Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə73/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   83

«70


BİLİNMEYEN OSMANLI

289. Cumhuriyet'in Osmanlı'dan devraldığı sınai mirasdan söz edilebilir mi?

Cumhuriyet'in devraldığı sınai mirasa gelince, öncelikle Osmanlı sınaî tecrübesi Cumhuriyet yönetimince kesintiye uğratılmadan devralınarak devamlılığın sağlanmış olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü bir çok Osmanlı fabrikası ve bunların makineleri ve memurları Türkiye Cumhuriyeti'nce miras alınarak öncülük ve tecrübenin çekirdeğini oluşturmuştur. Burada yine belirtilmesi gereken bir husus bir çok tarihçi tarafından Osmanlı için gerileme ve çöküş olarak görülen 19. yüzyıl, aslında ekonomik ve sosyai açıdan modern Türkiye'nin görüntüsünü oluşturacak büyük değişimin şekillenmeyi başladığı bir dönemin vizyonunu sergilemektedir. Clark'ın ifadesiyle Cumhuriyet Türki ye'si'nde uygulanan devletçiliğin önemli yönleri, kaynağını 1840'ların sanayileşme ça balarında bulmaktadır.

Cumhuriyet'in devraldığı sanayi müesseselerinin durumunu 1921 yılında Ankara hükümetinin yaptığı sanayi sayımlarından izlemek mümkündür. Ancak bu sayım o zaman millî hudutlar dahilinde bulunmayan İstanbul, İzmir, Adana, Bursa gibi sanayi kuruluşlarının yoğun olarak yer aldığı şehirleri kapsamamaktadır. İktisat Vekaleti, vilayetlere gönderdiği bir tamimle sınai işletmelerin adedi, bunların çalıştırdıkları işçilerin sayısı ve istihsal miktarları hakkında bilgi istemiştir.

Sayım küçük müesseseleri de kapsayan bir tür iş yeri sayımıydı. Sayıma göre mensucat sanayiinde 20057, deri sanayiinde 5347, maden sanayiinde 3273, ağaç sanayiinde 2067, gıda sanayiinde 1273, toprak sanayiinde 704, kimya sanayiinde 337 olmak üzere toplam 33058 müessese bulunmaktadır. Bu müesseselerde toplam 76216 işçi istihdam edilmektedir. En fazla işçi mensucat sanayiinde olup sanayii sektöründe toplam istihdamın % 46.34'ünü karşılamaktadır. Müessese başına işçi sayısı 2-5 arasında değişmektedir. Kimya sanayiinde toplam 337 müessese bulunmaktadır. Bunun 131'i yağ, 80'i sabun ve 126'sı kimya sanayiinin alt kollan içinde bulunan diğer sanayilerdir. Toplam 802 kişi kimya sanayiinde çalışmakta, bunun 341'i yağ, 220'si sabun, 241'i diğerlerinde çalışmaktadır. Sayım sonuçlarının işyeri başına ortalama olarak 2-5 arasında çalışan insan göstermesi, sayımın kapsadığı alanlarda kendi başına veya aile emeğinin yardımıyla çalışan küçük üreticilerin dışında ücret-emek ilişkisine dayanan sanayi üretiminin yok denecek kadar cılız olduğunu gösterir. Halbuki 1913-1915 sayımında kuruluş başına ortalama işçi sayısı 53 idi. Bu çerçevede 1913-15 sayımının kapsadığı kuruluşlara göre Anadolu sanayiinin karşılaştırılamayacak kadar küçük ölçekli

Sanayi Devrimi", çev. Yavuz Cezar, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı (82, 83, 84), sh. 17; Kara, "Osmanlı Devleti'-nin Sanayileşme Çabaları", sh. 183; Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 223; Pamuk, Şevket, "150. Yılında Balta Limanı Anlaşması", Tarih ve Toplum, Aralık 1988, sayı 60, sh. 38-41; Pamuk, Şeket, "Osmanlı Ekonomisinin Dünya Kapitalizmine Açılışı", TCTA, c. 3, sh. 718-720; Sahlllloğlu, Halil, "XVIII. Yüzyıl Ortalarında Sanayii Bölgelerimiz ve Ticarî İmkanları", sh. 62, 64; Pullukçuoğlu, "19. Yüzyıl Osmanlı Sanayii'ne Bir Örnek, İslimlye Çuha Fabrikası", sh. 20; Sarç, "Tanzimat ve Sanayiimiz", sh. 423-434; Koloğlu, Orhon, "1838 Osmanlı-İngiliz Ticâret Anlaşması ve Mısır Tehdidi", Tarih ve Toplum, Aralık 1988, sayı 60, sh. 26-37; Okyar, Osman, "Tanzîmât Ekonomisi Hakkındaki Karamsarlık Üzerine", Tanzimâtın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara: 31 Ekim-3 Kasım 1989, Ankara 1994, sh. 251; Toprak, Zafer, "Osmanlı Devleti ve Sanayileşme Sorunu", c. 5, sh. 1340-1343; Önsoy, Rıfat, Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı Uluslararası Sergiler ve Sergi-i Umum!-! Osmani (1863 İstanbul Sergisi), Belle-ten, c. XLVII, sayı 185(1983), sh. 195-236..... .,, , ,_,..-.... .,,-,,,,«.,,..,,,..„..„,.. .-..,,............

BİLİNMEYEN OSMANLI

471


olduğu söylenebilir.

Diğer taraftan imalattaki küçük üreticiliğin yarısı da dokuma ve halı tezgahları ile terzi dükkanları ile ilişkiliydi. 1913 sayımı sadece 1300 makine tezgahı gösterirken 1921 sayımının 16000 el dokuma tezgahını göstermesi dokuma sanayiinde çalışan küçük üreticiliğin 19. yüzyılda uğradığı yıkıma karşın önemini bir ölçüde koruduğu anlaşılmaktadır282.

290. Osmanlı Devletinde tüketicinin korunmasına ilişkin düzenlemeler nelerdir?

Yönettiklerinden şahsen sorumlu oldukları ve tebaanın kendilerine Allah'ın bir e-maneti olarak verildiği telakkisi içerisinde olan Osmanlı sultanları, halkın "terfih-i ahvalleri" yani refah seviyelerinin yükseltilmesi ve korunması hususunda özen göstermişlerdir. Bu sebeple tüketicinin korunması hususunda Osmanlı Devleti'nde en üst makamdan en alt makamlara kadar hassasiyetle durulduğu görülmektedir.

Osmanlı Devleti'nde tüketiciyi korumaya yönelik olarak muhtelif mekanizmalar işletilmiş, kurum ve kuruluşlar oluşturulmuş ve pek çok tedbir alınmıştır. Tüketicinin korunmasında geleneksel müesseselerden biri olan ihtisâb müessesesi Osmanlı Devleti'nde aynen yürürlükte tutulmuştur. Bu müessesenin başında bulunan muhtesibin önemli görevlerinden biri tüketiciyi korumak idi.

Osmanlı Devleti'nde tüketicinin korunması hususunda ne tür tedbirler alınıyordu, hangi mekanizmalar işletiliyordu? Bunları görelim;

Öncelikle kalite kontrolü yapılmak suretiyle kalitenin yüksek tutulmasına çalışılıyordu. Kalite kontrolünden, bir üretim sistemi içerisinde kalitenin önceden belirlenen hedeflere uygun olarak gerçekleştirilmesi ve buna yönelik faaliyetlere ilişkin yetki ve sorumluluğun dağıtılarak bu hedefler doğrultusunda yapılan işler anlaşılmaktadır.

Osmanlı Devleti'nde üreticilerin kaliteli ürün üretmelerini sağlamak ve dolayısıyla kalite kontrol mekanizmasını işletebilmek amacıyla başvurulan tedbirlerden biri hammadde kontrolü idi. Kullanıma uygun hammadde ile üretim yapılması, dolayısıyla üretilen malın kalitesinin korunması için alınan tedbirler erken dönemlere kadar inmektedir. Osmanlı ihtisâb kanunnâmelerinde ve taşra kadılarına yazılan emirlerde i-malatta kullanılan hammaddelerin kalitelerine dikkat edilmesi gerektiği daima vurgulanmıştır. İmalat aşamasında sabuna katılacak suyun niteliği üzerinde bile hassasiyetle durulduğu görülmektedir. Üretimde kullanılacak suyun temiz su olması ve ölçüsü oranında suyun katılması istenmektedir.

Halkın zarardan korunmasını önlemek amacıyla herhangi bir malın üretiminde u-yulacak esaslar belirlenerek kalb mamul üretilmesinin önü alınıyordu. Bu hükümetin bir vazifesi olarak telakki ediliyor ve mümkün olduğunca mamulün "hüsn-i istPmali" isteniyordu. İmalatta uyulacak esaslara ilişkin 1502 tarihli Edirne İhtisâb Kanunnâmesi'nde

282 Eldem, Vedat, Harp ve Müterake Yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomisi, Ankara 1994, sh. 172-174; Tezel, Yahya S. Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, 3. Baskı, İstanbul 1994, sh. 104, 105; Makal, Ahmed, Osmanlı İmparatorluğu'nda Çalışma İlişkileri: 1850-1920, Ankara 1997, sh, 148-150; Tökln, İsmail Hüsrev, İktisadi ve İçtimai Türkiye, Ankara 1946, c. 3, sh. 23-24; Ciark, Edward C, "Osmanlı Sanayi Devrimi", sh. 24; Pullukçuoğlu, "19. Yüzyıl Osmanlı sanayii'ne bir örnek, İslimiye çuha fabrikası", sh. 24.

472

BİLİNMEYEN OSMANLI



ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. İmalat aşamasında suiistimal yapan üreticiler için zecri tedbirler alınıyor ve kanuni yaptırımlara gidiliyordu. Mamulün çaşnisi tutuluyor, yani bir malın üretim süreci dikkate alınıyor, hileli üretim görüldüğünde yasaklanıyordu.

Kalitenin korunmasına yönelik düzenlemelerden biri de numune imalattır. Kalitenin eski düzeyinde tutulması amacıyla da güvenilir esnaftan bir kaç kişi tayin edilerek numune imalat yapılıyor ve imalatçıların bundan sonra bu numuneye uymaları tenbih ediliyordu.

İthal malların gerek kalitesi gerekse sağlığa zararlı olup olmadığı açısından kontrolü yapılıyordu. Muayene-i sıhhiyeye tâbi olan eşya hakkındaki nizâmnâme neşredilerek özellikle yurt içine giren malın sağlığa zararlı olup olmadığı denetleniyordu.

Kalitenin kontrolü ile alakalı bazı kanun maddelerini burada zikretmek istiyoruz.

— Etmekçiler, standart olarak alınan ekmeği narh üzere pâk işleyeler, eksik ve çiğ olmaya. Etmek i-çinde kara bulunursa ve çiğ olursa, tabanına let uralar; eksük olursa tahta külah uralar veyahud para cezası alalar. Ve her etmekçinin elinde iki aylık, en az bir aylık un buluna. Tâ ki, aniden bazara un gelmeyüb Müslümanlara darlık göstermeyeler. Eğer muhalefet edecek olurlarsa, cezalandmla.

— Eyle olıcak ekmek gayet eyü ve an olmak gerekdir

— Aşçılar ve başçılar ve büryancılar ve börekçiler, bütün ta'âm bişürüb satanlar, eyü ve pâk bişüreler ve kabların pâk suyla yuyalar ve pâk bez ile şileler ve bir kerre çanak ve tabak yudukları suyla tekrar bir çanak ve bir tabak dahi yumayalar. Ve kazanların kalaysız dutmayalar ve kepçelerini dahi kalaysız dutmayalar, vaktiyle kalayladalar.

Tüketicinin korunmasında en önemli mekanizma narh uygulaması idi. Narh uygulaması ile hem kalitenin hem de fiyatların kontrolü sağlanıyordu. Fiyatlarda ve kalitede belirlenen düzeyin dışına çıkarak tüketiciyi aldatan imalatçılar imalattan el çektiriliyor ve özellikle İstanbul'da imalatta bulunmaları yasaklanıyordu. Çeşitli üretim bölgelerinden İstanbul'a gelen mamuller esnaf ve küfeciler tarafından halka "narh-ı mu*ayyen"den yani cari fiyattan bir akçe bile fazlaya satmaları yasaklanıyordu. Bu yasağa uymayanlara cezai müeyyide uygulanıyordu.

— "Taşradan gelen hububat ve bal ve yağ ve şâir me'kûlât kısmında ne gelürse, muhtesib (belediye başkanı), mahkeme kararıyla kemâ-yenbeğî teftiş eyleye. Tâ ki, yalan yere şire deyüb ziyâde narh istemeyeler ve getürdüği yere göre harcı hesâb olunub tamam oldukdan sonra om on birden nihayet on beşe varınca muhtesib (belediye başkanı) mahkeme kararıyla narh vere."

— Bakkallar ve attârlar ve bezzazlar ve takyeciler, onun on bire satalar, ziyâdeye satmayalar. Ziyâdeye satarlarsa, muhtesib (belediye başkanı) dutub te'dîb ede. Amma bu bâbda ve gayride mahkeme kararı bile ola.

Tüketicinin korunmasına yönelik olarak alınan tedbirlerden ölçülerin kontrolü ö-nemli bir tedbir idi. Ölçü ve tartıların damgalattırılması isteniyordu. Ölçü ve tartıda hile yapan esnaf şiddetle cezalandırılıyordu. 1769 tarihinde kömürcülük yapan iki yeniçeri narh fiyatlarının üstünde satış yapmakla kalmayıp, tartılarının da noksan olduğu tesbit edilince diğerlerine ibret olması için Bozcaada'ya "nefy ü iclâ ve habs" edilmişti. Yine 1767 tarihinde fırıncılık yapan dört yeniçeri ekmeğin gramajını eksik tuttuklarından dolayı Seddü'l- bahr kalasında hapis ve kalebendlik cezasına çarptırılmışlardı. Urla sabuncularına ilişkin olarak İzmir kadısına gönderilen bir emirde Urla sabuncularının kantarlarının noksan tarttığı belirtilerek kadının dikkati çekiliyor. Kadı'dan hem sabunun kalitesine hem de sabuncuların kantarlarının doğru tartması yönünde sabun imalatçılarının uyarılması isteniyordu.

— "Ve mahkeme kararıyla yiyecek ve içecek ve giyecek ve hububat ki; çarşıda ve pazarda vardır, gözedilüb her meslek sahibi teftiş oluna. Eğerterâzûda ve kilede ve arşunda eksük bulunursa, muhtesib (belediye başkanı) haklarından gele.

— Ve kile ve arşun ve dirhem gözlenile; eksüği bulunanın hakkından geleler.

BİLİNMEYEN OSMANLI

473

— Un kapanında olan kapan taşlarını, mahkeme kararıyla muhtesib (belediye başkanı) dâim görüb gözede. Tâ ki, hile ve telbîs olub un alan ve satan kimesnelere zarar ve ziyan olmaya."



Tüketicinin cari narh fiyatıyla ürün almasını sağlamak amacıyla alınan önlemlerden biri de tevzii yapılan ürünün satışının belli kaidelere bağlanması idi. Mesela İstanbul'a gönderilen mallar kethüda ve pazarbaşı ve bölükbaşı marifetiyle kefilleri alınmış esnafa tevzii ediliyor ve bedelleri tahsil edilerek sahiplerine teslim olunuyordu.

Esnafın suiistimallerini önlemek amacıyla esnaf birbirine kefil yapılıyordu. Böylece esnafın kendilerini iflasa çıkararak ödemede güçlük çıkarmaları önleniyordu. Esnafın birbirine kefaleti ile tüccarların zarar ve ziyana uğramalarından dolayı İstanbul'a mal getirmekten kaçınmaları önlenmiş oluyordu. Yeterli malın gelmesi ise nihai noktada tüketiciyi ilgilendiriyordu. Yine çarşı ve pazarda satış yapan küfeciler de aynı şekilde kefile bağlanmış idi.

Tüketiciyi korumaya yönelik dolaylı tedbirlerden biri de İstanbul ihtiyacının sağlıklı bir şekilde karşılanmasıdır. 1815 tarihli bir hatt-ı hümâyûnda konu üzerinde durularak, İstanbul halkının ihtiyaç duydukları emtianın temin edilmesi için gereken bütün tedbirlerin alınması ve bu konuda bir eksikliğe meydan verilmemesi isteniyordu. Dolayısıyla muhtelif zamanlarda üretim yapılan bölgelere emir ve fermanlar gönderiliyor, resmi ve gayr-ı resmi kişilerin bu konuda dikkatli olmaları, her hangi bir suiistimale girişilmemesi isteniyordu. Ancak bütün bu ikazlara rağmen resmi görevlilerin zaman zaman suiistimalleri merkeze ulaşıyordu. Mesela 1818 tarihli bir belgede bu tarihte Ayvalık'da imal edilen sabunların tamamı İstanbul için tahsis edilmiş iken, Ayvalık gümrükçüsü Şerif Ağa'nın nizâma mugayir olarak Beratlı tüccarlara sabun satışı yaptığı tesbit edilir. Ayvalık gümrükçüsü bu suiistimalinin bedelini Magosa kalesine sürgün edilmekle ödemiştir.

Ulaşım güvenliğinin sağlanması tüketicilerin talep ettiği emtiayı piyasadan makul fiyat ve şartlar içerisinde bulmaları açısından önem arz etmektedir. Bu tür bir önemli gerekçenin de etkisiyle devlet taşradan İstanbul'a mal getiren tüccarın mal ve can emniyetinin sağlanmasına çalışmıştır283.

291. Osmanlı Devleti'nde dış ticâret politikasının esasları nelerdir?

Osmanlı devleti çağdaşı bulunan batı ülkelerinin izlediği politikalardan farklı bir dış ticâret politikası izliyordu. Batı ülkelerinde 18. yüzyılın sonlarına kadar mümkün olduğunca en fazla ihracat ve mümkün olduğunca en az ithalat ilkesi geçerli idi. Osmanlı dış ticâret politikası ise ithalatı kısma yerine serbest bırakıyordu. Kapitülasyonların daima

283 BA, A.MKT.UM, nr. 164/78; Ayniyat Defteri, nr. 964/55; İrade Rüsumat, 6 Şevval 1317; Kepeci, nr. 70, sh. 351; Maliyeden Müdevver, nr. 9975, sh. 169, 171, 259; nr. 12370, sh. 160-161; Mühimme Defteri nr. 5, sh. 542/ 1485; nr. 6, sh. 84, 154; nr. 12, sh. 220, hüküm nr. 460; nr. 15, hüküm nr. 2105; nr. 23, sh. 25; nr. 26, sh. 14; nr. 71, sh. 148, hüküm nr. 296; Mühimme Defteri, nr. 79, sh. 160, hüküm nr. 397; sh. 299, hüküm nr. 595; Tevziat Defteri, nr. 30, sh. 19; nr. 32, sh. 3, 16; Cevdet Belediye, nr. 23, 64, 531, 7598/19; Cevdet İktisat, nr. 1233, 4195; Cevdet Maliye, nr. 20841; Hatt-ı Hümâyûn, nr. 17541, 24003-D, 27844; Şûrâ-yı Devlet, nr. 2759/5; İstanbul Ahkâm Defterleri, nr. 5, sh. 5, hk. ll'den aktaran Tabakoğlu ve diğerleri; İstanbul Ticâret Tarihi 1, sh. 132-133; İstanbul Müftülüğü Şer'iye Sicilleri, İstanbul Kadılığı, nr. 24, sh. 25-B; nr. 94, sh. 76A; nr. 135, sh. 51B; nr. 201, sh. 78, 182-183; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, sh. 590, 594; c. 3, sh. 394. Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 209; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 2, sh. 685; c. 3, 2. Kısım, sh.579-580; İnalcık, Halil, "Fâtih Sultân Mehmed'in fermanları", Belleten, sayı 44, sh. 700; Arslan, Hüseyin, İslâmda Tüketici Hakları, İstanbul 1994, sh. 92-96; Tan, Serdar, Nurettin Peşkircioğlu, Kalitesizliğin Maliyeti, Ankara 1989, sh. 7-15.

474


BİLİNMEYEN OSMANLI

yürürlükte kalmasının sebeblerinden biri de bu farklı ithalat politikasında aranmalıdır. Zira, devlet, halkın ihtiyaç duyduğu ve stratejik önemi olan malların ithaline müsaade ediyor, hatta özen gösteriyor, ihracatı ise kısıtlıyordu. Bu açıdan Osmanlı dış ticâret politikası anti-merkantilist izler taşımaktadır.

Her iki dünyanın dış ticârete farklı yaklaşımlarının arkasında yatan gerekçeler de farklı idi. Batı ülkeleri dış ticâreti ulusal geliri artırmanın ve işsizliği önlemenin bir aracı olarak görüyordu. Osmanlı Devleti'nde ise ithal müsaadesinin arkasında sarayın, ordu nun ve donanmanın, kentlerin ve loncaların hammadde ihtiyaçlarının temin edilmesi gibi kaygılar yer almaktaydı. Bu nedenle Osmanlı yönetimi dış ticâreti, darlıkları ve kıtlıkları önlemenin, sarayın, ordunun ve kentli tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılamanın bir aracı olarak görüyor, bu sebeple ithalatı her zaman destekliyor, ihracatı ise gerektiğinde ve ortaya darlıklar çıktığında sınırlıyordu. Diğer taraftan yabancı tüccarlar ve yabancı deniz filoları hem mal getirdikleri, hem de devlete gümrük vergisi geliri sağladıkları için teşvik ediliyordu.

Osmanlı Devleti'nde dış ticâret politikaları arasında önemli bir politika ihracat yasakları idi. Zaruri bir kısım ihtiyaç maddeleri ile stratejik önemi olan emtianın ihraç edilmesi yasak idi. Bu nedenle limanlardaki yabancı gemiler Muhtesib kontrol etmeden iskeleden ayrılamazlar idi. Tüccar gemilerinin boğazlarda kala dizdarı veya hassa hare emini tarafından kontrol edildikten sonra yoklandığına dair ellerine tezkere verilerek giriş ve çıkışlarına izin verilirdi.

İhraç yasakları üretimin yetersiz oluşundan, iç alım-satım-üretim dengesinin bozulması kaygısından ve stratejik nedenlerden kaynaklanıyor idi. Ayrıca İstanbul halkının ve sarayın ihtiyaçlarının karşılanması yasak kararlarının alınmasında etkili oluyordu. İhracı yasak olan mallar kapsamı oldukça geniş idi.

Devletin ihracata izin vermediği zaman yasağa uymayanlar hakkında şiddetli i-kazlar yapılıyordu. İzinsiz olarak emtia ihraç eden kişiler tutuklanıyor, cezaya çarptırılıyordu. Fakat yasağa her zaman uyulmuyordu. Üretimin bol olduğu zaman ihracına izin verilebiliyor veya kaçak yollar ile gümrük duvarları aşılabiliyordu. Siyasi ilişkiler de bu yasağın alanını daraltıp genişletilmesinde etkili oluyordu. Bu konuda Girit güzel bir örnek oluşturmaktadır. XVIII. asrın ilk yarısında Rusya'dan Batı Akdeniz'e kadar geniş bir bölgeye sabun ihraç eden Girit'te asrın başlarında bir kaç sabunhane bulunuyordu. 1720'lerden itibaren 10-20 yıl içinde sabunhane sayısı on mislinden fazla artmış ve zeytinyağı ihracatı azalırken sabun üretimi ve ihracatı artmaya başlamıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısına gelince iktisadi daralma ve gerilemeye paralel olarak 1780'lerden itibaren sabun imalatı öylesine gerilemiş ki Girit'te imal edilen sabun İstanbul'un bile ihtiyacını karşılayamaz olmuş ve bu yüzden sabun ile birlikte sabunun ana hammaddesi zeytinyağına da ihraç yasağı konmuştur.

Yasak politikası yerini 19. yüzyılda serbest ticâret politikalarına bırakmıştır. 1838 ticâret anlaşmasından önce bu serbestlik hayata geçirilmiştir. İhracatın serbesti politikalara tabi tutulmasında elde edilecek vergi gelirlerinin rolü bulunuyordu.

Osmanlı dış ticâretinde genel bir kaide halini alan serbest ithalat politikası ise en geniş anlamıyla İttihat ve Terakki'nin korumacı politikalarının uygulanmasına kadar devam etmiştir. Hatta bu serbestlik sınırı o kadar geniş tutulmuştur ki kalitesi düşük mamullerin bile ithalatına mani olunmamış, mani olmayı izlenen serbestiyet ilkesine

BİLİNMEYEN OSMANLI

475


aykırı bulmuşlardır. Aşağıda vereceğimiz örnekler bu konuda aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır.

25 Cemaziyelahir 1311/ 3 Ocak 1894 tarihli belgede Avrupa'da imal edilip de Osmanlı ülkesine ithal edilmek istenen sabunların bir kısmında fiyatları aşağı çekmek amacıyla sağlığa zararı olmayan bazı katkı maddeleri katıldığı anlaşılmış olmakla birlikte bu tür sabunların meninin serbest ticâret politikası açısından doğru olamayacağı, ülke içerisinde aynı evsafta üretimi yapılan sabunlara da bu ithal sabunlarda uygulanan prensibin uygulanmasının gerektiği belirtilmiştir.

6 Haziran 1309/ 18 Haziran 1893 tarihli Meclis-i Vükelâ kararında ise yukarda gösterilen gerekçe yurt dışından gelecek sabunlar açısından değerlendirilmiştir. Kararda bir kısım maddeler karıştırarak mahlut sabun imal edenlerin serbest bırakılması belirtilmektedir. Çünkü deniliyor bu tür sabunlar hakkında yasak uygulamasına girişilince Avrupa'dan bu yolda gelecek mamulat için da aynı yasak uygulamanın söz konusu olacağı, bunun da bir takım müşkilata sebeb vereceği nedeniyle "serbesti tariki evlâ" göründüğü belirtilmektedir. Bu serbestiyet anlayışı ihracat politikasında da görülmektedir. Zira 26 Şaban 1315/ 19 Ocak 1898 tarihli Meclis-i Vükelâ kararı ülkede ticâretin gelişmesi için serbest bırakılması üzerinde durmaktadır. Kararın ilgili bölümünde; "Memâlik-i Şahâne'de emr-i ticâretin terakkisi ve ahâlinin bu yüzden temin-i istifadesi için zehâyir vesâir mahsulât bey' ve şirâsının hasr ve tazyikten kurtarılarak serbest bırakılması" İsteniyordu.

Fakat bu serbest ticâret politikası savaşlar dolayısıyla yerini tekrar yasaklara bırakacaktır. I. Dünya Savaşı içerisinde zeytinyağının ihracı yasaklanınca muhtekir taifesi topladıkları zeytinyağlarını sabun yapma yoluna gitmişler, bunun üzerine İstanbul halkının müzayakaya duçar olmaması için sabunun ihracı da yasaklanmış idi. 3 Temmuz 1336/ 16 Temmuz 1920 tarihli Ticâret ve Ziraat Nezareti'nin tezkeresinde eski ve yeni ihracat kararnamesi gereğince sabun, zeytinyağı ve pirinç ihracatının yasak olduğu, ihracı için "mesağ" yani izin bulunmadığı belirtilmektedir.

Osmanlı Devleti'nde ihracat politikasının esaslarından biri, iç tüketim fazlasının dış ülkelere ihraç edilmesi ilkesidir. Dahilde ihtiyaç duyulan mallar ihraç edilmiyordu. Bu ilke bütün emtia çeşitlerinde uygulanıyordu.

Klasik dönem içerisinde dışarı mal satışı ancak İstanbul sur içi ve Bilâd-ı selâse adı verilen Üsküdar, Galata ve Eyüp kazaları ahalisinin ihtiyaçları karşılandıktan ve ayrıca Bursa, İzmit, Gebze, Kartal, Silivri ve Tekirdağ gibi civar bölge ahalisinden talip olanlara satış yapıldıktan sonra mümkün olmakta idi.

Ancak taşradan İstanbul'a gelen emtianın izinsiz taşraya verilmesi yasak olurken, sur haricinde dükkan sahipleri taşradan gelen emtianın ekserisini alarak stokluyorlar ve gece vakti iskelelerde bulunan gemilere satarak İstanbul'da ihtiyaç duyulan malın kıtlaşmasına ve fiyatların yükselmesine sebeb oluyorlar idi. Bu durum ihraç yasaklarının getirdiği bir olumsuzluk idi. Yasak kaçakçılığı teşvik ediyordu. Özellikle Batı Anadolu sahil kentlerinden batı ülkelerine ihracı yasak olan malların kaçakçılığı yapılıyordu. Karadeniz'de de kaçakçılık olaylarına rastlanıyordu. İhracata ve ithalata konu olan mallar mutlaka vergilendiriliyordu. Vergi oranları ülkeler arası karşılıklı anlaşmalar ile belirleniyordu. Muahede yapılan ülkelere diğer ülkelerden daha az oranlı vergi uygulanıyordu. 18. yüzyılın ortalarına kadar ihraç edilecek mal yerli tüccar tarafından iskelelere getirilirdi. İç gümrük vergileri bu tüccarlar tarafından, reftiye gümrüğü ise yabancı

476


BİLİNMEYEN OSMANLI

tüccarlar tarafından ödenerek mal dışarıya sevk edilirdi. Yabancı tüccarın daha sonra ürünün üretildiği yere kadar gidip muahedeler çerçevesinde % 3 reftiye gümrüğünün dışında vergi ödememesi üzerine 1802 yılında çıkarılan nizâmnâme ile yabancı tüccarı yerli tüccarın ödediği vergilere tabi tutulmuştur284.

292. Osmanlı muhasebe kültüründen söz edilebilir mi?

Siyasi anlamda en büyük organizasyon olan devletin devam ve bekasını mümkün kılan şartlardan birisi, şüphesiz teşkilât ve müesseselerin sağlam esaslar üzerine bina edilmesidir. Zira teşkilât ve müesseselerini sağlam esaslar üzerine kuran devletler uzun asırlar boyu tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. Osmanlı Devleti, stratejik önemi büyük topraklar üzerinde Roma İmparatorluğu'ndan sonra dünyanın en uzun ömürlü devletini kuran ve Anadolu, Kırım, Balkanlar, Arap yarımadası ve Kuzey Afrika'yı içine alan geniş bir coğrafyada bütünlük ve birliğini devam ettirebilen tek devlet olma özelliğine sahiptir. O'nun bu başarısını sadece askerî alandaki başarısıyla açıklama yerine, tesis ettiği diğer müesseseleriyle birlikte değerlendirmek lazımdır.

Osmanlı Devleti'nin kurmuş olduğu teşkilât ve müesseseler incelendiğinde emsallerine nisbetle mükemmel ve ileri düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Devlet teşkilâtında ve müesseselerde görülen bu gelişmişlik düzeyinin arkaplanına bakıldığında ise, devlet yöneticilerinin daha önce hüküm sürmüş Türk-İslâm devletlerinin tecrübe birikimlerini kabuldeki esnek politikaları göze çarpar. Osmanlı Devleti'nin, teşkilât ve müesseseleri açısından bir çok hususlarda İslâm devletlerinin, özellikle mali konularda İlhanlıların tesirinde kaldığı bilinmektedir. Klasik dönemde yapılan arazi tahrirlerinin ve vilayetler İçin kanun konulmasının "intizâm-ı memleket beyan-ı âdet ve tahrir-i vilayetle olmak selef-i sâlhatinden câri ve sâdır" olduğundan hareketle Osmanlıların bu adetleri doğrudan doğruya Selçuklular ve İlhanlılardan aldıkları kabul edilmektedir. Bu tür bir etkileşim batılı düşünürler tarafından da ifade edilmektedir. Klasik ekolün Fransa'daki ilk ve büyük temsilcisi Jean BaptİSte Say,"birçok cihetlerde komşu hükümetlerde ahkâmı mer'î olan müessesatdan istifade etmiş addedilebilen Türkiye kendisinden evvel en mükemmel teşkilâta malik olan hükümetlerden idare prensiplerini de iktibas eylemiş..." cümleleriyle Osmanlıların teşkilâtlarını kurarken daha önceki devletlerin tecrübe birikimlerinden faydalandıklarını belirtmektedir.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin