“Nokta”, bir “Hayâl”dir, İsmi “Allah” olan indinde… “Nokta”nın açılımı olan açı içindeki Kül ve o Kül’ün yansıdığı her bir zerre dahi…
Bütün âlemlerin varlığı(Aslı-Hakikati), hayâldir!
“Hayâl”, Evrenin ışınsal kökenli yapısıdır
Kozmik bilince (“Hiç”e) nisbetle Evren, salt enerjiden ibaret bir “Hayâl”dir(Sanal varlıktır)
Kozmik Bilinç, hayâlinde bir şeyi var ettiği anda hayâl âleminde o şey enerji olarak açığa çıkar
Zâtıyla-sıfatıyla-esmâsıyla bâki olan, Allah’tır…. Gerisi ise “Hayâl-i Has”tır!(“Hayâl”in içine girer)
Ya “Hayâl”in dışı?...
Allah ahlâkıyla ahlâklanmış olanlar, Âlemlerin “Hayâl” çekirdeğinden oluşmuş bir dev “hayâl” olduğunun seyri içindedir
Hayâli Mutlak, sonradan hâsıl olan insana göre “gerçek” hükmündedir
“Hayâli Mutlak” içinde oluşan “Hayâli birimler”in kendi hayâli arz ve semâları vardır
Hayâlin hayâli
Hayâlin hayâlinin hayâli
Bilincimizi örten, kelimelerin hayâlimizde meydana getirdiği imajlardır
İki denizdir “Hayâl” ile “Gerçek”… Aralarında bir berzah vardır ki, asla birleşmezler!
Her an yalnızca hayâlindekilerle berabersin, asla karşındakiyle değil!... Bu, Dünya yaşamında da böyle, ötesinde de!
Hayâl gücü(Musavvire gücü)
Beyin algıladığı mânâya yardımcı olması yönünden hayâl gücüyle belli bir görüntü tahayyül eder
“Hayâl” ve “Sistem”(Din)
Sistem ve düzen içindeki bir boyutu anlatır, “Hayâl”!
“Sistem”in işleyişine dair hayâl yollu müşahede ve keşifler
Herkes kendi benliğinin getirisi olan hayâllerinin sonuçlarını yaşamaktadır ve yaşayacaktır
İnsan, veri tabanındaki verilere dayanarak hayâl kurar… Hayâlindeki dünyasını yaratır!
Melekler, kişinin veri tabanına göre her an hayâller yaşatır
Hayâli değerler ve kavramlarla yarattığımız hayâli dünyamıza kendimizi hapseder ve orada yaşarız
Herkes her şeyi hayâlinde görür ve değerlendirmesini de kendi veri tabanına göre yapar
Hayâlimizde sever, hayâlimizde korkar, hayâlimizde değer ve pâye verir ya da değersiz kılar; yaşayamadıklarımızı hep hayâlimizin derinliklerinde yaşarız…
İnsan ebediyen hayâl içinde yaşayacak!
Ölümötesi yaşamda hayâllerini oranın gerçeklerini gibi yaşayacaksın
“Sukût-u Hayâl”(Yaşamın gerçeği ile karşı karşıya gelmek)
Hayâl, hayatın desteği, sukûtu hayâl ise gerçeğidir… İnsan hayâl ile kozasını örer, sukûtu hayâl ile gerçeği görme şansını elde eder
Veri tabanın yetersizse, gördüğün hayâl de uygun değildir
İnsan niçin yaşamın acı gerçekleriyle karşı karşıya kalacak?
“Hidâyet” (Allah’a ve “Öz”üne yönelme-Kolaylaştırılma-Öz’ündeki Hakikati yaşama özelliğinin açığa çıkması-Basiretle Gerçeği görme ve değerlendirme-Varediliş gayesine göre hedefine ve hayrına erme-Gerçek doğru ile göresel doğru arasındaki farkı görebilmek)
O’ndan gayrı hidâyet eden(“Hâdi”), asla mevcut değildir
“Hidâyet”, her “şey”i “Hayır” olan hedefe, “Lâtif” İsminin sırrıyla yönlendirip o yolda yürümeyi ve hedefine ermeyi kolaylaştırır
Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanmıştır
Kendisine hidâyet verilen, dar düşünü sınırlarını aşıp yeni ufuklara kanat çırpacaktır
İnsanlığın bugün ulaştığı nokta… “Allah hidâyeti”nin(gerçeği görmenin-değerlendirmenin) bir başka ifadesidir
“Tanrı” kavramına inananlar ve hidâyet üzere iken, hataen veya kasten başka bir istikamete yönelme
“Hidâyet”in çeşitleri(Genel ve özel inam)
1-Genel in’am(En geniş kapsamı itibariyle hidâyet-Rahman’ın rahmeti sonucu oluşan inam)
2-Özel in’am(Nebilere-Rasûllere-Velilere-Sâlihlere-Şehidlere yeni yeni açılımlar sağlayan hidâyet)
Hidâyet(Kolaylaştırma) işleminin sistemi
Hâdi olan Allah “Yıldız” adlı nesnelerden yolladığı tesirle(melekle-ışınlarla), bünyemizde Lâtif bir biçimde hidâyetini ulaştırır
Kişi, yıldızların yaydığı kozmik ışınımın beyin devrelerini açması ve Takdiri Hudâ ile hidâyete ulaşır
“Ey kullarım… Hepiniz delâlettesiniz, ancak Benim hidâyet ettiklerim müstesna!”
Namazda okunan “Fâtiha” ile bâtınından(“Öz”ünden) hidâyet ulaşması talep edilir
Hidâyet nurları zayıfladığında akla hâkim olan, duygulardır
İman nuru olmayan kişi ne kadar akıllı olursa olsun hidâyete eremez!
İnsanlar hidâyete vesiledir
Hidâyet ile şefâat arasındaki fark
“Hikmet”
Tek bir Hâkim-i Mutlak’ın her şeyi amacına göre oluşturmaktadır ki, bu da o “şey”in varoluş hikmetidir
Allah’ın tüm fiilleri “Hikmet”tir. Ancak, “Hikmet” ile de kayıtlanmaktan münezzehtir
“Hikmet” Sistemi
Hikmet, Özbenliğinizin vasfıdır
Hikmet, ehli için pırlantadır
Hikmet, müminin yitiğidir
Hikmet sisteminde açığa çıkan Kudret sırrı
“Kul”, Allah’ın hikmetini yerine getirmektedir
“Size içinizden bir Rasûl irsal eyledik ki size hikmeti öğretiyor.”
Her şeyin hikmetine erdikçe, “Sistem”in öyle gerçeklerini fark edeceksiniz ki, artık Evrensel kişiliğe yaklaşacaksınız
Hikmeti göremediğimiz için eksik-noksan-kusurlu görme hâlne düşeriz… Oysa Allah hikmetsiz(sebepsiz) hiçbir şey yaratmamıştır (Bkz. “H / “Halim” İsmi/ Şirkten arınmak, Allah’ı bilmek, önce kişide “Halim” İsminin mânâsının yaşanmasıyla mümkündür)
Hikmetleri tesbit
Doğayı hikmetle değerlendirebilirsin ancak…
Açığa çıkan hikmet, çıkmamışlar yanında bir damladır
Hikmeti sezemiyorsan eğer hemen itiraz etmekten kaçın ve sonunu bekle
“Nefs”e bağladığın fiiller hükümde “Hikmet”tir!
Hikmetin ötesine ulaşmak için…
“Hikmet Âlemi”(“Sebepler âlemi”)
Dünya, hikmet yurdudur
Âhrette hikmet kuralları geçerli değildir
Varlık, tümüyle O’nun varlığından ibaret olmasına rağmen, “Hikmet Âlemi-Sebepler âlemi” biçiminde bir oluşum meydana getirmiştir
“Hilm”
“Himmet”
Himmeti âli kişi
Himmet, Jüpiter ve Şiron’un tesirleriyledir
Himmetini o konu üzerinde topluyorsun ve öylece talep ediyorsun… Ve dileğin oluyor!
Kişiyi hedefine ulaştıran, düşündüğü şeyi başarma konusundaki şüphe götürmeyen azmidir!
Hoşgörü
Hoşgörü, maskenin gülmesi değildir
Hoşgörü ve olgunluk
Hullet mertebesi
Hullet makamı
“Hû” (“O”-Zât’ın Hüviyeti-Öz’deki Teklik boyutu-Evrensel boyutlu “Tek”lik noktası- Her an cüzlerdeki tasarrufu oluşturan-Oluşumun kaynağı-Varlığın Özündeki boıyutsal ötelik)
Hû, “Allah” ismiyle işaret edilen Mutlak Zât’ın Hüviyetine işaret eder
Her türlü beşeri anlayış ve kapsamsal kavramın ötesinde…
Sayısız “Nokta”ların Hâlık’ı olup, “Nokta”lar indinde “Nükte” olan Hû!
“Hû”nun İlminde açığa çıkardığı özelliklerinin varlığıyla var kılınmış şuurlu çekirdek(“Hakikat-i Muhammediye”)
“Hû”nun varlığıyla var kıldığı şuurlu çekirdeğin İlim mertebesindeki ilmî açılımı
Hz. Muhammed Mustafa bize, “Allah” İsmiyle “O=Hû” varlığı tanıtmıştır
Sonsuzdaki bir “Nokta” olarak yaratılmış Mutlak Evrene “Hû” İsmiyle işaret ediyoruz…Ki bu Zât, “Allah” İsmiyle işaret edilen indinde yalnızca “İlmî Sûret”tir
O’nun yaratışının sonu yoktur!
“Hû”, her an yeni bir şandadır! (Her an yeni bir zâhir oluştadır!)
“O”, algılama kapasitesine göre zâhir!
Kesret âlemi, “O”nun efal mertebesindeki görüntüsüdür. Mevcudat yoktur, “O” vardır
Her birimin ve zerrenin “Hakikati”, Özündeki Rabbi, Meliki, İlâhı,”O”!
Cüzlerde tasarrufu oluşturan “Hû”dur!
Aslı, “Hû”… Nesli de “Hû”… Ancak, varlığın Özünde işlemekte olan bir “Sistem”i fark etmemiz gerek… “Din” bunun için bildiriliyor (Bkz/ H / “Hû”)
“Hû” hüviyeti hakikati, insanın derûnundan gelen bir şekilde “Yok”luğunu fark ettiğinde açığa çıkar
Neyi seversen sev, gerçekte yalnızca “Hû”yu sevmektesin!
Her şey tek bir beynin kontrolündeyken kınamak niye?
“Hurafe”
“Hulûl” (başka bir varlığın içine girme)
“Huşû”
Huşû, Allah indinde Hiçliğini fark etmektir
“Huşû” olmazsa, Mi’râc olmaz
Huşû, erişilen bir idrâkın sonucudur
Huşû, “Daimi Namaz” ile sonuçlanır (Bkz. H / “Hâşian” / Allah indinde herşeyin “HİÇ”ten gelip “HİÇ”e gittiğini bütün hücrelerinde yaşarsan, sen “Hâşian”dan olursun.)
“Huy”(Karakter-Mizaç)
Huy, çeşitli İlâhi İsimlerin mânâlarının değişik terkiplerle ortaya çıkışıdır
Huy(Karakter) değişebilir mi?
Değişmeyen Huy
Huzur
Ebedi huzuru müjdeliyor sana arınmış kişi… Mustafa!
Huzuru bulduğun yer, “Cennet”tir!
Huzura ermek, Allah’ın yarattığı “Sistem ve Düzen”i idrâk etmekle mümkündür
“Huzura eren bilinç”(Sonsuzluğun ve sınırsızlığın ilmiyle tatmine eren bilinç)
Hüddam İlmi
“Hüküm”(Bkz. E / “Emr”)
“Hüsran”
Hüsranın hammaddesi
Hüsran ehli
Ötede bir Tanrı olmadığını fark edenler hüsrana uğradı!
“Hüviyet”
“Allah” İsmiyle işaret edilen “Zât”ın hüviyeti
Bir şeyin hüviyeti, o şeyin “Zâtı”dır!
“Allah’ın hüviyetinin kulu”
“Allah” adıyla işaret edilenin “Hüviyeti”nin “Abd” ve “Rasûlü”
Hıristiyanlık
HAC
HACCA GİTMENİN TABAN YAŞI
(Soru: Hacca gitmenin taban yaşı nedir?.)
Taban yaşı, farziyet itibariyle bulûğa ermiş olmak!. Tabii ki, ondan evvel giderse hiçbir mahzuru yok!. Ama, bulûğa erdikten sonra sorumluluk başlar!. Eğer gitmemişse kişi, o sene içinde giderse geçmiş günahlarından sıfırlanacak!. Daha sonra ne kadar yaşayacağın belli mi?..
“HAC’CI FARZ KILAN,
AZIK VE BİNEKTİR”
İbn Ömer radıyallahu anh'dan rivayet edilmiştir:
Bir adam Rasûlullah'a gelerek sordu:
- Haccı farz kılan nedir Yâ Rasûlullah?..
Rasûlü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem cevap verdi:
- Azık ve binektir!. (Tırmızî)
(Yâni hac yolculuğunu yapacağın bineğin ve yolculukta yiyeceği kadar azığın).
TÜM İNSANLARIN BEYİNLERİ,
HAREM-İ ŞERİF’TEKİ POZİTİF
ENERJİDEN ETKİLENİP
GÜÇLÜ BİR FAALİYET İÇİNE GİRER
Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da “ El İbrîz” isimli eserinde değinmiş ve Kâbe'den göğe yükselmekte olan bir “nur” sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!.
Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf'teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.
Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasûlullah salla'llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Kâbe'de kılınan iki rek'ât namaz, dünyanın başka mescîdlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevablıdır!.
Zira Kâ’be çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat bekat güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.
KÂBE’DE YAPILACAK
EN DEĞERLİ İBADET,
TAVAFTIR!
Oraya giden kişinin bir kere yapması gereken en önemli ve en çok şey tavaftır!.
(Soru: Ramazan’da bir TV kanalında gösterdi. Orda tepeler, evlerin olduğu yerler, hep namaz kılanlarla dolu, ne kadar kalabalık!. Çok az bir grup da tavaf ediyordu?. )
İşte o kadar insan içinde uyanık olanlar, tavaf edenler! Geri kalanı hani Yunus’un söylediği; “sürüden saydılar beni”… Çünkü Allah Rasûlü diyor ki;
“Kâbe’de yapılan en değerli ibadet tavaftır.”
Tavaf yapacak gücün bittiyse, kalmadıysa, o zaman namaz kıl!.
KÂBE’NİN FEYZİNİ ALABİLMEK İÇİN
RADYASYONUN EN GÜÇLÜ OLDUĞU
ALANDA TAVAF YAPMAK GEREKİR
Daha önemlisi, adam; “ben Kâbe’ye gittim.” diyor, dışarıda Ebu Cehil’in evinin olduğu yerde namaz kılıyor!.
Esas olan, Kâbe’nin çevresidir!.
Televizyonda gördüğünüz gibi, teravih namazı kılınırken, tavaf edenler var. İşte o kadarlık bir alan!. Ondan sonra zaten evler başlıyor. Yani, Kâbe’nin kapalı alanı, dış mahalle. Bir de, dış mahallenin dışları var!.
Oralarda namaz kılanlar, Kâbe’nin feyzini alamıyor!.
Kâbe’nin feyzini alabilmek için, teravih namaz kılanların boş bıraktığı takriben 30-40 m. yarı çapındaki alan önemli!. Esas radyasyonun güçlü olduğu alan orası.
Eğer onların, bu işten biraz anlayan yanları olsaydı, Kâbe’yi o kadar büyütmek yerine; o alanda Kâbe’yi yükseltip onun etrafını beş kat, altı kat yükseltip, tavaf alanı yapar, döne döne Kâbe’nin etrafında üç tur çıkar, üç tur iner çıkar giderdi. Orda yapılması gereken hesap budur.
Ama millet, Kâbe’yi taş duvar biliyor. Eh!. “Biz de gittik orda, döndük” diyor!. Böylece bir hikâye sürüp gidiyor.
Dolayısıyla, Kâbe’ye en yakın olan o alanda tavaf yapılmasında yarar var!. Yapabiliyorsan yap!.
Yok, yapamazsan o alan içinde tavafını, git bir tarafta namaz kıl!.
Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır. Onun dışı Rasûlullah aleyhisselâmın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı… Bugün ise Ebu Cehil’in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâbe‘de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz…
Gene bizim tesbitlerimize göre, Kâ’be çevresinin dışa yani çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için de Kâ’be’nin duvarları yükseltilebilirdi!.
“Beytullah”taki bu “nûraniyet”ten istifade için, tavafların özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe yönünden çok önemlidir; bize göre!.
KÂBE’Yİ İLK GÖRÜŞTE YAPILAN DUA
KABUL OLUR!
Bir şey bir kere müşahede edilir!. Müşahede ettiğin anda da onu etmişindir!.
Pencereden dışarıya bir ilk bakışın vardır, ondan sonra bakışın vardır, ondan sonraki bakışların, o bakışın devamıdır, tafsilidir!. Bir kere “Lâ ilâhe illâllah” sözünü söyleyebilirsin; ondan sonrakiler o sözün devamının gelmesinden başka bir şey değildir...
Diyelim ki Kâbe’yi ilk defa görüyorsun; ne diyor Hz.Muhammed aleyhisselâm;
“Kâbe’yi ilk görüşte dua edin, o duanız kabul olur”
diyor! ”Ne zaman görürsen gör” veya “devamlı bakarken” demiyor!. ”İlk görüş” diyor!.
Peki ilk görüş görüş de sonrakiler görüş değil mi?... Onlar da görüş!. Ama ilk görüştür esas!. Bir defa gördüğün zaman, onu görmüşsündür!.
Görmenin ikinci defası olmaz!. Bir şey bir kere görülür... Ondan sonrakiler o şeyin devamıdır… Devam edegitmesidir!.
HACDA VE UMREDE
DUALARINIZA DİKKAT EDİN!
Hacca gidecek herkese haber verin!. Umreye gideceklere de haber verin!. Gidenler belki gittiler, gidecekler de vardır.
Geçen defaki hacdan gelişlerinde söylemiştim bazı arkadaşlara…
Bir çok insan, Umreden, Hacdan geldikten sonra başlarına gelmedik belâ kalmıyor.
“Yahu bir mübârek yere gittik geldik, nereden geldi bu iş, bu belâ başımıza?.” diyorlar.
Halbuki, bunu diyenlerin hepsi de, orada bu belâyı kendileri istediler, talep ettiler. Dualarının kabul olması ile de o belâlar başlarına geliyor.
Niye?.
Çünkü, oraya gidenlerin hepsi de, Allah’tan büyük mertebeler istiyorlar. Allah’a yakîn elde etmek istiyorlar. Evliya, enbiya ile beraber olmak istiyorlar… Bunun pahası da, o belâlara katlanmak, sabretmektir!.
Yüksek mertebeler sadece ibadetle, zikirle elde edilmez!. Onun pahası belâlara katlanmaktır.
Rasûlullah’ın bir açıklaması vardır. Buyuruyor ki:
Belânın büyüğü rasûllere, sonra nebilere, sonra mertebesine göre evliyaullah’a ve en azı da mü’minlere” diyor.
“Belâ” demek; kişinin tasfiye aracı demek!. İnsanın arınması, saflaşması!.
Altın nasıl ateşe atılır, saflaşır, üstündeki katkılar yanar yok olur, sonuçta nasıl saf altın kalırsa; insan da belâlarla yontulur, saflaşır, arınır.
Dolayısıyla, oraya gittiğiniz zaman, eğer yüksek mertebelere tâlip olup, bu yolda dua ediyorsanız; bilin ki, bir takım çileler, sıkıntılar sizi bekliyor. Çünkü bunlar, arınma çalışmalarıdır.
Kitabımızın birinde diyoruz ki;
“Cehennem insanlara Allah’ın rahmetidir!”.
Niye?.
Çünkü o yanma dediğin olaylarla sen arınıyorsun, saflaşıyorsun!. Eğer o arınma saflaşma ortamı olmasaydı, zaten cennete giremeyecektin. Senin için bir arınma ortamıdır Cehennem!.