Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə19/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   40

İnşasının üzerinden çeyrek yüzyıl gibi oldukça kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Haliç kıyısının yoğun rutubeti yüzünden harap olan mevlevîhâne, Mev­levî muhibbi Sultan Mehmed Reşad'ın delaletiyle Evkaf Nezâreti'nce 1910'da esaslı bir tamir ve tadilâta tâbi' tutul­muştur. Bu sırada semahane-türbe bi­nası bütünüyle elden geçirilerek içinde birtakım değişiklikler yapılmış, Halic'e bakan üst kat çıkmalarının ahşap payan­daları İptal edilerek yerlerine aynı mal­zemeden sütunlar konmuş, zemin kat­ta batı yönünde bulunan kadınlar mah­fili üst kata taşınarak yeri "züvvâr mak-sûresi"ne katılmıştır. Öte yandan selâm­lık - harem binasının selâmlığa ayrılan üçüncü katı iptal edilerek semahane -türbenin batısında tek katlı müstakil bir selâmlık inşa edilmiştir. Bu arada hare­min de elden geçirilmiş olduğu ve Ha­lic'e bakan pencerelerinin büyütüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca cümle kapısı ile yakınındaki mescid de bu tarihte inşa edilmiştir. Mevlevîhânenin tamamını içi­ne alan bu ihya ameliyesinin, dönemin Evkaf Nezâreti inşaat ve tamirat müdü­rü olan Mimar Kemâleddin Bey tarafın­dan idare edildiği, cümle kapısı ile mes­cidin bizzat kendisi tarafından tasarlan­dığı tahmin edilmektedir.

471


Bahariye Mevlevîhânesi'nin mülkiyeti, tekkelerin kapatıldığı 1925'ten sonra ba­ninin veresesi ile hazine ve vakıflar ara­sında uzun süren bir davaya konu ol­muş, bu arada son postnişin Bahâeddin Efendi ile hanımının ikamet ettikleri se­lâmlık dışında kalan diğer bölümler ba­kımsızlıktan hızla harap olmaya başla­mıştır. 1935'te vakıflar semâhâne-türbe binasını yıktırmış, harem 1938-1939'da çıkan bir yangında yok olmuş, arsa ile geriye kalan yapılar 1968'de davayı ka­zanan verese tarafından satılmış, daha önce içinde bir tuğla imalâthanesi bulu­nan arsada bu tarihten sonra Gislaved ve Aydın Yün Mensucat fabrikaları kurul­muştur. Bu arada türbedeki naaşlar ve­rese eliyle, Silâhtarağa caddesinin mev-levîhâne ile Eyüp" ün merkezi arasında kalan kesimi üzerinde, yamaç tarafında bulunan 16 Mart şehidlerinin eski yeri­ne taşınmış, 1970 yılı başlarında selâm­lık ile cümle kapısı yeni mal sahiplerin­ce ortadan kaldırılmış, tuğla deposu ola­rak kullanılan mescid ise son yıllarda aslî şekline uygun olmayan bir biçimde ona­rılarak camiye dönüştürülmüştür. 1986'-dan itibaren İstanbul Belediyesi çevre­deki birçok yapı gibi mevlevîhâne arsa­sında yer alan fabrikaları da kamulaş-tırarak yıktırmış ve günümüze bu ünlü âsitâneden, cümle kapısından bir söğe parçası, hamama ait bazı duvar kalıntı­ları ile çoğu kırık bazı kabir taşları inti­kal edebilmiştir. Bahariye Mevlevîhâne-si özellikle banisi Hüseyin Fahreddin De­de Efendi'nin meşihati boyunca (1874-1911) çok verimli bir tasavvuf, kültür ve sanat merkezi olmuş, Mevlevî edebiyatı, mûsikisi ve zarafetinin son büyük tem­silcilerinin barındığı bir ocak haline gel­mişti.

Mevlevîhânenin arsası, Eyüp'ün mer­kezi ile Halic'in bitimi arasında uzanan ve özellikle ilkbaharda bitki örtüsünün zenginliğinden ötürü Bizans döneminde "Kozmidion". Osmanlı döneminde de "Ba­hariye" adları ile anılan kıyı şeridinde yer almaktadır. XX. yüzyılın ilk çeyreğine ka­dar Bahariye mîrî sah i (saraylarının yanı sıra devlet ricali ile zenginlere ait yalı­larla dolu idi. Yakınında bulunan Sâdâ-bâd'ın revaç bulması üzerine Lâle Dev-ri'nde iyice yıldızı parlayan bu kıyı, Sul­tan II. Mahmud'un birtakım sarayları yıktırıp yerlerine İplikhane Kişlasfnı in­şa ettirmesi ile gözden düşmeye başla­mış, I. Dünya Savaşı'ndan sonra da fab-

472

rikaların hücumuna uğrayarak mesire niteliğini tamamen kaybetmiştir. Deniz seviyesinden pek az yüksekte olan ar­sanın içinde yapıların dağılımı ve mima­rî özellikleri şöyle idi: Kuzeyde Silâhta­rağa caddesi boyunca tekkeye ait bos­tanlar bulunmakta, doğu-batı doğrul­tusunda uzanan bir duvar bostanlar ile tekke binalarının yer aldığı kesimi ayır­maktadır. Arsanın güneydoğu köşesinde, caddeden Halic'e doğru ilerleyen Mevle­vîhâne Çıkmazı'nın sonunda cümle ka­pısı yer alır. Kesme köfeki taşından titiz bir işçilikle örülmüş olan kapıda yanlar­da yer alan silindir gövdeli babalar, ba­sık kemerin üzengi hizasında bulunan kabaralar, cephe ile açıklığı kuşatan ka­val silmeler, mukarnaslı ve baklavalı sa­çak altı silmeleri neo-klasik üslûbu yan­sıtır. Dışa bakan cephede kemerin üs­tünde, metni Üsküdar Mevlevîhânesi'nin son postnişini Ahmed Remzi (Akyurek) Dede'ye ait 1328 (1910) tarihli ta'lik hat­lı manzum kitabe bulunmaktaydı.



Avluya girince hemen solda meydân-ı şerif olarak kullanılan küçük bir mescid bulunmaktadır. Köşeleri pahlanmış ka­re planlı mescid, tuğladan örülmüş du­varları, doğu cephesindeki basık kemer­li girişi, sivri kemerli pencereleri ile neo-klasik üslûpta mütevazi bir yapıdır. İçe­ride kuzey duvarı boyunca uzanan ka­dınlara mahsus ahşap fevkanî mahfil ile duvarları ve tavanı süsleyen eklektik ka­lem işleri görülmektedir. Son yıllarda du­varlar badanalanmış, ahşap tavan beto­narme olarak yenilenmiş, mahfil iptal edilmiş, kuzeybatı köşesine çirkin olmak­la birlikte yapının nisbetlerine ters düş­meyen minyatür bir minare eklenmiş, içeriye de basit bir ahşap minber kon­muştur.

Mescidin hizasında batıdan doğuya doğru, üstü kapalı geçitlerle birbirlerin­den ayrılmış olarak neyzenbaşı, kudüm-zenbaşı ve aşçı dedeye ait üçlü bir hüc­re grubu, on beş hücreden oluşan diğer bir grup ve helalar sıralanmaktadır. Bu yapı dizisi ile bostan duvarı arasında üs­tü örtülü bir geçit uzanmakta, aradaki geçitler buraya açılmaktadır. Helalardan itibaren güney-kuzey doğrultusunda Ha­liç yönünde, arsanın doğu kesimini işgal eden ve inek ahırlarını barındıran arka bahçeye açılan bir geçit, birbirine biti­şik somathâne ile matbah-ı şerif yer al­maktadır. Hücreler dizisinin avluya ba­kan cephesi boyunca devam eden ahşap

direkli sakıf güneye doğru dönerek so-mathâne-matbah-ı şerif kitlesini de ku­şatmaktadır. Hepsi ahşap duvarlı, ahşap çatılı, dikdörtgen planlı ve tek katlı olan bu birimlerden sonra, matbah-ı şerifin güneyinde arka bahçeye açılan diğer bir geçit ile harem binasına bitişik erkek hamamı -harem hamamı- harem mut­fağı kitlesi bulunmaktadır. Haliç boyun­ca uzanan moloz taş örgülü bir rıhtım ile bunun az gerisinde doğudan batıya doğru harem, semâhâne-türbe ve se­lâmlık binaları bağımsız kitleler olarak sıralanmaktadır. Bu yapıların arasında kagir babalara oturan demir parmaklık rıhtımı bahçeden ayırır. Haliç kıyısında­ki bu yapı dizisi ile kuzeydeki binalar arasında kalan saha, ortada fıskiyeli ha­vuzu, sarmaşık güllerinin gölgelendirdi­ği kameriyesi ve meyve ağaçlan ile bir iç bahçe şeklinde düzenlenmiştir. Ay­rıca haremin doğusunda nisbeten ufak boyutlu bir harem bahçesi bulunmak­tadır.

Mevlevîhânenin merkezini oluşturan ve leb-i derya konumu ile olduğu kadar dış görünüşü ile de geçen yüzyıla ait bir İstanbul yalısını andıran ahşap iskeletli, iki katlı semâhâne-türbe binası, tarikat yapılarının sivil mimariden ne ölçüde et­kilendiklerini ispat etmektedir. Söz ko­nusu bina, zemin rutubetinden ahşap malzemeyi korumak amacıyla, moloz taş duvarlı bir bodrum katı üzerine inşa edil­miştir. En önemli bölümler oian sema­hane ile türbenin yanı sıra bunlarla bağ­lantılı hünkâr mahfilini, âyini takip eden erkek ziyaretçilerle hanımlara ve mutri-be mahsus maksureleri ve şerbethâne-yi barındıran yapının duvarları içeriden bağdadî sıva. dışarıdan ahşap malzeme kaplıdır. Dikdörtgen açıklıklı kapılarla pencereler ise pervazlar ve küçük alın­lıkların yanı sıra zemin kattan demir parmaklıklar, üst katta kafeslerle dona­tılmıştır. Tepe noktasında destarlı Mevle­vî sikkesi biçiminde madenî bir alem ta­şıyan ahşap çatı alaturka kiremitle kap­lıdır. Kuzey-güney doğrultusunda orta­sından geçen bir eksene göre simetrik olarak tasarlanmış binanın dört girişi bulunmaktadır. Kuzey cephesinin orta­sında yer alan esas girişin üzerinde, Be­şiktaş Mevlevîhânesi'nden getirildiği an­laşılan, metni Müsâ Kâzım Paşa'ya ait 1276 (1859-60) tarihli manzum bir kita­benin bulunduğu bilinmektedir. Yapının kuzeydoğu köşesinde doğrudan türbe-

ye açılan diğer bir giriş mevcuttur. Ha­lic'e komşu olan güneybatı ve güneydo­ğu köşelerinde de semahaneden duvar­larla tecrit edilmiş, eş boyutlu, simetrik konumda, cephelerde taşma yapan mer­diven kuleleriyle donatılmış birer giriş görülmektedir. Bunlardan birincisi do­ğuya, harem binası yönüne açılmakta ve üst kattaki hünkâr mahfiline bağlan­maktadır. Güneye Haliç yönüne açılan diğeri ise kadınlara mahsus bacılar mak­suresine geçit vermektedir. 1910'daki tadilât sırasında hünkâr girişi ile hanım­lar girişinin bunlarla bağlantılı olarak üst kattaki mahfillerin yer değiştirmiş olduğu tahmin edilebilir. Bütün bu giriş­lerin önlerinde dörder basamaklı sahan­lıklar, ayrıca esas giriş ile hünkâr girişi önünde camekânlı bölmeler bulunmak­taydı.

Yapının merkezinde köşeleri çeyrek dairelerle yumuşatılmış kare planlı, iki kat boyunca yükselen esas semahane yer alır. Bu alanı sınırlayan çizgi üzerin­de "nezr-i Mevlânâ"ya tekabül eden on sekiz adet sekizgen kesitli, gömme baş­lıklı, yalancı mermer boyamalı ahşap sü­tun sıralanmaktadır. Bunlardan sekizi çeyrek dairelerin başlarına, dördü kuzey kenarına, geriye kalan altısı da diğer üç kenara ortada daha geniş, yanlarda da­ha dar açıklıklar bırakacak şekilde yer­leştirilmiştir. Bunların arası, esas girişin önündeki açıklık dışında ahşap korku­luklarla kapatılmıştır. Semâ alanını sı­nırlayan bu sütun-korkuluk dizisi ile dış duvarlar arasında kalan sahanın, cümle kapısının önündeki giriş bölümü ile bu­nun tam karşısındaki mihrap önü bölü­mü dışında kalan kesimi doğuda türbe­ye, diğer yönlerde de erkek seyircilere mahsus züvvâr maksuresine ayrılmıştır. Ahşap sandukaları barındıran türbe do­ğuda ortadaki sütun açıklığı ile bunun kuzeyindeki açıklık boyunca devam et­mektedir. Zeminleri semâ alanından bir seki ile yükseltilmiş olan bu kesimler birbirlerinden ahşap korkuluklarla ay­rılmıştır. Semahane ile tarikat yapıları­na has bir mekân bütünlüğü içinde olan türbenin korkulukları ince bir işçilik ser­gileyen barok üslûpta süsleme unsurla­rı barındırmakta, babalarının ve küpeş­tesinin üstünde de ahşaptan yapılmış Mevlevi sikkeleri sıralanmaktadır. Diğer korkuluklar ise dekupaj tekniği ile basit bir biçimde süslenmiştir. Güney duvarı­nın ekseninde yarım daire planlı mih­rap, semâ alanının batı kenarında mes-nevihan kürsüsü, zemin katın kuzeybatı

köşesinde ise kapının yanı sıra bir ser­vis penceresi ile donatılmış (L) planlı şer-bethâne yer almaktadır. Esas girişin yan­larından hareket eden tek kollu ahşap merdivenlerden bu bölümün üstünde yer alan mutrip maksuresine çıkılır.

Üst katta, ortadaki semahane boşlu­ğunun çevresinde zemin kattakilerle ay­nı hizada yer alan ve çatıyı takviye eden on sekiz adet daire kesitli ve korint baş­lıklı ahşap sütun sıralanır. Jki sütun di­zisi arasında, semahaneye bakan yüzeyi üçüz yiv dizileri ve dikdörtgen çerçeve­lerle süslenmiş bir korkuluk yer almak­tadır. Mihrap önü bölümünün ve türbe­nin üstü boş bırakılmış, mihrabın kar­şısına gelen açıklık ile buna komşu olan birimler mutrip maksuresine, güneydo­ğu köşesi hünkâr mahfiline, batı kana­dını oluşturan alan da bacılar maksure­sine ayrılmıştır. Kavisli bir çıkma ile ge­nişletilmiş ve bacılar maksuresinden bir duvarla tecrit edilmiş olan mutrip mak­suresi süslü parmaklıklarla, Haliç yönü­ne doğru simetrik birer çıkma ile ge­nişletilmiş olan hünkâr mahfili ile bacı­lar maksuresi ise ahşap kafeslerle do­natılmıştır. Mevievîhânenin ilk yapısında söz konusu çıkmaları taşıyan üçgen bi­çimindeki iri payandalar 1910'daki ona­rımda iptal edilerek yerlerine, ikisi bina­nın cephesine bitişik olmak üzere, kare kesitli ve gömme başlıklı altışar sütun konmuştur. Her iki katta da bol miktar­da pencereden ışık alan binada zemin kat mahfillerinin tavanları "çubuklu" de­nilen türdedir. İçbükey bir kuşakla çe­peçevre sarılarak büyük bir aynalı to­noz görünümü kazanmış olan semaha­ne tavanı bağdadî sıvalıdır. Bu kuşakta rûmî ve palmet gibi klasik süsleme un­surlarının yanı sıra geç devir Endülüs üslûbunu hatırlatan damarlı kıvrık yap­rakları ihtiva eden yoğun bir süsleme göze çarpar. Üst kat sütunları ile tavan arasında zerendüd tekniği ile yazılmış ta'lik hatlı mısraları ihtiva eden kartuş­lar sıralanır. Hünkâr mahfilinin, mihrap önü bölümünün ve türbenin tavanları da aynalı tonoz ya da tekne tonoz biçi­minde göçertilmiş, branda üzerine se­mahane tavanındakileri hatırlatan ek­lektik süslemeler yapılmıştır.

İlk yapıldığında üç katlı olduğu, yirmi sekiz odayı barındırdığı ve selâmlık ola­rak kullanılan son katının 1910'daki ona­rım sırasında iptal edildiği bilinen ha­rem kısmı, malzeme ve inşaat tekniği açılarından semâhâne-türbe binası ile aynı özellikleri paylaşmaktadır. Planı tam

olarak tesbit edilemeyen, ancak cephe­lerde geriye çekilmiş "zülvecheyn" sofa­larla bunlara açılan simetrik mekânları barındırdığı tahmin edilen yapı, hareket­li cepheleriyle son devir yalı mimarisi­nin bütün özelliklerini yansıtmaktaydı. Aynı malzeme ve konstrüksiyon özellik­lerini sergileyen tek katlı selâmlık şeyh odası, kahve ocağı ve kütüphane odası türünden mekânları ihtiva etmekteydi. Buranın merkezî bir sofa çevresinde sı­ralanan ve cephelerin ortasında dışa ta­şan çeşitli birimleri barındırdığı anlaşıl­maktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Mecmûa-i Ceuâmi', il, 10-11, nr. 26; Ban-dırmalızâde. Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 12; 1328 Senesi İstanbul Belediyesi ihsâi-yât Mecmuası, istanbul 1329, s. 19; Hüseyin Vassâf. Sefine, V, 269; Mehmed Ziya. İstanbul ue Boğaziçi, İstanbul 1928, II, 242; Ergun, An­toloji, il, 446-464, 505-511, 637, 648-651, 668; Veled Çelebi izbudak, Hatıralarım, İstanbul 1946, s. 23-28; Başmabeynci Lütfi Bey, Osmanlı Sa­rayının Son Günleri, istanbul, ts., s. 184; Ab-dülbâki Gölpınariı, MeülSnS'dan Sonra Meule-uîlik, İstanbul 1953 (1983), s. 339; Refı Cevat Ulunay. "Mevleviler ve Mevlevi Zarafeti", Ta-rih-Coğrafya Dünyası, sy. 12, İstanbul 1959, s. 431 -432; Cemalettin Server Revnakoğlu. "Tekkelerin Çöküntü Sebepleri", Tarih Ko­nuşuyor, sy, 47, İstanbul 1967, s. 34-74; Er­dem Yücel, "İstanbul Mevlevihâneleri", Ha­yat Tarih Mecmuası, XI/58, İstanbul 1969, s. 28-33; a.mlf., "Beşiktaş Bahariye Mevlevî-hanesi", Türk Edebiyatı, sy. 46, İstanbul 1977, s. 31-33; a.mlf.. "Yok Olan İstanbul Mevle-vihânesi", TTOK Belleteni, LX/339 (1977], s. 3-7; a.mlf., "Beşiktaş (Bahariye) Mevleviha-nesi", STY, XII (1982), s. 161-168; B. Turnalı, "Bahariye Mevlevîhanesi'nin Yıktırılan Bü­yük AvJu Kapısı", Bizim Anadolu, İstanbul 13 Ocak 1971; a.mlf., "Zekâî Dede'nin Yıktırılan Evinin Hazin Hikâyesi", a.e.; Muzaffer Erdo­ğan, "Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevihâneleri", GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 15-46; R. Ekrem Koçu, "Bahariye Mevlevihâ-nesi", IsLA, İV, 1854-1856; a.mlf., "Fahreddin Dede Efendi (Hüseyin)", a.e., X, 5481-5482; "Bahariye (Beşiktaş-Maçka) Mevlevîhânesi", İstanbul Kültür ue Sanat Ansiklopedisi, İstan-bui 1983,11,975-981. rr\

m M. BahaTanman

bahAriyye

Türk ve İran klasik şiirinde

teşbih kısmında bahar tasviri yapılan kasidelere verilen ad.

Kelime sözlükte "bahara ait, baharla ilgili olan" mânasına gelmektedir. Bahâ-riyyelerde baharın güzelliği, bahar man­zaraları ve çiçekler türlü benzetmelerle ve oldukça soyut bir biçimde anlatılır. Divan şairlerine göre tabiat, hüner ve

473


marifet göstermeye vesile olmaktan iba­rettir. Şair tabiatı gerçek manzarası ve kendi gözüyle görmekten çok kendin­den önce ifade edilmiş kalıplarla ve ken­di üslubuyla yeniden anlatmaya çalışır. Bu noktadan hareket eden şair için yapı­lacak iş, tabiatı özellikle baharı tasvir ve­silesiyle sanatına yeni bir zemin bulmak ve bu hususta üstünlük göstermektir.

Divan şiirinde tabiat kasidelerin teş-bîb kısmında ve mesneviler arasında ele alınır. Buralarda en çok bahar veya kış mevsiminden söz edilir. Kasidelerin bu bölümü "der vasf-ı bahar" başlığını ta­şıyorsa bahardan, "der vasf-ı şitâ" baş­lığını taşıyorsa kıştan bahseder.

Bahâriyye bir edebî tür olmadığı gibi müstakil bir bahar manzumesi ve bir tarz da (janr) değildir. Daha çok kaside­de kendisinden bahsedilecek olan bir din veya devlet büyüğünün methine ze­min hazırlamak maksadıyla kaleme alı­narak baharın birçok özelliği dile geti­rilir. Divan şairine göre bahar hayattır, İsa'nın nefesi gibi ölülere can, gönüllere ferahlık verir. Bahar mevsiminde orta­lık yeşillenir; gülşende güller açar, bül­büllerin sesi her tarafı doldurur. Servi boylu dilberler gül bahçesinde salınır. Bunları seyretmek insana safa verir; do­layısıyla gam dağılır, kişide keder kal­maz. Bahar gülüp eğlenme mevsimi ve felekten kâm alma zamanıdır.

Nef î'nin Sultan IV. Murad için yazdığı ve "Esti nesîm-i nevbahâr açıldı güller subh-dem" mısraıyla başlayan ünlü ka­sidesi bahâriyyeye güzel bir örnektir.

BİBLİYOGRAFYA:

Levend, Divan Edebiyatı, s. 566, 570, 571, 573; Tâhİr'ül-mevlevî, Edebiyat Lügati, İstan­bul 1973, s. 25; Cem Dilcin. Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 124; L. Sami Aka­lın. Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1984, s. 156; İskender Paİa. Ansiklopedik Dıuân Şii­ri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 119-120; Necla Pe-kolcay, "Bahariye", TDEA, I, 292-293; Harun To-iasa - Mustafa İsen. "Kaside", a.e., V, 205-212.

m Kâzım Yetiş BAHARZÎ, Ali b. Hasan

Ebü'l-Kâsım (Ebü'l-Hasen)

Alîb. el-Hasenb. Alî

b. Ebi't-Tayyib el-Bâharzî

(ö. 467/1075)

Fars asıllı şair ve edip.

Nîşâbur ile Herat arasında bulunan Bâ-harz bölgesinin merkezi Mâlîn'de doğ­du. Doğum tarihi bilinmemektedir. Ken­di ailesi arasında iyi bir öğrenim gördük-

474


ten sonra Nîşâbur, Herat, Merv, Belh, Rey, İsfahan, Hemedan, Bağdat, Basra ve Vâsıfı dolaşarak o devrin tanınmış âlim­lerinden tahsilini tamamladı. Nîşâbur'da Şafiî fakihi ve İmâmü'l-Haremeyn'in ba­bası Ebû Muhammed Abdullah b. Yûsuf el-Cüveynî'den fıkıh tahsil etti ve Şafiî fakihleri arasındaki yerini aldı. Daha son­ra duyduğu büyük ilgi sebebiyle edebi­yatla meşgul oldu ve bu sahada isim yaptı. Cüveynî'nin fıkıh derslerine devam ederken, ileride Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in vezirliğini yapacak olan Muham­med b. Mansûr el-Kündürî iie tanıştı. Kündürî vezir olunca onu yanına aldı ve Dîvân-ı Resâil'in başına getirdi. Tuğrul Bey'Ie Bağdat'a giden Kündürî Bâhar-zî'yi de beraberinde götürdü. Orada Ha­life Kâim-Biemrillâh'a yazdığı kasideyi Bağdatlılar, "Şiirinde Acem soğukluğu var" diyerek beğenmedilerse de bir müd­det Basra ve civarında kaldıktan sonra yazdığı şiirler Bağdatlılar'ca takdir edil­di. Nitekim Kündürî'nin hadım edilme­si üzerine kaleme aldığı tesliyetnâmesi onun en güzel şiirlerinden biri olarak ka­bul edilmektedir.

Dîvân-ı Resâil'den başka bazı devlet görevlerinde de bulunan ve uzun bir ay­rılık ve seyahatten sonra memleketine dönen Bâharzî, Zilkade 467'de (Haziran 1075) bir toplantı sırasında öldürüldü.

Eserleri. Hem şair hem münşî (divan kâtibi) olan Bâharzî'nin başlıca eserleri şunlardır: ı. Dîvân. Arapça şiirlerinin toplandığı divanı Muhammed Altuncî ta­rafından tahkik edilerek 1973'te Binga-zi'de yayımlanmıştır. Bazı Farsça kıtaları­nı da Avfî Lühâbül-elbâb'a almıştır. 2. Dümyetü'l-kasr* ve 'usmtü ehli'l-casr. Seâlibfnin Yetîmetü'd-dehr adlı anto­lojisinin zeyli olan bu kitap Bâharzfnin en önemli eseridir. İik defa Râgıb et-Tab-bâh tarafından tahkik edilen eserin an­cak bir kısmı 1930'da Halep'te yayım­lanmıştır. Daha sonra ise Muhammed Abdülfettâh el-Hulv tarafından tahkik edilerek iki cilt halinde (Kahire 1968-1971), Sâmî Mekkî el-Anî'nin tahkikli neşri yi­ne iki cilt halinde (Bağdat 1971-1973), son olarak da Muhammed Altuncî tarafın­dan üç cilt halinde (Dımaşk 1974-1976) neşredilmiştir. Ali b. Zeyd el-Beyhaki (ö. 565/ 1169) bu esere Vişöhu Dümyeti'l-kaşr adıyla bir zeyil yazmış, daha sonra da Dürretü'l-Vişâh adıyla İkinci bir zeyil kaleme almıştır (Yakut, XIII, 226). 3. Ri-sâletü't-taid. Zevzen hâkimi Ebü'l-Kâ­sım Abdülhamîd b. Yahya ile birlikte çık­tıkları iki günlük av yolculuğunu konu edinen bu eseri Muhammed Kasım Mus-

tafa tahkik ederek Mecelletü Ma zhe-di'l-mahtûtâti'l-'LArabiyye'

BİBLİYOGRAFYA:

Sem'ânî. et-EnsSb, II, 11, 21; Yâküt, Mu'ce-mü't-üdebâ', XIII, 33-48, 226; İbnü'l-Esîr, el-Bidâye, XIII, 12; AvfT, Lübâb (nşr. Muhammed Abbasî], Tahran 1361 hş., s. 68-71; İbnü'n-Nec-câr el-Bağdâdî, el-Müstef&d min Zeyli Târthi Bağdâd {Târîhu Bagdâd içinde, nşr. Kayser Ebû Ferah), Haydarâbâd 1399/1978 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'I-ilmiyye), XIX, 185-186; İbn Hal-likan, Vefeyât, III, 387-389; Zehebî, A'/âmü'n-nübelâ', XVIII, 363; Safedî, el-Vâft, XII, 26; Yâ-fiî, Mir^âtü'l-tinân, Haydarâbâd 1334-39, III, 95; SübKl'jabakât, V, 256; İsnevî. Tabakâlü'ş-Şâ-fi'iyye, I, 41 -42; İbn Tağrlberdî, cn-Nücümü'z-zahire, V, 99; Taşköprizâde, Nİftahus-sa'âde, I, 263; Keşfü'z-zımûn, I, 761, 778; II, 1105, 2049; İbnü'1-İmâd, ŞezerSt, II], 328-329; M0-neccid, Mu'cem, III, 57; V, 54; VI, 58; Brockel-mann, GAL, I, 252; Su'ppL, I, 446; Hediyyetü'l-'âriftn, 1, 692; Ziriklî, el-A'l&m, IV, 272-273; C. Zeydân, Âdâb, III, 26; Şevki Dayf. Târîhü'l-edeb, V, 615-617; Ömer Ferrûh, Târîhu'f-edeb, III, 170-174; Muhammed Kasım Mustafa, "Risa-letii't-lard l'İbn Ebi't-Tayyib el-Bâharzî", MMMA (Kahire), XXI (1975), s. 256-285;" Mah-müd Abdullah el-Câdir, "Meşâdirü'l-Bâlıarzi fî kitâbihî Dümyeti'1-kasr ve cuşreti ehli'l-=aşr", MMMA (Kuveyt), XXVI'(1982], s. 107-112; D. S. Margoliouth, "Bâharzî", İA, II, 222-223; a.mlf., "Bâkharzî", Et2 (Fr.), I, 981-982; a.mlf.. "Bâ­harzî", UDMİ, III, 862-863; Z. Safa, "Bakara",

Elr,, III, 534. m

ffl Mehmet Talu

BÂHARZÎ, Seyfeddin

Seyfüddîn Saîd b. e!-Mutahhar

b. Saîd el-Bâharzî

(ö. 659/1261)

Mutasavvıf, Kübreviyye tarikatının Bâharziyye kolunun kurucusu.
586'da (1190) Bâharz'da doğdu. İlk öğrenimini burada yaptı. Ardından tahsil maksadıyla küçük yaşta seyahate çıktı. Buhara, Bağdat ve Nîşâbur gibi ilim mer­kezlerini dolaştıktan sonra hacca gitti. Bağdat'ta Şehâbeddin es-Sühreverdî'-nin, Horasan'da Ali et-Tûsî'nin dersleri­ne devam etti. Celâleddin el-Merginâ-nî'den babasının el-Hidâye adlı eserini okudu. Buhara'da Cernâleddin el-Mah-bûbî ve Şemsüleimme el-Kerderî gibi âlimlerden faydalandı. Daha sonra He-rat'a giderek Tâceddin Mahmûd el-Üş-nühî'den hırka giydi. Şeyhi Necmeddîn-i Kübrâ'ya Hîre'de intisap etti. Daha son­ra şeyhinin halifesi sıfatıyla o sırada Mo­ğollar tarafından yağma ve tahrip edi­len Buhara'ya giderek şehrin dış mahal­lelerinden Fethâbâd'a yerleşti. Orada va­azlar verdi: Şahîh-j Buharı okuttu ve hadis şerhetti. Kısa zamanda bir hayli

taraftar kazanan Bâharzî "şeyh-i âlem" unvanıyla anılmaya başlandı. Semâ mec­lislerine devam etmesi ve teşbih namaz­larını cemaatle kıldırması, hakkında bir­takım dedikoduların çıkmasına ve inanç­larının tenkit konusu yapılmasına yol açtı.

Bâharzî pek çok vezir, devlet adamı ve hükümdarın saygısını kazandı. Cuci'nin oğlu Berke kendisini Buhara'da ziyaret etmiş ve onun telkiniyle müslüman ol­muştu. Mengü Kaan'ın annesi Sirkutay Bigi Buhara'da yaptırdığı medresenin idaresini Şeyh Bâharzî'ye bıraktı, ayrı­ca birkaç köyün gelirini buraya vakfet­ti. 1257-1282 yılları arasında Kirman'da hüküm süren Terken Suitan Bâharzrye değerli hediyeler göndererek oğlunu Kir-man'a yollamasını rica etti, bunun üze­rine Bâharzî oğlu Burhâneddin Ahmed'i oraya gönderdi. Menkıbelere göre Hali­fe Mu'tasim-Billâh, Hz. Ali'nin hattıyla yazılmış bir mushaf da dahil olmak üze­re kendisine birtakım hediyeler yolla­mıştır. Azerbaycan hâkimi Melike'nin Hz. Peygamber'in Uhud'da kırılan dişini ona hediye ettiği rivayet edilir. Şiraz hâkimi Muzafferüddin de kendisine her yıl 1000 dinar göndermekteydi. Hint Sultanı Na-sırüddin Aybeg ile Sind ve Mültan hâki­mi Gıyâseddin onunla mektuplaşırlar-dı. Mengü Kaan'ın veziri Burhâneddin Mes'ûd b. Mahmûd Yalvaç da şeyhi çok sevip sayardı. Menkıbeler, Bâharzî'nin gördüğü bu saygıyı şeyhi Necmeddîn-i Kübrâ'nın bu hususta ona ettiği duaya bağlar.

Moğollar'ın "ulu şeyh" unvanını verdik­leri Bâharzî onlar arasında İslâmiyet'in yayılmasında çok tesirli oldu. Altın Or­da Hükümdarı Batu Han, kendisi müs­lüman olmadığı halde kardeşi Emir Ber-ke'nin şeyhin irşadıyla müslüman ve ona mürid olmasından memnun kalmıştı. Bazı menkıbelere göre Batu Han ile Hü-lâgû Han da onun vasıtasıyla müslüman olmuşlar, ancak bunu gizli tutmuşlardı. Bütün bunlar, şeyhi Necmeddîn-i Küb-râ'yı Öldürmüş olan Moğollar'ın Bâhar­zrye büyük bir saygı duyduklarını gös­termektedir. Sağlığında şöhreti ve tesi­ri geniş sahalara yayılan Bâharzî'ye Bâ-harziyye adlı bir tarikat nisbet edilmek­tedir. Halifelerinden Bedreddîn-i Semer-kandfnin müridlerinden Şeyh Necîbüd-din vasıtasıyla tesiri Hindistan'da da ya­yılmıştır.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin