öyle ki, Allah'ın rahmet yağmuru bu çorak alanda çiçek açmasına değil diken öbekleri bitmesine yol açar.

"Yağmurun yaratılışındaki lütuflara, rahmet olduğuna karşı diyecek bir şey yoktur. / Ne var ki bahçelerde çiçekler-güller biter ve açar, çorak yerlerde ise dikenler."

Çorak yerde gül bitmemesinin sebebi, yağmurun yetersizliği değil; yerin kabiliyetten yoksun oluşudur.

Kur'ân-ı Kerim; ilâhî rahmetin kapsamını, "Arş-ı hamil olanların dilinden şöyle beyan eder: "Arşı hamil olanlar ve çevresindekiler Allah'a hamd ve tesbih ederler, O'na i-man ederler ve iman edenler için istiğfar ederler (mağfiret dilerler). Rabbimiz! Her şeyi ilim ve rahmetin kapsar, mağfiret et, bağışla tövbe edenleri ve senin yolunu izleyenleri, koru onları cehennem azabından!" [194]

Bu ayet-i kerimeden, hem Allah'ın rahmetinin sınırsız olduğunu, hem de mağfirete layık olma ve ondan yararlanmanın şartını çıkarmak ve anlamak mümkündür.

Kur'ân-ı Kerim ayetlerinden anlaşılmaktadır ki, şefaat ve mağfirete nail olabilmenin, erişebilmenin zorunlu şartı Allah'a imandır; ancak bu da yeterli şart değildir, hiç kimse de mağfiretin ve şefaatin gerçekleşmesi için gerekli bütün şartları, kesin biçimde açıklayamaz. Bunun bilgisi sadece ve sadece Allah katındadır.

Yukarıda andığımız ayet-i kerimede "şirk" dışındaki günahların mağfiret edilmesinin müjdesi verilirken "li- men -yeşâ" (dilediğinin) kaydı da getirilir. Şefaate dair ayetlerde de "Allah'ın razı olduğu kimseye şefaat ederler" kaydı vardır.[195]

Denebilir ki; Kur'ân-ı Kerim, şefaatin bütün şartlarını açıkça belirtmeyi münasip görmemiştir. Dilemiştir ki gönüller, endişe ve ümit arasında kalsın. Buradan da şu sonuca varılır: Şefaat inancının insanları günah işleme yönünde güçlendirdiği itirazı doğru değildir, yetersizdir.


Yüklə 487,84 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin