İnşasının üzerinden çeyrek yüzyıl gibi oldukça kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Haliç kıyısının yoğun rutubeti yüzünden harap olan mevlevîhâne, Mevlevî muhibbi Sultan Mehmed Reşad'ın delaletiyle Evkaf Nezâreti'nce 1910'da esaslı bir tamir ve tadilâta tâbi' tutulmuştur. Bu sırada semahane-türbe binası bütünüyle elden geçirilerek içinde birtakım değişiklikler yapılmış, Halic'e bakan üst kat çıkmalarının ahşap payandaları İptal edilerek yerlerine aynı malzemeden sütunlar konmuş, zemin katta batı yönünde bulunan kadınlar mahfili üst kata taşınarak yeri "züvvâr mak-sûresi"ne katılmıştır. Öte yandan selâmlık - harem binasının selâmlığa ayrılan üçüncü katı iptal edilerek semahane -türbenin batısında tek katlı müstakil bir selâmlık inşa edilmiştir. Bu arada haremin de elden geçirilmiş olduğu ve Halic'e bakan pencerelerinin büyütüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca cümle kapısı ile yakınındaki mescid de bu tarihte inşa edilmiştir. Mevlevîhânenin tamamını içine alan bu ihya ameliyesinin, dönemin Evkaf Nezâreti inşaat ve tamirat müdürü olan Mimar Kemâleddin Bey tarafından idare edildiği, cümle kapısı ile mescidin bizzat kendisi tarafından tasarlandığı tahmin edilmektedir.
471
Bahariye Mevlevîhânesi'nin mülkiyeti, tekkelerin kapatıldığı 1925'ten sonra baninin veresesi ile hazine ve vakıflar arasında uzun süren bir davaya konu olmuş, bu arada son postnişin Bahâeddin Efendi ile hanımının ikamet ettikleri selâmlık dışında kalan diğer bölümler bakımsızlıktan hızla harap olmaya başlamıştır. 1935'te vakıflar semâhâne-türbe binasını yıktırmış, harem 1938-1939'da çıkan bir yangında yok olmuş, arsa ile geriye kalan yapılar 1968'de davayı kazanan verese tarafından satılmış, daha önce içinde bir tuğla imalâthanesi bulunan arsada bu tarihten sonra Gislaved ve Aydın Yün Mensucat fabrikaları kurulmuştur. Bu arada türbedeki naaşlar verese eliyle, Silâhtarağa caddesinin mev-levîhâne ile Eyüp" ün merkezi arasında kalan kesimi üzerinde, yamaç tarafında bulunan 16 Mart şehidlerinin eski yerine taşınmış, 1970 yılı başlarında selâmlık ile cümle kapısı yeni mal sahiplerince ortadan kaldırılmış, tuğla deposu olarak kullanılan mescid ise son yıllarda aslî şekline uygun olmayan bir biçimde onarılarak camiye dönüştürülmüştür. 1986'-dan itibaren İstanbul Belediyesi çevredeki birçok yapı gibi mevlevîhâne arsasında yer alan fabrikaları da kamulaş-tırarak yıktırmış ve günümüze bu ünlü âsitâneden, cümle kapısından bir söğe parçası, hamama ait bazı duvar kalıntıları ile çoğu kırık bazı kabir taşları intikal edebilmiştir. Bahariye Mevlevîhâne-si özellikle banisi Hüseyin Fahreddin Dede Efendi'nin meşihati boyunca (1874-1911) çok verimli bir tasavvuf, kültür ve sanat merkezi olmuş, Mevlevî edebiyatı, mûsikisi ve zarafetinin son büyük temsilcilerinin barındığı bir ocak haline gelmişti.
Mevlevîhânenin arsası, Eyüp'ün merkezi ile Halic'in bitimi arasında uzanan ve özellikle ilkbaharda bitki örtüsünün zenginliğinden ötürü Bizans döneminde "Kozmidion". Osmanlı döneminde de "Bahariye" adları ile anılan kıyı şeridinde yer almaktadır. XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Bahariye mîrî sah i (saraylarının yanı sıra devlet ricali ile zenginlere ait yalılarla dolu idi. Yakınında bulunan Sâdâ-bâd'ın revaç bulması üzerine Lâle Dev-ri'nde iyice yıldızı parlayan bu kıyı, Sultan II. Mahmud'un birtakım sarayları yıktırıp yerlerine İplikhane Kişlasfnı inşa ettirmesi ile gözden düşmeye başlamış, I. Dünya Savaşı'ndan sonra da fab-
472
rikaların hücumuna uğrayarak mesire niteliğini tamamen kaybetmiştir. Deniz seviyesinden pek az yüksekte olan arsanın içinde yapıların dağılımı ve mimarî özellikleri şöyle idi: Kuzeyde Silâhtarağa caddesi boyunca tekkeye ait bostanlar bulunmakta, doğu-batı doğrultusunda uzanan bir duvar bostanlar ile tekke binalarının yer aldığı kesimi ayırmaktadır. Arsanın güneydoğu köşesinde, caddeden Halic'e doğru ilerleyen Mevlevîhâne Çıkmazı'nın sonunda cümle kapısı yer alır. Kesme köfeki taşından titiz bir işçilikle örülmüş olan kapıda yanlarda yer alan silindir gövdeli babalar, basık kemerin üzengi hizasında bulunan kabaralar, cephe ile açıklığı kuşatan kaval silmeler, mukarnaslı ve baklavalı saçak altı silmeleri neo-klasik üslûbu yansıtır. Dışa bakan cephede kemerin üstünde, metni Üsküdar Mevlevîhânesi'nin son postnişini Ahmed Remzi (Akyurek) Dede'ye ait 1328 (1910) tarihli ta'lik hatlı manzum kitabe bulunmaktaydı.
Avluya girince hemen solda meydân-ı şerif olarak kullanılan küçük bir mescid bulunmaktadır. Köşeleri pahlanmış kare planlı mescid, tuğladan örülmüş duvarları, doğu cephesindeki basık kemerli girişi, sivri kemerli pencereleri ile neo-klasik üslûpta mütevazi bir yapıdır. İçeride kuzey duvarı boyunca uzanan kadınlara mahsus ahşap fevkanî mahfil ile duvarları ve tavanı süsleyen eklektik kalem işleri görülmektedir. Son yıllarda duvarlar badanalanmış, ahşap tavan betonarme olarak yenilenmiş, mahfil iptal edilmiş, kuzeybatı köşesine çirkin olmakla birlikte yapının nisbetlerine ters düşmeyen minyatür bir minare eklenmiş, içeriye de basit bir ahşap minber konmuştur.
Mescidin hizasında batıdan doğuya doğru, üstü kapalı geçitlerle birbirlerinden ayrılmış olarak neyzenbaşı, kudüm-zenbaşı ve aşçı dedeye ait üçlü bir hücre grubu, on beş hücreden oluşan diğer bir grup ve helalar sıralanmaktadır. Bu yapı dizisi ile bostan duvarı arasında üstü örtülü bir geçit uzanmakta, aradaki geçitler buraya açılmaktadır. Helalardan itibaren güney-kuzey doğrultusunda Haliç yönünde, arsanın doğu kesimini işgal eden ve inek ahırlarını barındıran arka bahçeye açılan bir geçit, birbirine bitişik somathâne ile matbah-ı şerif yer almaktadır. Hücreler dizisinin avluya bakan cephesi boyunca devam eden ahşap
direkli sakıf güneye doğru dönerek so-mathâne-matbah-ı şerif kitlesini de kuşatmaktadır. Hepsi ahşap duvarlı, ahşap çatılı, dikdörtgen planlı ve tek katlı olan bu birimlerden sonra, matbah-ı şerifin güneyinde arka bahçeye açılan diğer bir geçit ile harem binasına bitişik erkek hamamı -harem hamamı- harem mutfağı kitlesi bulunmaktadır. Haliç boyunca uzanan moloz taş örgülü bir rıhtım ile bunun az gerisinde doğudan batıya doğru harem, semâhâne-türbe ve selâmlık binaları bağımsız kitleler olarak sıralanmaktadır. Bu yapıların arasında kagir babalara oturan demir parmaklık rıhtımı bahçeden ayırır. Haliç kıyısındaki bu yapı dizisi ile kuzeydeki binalar arasında kalan saha, ortada fıskiyeli havuzu, sarmaşık güllerinin gölgelendirdiği kameriyesi ve meyve ağaçlan ile bir iç bahçe şeklinde düzenlenmiştir. Ayrıca haremin doğusunda nisbeten ufak boyutlu bir harem bahçesi bulunmaktadır.
Mevlevîhânenin merkezini oluşturan ve leb-i derya konumu ile olduğu kadar dış görünüşü ile de geçen yüzyıla ait bir İstanbul yalısını andıran ahşap iskeletli, iki katlı semâhâne-türbe binası, tarikat yapılarının sivil mimariden ne ölçüde etkilendiklerini ispat etmektedir. Söz konusu bina, zemin rutubetinden ahşap malzemeyi korumak amacıyla, moloz taş duvarlı bir bodrum katı üzerine inşa edilmiştir. En önemli bölümler oian semahane ile türbenin yanı sıra bunlarla bağlantılı hünkâr mahfilini, âyini takip eden erkek ziyaretçilerle hanımlara ve mutri-be mahsus maksureleri ve şerbethâne-yi barındıran yapının duvarları içeriden bağdadî sıva. dışarıdan ahşap malzeme kaplıdır. Dikdörtgen açıklıklı kapılarla pencereler ise pervazlar ve küçük alınlıkların yanı sıra zemin kattan demir parmaklıklar, üst katta kafeslerle donatılmıştır. Tepe noktasında destarlı Mevlevî sikkesi biçiminde madenî bir alem taşıyan ahşap çatı alaturka kiremitle kaplıdır. Kuzey-güney doğrultusunda ortasından geçen bir eksene göre simetrik olarak tasarlanmış binanın dört girişi bulunmaktadır. Kuzey cephesinin ortasında yer alan esas girişin üzerinde, Beşiktaş Mevlevîhânesi'nden getirildiği anlaşılan, metni Müsâ Kâzım Paşa'ya ait 1276 (1859-60) tarihli manzum bir kitabenin bulunduğu bilinmektedir. Yapının kuzeydoğu köşesinde doğrudan türbe-
ye açılan diğer bir giriş mevcuttur. Halic'e komşu olan güneybatı ve güneydoğu köşelerinde de semahaneden duvarlarla tecrit edilmiş, eş boyutlu, simetrik konumda, cephelerde taşma yapan merdiven kuleleriyle donatılmış birer giriş görülmektedir. Bunlardan birincisi doğuya, harem binası yönüne açılmakta ve üst kattaki hünkâr mahfiline bağlanmaktadır. Güneye Haliç yönüne açılan diğeri ise kadınlara mahsus bacılar maksuresine geçit vermektedir. 1910'daki tadilât sırasında hünkâr girişi ile hanımlar girişinin bunlarla bağlantılı olarak üst kattaki mahfillerin yer değiştirmiş olduğu tahmin edilebilir. Bütün bu girişlerin önlerinde dörder basamaklı sahanlıklar, ayrıca esas giriş ile hünkâr girişi önünde camekânlı bölmeler bulunmaktaydı.
Yapının merkezinde köşeleri çeyrek dairelerle yumuşatılmış kare planlı, iki kat boyunca yükselen esas semahane yer alır. Bu alanı sınırlayan çizgi üzerinde "nezr-i Mevlânâ"ya tekabül eden on sekiz adet sekizgen kesitli, gömme başlıklı, yalancı mermer boyamalı ahşap sütun sıralanmaktadır. Bunlardan sekizi çeyrek dairelerin başlarına, dördü kuzey kenarına, geriye kalan altısı da diğer üç kenara ortada daha geniş, yanlarda daha dar açıklıklar bırakacak şekilde yerleştirilmiştir. Bunların arası, esas girişin önündeki açıklık dışında ahşap korkuluklarla kapatılmıştır. Semâ alanını sınırlayan bu sütun-korkuluk dizisi ile dış duvarlar arasında kalan sahanın, cümle kapısının önündeki giriş bölümü ile bunun tam karşısındaki mihrap önü bölümü dışında kalan kesimi doğuda türbeye, diğer yönlerde de erkek seyircilere mahsus züvvâr maksuresine ayrılmıştır. Ahşap sandukaları barındıran türbe doğuda ortadaki sütun açıklığı ile bunun kuzeyindeki açıklık boyunca devam etmektedir. Zeminleri semâ alanından bir seki ile yükseltilmiş olan bu kesimler birbirlerinden ahşap korkuluklarla ayrılmıştır. Semahane ile tarikat yapılarına has bir mekân bütünlüğü içinde olan türbenin korkulukları ince bir işçilik sergileyen barok üslûpta süsleme unsurları barındırmakta, babalarının ve küpeştesinin üstünde de ahşaptan yapılmış Mevlevi sikkeleri sıralanmaktadır. Diğer korkuluklar ise dekupaj tekniği ile basit bir biçimde süslenmiştir. Güney duvarının ekseninde yarım daire planlı mihrap, semâ alanının batı kenarında mes-nevihan kürsüsü, zemin katın kuzeybatı
köşesinde ise kapının yanı sıra bir servis penceresi ile donatılmış (L) planlı şer-bethâne yer almaktadır. Esas girişin yanlarından hareket eden tek kollu ahşap merdivenlerden bu bölümün üstünde yer alan mutrip maksuresine çıkılır.
Üst katta, ortadaki semahane boşluğunun çevresinde zemin kattakilerle aynı hizada yer alan ve çatıyı takviye eden on sekiz adet daire kesitli ve korint başlıklı ahşap sütun sıralanır. Jki sütun dizisi arasında, semahaneye bakan yüzeyi üçüz yiv dizileri ve dikdörtgen çerçevelerle süslenmiş bir korkuluk yer almaktadır. Mihrap önü bölümünün ve türbenin üstü boş bırakılmış, mihrabın karşısına gelen açıklık ile buna komşu olan birimler mutrip maksuresine, güneydoğu köşesi hünkâr mahfiline, batı kanadını oluşturan alan da bacılar maksuresine ayrılmıştır. Kavisli bir çıkma ile genişletilmiş ve bacılar maksuresinden bir duvarla tecrit edilmiş olan mutrip maksuresi süslü parmaklıklarla, Haliç yönüne doğru simetrik birer çıkma ile genişletilmiş olan hünkâr mahfili ile bacılar maksuresi ise ahşap kafeslerle donatılmıştır. Mevievîhânenin ilk yapısında söz konusu çıkmaları taşıyan üçgen biçimindeki iri payandalar 1910'daki onarımda iptal edilerek yerlerine, ikisi binanın cephesine bitişik olmak üzere, kare kesitli ve gömme başlıklı altışar sütun konmuştur. Her iki katta da bol miktarda pencereden ışık alan binada zemin kat mahfillerinin tavanları "çubuklu" denilen türdedir. İçbükey bir kuşakla çepeçevre sarılarak büyük bir aynalı tonoz görünümü kazanmış olan semahane tavanı bağdadî sıvalıdır. Bu kuşakta rûmî ve palmet gibi klasik süsleme unsurlarının yanı sıra geç devir Endülüs üslûbunu hatırlatan damarlı kıvrık yaprakları ihtiva eden yoğun bir süsleme göze çarpar. Üst kat sütunları ile tavan arasında zerendüd tekniği ile yazılmış ta'lik hatlı mısraları ihtiva eden kartuşlar sıralanır. Hünkâr mahfilinin, mihrap önü bölümünün ve türbenin tavanları da aynalı tonoz ya da tekne tonoz biçiminde göçertilmiş, branda üzerine semahane tavanındakileri hatırlatan eklektik süslemeler yapılmıştır.
İlk yapıldığında üç katlı olduğu, yirmi sekiz odayı barındırdığı ve selâmlık olarak kullanılan son katının 1910'daki onarım sırasında iptal edildiği bilinen harem kısmı, malzeme ve inşaat tekniği açılarından semâhâne-türbe binası ile aynı özellikleri paylaşmaktadır. Planı tam
olarak tesbit edilemeyen, ancak cephelerde geriye çekilmiş "zülvecheyn" sofalarla bunlara açılan simetrik mekânları barındırdığı tahmin edilen yapı, hareketli cepheleriyle son devir yalı mimarisinin bütün özelliklerini yansıtmaktaydı. Aynı malzeme ve konstrüksiyon özelliklerini sergileyen tek katlı selâmlık şeyh odası, kahve ocağı ve kütüphane odası türünden mekânları ihtiva etmekteydi. Buranın merkezî bir sofa çevresinde sıralanan ve cephelerin ortasında dışa taşan çeşitli birimleri barındırdığı anlaşılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Mecmûa-i Ceuâmi', il, 10-11, nr. 26; Ban-dırmalızâde. Mecmûa-i Tekâyâ, İstanbul 1307, s. 12; 1328 Senesi İstanbul Belediyesi ihsâi-yât Mecmuası, istanbul 1329, s. 19; Hüseyin Vassâf. Sefine, V, 269; Mehmed Ziya. İstanbul ue Boğaziçi, İstanbul 1928, II, 242; Ergun, Antoloji, il, 446-464, 505-511, 637, 648-651, 668; Veled Çelebi izbudak, Hatıralarım, İstanbul 1946, s. 23-28; Başmabeynci Lütfi Bey, Osmanlı Sarayının Son Günleri, istanbul, ts., s. 184; Ab-dülbâki Gölpınariı, MeülSnS'dan Sonra Meule-uîlik, İstanbul 1953 (1983), s. 339; Refı Cevat Ulunay. "Mevleviler ve Mevlevi Zarafeti", Ta-rih-Coğrafya Dünyası, sy. 12, İstanbul 1959, s. 431 -432; Cemalettin Server Revnakoğlu. "Tekkelerin Çöküntü Sebepleri", Tarih Konuşuyor, sy, 47, İstanbul 1967, s. 34-74; Erdem Yücel, "İstanbul Mevlevihâneleri", Hayat Tarih Mecmuası, XI/58, İstanbul 1969, s. 28-33; a.mlf., "Beşiktaş Bahariye Mevlevî-hanesi", Türk Edebiyatı, sy. 46, İstanbul 1977, s. 31-33; a.mlf.. "Yok Olan İstanbul Mevle-vihânesi", TTOK Belleteni, LX/339 (1977], s. 3-7; a.mlf., "Beşiktaş (Bahariye) Mevleviha-nesi", STY, XII (1982), s. 161-168; B. Turnalı, "Bahariye Mevlevîhanesi'nin Yıktırılan Büyük AvJu Kapısı", Bizim Anadolu, İstanbul 13 Ocak 1971; a.mlf., "Zekâî Dede'nin Yıktırılan Evinin Hazin Hikâyesi", a.e.; Muzaffer Erdoğan, "Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevihâneleri", GDAAD, sy. 4-5 (1976), s. 15-46; R. Ekrem Koçu, "Bahariye Mevlevihâ-nesi", IsLA, İV, 1854-1856; a.mlf., "Fahreddin Dede Efendi (Hüseyin)", a.e., X, 5481-5482; "Bahariye (Beşiktaş-Maçka) Mevlevîhânesi", İstanbul Kültür ue Sanat Ansiklopedisi, İstan-bui 1983,11,975-981. rr\
m M. BahaTanman
bahAriyye
Türk ve İran klasik şiirinde
teşbih kısmında bahar tasviri yapılan kasidelere verilen ad.
Kelime sözlükte "bahara ait, baharla ilgili olan" mânasına gelmektedir. Bahâ-riyyelerde baharın güzelliği, bahar manzaraları ve çiçekler türlü benzetmelerle ve oldukça soyut bir biçimde anlatılır. Divan şairlerine göre tabiat, hüner ve
473
marifet göstermeye vesile olmaktan ibarettir. Şair tabiatı gerçek manzarası ve kendi gözüyle görmekten çok kendinden önce ifade edilmiş kalıplarla ve kendi üslubuyla yeniden anlatmaya çalışır. Bu noktadan hareket eden şair için yapılacak iş, tabiatı özellikle baharı tasvir vesilesiyle sanatına yeni bir zemin bulmak ve bu hususta üstünlük göstermektir.
Divan şiirinde tabiat kasidelerin teş-bîb kısmında ve mesneviler arasında ele alınır. Buralarda en çok bahar veya kış mevsiminden söz edilir. Kasidelerin bu bölümü "der vasf-ı bahar" başlığını taşıyorsa bahardan, "der vasf-ı şitâ" başlığını taşıyorsa kıştan bahseder.
Bahâriyye bir edebî tür olmadığı gibi müstakil bir bahar manzumesi ve bir tarz da (janr) değildir. Daha çok kasidede kendisinden bahsedilecek olan bir din veya devlet büyüğünün methine zemin hazırlamak maksadıyla kaleme alınarak baharın birçok özelliği dile getirilir. Divan şairine göre bahar hayattır, İsa'nın nefesi gibi ölülere can, gönüllere ferahlık verir. Bahar mevsiminde ortalık yeşillenir; gülşende güller açar, bülbüllerin sesi her tarafı doldurur. Servi boylu dilberler gül bahçesinde salınır. Bunları seyretmek insana safa verir; dolayısıyla gam dağılır, kişide keder kalmaz. Bahar gülüp eğlenme mevsimi ve felekten kâm alma zamanıdır.
Nef î'nin Sultan IV. Murad için yazdığı ve "Esti nesîm-i nevbahâr açıldı güller subh-dem" mısraıyla başlayan ünlü kasidesi bahâriyyeye güzel bir örnektir.
BİBLİYOGRAFYA:
Levend, Divan Edebiyatı, s. 566, 570, 571, 573; Tâhİr'ül-mevlevî, Edebiyat Lügati, İstanbul 1973, s. 25; Cem Dilcin. Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 124; L. Sami Akalın. Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1984, s. 156; İskender Paİa. Ansiklopedik Dıuân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, I, 119-120; Necla Pe-kolcay, "Bahariye", TDEA, I, 292-293; Harun To-iasa - Mustafa İsen. "Kaside", a.e., V, 205-212.
m Kâzım Yetiş BAHARZÎ, Ali b. Hasan
Ebü'l-Kâsım (Ebü'l-Hasen)
Alîb. el-Hasenb. Alî
b. Ebi't-Tayyib el-Bâharzî
(ö. 467/1075)
Fars asıllı şair ve edip.
Nîşâbur ile Herat arasında bulunan Bâ-harz bölgesinin merkezi Mâlîn'de doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. Kendi ailesi arasında iyi bir öğrenim gördük-
474
ten sonra Nîşâbur, Herat, Merv, Belh, Rey, İsfahan, Hemedan, Bağdat, Basra ve Vâsıfı dolaşarak o devrin tanınmış âlimlerinden tahsilini tamamladı. Nîşâbur'da Şafiî fakihi ve İmâmü'l-Haremeyn'in babası Ebû Muhammed Abdullah b. Yûsuf el-Cüveynî'den fıkıh tahsil etti ve Şafiî fakihleri arasındaki yerini aldı. Daha sonra duyduğu büyük ilgi sebebiyle edebiyatla meşgul oldu ve bu sahada isim yaptı. Cüveynî'nin fıkıh derslerine devam ederken, ileride Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in vezirliğini yapacak olan Muhammed b. Mansûr el-Kündürî iie tanıştı. Kündürî vezir olunca onu yanına aldı ve Dîvân-ı Resâil'in başına getirdi. Tuğrul Bey'Ie Bağdat'a giden Kündürî Bâhar-zî'yi de beraberinde götürdü. Orada Halife Kâim-Biemrillâh'a yazdığı kasideyi Bağdatlılar, "Şiirinde Acem soğukluğu var" diyerek beğenmedilerse de bir müddet Basra ve civarında kaldıktan sonra yazdığı şiirler Bağdatlılar'ca takdir edildi. Nitekim Kündürî'nin hadım edilmesi üzerine kaleme aldığı tesliyetnâmesi onun en güzel şiirlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Dîvân-ı Resâil'den başka bazı devlet görevlerinde de bulunan ve uzun bir ayrılık ve seyahatten sonra memleketine dönen Bâharzî, Zilkade 467'de (Haziran 1075) bir toplantı sırasında öldürüldü.
Eserleri. Hem şair hem münşî (divan kâtibi) olan Bâharzî'nin başlıca eserleri şunlardır: ı. Dîvân. Arapça şiirlerinin toplandığı divanı Muhammed Altuncî tarafından tahkik edilerek 1973'te Binga-zi'de yayımlanmıştır. Bazı Farsça kıtalarını da Avfî Lühâbül-elbâb'a almıştır. 2. Dümyetü'l-kasr* ve 'usmtü ehli'l-casr. Seâlibfnin Yetîmetü'd-dehr adlı antolojisinin zeyli olan bu kitap Bâharzfnin en önemli eseridir. İik defa Râgıb et-Tab-bâh tarafından tahkik edilen eserin ancak bir kısmı 1930'da Halep'te yayımlanmıştır. Daha sonra ise Muhammed Abdülfettâh el-Hulv tarafından tahkik edilerek iki cilt halinde (Kahire 1968-1971), Sâmî Mekkî el-Anî'nin tahkikli neşri yine iki cilt halinde (Bağdat 1971-1973), son olarak da Muhammed Altuncî tarafından üç cilt halinde (Dımaşk 1974-1976) neşredilmiştir. Ali b. Zeyd el-Beyhaki (ö. 565/ 1169) bu esere Vişöhu Dümyeti'l-kaşr adıyla bir zeyil yazmış, daha sonra da Dürretü'l-Vişâh adıyla İkinci bir zeyil kaleme almıştır (Yakut, XIII, 226). 3. Ri-sâletü't-taid. Zevzen hâkimi Ebü'l-Kâsım Abdülhamîd b. Yahya ile birlikte çıktıkları iki günlük av yolculuğunu konu edinen bu eseri Muhammed Kasım Mus-
tafa tahkik ederek Mecelletü Ma zhe-di'l-mahtûtâti'l-'LArabiyye'
BİBLİYOGRAFYA:
Sem'ânî. et-EnsSb, II, 11, 21; Yâküt, Mu'ce-mü't-üdebâ', XIII, 33-48, 226; İbnü'l-Esîr, el-Bidâye, XIII, 12; AvfT, Lübâb (nşr. Muhammed Abbasî], Tahran 1361 hş., s. 68-71; İbnü'n-Nec-câr el-Bağdâdî, el-Müstef&d min Zeyli Târthi Bağdâd {Târîhu Bagdâd içinde, nşr. Kayser Ebû Ferah), Haydarâbâd 1399/1978 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'I-ilmiyye), XIX, 185-186; İbn Hal-likan, Vefeyât, III, 387-389; Zehebî, A'/âmü'n-nübelâ', XVIII, 363; Safedî, el-Vâft, XII, 26; Yâ-fiî, Mir^âtü'l-tinân, Haydarâbâd 1334-39, III, 95; SübKl'jabakât, V, 256; İsnevî. Tabakâlü'ş-Şâ-fi'iyye, I, 41 -42; İbn Tağrlberdî, cn-Nücümü'z-zahire, V, 99; Taşköprizâde, Nİftahus-sa'âde, I, 263; Keşfü'z-zımûn, I, 761, 778; II, 1105, 2049; İbnü'1-İmâd, ŞezerSt, II], 328-329; M0-neccid, Mu'cem, III, 57; V, 54; VI, 58; Brockel-mann, GAL, I, 252; Su'ppL, I, 446; Hediyyetü'l-'âriftn, 1, 692; Ziriklî, el-A'l&m, IV, 272-273; C. Zeydân, Âdâb, III, 26; Şevki Dayf. Târîhü'l-edeb, V, 615-617; Ömer Ferrûh, Târîhu'f-edeb, III, 170-174; Muhammed Kasım Mustafa, "Risa-letii't-lard l'İbn Ebi't-Tayyib el-Bâharzî", MMMA (Kahire), XXI (1975), s. 256-285;" Mah-müd Abdullah el-Câdir, "Meşâdirü'l-Bâlıarzi fî kitâbihî Dümyeti'1-kasr ve cuşreti ehli'l-=aşr", MMMA (Kuveyt), XXVI'(1982], s. 107-112; D. S. Margoliouth, "Bâharzî", İA, II, 222-223; a.mlf., "Bâkharzî", Et2 (Fr.), I, 981-982; a.mlf.. "Bâharzî", UDMİ, III, 862-863; Z. Safa, "Bakara",
Elr,, III, 534. m
ffl Mehmet Talu
BÂHARZÎ, Seyfeddin
Seyfüddîn Saîd b. e!-Mutahhar
b. Saîd el-Bâharzî
(ö. 659/1261)
Mutasavvıf, Kübreviyye tarikatının Bâharziyye kolunun kurucusu.
586'da (1190) Bâharz'da doğdu. İlk öğrenimini burada yaptı. Ardından tahsil maksadıyla küçük yaşta seyahate çıktı. Buhara, Bağdat ve Nîşâbur gibi ilim merkezlerini dolaştıktan sonra hacca gitti. Bağdat'ta Şehâbeddin es-Sühreverdî'-nin, Horasan'da Ali et-Tûsî'nin derslerine devam etti. Celâleddin el-Merginâ-nî'den babasının el-Hidâye adlı eserini okudu. Buhara'da Cernâleddin el-Mah-bûbî ve Şemsüleimme el-Kerderî gibi âlimlerden faydalandı. Daha sonra He-rat'a giderek Tâceddin Mahmûd el-Üş-nühî'den hırka giydi. Şeyhi Necmeddîn-i Kübrâ'ya Hîre'de intisap etti. Daha sonra şeyhinin halifesi sıfatıyla o sırada Moğollar tarafından yağma ve tahrip edilen Buhara'ya giderek şehrin dış mahallelerinden Fethâbâd'a yerleşti. Orada vaazlar verdi: Şahîh-j Buharı okuttu ve hadis şerhetti. Kısa zamanda bir hayli
taraftar kazanan Bâharzî "şeyh-i âlem" unvanıyla anılmaya başlandı. Semâ meclislerine devam etmesi ve teşbih namazlarını cemaatle kıldırması, hakkında birtakım dedikoduların çıkmasına ve inançlarının tenkit konusu yapılmasına yol açtı.
Bâharzî pek çok vezir, devlet adamı ve hükümdarın saygısını kazandı. Cuci'nin oğlu Berke kendisini Buhara'da ziyaret etmiş ve onun telkiniyle müslüman olmuştu. Mengü Kaan'ın annesi Sirkutay Bigi Buhara'da yaptırdığı medresenin idaresini Şeyh Bâharzî'ye bıraktı, ayrıca birkaç köyün gelirini buraya vakfetti. 1257-1282 yılları arasında Kirman'da hüküm süren Terken Suitan Bâharzrye değerli hediyeler göndererek oğlunu Kir-man'a yollamasını rica etti, bunun üzerine Bâharzî oğlu Burhâneddin Ahmed'i oraya gönderdi. Menkıbelere göre Halife Mu'tasim-Billâh, Hz. Ali'nin hattıyla yazılmış bir mushaf da dahil olmak üzere kendisine birtakım hediyeler yollamıştır. Azerbaycan hâkimi Melike'nin Hz. Peygamber'in Uhud'da kırılan dişini ona hediye ettiği rivayet edilir. Şiraz hâkimi Muzafferüddin de kendisine her yıl 1000 dinar göndermekteydi. Hint Sultanı Na-sırüddin Aybeg ile Sind ve Mültan hâkimi Gıyâseddin onunla mektuplaşırlar-dı. Mengü Kaan'ın veziri Burhâneddin Mes'ûd b. Mahmûd Yalvaç da şeyhi çok sevip sayardı. Menkıbeler, Bâharzî'nin gördüğü bu saygıyı şeyhi Necmeddîn-i Kübrâ'nın bu hususta ona ettiği duaya bağlar.
Moğollar'ın "ulu şeyh" unvanını verdikleri Bâharzî onlar arasında İslâmiyet'in yayılmasında çok tesirli oldu. Altın Orda Hükümdarı Batu Han, kendisi müslüman olmadığı halde kardeşi Emir Ber-ke'nin şeyhin irşadıyla müslüman ve ona mürid olmasından memnun kalmıştı. Bazı menkıbelere göre Batu Han ile Hü-lâgû Han da onun vasıtasıyla müslüman olmuşlar, ancak bunu gizli tutmuşlardı. Bütün bunlar, şeyhi Necmeddîn-i Küb-râ'yı Öldürmüş olan Moğollar'ın Bâharzrye büyük bir saygı duyduklarını göstermektedir. Sağlığında şöhreti ve tesiri geniş sahalara yayılan Bâharzî'ye Bâ-harziyye adlı bir tarikat nisbet edilmektedir. Halifelerinden Bedreddîn-i Semer-kandfnin müridlerinden Şeyh Necîbüd-din vasıtasıyla tesiri Hindistan'da da yayılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |