BİBLİYOGRAFYA:
Serkîs. Mu'cem, I, 318, 507, 508, 928, 1044-1045; Brockelmann, GAL, II, 487; SuppL, II 335, 741, 744; Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 41, 42; îzâhu't-meknûn, I, 244. 247, 258, 268; II, 54, 163, 448, 576, 603; Zİriklî, el-A*lâm, I, 66; Kehhâle, Mu'cemü'l-mü'ellifîn, I, 84; Ronart, CEAC, s. 82; Halil Mardem Bey, Acyânü't-kar-ni's-sâ!is 'aşer, Beyrut 1977, s. 160; G. Dela-noue, Moralistes et potiüques musulmans dans l'Egyple du XİXC s&cle (1798-1882), Kahire 1982, I, 109-118; II, 588-592; Şüyûhul-Ezher (nşr. Vezâretü'l-İ'lâm), Kahire, ts., s. 25-26; Th. W. Juynboll, "Bâcûrî", SA, II, 191; a.mlf., "Bâdjü-rî", El2 (İng.l, I, 867; a.mlf., "Bâcûrî", ÜDMİ,
III, 856. m
ItKl Ahmet Saim Kılavuz
BÂD-ı HEVÂ
( \jA il )
Osmanlılar'da Tanzimat'a kadar
zuhurata bağlı olarak alınan vergilerin genel adı.
Farsça bâd (rüzgâr) ve Arapça hevâ (hava) kelimelerinden meydana gelen bir tamlama olan bâd-ı hevâ zamanla konuşma dilinde bedavaya (karşılıksız) dönüşmüştür. Kelime bir Osmanlı maliye terimi olarak ne zaman tahakkuk edip tahsil edileceği belli olmayan (zuhurata bağlı) bazı resimleri ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca bunun yerine tahrir
defterlerinde aynı anlama gelen Arapça tayyârât kelimesine de rastlanır.
Bâd-ı hevâ kapsamı içine giren resimlerin kaynağı örftür. Ancak verasetle ilgili vergiler bunların içine katıldığında şer'î vergi vasfını da kazanır. Mufassal tahrir defterlerinde şehir, kasaba, köy, mezraa veya cemaat gibi sayım ünitelerine ait gelirlerin dökümü verilirken genelde bu gelirlerin en son kalemini bâd-ı hevâ oluşturmaktadır. Diğer gelirlerin tahsil vakti ve mevsimi belli olmasına rağmen bâd-ı hevânınki belirtilmez.
Kaynaklarda bâd-ı hevâ ya doğrudan doğruya veya bunun başına "mahsül-i..." kelimesi getirilerek kaydedilmektedir. Ayrıca bâd-ı hevâ defterde tek başına yazıldığı gibi birçok resimle birlikte de geçmekte, bundan dolayı başlı başına bir resim anlamı da vermektedir. Halbuki kanunnâmelerde bu terimin birkaç çeşit resim için kullanılan genel bir ad olduğu açıkça görülmektedir. Bu duruma genel mahiyetteki kanunnâmelerde işaret edildiği gibi bazı sancak kanunnâmelerinde, meselâ Mora kanunnâmesinde, "Resm-i arûs ve cürm ü cinayet ve ev tapusu ve hâriçten gelip kışlar olsa tütün resmi ve deştibânî, bu cümlesine bâd-i hevâ derler" (Barkan, s. 332] şeklinde bir tarife rastlanır. Bununla beraber tahrir defterlerinde "hâsıl" kısmında (gelir kalemleri) bunlarla aynı yerde ve aynı başlık altında daha başka, fa-
kat mahiyet itibariyle aynı durumda olan birkaç resim daha sayılmaktadır. Nitekim Humus'un vergi gelirleri sayılırken, "beytülmâl ve mâl-ı gâib ve mâl-ı mef-küd ve yava ve kaçgun, bâd-ı hevâ ve cürm ü cinayet ve resm-i arüsâne ve ri-yâset-i asesiyye" birlikte geçmektedir. Burada bâd-ı hevâ çeşidinden olan bu resimler farklı kimselere tahsis edildiklerinden ayrı ayrı gösterilmiştir. Sayılan bu vergilerin hiçbirisi bâd-ı hevâ tarifi içinde kanunnamelerde yer almamakla birlikte burada zikredilmiştir. Öte yandan bâd-ı hevâdan sayılmayan riyaset-i asesiyye de mirlivaya tahsis edildiği için diğerleriyle birlikte bir araya getirilmiştir.
Bâd-ı Hevâ Türünden Resimler. 1. Cürm ü Cinayet. Kısaca cerîme de denir. Bunlar, sövme ile adam öldürme arasında, ceza kanunnâmelerinde belirtilen çeşitleri için, bir af durumunda gösterilen miktarda paraya çevrilebilen suçlardır. Aidiyetlerini suçluyu yakalayan kimse ve suçlunun yakalandığı toprağın hukukî statüsü belirler. Has topraklarda, serbest vakıf, zeamet ve timarlarda bâd-ı hevâ toprak ve vakıf sahibinindir; buna subaşı ve sancak beyi karışamaz. Vakıf toprak yanında mîrî toprak da varsa bu defa bâd-ı hevâ devlet adına tahsil edilir. Serbest olmayan timarlarda ise yansı timar erinin, yarısı da sancak beyinin olurdu. 2. Gerdek Resmi. Resm-i arûs veya arûsâne de denen bu resim, raiyyet veya sipahi kızlarının evliliklerinde bakire kızdan 60, dul kadından 30 akçe olarak tahsil edilen, duruma göre sipahi ve sancak beyine tamamı veya yarı yarıya paylaşmak üzere tahsis olunan resimdir {bk. ARÛS RESMİ). 3. Çiftlik Tapusu. Sipahinin, raiyyetin üç yıl üst üste işlemediği toprağını "sâhib-i arz" sıfatıyla belli bir ücret karşılığında, "hakk-ı karâr ve tasarrufunu tapu vererek başka bir ra-iyyete vermesi durumunda veya erkek oğul bırakmadan ölen raiyyetin toprağını işleyecek başka raiyyete tapu ile verdiğinde tahsil ettiği resimdir. 4. Ev Tapusu. Sipahinin timarında raiyyetin ev yapması halinde, timar erinin gelirinin eksilmesine karşılık ev yapılan yerin tapusunu verdiğinde tahsil ettiği resimdir. S. Tütün veya Duhan Resmi. Buna baca resmi de denir. Bir sipahi toprağında çiftlik tutup öşrünü vermeden yerleşen yörük veya başka bir raiyyetin yılda altışar akçeden ibaret olarak ödeyeceği resimdir. 6. Abd-i Âbık ve Kenîzek Muştu-
luğu. Kanunnâme'de bâd-ı hevâ rüsumu arasında sayılmamakla birlikte bâd-ı hevâ karakteri taşıyan bu resim, kaçan erkek ve kadın kölenin yakalandığı sipahi toprağında sahibi gelinceye kadar takdir edilen günlük nafakası ve bunların yakalandığı toprak statüsüne göre iade edilmesi durumunda alınmaktaydı. Kaçan köleyi yakalayan kimse onu sipahisine teslim ettiğinde 20 akçe muştuluk alırdı. Toprağında köle yakalanan sipahiye köle sahibi, bunun bulunduğu yerden gün olarak ifade edilen uzaklığa göre 60 ile 100 akçe olarak takdir edilen muştuluk öderdi. Sipahi yakaladığı köleyi sahibi gelinceye kadar üç ay saklar ve mahkeme bunun için nafaka takdir ederdi. Sipahi bunu da köle sahibinden alırdı. Bu süre içinde sahibi gelmezse köle satılır ve satış bedeli emaneten saklanırdı. 7. Yava (yitik hayvan). Bu resim için de kaçak köle gibi hükmedilirdi. Ancak hayvanlar en çok bir buçuk ay süre İle saklanırdı. 8. Beytülmâl, Mâl-i Gaib ve Mâl-i Mefküd. Bunlar miras hukuku ile ilgilidir. Mirasçısı bilinmeyen tereke bey-tülmâlden sayılır; beytülmâl mukâtaası mültezimleri, vâris üç aya kadar ortaya çıkmazsa vasîde tutulan mirasa hazine adına el koyar ve bunu hazineye devrederdi. Ancak mirasçı, tereke beytülmâl-ci veya hazinede de olsa mirasçılığını ispatladığı takdirde bunu almaya hak kazanırdı. Mirasçı ülke içinde ise tereke mâl-i gâib, mirasçı başka ülkede olup yeri bilinmezse mâl-i mefküd hükmüne girerdi. Tereke beytülmâlciye bir sene bekletildikten sonra verilirdi. Bu üç çeşit miras hakkında, bulunduğu yere ve tutarının 10.000 akçeden az veya çok olmasına göre işlem yapılırdı. Humus sancağında terekenin miktarı ne olursa olsun bu gelir padişah haslarına aitti. Mâl-i gâib, suistimale yol açacak bir mâna taşıdığından kanunnâmelerde, evinden ayrılarak sefere giden bir kimsenin malı anlamına gelmediği açıkça belirtilmiştir. Ayrıca mâl-i mefküdun da malını emanet koyup daha sonra kendisinden haber alınamayan kimsenin malı olmadığı belirtilmektedir. 9. Deştibânî. Kelime olarak "bekçilik" anlamına gelen bir diğer bâd-ı hevâ çeşididir. Sâhib-i arz sıfatıyla gelirini mahsulünden sağlayan timar sahibinin, ekinine hayvan salan veya hayvanını başkasının ekinine sokan kimseden zararı tazmin maksadıyla tahsil ettiği para cezasıdır.
417
BİBLİYOGRAFYA:
BA. TD, nr. 281, s. 51-52; Kanunnâme, Bİb-liothek liationale, nr. Turc 85, vr. 141"; Kânun-nâme-i Âl-i Osman [TOEM ilâvesi, nşr. Meh-med Arif), İstanbul 1329, s. 38-39; Barkan, Kanunlar, s. 14, 33, 34, 43, 49, 68-69, 129, 136, 143, 144, 196, 208-209, 216, 233, 234, 245, 247, 263, 271,311,317, 331,332, 339; B.Le-wis, "Bâd-i Hawâ", B2 (İng.), I, 850; a.mlf., "Bâd-ı Hevâ", ÜDMİ, III, 868-869.
lifti Halil Sahillioğlu
■
r
1—
BADAJOZ
{bk. BATALYEVS).
BADALOŞKA
Osmanlılar döneminde kullanılan bir top çeşidi
(bk. TOP).
L J
r .. n
BADE
İlâhî aşk, muhabbet ve hakikat anlamlarında kullanılan
bir tasavvuf terimi.
L J
"Şarap" anlamına gelen Farsça bir kelime olup mecaz olarak "kadeh" anlamında da kullanılır. Sofilere göre ruhların yeryüzüne indirilmeden önce Hakk'ın huzurunda toplandıkları bezm-i elest* kutsal bir işret meclisidir. Ruhlar bu mecliste Allah'ın, "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" sorusuna, "Belâ" (evet) diye cevap vermişler (el-A'râf 7/172-173] ve bu şekilde elest bezminde aşk badesini içmişlerdir. Bu yüzden ruhlar bedeni ifade eden anâsır âleminin bağlarından sıyrılarak yeniden ilâhî âleme ve bezm-i elestteki durumlarına dönmek isterler.
Mürşidler için, "aşk, sevgi ve marifet dağıtan" mânasına bâde-fürûş tabiri kullanılır. Çünkü mürşid çevresindekilere mâna âlemlerinden ilâhî feyiz sunar. Tasavvuf edebiyatında bade mürşidin taliplere takdim ettiği aşk, Allah sevgisi, marifet ve hakikatin özünü, kadeh bu marifet ve sevgiyi taşıyan kabı, sâkî mürşidi, meyhane dergâhı, sarhoşluk ise aşk, vecd ve sekr halini ifade eder. Bazı sûfî-ler, kıyamet gününde Hz. Ali'nin kevser sâkîsi olacağını belirterek ona "bâde-fürûş", "mey-fürûş" ve "hammâr" gibi isimler verirler.
Divan edebiyatında şairler badeyi, "bâ-de-i gülgûn", "bâde-i gülfâm", "bâde-i sadsâle" gibi terkip halinde ve "bâde-
418
nûş", "bâde-hâr", "bâde-perest", "bâde-keş" gibi birleşik sıfat olarak kullanmışlardır. Halk edebiyatında konusu aşk olan hikâyeler "badeli âşıkların hikâyesi" adıyla anılır. Bu tür hikâyelerde âşıklar rüyalarında bir pîrin elinden içtikleri içki ile şair olur veya kendilerine gösterilen bir güzele vurulurlar. Gördükleri bu rüyayı kimseye söylemeden aradıklarını bulmak için diyar diyar dolaşır, bazan da aynı şekilde âşık olan şairler tarafından imtihana tâbi tutulurlar. Âşıklara rüyada sunulan içkiye bade, bu yolla şiir söyleyen âşıklara da badeli âşık denir (bk. Aşık). bibliyografya:
Ca'fer Seccâdr. Ferheng, "bade" md.; Paka-hn. I, 144-145; Banarlı, RTET, I, 627; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, I, 160-161 ; a.mlf., Divan Edebiyatı, s. 323-325. nri .
\m İrfan Gündüz
r "i
BADGER, George Percy
(1815-1888) İngiliz müsteşrik.
Londra'nın kuzeydoğusundaki Chelms-ford'da doğdu. Ailesi, çocukluğu ve yetişme tarzı hakkında yeterli bilgi yoktur. İngiliz ordusunda çavuş olan babası, muhtemelen görevle gittiği Malta'-da öldüğünde Badger on dokuz yaşındaydı. Burada sıkıntı içinde ve kayda değer bir resmî eğitim almadan yetişti. Yabancı dil öğrenmeye karşı büyük bir kabiliyeti olduğundan kısa zamanda Malta dilini ve halk Arapça'sının mahallî bir lehçesi olan bu dile hâkimiyeti sayesinde diğer Ortadoğu lehçelerini öğrendi.
1835-1836'da gerçekleştirdiği ilk Ortadoğu ziyareti çerçevesinde gittiği Beyrut'ta Arapça çalışmalarını devam ettirdi. Malta'ya dönüşünde katıldığı Anglikan Kilisesi Misyonerlik Teşkilâtı'nın (Angli-can Church Missionary Society) Valletta'da-ki yayınevinin Arapça bölümünde mütercim ve matbaacı olarak eğitim gördü. Burada, aralarında modern Arap dili ve edebiyatının öncülerinden olan Lübnanlı meşhur yazar Fâris eş-Şidyâk'ın da bulunduğu ilim adamları ve gezici vaiz-, lerden müteşekkil bir gruba katıldı. Badger, özellikle Fâris eş-Şidyâk'tan, başta sözlüğünün hazırlanmasında olmak üzere çok faydalandı.
1841'de Malta'dan ayrılarak rahiplik yapmak üzere İngiltere'ye gittiyse de 1842-1862 yılları arasındaki dönemin
büyük bir kısmını çeşitli görevlerle yine Ortadoğu'da geçirdi. Kuzey İrak'taki Nesturi Kilisesi'ne yaptığı ziyaretin izlenimlerini dile getiren eserini 1852'-de yayımladı {The Nestorians and their Rituals).
184S'te tayin edildiği Bombay Pis-koposluğu'na bağlı papazlık görevini 1862'ye kadar sürdürdü. Vaktinin çoğunu geçirdiği Aden'de, 1854'ten itibaren de mahallî İngiliz idaresinin Güney Yemen'deki Arap kabileleriyle olan ilişkilerinde takip edeceği diplomatik ve politik yaklaşımın belirlenmesinde önemli bir rol üstlendi. Buradaki yetkililerden büyük bir saygı gören Badger, bunların başında gelen Sir James Outram tarafından Arabistan ve Hûzistan'a karşı düzenlenen bir askerî sefere dahil edildi.
1860'ta Uman'a gönderilen komisyonda görev aldı. Bu görevi sırasında kendisine Uman Sultanı Seyyid Süveynî tarafından, Humeyd b. Muhammed b. Rüzeyk'ın (ö. 1274/1857), 661-18S6 yılları arası Uman tarihi üzerine hazırladığı el-Fet-hu'î-mübîn iî sîreti's-sâdeü'1-Bû Sa *î~ diyyîn adlı eserinin bir yazma nüshası hediye edildi. Badger İngilizce'ye çevirdiği bu eseri uzun bir mukaddime, dipnotlar ve bazı eklerle 1870'e kadar getirerek Hisîory oî the Imams and Sey-yids oî Oman adıyla yayımladı (London 1871; New York 1963). Sonraki araştırmalarda bu neşrin eserin eksik bir nüshasına dayandığı ve bazı tercüme yanlışları ihtiva ettiği belirtilmişse de Badger'in yaptığı açıklamalar ve ilâvelerle bu kaynağın değerini oldukça arttırdığı kabul edilmektedir.
Badger Mısır'da ziyaretçi görünümünde geçirdiği 1861-1862 kışı boyunca, bölgedeki muhtemel savaşları planlayan eski dostu General Outram için, ülkedeki askerî istihkâmlarla o sıralarda İnşa halinde olan Süveyş Kanalı hakkında istihbarat çalışmaları yaptı; istihbaratçılara gerekli bütün incelikleri içeren çeşitli raporlar hazırladı.
1872 ve 1878'de Zengibar'a gönderilen diplomatik misyonlarda bulundu. Bu iki seyahat dışında ömrünün 1862-1888 arasındaki son yirmi altı yılını ilmî araştırmalarla geçirdi. Bu çalışmalarının en önemlisi An Engiish-Ambic Lexicon/ Kitâbü'z-Zahîreti'l- "ilmiyye fi'1-luğa-teyni'1'İnkilîziyye vel-'Arabiyye (London 1298/1881; Hanvard 1898; Beyrut 1967, 1968, 1980) adlı sözlük olup İngilizce kelime ve deyimlerin klasik Arapça'-
daki ve mahallî lehçelerdeki karşılıklarını büyük bir ustalıkla vermesi yönünden değerli bir eserdir. 1872-1881 arasındaki dokuz yılını telifi ve dizgisinin tashi-hiyle geçirdiği, daha önce benzeri yapılmamış böyle bir eseri hazırlamasının sebebi, Malta'da 1830'lu yıllarda yürüttüğü yayıncılık faaliyetleri çerçevesinde eği-timie ilgili çeşitli eserlerin İngilizce'den Arapça'ya çevirisini yaparken karşılaştığı tercüme güçlükleridir.
Diğer önemli eserleri ise şunlardır: 1. Descnption of Malta and Gozo (Malta 1838; Valletta 1851; Maita 1858). İlk kitabı olup Malta'nın kültürü, folkloru, coğrafyası, topografyası ve tarihi üzerine çocukluğundan beri edindiği ilmî birikimine dayanarak yazdığı, benzerlerine kıyasla oldukça faydalı ve ilgi çekici bilgilerle dolu popüler bir eserdir. Daha sonra N. Zammifin ilaveleriyle Historica} guide to Malta and Gozo adı altında yeniden neşredilmiştir (Malta 1870, 1872, 1879). 2. Kitâbü'î-Mu.hâvereti'1-ünsiy-ye (Malta 1840). İngilizce öğrenen talebeler için Ahmed Fâris ile birlikte hazırladığı bu eser Arapça-İngilizce alıştırmalarla bir kısmı Batı medeniyet ve kültürünün üstünlüğünü telkin eden çeşitli diyalogları içermektedir. 3. The Nesto-rians and their Rituals. 1842-1844 ve 1850'de Mezopotamya'ya yaptığı misyonerlik gezisinin izlenimlerini yansıtan, Suriye Ya'kübîleri, Katolikleri ve Keldâ-nîieri'nin mevcut durumunu, Kuzey Irak Nestûrîleri ve Yezîdîleri'nin dinî ilkelerini anlatan bir araştırma kitabıdır. 4. A Vi-sit to the îsthmus of Suez Canal Works (London 1862i. Süveyş Kanalı ile ilgili gözlemlerini içeren bir eserdir.
Badger'in bunlardan başka yayımlanmış çeşitli tercüme, ortak çalışma, edisyon, tebliğ ve raporları da bulunmaktadır (diğer eserleri için bk. Roper, s. 145-152).
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Rüzeyk, et-Fethu'i-mübİn [îstreti's-sâde-ti'l-Bû Sa'îdiyyîn (nşr. Abdülmün'im Amir — Muhammed MÜrsî), Maskat 1397/1977, naşirlerin girişi, s. mim; Serkîs. el-Mu^cem, 1, 506; Brockelmann. GAL Suppl, II, 568, 823; A. S. Fulton — M. Lings, Second Supplementary Ca-talogıte ofArabic Printed Books in the British Museum, London 1959, s. 202; Sa'd Muhammed el-Hecresî, ed-Delüü'l-bibüyûcrâfî ti'l-merâci' bi'l-uatani'l-'Arabt, Kahire 1975, s. 138; Necîb el-Akîkî. et-Müsteşrikün, Kahire 1980, II, 58; Afif Abdurrahman, el-Cühûdîi'l-iuğauiyye hilâ-le'l-karni'r-râbf 'aşere'l-hicrî, Riyad 1403/1983, s. 506; W. H. Behn, inden İsiamicus 1665-1905, Millersville 1989, s. 39, 46, 153, 240, 242; Ge-offrey Roper, "George Percy Badger", BSMES,
11/2(1977), s. 140-155. m
Iffl Cengiz Kallek
1 BADİ '
( ^ )
Manevî halin belirtisi ve başlangıcı olmak üzere
sâlikin İçine doğan gelip geçici hisler için kullanılan . bir tasavvuf terimi.
Sâlikin haline göre zaman zaman kalbinde zuhur eden tecelliler ve murakabe anında gönlünde meydana gelen hitap ve ilham niteliğindeki müşahede parıltıları tavârik, tavâli', levâmi', levâih, kâ-dih, vâki' ve bâdî (çoğulu bevâdî) gibi adlarla anılır. Sühreverdî bütün bu kelimelerin birbirine yakın anlamlar taşıdığını söyler.
Kalpteki bütün tecellileri ortadan kaldırarak onların yerine geçen ilâhî tecelliye "bâdî bilâ-bâdî" veya "Hak hadîsi" denilir. İbrahim el-Hawâs'ın, "Zuhur eden Hakk'ın bâdîsi diğer bâdîlerin hepsini yok eder" sözü bunu anlatır. Mutasavvıflar, "Şüphesiz ilk baştan yaratan ve tekrar yaratacak olan O'dur" (el-Burûc 85/ 131 mealindeki âyetin ilâhî tecelliye işaret ettiğini söylerler.
BİBLİYOGRAFYA:
Serrâc, el-Lüma\ s. 418, 430; Baklî, Şerh-i Şathiyyât, s. 548, 616; Sühreverdî, 'Au&rifü'l-ma'ârif, Beyrut 1966, s. 529; Hasan eş-Şerkâvî, Mu'cemil eifâzi'ş-şûfiyye, Kahire 1986, s. 69.
İffl Süleyman Uludağ BA'Dİ
Deneylerle kazanılan bilgi,
deney ve gözlemlere
dayanılarak varılan hüküm,
varlığı zaman veya sebepHlik açısından
başka bir varlığa bağlı olan şey
anlamında kullanılan mantık ve felsefe terimi.
_J
Ba'dî (Batı literatüründe a posteriori), "sonra" anlamında zaman zarfı olan ba'd kelimesinden türetilmiş olup, kablî* (a priori) teriminin zıddıdır ve "zarûriyyât" denilen bilgi türlerinden en çok "mücer-rebâta" yakındır. Nitekim Türk mantıkçısı Ahmed Cevdet mücerrebâtı, "Tekrar edilen gözlem ve deneylerden sonra varılan ve aklın kesin gözüyle baktığı ve tasdik ettiği hükümlerdir" (Mi'yâr-ı Se-dsd, s. 90) şeklinde tarif etmiştir ki bu ba'dî için de geçerli olan bir tariftir. Deneylerden hükme ulaşmaya, sonuçtan sebebe ve eserden müessire doğru akıl yürütme anlamında "innî istidlal" veya
"ba'dî istidlal" denir. Bir yerden duman çıktığını görerek bundan orada ateş yandığı veya birinde cilt hastalığı bulunduğunu görerek bundan onun kanında bozukluk olduğu sonucuna ulaşmak böyle bir istidlaldir. Çünkü duman ateş yanmasının, cilt hastalığı kan bozukluğunun sonuçlandır.
İbn Sînâ'ya göre ontolojik bakımdan kablîlik (kabliyye) ve ba'dîlik (ba'diyye) ba-zan zaman, bazan da varlıkların zatları bakımından olur. Zaman bakımından önce var olan. varlığa kablî, sonra olana ba'df, zat bakımından ise bir varlığın ortaya çıkmasının (hudûs) illeti olan varlığa kablî, bunun ma'lûlüne de ba'dî denir. Bu son durumda ba'dî olan varlık, bütün zamanlarda var olsa bile, ma'lûl olması itibariyle zatı bakımından muh-des, dolayısıyla ba'dîdir (bk. en-Necât, s. 543). Kablîlik ve ba'dîlik ayırımı üzerinde geniş olarak duran İslâm düşünürlerinden biri de İbn Rüşd'dür. O Aristo'nun Metafizika'sma yazdığı şerhte "şey"-ler arasındaki kablîlik-ba'dîlik ilişkisini mutlak anlamda, bir şey veya bir yerle ilgileri bakımından zaman, hareket, güç, mevki, bilgi, tanım, şeylerin özellikleri, tabiat ve cevherleri gibi daha başka yönlerden çeşitli tasniflere tâbi tutarak incelemiştir (bk. İbn Rüşd, II, 567 vd.; ayrıca bk. KABLÎ).
BİBLİYOGRAFYA:
İsmail Fennî, Lugatçe-İ Felsefe, İstanbul 1341, s. 48-49; D. Julia. Dictionnaire de la Philo-sophie, Paris 1962, s. 21; İbn Sînâ, en-Hecât, Tahran 1364 hş., s. 542-543; İbn Rüşd, Tefsîru Mâ Ba'de't-tabfa, II, 567 vd.; Cürcânî, Şerhu'l-Meuâkıf, I, 470-472; Ahmed Cevdet, Mi'yâr-ı Sedâd, İstanbul 1293, s. 90-101; İsmail Hakkı İzmirli, MVyârü'l-ulûm, İstanbul 1341, s. 48-49.
m M.NaciBolay
BADİ AHMED EFENDİ
(bk. AHMED BADİ EFENDİ).
BÂDÎS b. HABBÜS
Ebû Menâd el-Muzaffer Bâdîs
b. Habbûs b. Maksin es-Sanhâcî
(ö. 466/1073}
Zîrîler hanedanının Gırnata hükümdarı
(1038-1073).
L J
Babası Habbûs'un 1038 yılında ölümü üzerine Gırnata hükümdarı oldu. Berbe-rîler'le bazı yahudiler kardeşi Bulukkîn'i tahta geçirmek istedilerse de Araplar'la
vezir Samuel b. Nağrfle'nin de (Nağzâle) içinde bulunduğu bir grup yahudi Bâdîs'i tercih etti. Bâdîs tahta geçer geçmez çevredeki diğer mülûkü't-tavâif ile uğraşmak zorunda kaidı. Meriyye hâkimi Züheyr el-Âmirî, Bûnt yakınlarında meydana gelen savaşta Bâdîs karşısında mağlûp oldu ve veziri İbn Abbas ile birlikte öldürüldü (429/1038). Hâkimiyet sahasını genişletmek ve bütün Endülüs'e hâkim olmak isteyen Bâdîs büyük bir orduyla İşbîliye üzerine yürüdü. Şehrin hâkimi Kadı Ebü'l-Kasım İbn Abbâd yapılan savaşta mağlûp oldu ve öldürüldü (1042). Daha sonra İshak b. Muhammed el-Birzâlî, Muhammed b. Nûh ed-Dem-merî, Abdûn b. Hizrûn gibi Berberi reislerini Cezîretülhadrâ hâkimi Muhammed b. Kasım el-Hammûdî'yi halife olarak tanımaları için ikna eden Bâdîs onları da yanına alarak İşbîliye hâkimi Mu'tazıd üzerine yürüdü ve şehri bir müddet muhasara etti (439/1047-48]. Bu hadiselerden sonra Bâdîs'in şöhreti arttı ve çevredeki hükümdarlar ondan çekinmeye başladılar. 449'da (1057) Malaga'ya girerek son Hammûdî Hükümdarı Muhammed el-Müsta'lfyi tahtından uzaklaştırdı, ancak Abbâdî Hükümdarı Mu'tazıd'ın 1067'de Karmüne'yi zaptetmesine engel olamadı.
Veziri Samuel b. Nağrile'nin ölümü (1056) üzerine yerine geçen oğlu Joseph'-in yahudileri Önemli mevkilere getirmesi ve onlara geniş İmkânlar tanıması halkın tepkisine yol açtı. Joseph ise bu tepkileri önemsemediği gibi tasarruflarına karşı çıkan Bâdîs'in kardeşiyle aynı adı taşıyan oğlu Bulukkîn'i öldürtmekten de çekinmedi, hatta daha ileri gidip Bâdîs'e İspanya'da müstakil bir yahudi devleti kurmak istediğini söyledi. Nihayet Me-riyye hâkimi İbn Sumadih ile gizlice haberleşip onu Gırnata'yı ele geçirmeye teşvik etmesi üzerine Sanhâceliler ayaklanıp veziri öldürdüler ve cesedini şehrin kapısına astılar (459/1066-67).
Bâdîs 1073 yılında Gırnata'da öldü ve ülkesi iki torunu arasında taksim edildi. Seyfüddevle Abdullah Gırnata'ya, Temîm de Malaga'ya hâkim oldu.
Çok cesur, mert ve yardım sever bir insandı. İdaresini güçlendirmek uğrunda kan dökmekten çekinmezdi. Abbâdî Hükümdarı Mu'tazıd tarafından öldürülen Berberîler'in intikamını almak için Gırnata'daki bütün Araplar'ı öldürmek istediyse de veziri Samuel buna engel oldu. Ayrıca pek çok imar faaliyetinde bulundu. Kaleleri müstahkem hale getirdi ve muhteşem saraylar yaptırdı.
420
BİBLİYOGRAFYA:
İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, IX, 280, 286, 292; İbn İzSrf. el-Beyânul-muğrib, III, 167, 169-171, 174, 191, 202, 210, 211, 217-219, 230, 248, 262-266, 268-269, 272-274, 293, 316; ZehebT, A'lâmü'n-nübelâ', XVIII, 590-592; İbn Haldun, el-Vber,Vl, 179, 180; Kalkaşendî, ŞiLbhu'l-a'şâ, V, 251, 257; Jbnü'I-Hatîb, el-lhâta, I, 435-443; Makkarî, tfefhu't-tîb, I, 196, 429, 435, 439; II, 659; III, 265, 398, 535, 595; IV, 322; Zambaur, Manuel, s. 54; Dozy, Spanİsh islam, s. 612-620, 624-627, 629, 632-634, 643-644, 649, 695; Chejne. Müslim Spain, s. 65-66; S. M. Ima-müdüîn, Müslim Spain, Leiden 1981, s. 44; Hitti, islâm Tarihi, III, 850; Abdülazîz Merzûk, el-Fünûnü'z-zuhnıfiyyetü'l-İslâmiyye, Beyrut, ts. (Dârü's-Sekâfe), s. 145; David Vasserstein, The Rise and Fail ofthe Party Kings, Princeton 1985, s. 129, 197-198; M. Abdullah İnan, M-hâyetü'l-Endelüs ue lârîhu'l-^Arabi'l-mütenaş-şırîn. Kahire 1408/1987, s. 28; M. Schmitz, "Bâdîs", İA, II, 193; Levi-Provençal, "Zirîler", İA XIII, 576-577; a.mif., "'Abbâdids", El2 (İng.), 1, 6; A. Huici Miranda. "Gharnâta", E\z (İng.), II, 1012-1013. m
Kİ Abdüj.kerim Özaydın
BADİS!
Abdülhak b. İsmâîl b. Ahmed ei-Bâdisî (ö. 722/1322'den sonra)
Faslı mutasavvıf.
L J
Sahabeden Sa'd b. Ubâde'nin soyun-dandır. VII. (XIII.) yüzyılın ortalarında Bâ-dis'te doğdu. Endülüs'ün fethi sırasında önce Gırnata'ya giden, daha sonra Fas'a dönüp Bâdis'te yerleşen bir aileye mensuptur. Vefat tarihi hakkında bilgi yoktur. Ancak 722 (1322) yılında hayatta olduğuna ve Fas'ı ziyaret ettiğine dair kayıtlar vardır.
Bâdisî, meşhur eseri el-Makşadü'ş-şerif'te (s. 126, 131), babası Şeyh İsmail el-Hazrecî ile dedesi Şeyh Ahmed el-Haz-recî'nin biyografilerini anlatırken ailesi hakkında bilgi verir. Kendi ifadesine göre dedesi Ahmed el-Hazrecî şeyh olup amcasından sonra Bâdis'in imam ve hatibi olmuştur. Âbid, sâlih ve fakih bir zat olan babası İsmail el-Hazrecî (ö. 685/ 1286) ise ısrar üzerine kadılık görevini kabul etmek mecburiyetinde kalmış, görev yaptığı sürece adaletten ayrılmamış, hiç kimsenin hediyesini ve ikramını kabul etmemiştir.
Dostları ilə paylaş: |