Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə23/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   40

Bu rivayetlerde sözü edilen uygula­maların hangi dişi deve hakkında ve han­gi durumlarda gerçekleştirildiği husu­sundaki görüşler ise farklı olup bunlar­dan bazıları şöyledir: 1. Bahîre beş de­fa doğuran deve olup beşinci yavrusu ile ilgili hükümler de vardır. Buna gö­re bu yavru erkek olursa kesilir, kadın ve erkek herkes onun etinden yerdi. Di­şi olursa kulağı yarılır ve ondan sade­ce erkekler faydalanabilirdi. Öldüğü za­man ise kadınlarla ilgili yasak ortadan kalkar, onlara da helâl olurdu. İbn Ku-teybe bu görüştedir, z. Tabiînden Atâ b. Ebû Rebâh'a göre bahîre, ardarda beş dişi yavru doğuran deve olup beşinci yavrunun kulağı kesilirdi. 3. Zeccâc ba­hîrenin, beşincisi erkek olmak üzere beş yavru doğuran deve olduğunu, bu de­venin kulağı yarılıp salıverildiğini, ken­disinden herhangi bir şekilde faydala-nılmasının haram sayıldığını ileri sür­müştür. 4. İbn İshak ise bahîre için da­ha değişik bir yorum getirmiştir. Buna göre bahîre. sâibe denen dişi devenin on birinci dişi yavrusu olup annesi gibi o da salıverilirdi.

İbn Manzür, beşinci yavrusu erkek olan ve kulağı yarılarak kendi haline terkedi-len koyuna bahîre denildiğine dair bir görüşten de söz etmiştir. Bahîrenin ta­rifi ile ilgili rivayetlerin sıhhati ve bu ko­nudaki uygulamalarla ilgili olarak yapı­lan değişik açıklamalar bir yana, işin ke­sinlik kazanan yanı, Câhiliye Araplan'nda bazı durumlarda dişi deveden faydalan­manın günah sayılması, birtakım helâl­lerin haram hale getirilmesidir. Kur'ân-ı Kerîm bu tür âdetleri kaldırmış, bu gi-

bi şeyleri Allah'a iftira olarak nitelen­dirmiştir (el-Mâide 5/103; el-En'âm 6/ 138-139).

BİBLİYOGRAFYA:

Cevheri, es-Şıhâh (nşr. Ahmed Abdülgafûr), Beyrut 1379/1*979, II, 585-586; Lisânul-'Arab, "bhr" md; Buharı, "Menâkıb", 9, "Tefsir", 5/ 13; İbn Kuteybe, Tefstru ğarîbi'i-Kur*ân [nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Beyrut 1978, s. 147; Ta­berî. Tefsîr, VII, 56-60; Ferrâ el-Begavî, Macâ-ni'l-Kur'an, Beyrut 1980, I, 322; İbnü'l-Cevzî, Zâdü'i-mesîr, II, 436-437; Elmalılı. Hak Dini, III, 1823; Cevad Ali, el-Mufaşşai, VI, 203-205; A. J. VVensinck, "Bahîre", İA, II, 229; a.mlf., "Ba-hira", E/^lİng.), I, 922; a.mlf> İdare, "Bahire",

ÜDMİ, İV/1, s. 106-107. m .

İAİ İshak Yazıci

r

BAHİS (bk. KUMAR).



BAHİS

J

Araştırılan veya tartışılan bir konuda tez ve antitez arasındaki



münasebeti tahlil ederek

doğruyu bulma anlamına gelen

mantık terimi.

ı

Sözlükte "toprağı kazıp bir şeyi ara­mak, sorup araştırmak, gerçeği ortaya çıkarmak için çaba sarfetmek" gibi an­lamlara gelen bahis (bahs). mantık teri­mi olarak genellikle "iki düşünce arasın­daki olumlu ve olumsuz bağlantıyı akıl yürütme yoluyla tesbit edip ortaya koy­ma veya naklî bir hükmü delilleriyle is­pat etme" mânasında kullanılmıştır. İbn Sînâ bahsi, insanın kendiliğinden sahip olduğu bilgilerin (aksiyom) mukabili ola­rak kıyas yoluyla bir tasavvur veya tas­dike ulaşma faaliyeti şeklinde açıklamış­tır (bk. en-Necât, s. 112). Modern Arapça'­da ilmî bir konunun açıklığa kavuştu­rulması için o alandaki problemleri tes­bit ve tahlil etme faaliyetine, ayrıca ma­tematiksel analiz yoluyla yapılan araş­tırmaya da bahis denilmektedir.



Tartışmada karşı tarafın iddialarını çürüterek kendi görüşlerini ispatlamak ve genel olarak'doğru sonuçlara ulaşabil­mek için ihtiyaç duyulan objektif tartış­ma kurallarının gösterildiği disipline İs­lâm mantık literatüründe "âdâbü'1-bahs" denilmiştir {bk. münazara).

İki İslâm âlimi veya âlimler grubu ara­sında çok çeşitli konularda yapılan tar­tışmalar çoğunlukla "ebhâs" (bahisler) genel başlığı altında bibliyografik kay­naklara geçmiştir. Meselâ Kâtib Çele-

487

bi "Ebhâsa Dair Fasıl "da on dokuz ba­his sıralayarak tartışan taraflar, tartış­ma konusu, deliller ve karşı deliller, tar­tışmaların nerede, ne zaman ve kim­ler huzurunda yapıldığı konularında ve bu tartışmaları ihtiva eden eserler hak­kında bilgi vermiştir (Keşfü'z-zunûn, I, 220-223).



İslâm bilginleri bahis ve münazaranın mantıkî kuralları yanında ahlâkî şart­ları üzerinde de durmuşlar; "âfâtü'l-bahs" veya "âfâtü'l-münazara" gibi baş­lıklar altında, tartışmanın asıl gayesi olan gerçeğin ortaya çıkarılması düşün­cesinin geri plana itilerek kibir, şöh­ret, kendi bilgi ve zekâsının üstünlü­ğünü ispatlama, karşı tarafı zor duru­ma sokma ve küçük düşürme gibi ah­lâk dışı duygu ve düşüncelerin tesiriy­le yapılan tartışmanın kötülük ve zara­rına da dikkat çekmişlerdir (bk. Gazzâlî, 1,41-45].

Bahis Türkçe'de, bir işin sonucunu tah­min yoluyla önceden tesbit etmek husu­sunda iki kişinin yaptığı sözleşmeyi ifa­de etmek için de kullanılır. Buna göre kaybeden taraf kazanana bir şey öde­mek mecburiyetindedir (bk. müsabaka).

BİBLİYOGRAFYA:

Llsânii'l-'Arah, "bhş" md.; et-Ta'rîfât, "bhş" md; İbn Sînâ. en-IYecât (nşr. M. Takı Dânişpe-, jüh), Tahran 1364 hş., s. 112; Gazzâlî, lhy&', I, 41-45; Taşköprizâde, Miftâhü's-sa'âde, II, 599; Keşfü'z-zunün, I, 38-39, 220-223; Carra de Vaux, "Bahis",' İA, II, 229; R Gabheli, "Bahth", El2 (İng.), î, 949; a.mlf., "Bahş", ÜDMİ, IV, 52.

rrı

İSİ Mustafa Çağrıcı



&AHİSETÜLBÂDİYE

/ âjjUI ft^-L )

Melek bint Hifnî Nâsıf (1886-1918)

Mısırlı yazar, haüp, şair ve kadın hakları savunucusu.

L _l

Kahire'de doğdu. Devrinin tanınmış âlim ve ediplerinden Hifnî Nâsıf'ın kızı­dır. Resmî bir okuldan mezun olan ilk müslüman hanım sıfatıyla yüksek öğre­nimini kız öğretmen okulunda tamam­ladı (1905). İngilizce ve Fransızca öğren­di. Bir taraftan Kahire Emîriye kız okul­larında öğretmenlik yaparken diğer ta­raftan da kadın hakları savunucusu ola­rak günlük gazetelere yazılar yazmaya başladı. Abdüssettâr el-Bâsil ile evlen­dikten sonra öğretmenlikten ayrıldı. Ül­ke kadınlarının uyanması ve kadın hak­larının korunması için yazılar yazdı, kon-



488

feranslar verdi ve bu konuda gayret gös­teren iik Mısırlı müslüman kadın olarak dikkatleri üzerinde topladı. Muhammed Abduh'un, Kasım Emîn ve babasının fi­kirlerinden faydalandı. Kadınların sos­yal hayata girmelerini, bilhassa Mısırlı zengin hanımların ev işleri ve çocukları­nın terbiyesiyle bizzat meşgul olup bu işleri hizmetçilere bırakmamaları gerek­tiğini yazı ve konferanslarında işledi. İs-lâmî değerlere son derece bağlı olan ve kadının örtünmesi gerektiğini savunan Bâdiye ileri sürdüğü görüşlerin canlı bir örneği olmaya çalıştı. Bu dönemde yaz­dığı yazılarda "Bâhisetü I bâdiye" imzası­nı kullandığı için daha sonra bu ad ken­disinin lakabı oldu.

Kadınları eğitmek, onlara sosyal ve ekonomik konularda birtakım bilgiler vermek için gazetelere yazdığı yazılar yanında İttihâdü'n-nisâ et-tehzîbî" adlı bir de dernek kurdu. Trablusgarp felâ­ketzedeleri için bağış topladı. 1. Dünya Savaşı münasebetiyle evinde hemşire yetiştirmek üzere bir okul kurdu. Tutul­duğu İspanyol hummasından kurtulama­yarak genç yaşta Kahire'de öldü. İmam Şafiî'deki aile mezarlığına gömüldü.

Eserleri. 1. en-JVisd:>iyyd£. el-Cerîde adlı günlük gazetede yayımladığı örtün­me, kız çocuklarının eğitimi, taaddüd-i zevcât gibi konulara dair yazılarını iki cilt halinde yayımlamayı düşündüyse de eserin ancak I. cildini yayımlayabilin iş­tir (Kahire 1328). 2. Hukukun-nisa*. Ka­dın haklarına dair olan bu eseri âni ölü­mü sebebiyle yarım kalmıştır. Bunlar­dan başka 1911'de Mısır'da yapılan bir kongreye sunduğu ve kadının durumu­nun düzeltilmesiyle ilgili on maddelik bir programdan oluşan basılmamış bir teb­liği bulunmaktadır.

Mısırlı hanım yazarlardan Mari Ziyâde (Mey) onun biyografisine dair Bâhişetül-bâdiye adlı bir eser yazmıştır (Kahire 1920).

BİBLİYOGRAFYA:

Brockelmann, GAL SuppL, II, 728; III, 256-258; Ahmed el-İskenderî — Mustafa İnam, el-Vastt fı'l-edebl'l-'Arabî ve lârîhiht, Kahire 1335/ 1916, s. 342-345; Zirikiî. ei-Aclâm (Fethullah), VII, 287-288; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'elliftn, XIII, 5-6; a.mff., Aclâmü'n-nisâ\ Dımaşk 1378/ 1959, V, 74-101; el-Kâmûsü'l-!slâmT, I, 245-246; ei-Menâr, XXI, 105-109, 163-168; SerkîS. Mu'cem, II, 1788-1789; Th. Philipp, "Malak Hifnî Nâşif", ö2(Fr.),VI, 213.

İM Ali Şakir Ergin BAHÎT, Muhammed

J

(1854-1935) Mısır başmüftüsü.



10 Muharrem 1271'de (3 Ekim 1854) Mısır'ın Asyût eyaletindeki Mutîa kö­yünde doğdu. 1865'te Ezher'e girdi. Bahrâvî, Hasan et-Tavîl, Demenhûri, Mu­hammed el - Mehdî. Abdurrahman b. Muhammed eş-Şirbînî gibi âlimlerden Arap dili, belagat, fıkıh, usül-i fıkıh, ha­dis, tefsir ve mantık gibi çeşitli ders­ler aldı. 1875'te mezun olduğu Ezher'-de müderris olarak görev alan Muham­med Bahît el-Mutîî, Kalyûbiye eyaleti kadılığına tayin edilinceye kadar (1880} sürdürdüğü bu görevi sırasında, Muham­med Abduh'un desteklediği Ezher re­formuna karşı gelişen muhalefetin için­de yer aldı.

Kalyûbiye kadılığıyla başlayan adlî gö­revini Minye, Port Said, Asyût İskende­riye kadılıklarıyla sürdürdü. Bu arada Adalet Bakanlığı'nda müftülük ve mü­fettişlik gibi bazı yüksek devlet memur­lukları ile Türk Kadısı Nesîb Efendi'ye vekâleten Mısır başkadılığında da bulu­nan Muhammed Bahît, 21 Aralık 1914'-te Mısır başmüftüsü oldu. Bir müddet er-Râbıtatü'ş-Şarkıyye'ye üye olduysa da daha sonra bu üyelikten istifa etti (1925).

Mısır başmüftülüğünden emekli olduk­tan sonra (1921) evine çekilip tedrisle ve fetva vermekle meşgul oldu. Hanefî fık­hının inceliklerini ve Şâfiîler'le Hanefîler arasındaki ihtilâfları çok iyi bildiği için zamanının fıkıh otoritelerinden sayılan Bahît, İslâm dünyasının her tarafından çeşitli fıkhî meselelerle ilgili soruları içe­ren mektuplar alır, evi fetva soranlarla dolup taşardı. Fetvalarının yazımı ve çe­şitli ülkelerdeki talebelerine ulaştırılma­sı için özel kâtipler tutmuştu. Bu kâtip-

lerin aylık ücretleriyle talebelerine gön­derdiği mektup ve kitapların posta mas­raflarını bizzat karşılayan Bahît 20 Re-ceb 1354'te (18 Ekim 1935) Kahire'de vefat etti.

Eserleri. Eserlerinin çeşitliliğinden an­laşıldığı üzere İslâm'da hükümet şekli, din ve toplum hayatında kadının yeri, Kur'an'ın tercümesi ile ilgili tartışma­lar vb. güncel meselelere ilmî ve aktif bir şekilde katılan Muhammed Bahît, İs­lâm'ın Batı biiim ve teknolojisiyle kar­şı karşıya gelmesi sonucu ortaya çıkan problemlere de eğilmiş bir âlimdir.

Sayılan yirmiyi aşan eserlerinden bazı­ları şunlardır: Hakîkatü'l-İslâm ve uşû-iü'I-hiikm (Ali Abdürrâzık'in el-İslâm ue usûlü'l-hükm adlı eserine yazdığı bir red­diyedir, Kahire 1344); el-Mürhefâtü'1-Ye-mâniyye fî cunukı men kale bi-buüâ-ni'1-vakf cale'z-zürriyye (Kahire 1344); İrşâdü'1-kâri'1 ve's-sâmic ilâ enne't-talâk izâ lem yudif ile'l-mer'e ğayru vâkıc (Kahire 13481; Hüccetuîiâh calâ halîkatih fî beyânı hakikati'!-Kur3 ân mine'i-

BİBLİYOGRAFYA:

Serkîs. Mn'cem, ], 538-539; Brockelmann. GAL SuppL, III, 329; Ziriklî. el-A'lâm, VI, 274; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü'elliftn, IX, 98-99; A. S. Fulton — M. Lings, Second Supplemenlary Catalogue of Arabic Printed Books in the Bri-üsh Museum, London 1959, s. 564; el-Kamû-sü'l-lslûmî, I, 284-285; "İlâ Rahmetülâh", Me-celletü'l-Ezher, VI, Kahire 1354/1935, s. 583; "Vefatu'ş-şeyh Muhammed Bahît", Mecelle-tü'r-risâle, sy. 121, Kahire 1354/1935, s. 1757; F. De Jong. "Bakhft al-Mutîcî al-Hanafi", El2

SuppUİng.), s. 121. m

İffl Cengiz Kallek

BAHNAME

Eski tıpta



başta cinsî rahatsızlıkların tedavisi olmak üzere cinsî konulardaki

her türlü meseleyle ilgili bilgileri içine alan bir kitap türü.

Bahname kelimesi, "cinsî arzu, şehvet" mânasına gelen Arapça bâh ile Farsça "risale, kitapçık" anlamındaki nâme ke­limelerinden meydana gelmiştir.

Günümüz tıbbında da "cinsî yetersiz­lik, düzensizlik ve bozukluklar" adı altın­da ele alınan bu konu "Mevzûâtü'1-ulûm" gibi ilimlerin tasnifiyle ilgili eski eserler­de tıp ilminin bir kolu sayılmıştır. Fakat uğraşma alanının özelliği ve genişliği se­bebiyle "İlmü'l-bâh" veya "İlm-i Bâh" baş­lığı altında müstakil olarak ele alınan bir dal haline gelmiştir. Bu konudan bahse­den eserlere genel olarak "Bahname" ve­ya "Kitâbü'1-Bâh" adı verilmekle beraber her eserin ayrıca özel bir adı da vardır. Bunlar, içinde kitabın yazıldığı dildeki gelin, nikâh, zevk, gençlik, kudret gibi konularla ilgili tabirlerin bulunduğu "el-Urs ve'l arâis", "Kitâbü'1-îzâh fî esrâri'n-nikâh", "Kitâbü Câmii'l-lezze" gibi isim­lerdir.

Bu alanda kaleme alınan Arapça, Fars­ça ve Türkçe kitaplarda nikâha, dinî ve tıbbî bakımdan cima âdabına yer veril­diği gibi bu konudaki her türlü yetersiz­lik ve rahatsızlıklara çare olacak çeşitli ilâçlar da gösterilmiştir. Ayrıca tenasül hastalıkları, hamilelik, bunları önleyici ilâçlar, doğum, hamilelik esnasında ve sonrasında ortaya çıkan rahatsızlıklar, sebepleri, tedavi usulleri, yeni doğan ço­cuklarla ilgili çeşitli tıbbî bilgiler, çocuk yetiştirme ve terbiyesi hakkında tavsi­yeler çeşitli bölümler halinde bu tür ki­taplarda yer almıştır. Bu eserlerde gö­rülen müstehcen hikâye ve masalların

da, sebepleri psikolojik olan cinsî rahat­sızlıkların tedavi maksadına yönelik ol­duğu ifade edilmektedir. Yapılan yeni araştırmalar bilhassa cinsî iktidarsızlı­ğın ana sebepleri arasında kıskançlık, eşlerin birbirine ilgisizliği, huzursuzluk, korku ve heyecan gibi psikolojik faktör­leri göstermektedir (Songar, s. 363). Bun­ların giderilmesi için tedavide bazı ilâç ve gıda formülleri yanında göze ve ku­lağa hitap eden usuller de faydalı bulu­narak bahnamelerde tavsiye edilmiştir. Ancak bu maksatla bazan minyatürlü eserler ortaya konularak aşırılığa ve müs­tehcenliğe düşüldüğü gibi, tür hakkın­da yanlış kanaatlere sebep olan ve bu eserlerin sadece açık saçık hikâyeler­den meydana gelmiş kitaplar kabul edil­mesine yol açan hikâyelerden ibaret ge­niş bölümlere sahip bahnameler de ya­zılmıştır.

Erkek ve kadında ortaya çıkan cinsî rahatsızlıklar genel olarak yetersizlik şeklinde kendini göstermektedir. Erkek-tekine "impotens", kadındakine "frijidite" denilen bu rahatsızlığın sebepleri ara­sında az da olsa cinsî organlara ait bazı hastalıklar, şeker ve damar hastalıkları ile yaşla ilgili ve hormon yetersizliğine bağlı olanları da vardır. Bunlar çeşitli ilâçlar, gıdalar ve formüllerle tedavi edil­meye çalışılmış, bahnamelerde bu mak­satla bazı kuvvetlendiriciler (tonik) ile uyarıcılar da (stimultan) tavsiye edilmiş, bu özelliklere sahip macun ve şurup for­müllerine yer verilmiştir. Türün ilk ör­nekleri, sıcak bölgelerde iklimin tesiriy­le erken bulûğa erme neticesi erken ik­tidarsızlığa düşme şeklinde yaygın gö­rülen cinsî yetersizlikleri tedavi maksa­dıyla daha çok o beldelerde Arapça ve Farsça olarak kaleme alınmıştır.

İslâm kültür dairesi içerisinde Arap-Fars kültürlerinin doğrudan etkisinde kalan Türkler de zamanla bu eserleri tanımış, Türkçe'ye çeşitli tarihlerde muh­telif bahnameler tercüme edilmiştir. Türk dilinde bilinen en eski bahname, XIV. yüzyılda Saruhan oğlu Ya'küb b. Dev­let adına Nasîrüddîn-i Tûsrye izafe edi­len Farsça Bâhnâme-i Pâdişâhı'den ya­pılmış olan tercümedir. Osmanlılar'da bi­linen ilk bahname tercümesi de yine ay­nı eserden Müsâ b. Mes'üd tarafından yapılmıştır [her iki eserin Arapça, Farsça ve Türkçe yazma nüshaları için bk. Şeşen, s. 378-380). II. Murad adına yapılan bu tercümede insan mizaçları, sağlık için

489

gerekli gıdalar, kuvvetlendirici şerbet­ler, macunlar, usuller, şifa verici deva­larla cima âdabı hakkında bilgiler veril­miştir.



Nîşâbur Emîri Togan Şah adına şair Ebû Bekir b. İsmail el-Ezrakî tarafından kaleme alınan Elfiyye ve Şeltiyye adlı eser de meşhurdur. Bu eser Deli Bira­der Gazâlî Mehmed [o. 1535) tarafından Dâfiul-gumûm ve râüul-hümûm adıy­la ve bazı ilâvelerle Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Şehzade Korkut'un bendele­rinden Piyâle'nin emriyle yapılan ve ede­be aykırı bulunarak sonradan yasakla­nan bu tercümenin bir nüshası Tercü­man Gazetesi KütDphanesi'nde bulun­maktadır (nr. Y 265). XVI. yüzyılın ünlü Osmanlı şeyhülislâmı İbn Kemal, Yavuz Sultan Selim'in emriyle 1519'da Ahmed b. Yûsuf et-Tîfâşî'nin (ö. 1253) bu alan­daki eserini bazı ilâvelerle Rücûu'ş-şeyh ilâ sıböh fil-kuweti ale'l-bâh adıyla Türkçe'ye çevirmiş (Süleymaniye Ktp., Ha-midiye,nr. 1012; Bağdatlı Vehbi, nr. 1652) ve padişaha takdim etmiştir. Çok rağbet gördüğünden sonraki yıllarda da birçok defa tercüme edilen bu eser, bazı ilâve­lerle ve değişik bir şekilde Gelibolulu Mustafa Alî (ö. 1008/1600) tarafından Râhatü'n-nüfûs adıyla tercüme edilmiş (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2475; Şehid Ali Paşa, nr. 2014) ve şehzadeliğin­de Manisa'da iken III. Murad'a takdim edilmiştir. Daha sonraki devirlerde de ilgi gören Rücûu'ş-şeyh"m XVII ve XVII!. yüzyıllarda da tercümeleri yapılmıştır. Eser XIX. yüzyılda Mısır'da (1306, 1316), Fransa'da (1898) ve İngilizce olarak yine Mısır'da (1298) yayımlanmıştır. Cemâled-din Revnakî'nin minyatürlü Kitâbü's-Sa-

îâ ve's-sürûr'u ile XVIII. yüzyılda yaşa­mış olan hassa tabiplerinden Kâtibzâde Mehmed RefTin aynı konuda Risale ti'i-bâh (nüshaları için bk. Ünver, s. 25; Şe-şen, s. 3321 adlı eserleri de meşhurdur. Devrin padişahı 111. Ahmed'in "za'f-ı bâh"a müptelâ olması üzerine kaleme alınan Risale fi'1-bâh'öa üç bölüm halinde te­nasül uzuvlarının hastalıkları, cinsî arzu noksanlığının sebepleri ve ilâçları üze­rinde durulmuş ve yer yer şehvet arttı­rıcı hikâyeler nakledilmiştir.

Kütüphanelerde yazma olarak çoğu anonim ve birbirinin tekrarı mahiyetin­de birçok bahname telif ve tercümeleri mevcuttur (geniş bilgi için bk. Şeşen, s. 484-525).

BİBLİYOGRAFYA:

Bâhnâme-i Şâhl Millet Ktp., Tıp, nr. 45; Ah­med b. Yûsuf et-Tffâşî. Rücûu'ş-şeyh ilâ sı-bâh fi'l-kuuueti ale'l-bâh (trc. İbn Kemâl), Ka­hire 1298; TaşkÖprizâde. Meuzûâtü'l-ulûm, I, 376-377; Kâtibzâde Mehmed Refî. Rİsâk fi'l-bâh, İÜ Ktp., TY, nr. 2706; Sıddık Hasan Han. Ebcedü'l-'ulûm, Beyrut, ts. (DârÜ'1-KÜtübi'I-il-miyye], II, 123-124; A. Süheyl Ünver, Hekimba­şı ve Hattat Katipzâde Mehmed Refi Hayatı ue Eserleri, İstanbul 1950, s. 25-26; Karatay. Türk­çe Yazmalar, I, 571, 581, 592; Ayhan Songar, Psikiyatri, İstanbul 1971, s. 363; Şeşen, Fihri­sti mahtûtât, bk. İndeks; Giinay Kut. Tercüman Gazetesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kata­logu, İstanbul 1989, s. 309-310; Bedi N. Şeh-suvaroğlu. "Osmanlı Padişahları ve Bahna­meler", TTK Bildiriler, VI, 423-428; TA, V, 53-54; TDEA, I, 294; İsmet Parmaksızoğlu. "Kemâl Paşa-zâde", İA, V!, 565; İBA, 1, 300.

İM Ahdülkadir Özcan

BAHR

.{bk. BAHİR).



J

BAHR-İ AHMER

(bk. KIZILDENİZ).

BAHRAK


Muhammed b. Ömer b. Mübarek

el-Himyerî el-Hadramî

(ö. 930/1524)

Dil, edebiyat ve dîn âlimi.

Cemâleddin ve Nûreddin olarak anıl­makla birlikte daha çok Bahrak laka­bıyla meşhurdur. 13 Şaban 869 (12 Ni­san 1465) tarihinde Hadramut'ta dünya­ya geldi ve orada yefişti. Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledikten sonra sarf ve nahiv ilim­lerine ait el-£J/iyye'yi, Muhammed b. Abdüddâim el-Birmâvî'nin fıkıh usûlü­ne dair manzumesini ve ünlü hekim-fi-iozof Ebû Bekir er-Râzî'nin el-Hâvî's)-nin büyük bir kısmını da ezberledi. Had-ramut'un önde gelen âlimlerinden öğre­nim gördü. Daha ileri derecede ilim tah­sili için önce Aden'e gitti. Orada özellik­le Abdullah b. Ahmed Bâ Mahreme'nin derslerine devam etti. Bir müddet son­ra Aden'den Zebîd'e geçerek Cemâled­din es-Sâiğ ve Şerîf Hüseyin el-Ehdel'-den ders aldı. Bir ara hac farizasını ye­rine getirdi ve bu sırada Sehâvî gibi ba­zı âlimlerle görüşme imkânını buldu. Se-hâvî'nin arkadaşı Hamza en-Nâşiri'nin kızı ile evlendi.

Tahsilini tamamladıktan sonra Aden'e dönen Bahrak burada eğitim, öğretim ve fetva vermekle meşgul oldu. Bu ara­da ilmi ve faziletiyle Aden Emîri Mer-can'ın yanında büyük bir itibar kazandı. Onun ısrarı üzerine Şihr şehri kadılığını üstlendi. Ancak emîrin 927 (1521) yılın­da vefatı üzerine kadılık görevinden is­tifa ederek Hindistan'a gitti ve orada Gucerât Sultanı Muzaffer Şah'ın iltifa­tına nail oldu. 20 Şaban 930 (23 Hazi­ran 1524) tarihinde Hindistan'ın Ahme-dabad şehrinde vefat etti. Sultan Mu-zaffer'in ona olan saygı ve sevgisini kıs­kanan vezirlerin kendisini zehirlettiği yolunda rivayetler vardır. Bahrak dil, edebiyat, tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, ta­savvuf gibi geleneksel ilimlerden baş­ka tıp ve matematik gibi pozitif ilimler alanında da öğrenim görmüş bir Şafiî âlimidir.

İlminin genişliğini denize benzetenler, "İsminize kaf harfi ( ğ +_r^ ) niçin ek­lendi bilemiyoruz; fakat denize karışan

bir şey onu değiştirmez ki" demişlerdir. Bahrak tasavvufla da meşgul olmuş ve kendisine şeyhi Şerif Hüseyin el-Ehde! tarafından hırka* giydirilmiştir. Kaynak­larda onun bazı kerametlerinden bah­sedilir. Şiirle de yakından ilgilenen Bah-rak'in ed-Dav'ü'l-lâmic (VIII, 253-254) ve Şezerâtü'z-zeheb'üe (VIII, 177) şiirle­rinden örnekler bulunmaktadır.

Eserleri. Zebîdî'nin "Yemen aliâmesi" diye vasıflandırdığı (Tâcû'l-Carüs, "bahrak md.) Bahrak'ın telif, ihtisar ve şerhettiği kırka yakın eseri mevcut olup en önemli­leri şunlardır: 1. Neşrü'l-'aîem fî şerhi Lâmiyyeti'l-

İhtisar ettiği eserler arasında ise Ne-vevî'nin el-Ezkâr'], Münzirî'nin et-Ter-ğib ve't-terhîb'i, Sehâvrnin eî-Makâşı-dü'l'hosene'sl de bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

Tâcü'l-'arûs, "bahrak" md.; Sehâvî, ed-Dau'ü'i-lâmf, VIII, 253-254; Abdülkâdir el-Ayderûsî. en-Nûrü's-sâfir, s. 133-134; Keşfü'z-zunûn. II, 1536, 1538, 1843; İbnü'1-İmâd, Şezerât, VIII, 176-178; Serkfs, Mu'cem, s. 532-533; Brockelmann, GAL, I, 300; Suppl, I, 526; II, 554-555; îzâhu'l-mek-nün, I, 76, 221; II, 116, 397, 426, 552; Hediyye-tü'l-'âriftn, II, 230-231; Ziriklî. el-Aclâm [Fetfıul-lah), VI, 315-316; Kehhâle. Mu'cemul-mü'el liftn, XI, 89-90; O. Löfgren, "Bahrak", E!2 (İng,),

ffii Mehmet Talû

BAHRAN GAZVESİ

H2. Peygamber'in SüleymoğuHau'na karşı yaptığı gazve.

J

Hz. Peygamber, hicretin yirmi yedinci ayı başlarında (Cemâziyelevvel 3/Kasım 624), Hicaz bölgesinin maden havzası olan ve Medine'ye 200 kilometrelik bir mesafede bulunan Bahran (bazı kaynakla­ra göre Buhran] bölgesindeki Süleymoğul-lan'nm (BenTSüleym) müslümanlara kar­şı asker topladıklarını haber aldı. Medi­ne'de yerine İbn Ümmü Mektûm'u vekil bırakarak 300 kişilik bir kuvvetle Bah-ran'a doğru yola çıktı. Bunu haber alan Süleymoğulları çevreye dağılıp kaçtılar. Bölgede bir süre kalan Hz. Peygamber, karşısında herhangi bir kuvvet göreme­yince on gün süren bu seferden sonra tekrar Medine'ye döndü. Seferin iki ay sürdüğüne dair rivayetler de vardır. Ba­zı kaynaklar bu gazvenin Kureyş'e kar­şı, bazıları da hem Kureyş hem de Benî Süleym'e karşı yapıldığını belirtirler.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin