Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə69/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   83

B) Rüsûm-ı Örfiyye: Resm, devletin aldığı vergiye denir. Rüsûm-ı örfiye ise, devletin idare ve yargı organlarının ifa ettikleri icra ve yargı görevleri karşılığında ahaliden aldıkları vergilere denilir. Zaten icra görevini ifa eden şahıs ve organlara, Osmanlı Devleti'nde ehl-i örf adı verilmektedir. Rüsûm-ı örfiye adı altında toplanabilecek vergi çeşitleri çok ve çeşitlidir. Ayrıca tekâlif-i şer'iyye ve divaniye merkez hazinesine ait olduğu halde, rüsûm-ı örfiyye diye adlandırılan vergiler, ehl-i örf adı verilen yürütme ve yargı organlarına aittir. Eğer istisnaî olarak, rüsûm-ı örfiyenin tamamen tımar sahibine olacağı kabul edilmiş ise, o çeşit tımarlara serbest tımarlar denilmektedir. Aksi takdirde

BİLİNMEYEN OSMANLI

443

rüsum-ı örfiye, beylerbeyi, sancak beyi, subaşı ve sipahi arasında taksim edilmektedir. Yargı görevi karşılığı alınan resimler ise genellikle kadılara aittir271.



II- OSMANLI BÜTÇELERİ VE KAYNAKLARI

278. Şer'î Bütçe ne demektir? Osmanlı Devleti bu bütçenin esaslarına uymuş mudur?

İslâm'ın ilk dönemlerinden beri devlet hazinesi yani beytülmal vardı ve beytülmalın gelir ve gider fasıllarını tanzim eden esaslar yani bütçe hukuku biliniyordu. Asr-ı sa'âdetde bir beytülmal vardı ve gelir (dahi) ve giderine (hare) bizzat Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir bakıyordu. Devletin başındakiler, âmil (vergi memuru), âşir (gümrük memuru), sâî, câbî (harâc ve cizye memurları) ve benzeri görevlilerin topladığı zekât nev'inden vergilerle diğer şer1? vergileri, Kur'ân'ın emrettiği gider fasıllarına harcıyorlardı. Beytülmalın gelir-giderleri ile bunlarla ilgili muameleler çoğalınca, Hz. Ömer devletin mallarını korumak gayesiyle Divan te'sis etmiş ve başına getirdiği beytülmal eminine yardımcı olmak üzere kâtipler ve muhâsibler görevlendirmiştir.

İslâm devletinin sınırları genişledikçe beytülmalın ve buna bağlı olarak gelir-gider fasıllarının da sayısı artmış ve İslâm hukukçuları, beytülmalın sayısını dörde çıkarmışlardır. Aslında bunları ayrı ayrı beytülmal olarak görmek yerine beytülmalin fasılları olarak da değerlendirmek mümkündür. Şimdi beytülmalin bu dört ayrı sandığını gelir ve gider fasılları ile birlikte kısaca özetleyelim:

I. Sandık (Yahut 1. Dâire, Beytül-Mal'iz-Zekât): Gelirler (Mevârid): 1. Hayvanların zekâtı. 2. Öşürler. 3. Müslüman tüccardan alınan gümrük vergileri. Giderler (Masarif): 1. Fakirler. 2. Miskinler. 3. Âmiller (zekat memurları) ve Kur'ân'da sayılan sekiz gurubun tamamı.

II. Sandık ( Yahut II.Dâire, Beytül-Mali'l-Harâc): Gelirler: 1. Harâc. 2. Cizye. 3. Emaretlerden alınan vergi. 4. Gayr-ı müslim tüccardan alınan gümrük vergileri. Giderler: 1. Mükâteb köleler. 2. Borçlular. 3. Gâzî ve muhtaçlar. 4. Garibler. 5. Ordu. 6. Bütün memurlar. 7. Kadılar ve âlimler.

III. Sandık (Beytül-Mali'l-Ganâim): Gelirler: 1. Ganimetler. 2. Madenler. 3. Definelerden alınan beşte bir pay (hums). Giderler: 1. Müftiler. 2. Eğitim hizmetleri. 3.Sınır koruyucuları ve askerler Yani askerî harcamalar. 4. Hayır müesseseleri. 5. Bayındırlık hizmetleri. 6. Yetimler. 7. Miskinler. 8. Fakirler. 9. Yolda kalanlar.

IV. Sandık -(Yahut IV. Dâire Beytülmal'iz-Zıyâ'): Giderler: 1. Lukata (Buluntu mallar). 2. Yave (Kaçkun). 3. Tereke. Giderler: 1. Hastahâneler. 2. Hastalar ve muhtaçların masrafları. 3. Çalışamayanların iaşesi. 4. Bunların masrafları(yavelerin)

İşte bu sandıkları birer fasıl olarak kabul eder ve rakamla işaret olunanları da madde sayarsanız, tam bir şer'î bütçe meydana gelir.

271 İnalcık, Halil, "Osmanlılarda Ra'iyyet Rüsumu", sh. 581-582; Tabakoğlu, İktisat Tarihi, sh. 348-349; Kanunî Kanunnâmesi, Esat Ef. 2362, vrk. 16 vd.; Akdağ, Türkiye'nin İçtimaî ve İktisadî Tarihi, c. II, sh. 264-273; A. Vefik, c. I, sh. 69-94; Sudi, c. I, sh. 77 vd.; Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, sh. 153 vd.; İç İl Livası Kanunu, Barkan, Kanunlar, 48-49; A. Vefik, 1/42; Tabakoğlu, İktisat Tarihi; 349-350.

444

BİLİNMEYEN OSMANLI



Osmanlı Devleti'nde yukarda zikredilen şer'î bütçenin esasları muhafaza edilmişi Ancak uygulamada devlete, kendi tasarrufunda bulunan gelirler için hususî bütçeler hazırlamıştır. Bu noktada bütçe hukuku açısından, Osmanlı Devleti'ndeki kamu hizmetlerinin finansman şekillerini kısaca bilmekte yarar vardır. Aksi takdirde Osmanlı bütçelerini tam anlamak mümkün değildir. Daha sonra bütçe ile ilgili genel esasları zikretmek gerekir. Osmanlı Devleti, ister eyaletlerdeki ve ister merkezdeki gelir ve gider fasıllarında, yukarda anlatılan şer'î bütçe esaslarına, temelde riâyet etmeye çalışmıştır. Hatta konuyla ilgili olarak, hem Fâtih'in kazaskeri Molla Hüsrev'in, hem de Kanunî devri âlin lerinden Dede Halife'nin iki risalesi elimizde mevcuttur. Burada Dede Efendi'nin Risâı< sinden Osmanlı Devleti'nde de asıl olarak ilk dönemlerde Şer'î Bütçe Hukukunun tatbik edildiğini gösteren bazı bölümleri özetlemek istiyoruz:

Dede Efendi'nin Risalesi, İslâm bütçe hukukunda zikredilen dört beytülmalin ayrı ayrı gelir fasıllarını tetkik ettiği gibi, daha sonra da bunların meşru' harcama fasıllarını anlatmaktadır. Gelir ve giderler ayrıntılı bir şekilde izah olunduktan sonra, Padişahın bu bütçelerin gelir ve gider fasılları üzerindeki yetkileri ve bu yetkilerinin meşru' sınırları anlatılmıştır. Bizim tesbitlerimize göre, daha sonraki dönemlerde hazırlanan Osmanlı Bütçeleri ve daha doğrusu bu dört bütçe içinde devlet yetkililerine tanınan salahiyetler çerçevesinde hazırlanan hesap cetvelleri ve icmalleri, bu esaslara uygun bir şekilde yürümüştür. Dolayısıyla, bu Risâle'deki şer'î esaslar öğrenilmeden, Osmanlı mâlî kanunlarının da tam anlaşılması mümkün değildir.

279. Osmanlı Bütçe Hukukunun temeli sayılan kamu hizmetlerinin finansman şekilleri nelerdir?

Osmanlı Devleti'nde kamu hizmetleri üç ayrı şekilde finanse ediliyordu. Bunları kısaca ve şerl bütçe esaslarına uygun olarak açıklayalım:

a) Tımar Usûlü: Devlet, ordusunun belkemiğini teşkil eden eyâlet askerleri ile e-yâletlerin idaresini, çoğunluk itibariyle, özerk ve mahallî bir nitelik taşıyan tımar sistemi vasıtasıyla merkezî hazinenin dışında tutmuştu. Dolayısıyla askerî harcamalarının çoğunu ve taşradaki idarî harcamaları, tımar sistemi yoluyla ayrı bir finansman şekline bağlamıştı, şer'î bütçenin ikinci faslındaki esaslara uygun olarak tımar sahiplerine yapacakları askerî görev karşılığında haraç gelirlerinin tamamı devredilmişti. Dolayısıyla harâc-ı muvazzafı karşılayan vergileri, harâc-ı mukâsemeyi karşılayan vergileri ve devletçe tayin edilen rüsûm-ı örfiyeyi, tımar sahipleri ve mahallî idareciler tahsil edecek ve bunun karşılığında, mahallindeki askeri ve idari hizmetleri finanse edeceklerdi.

b) Vakıf Usulü: Bilindiği gibi, şer'î bütçenin dördüncü sandığındaki gelirler, başta eğitim, sağlık hizmetleri olmak üzere kamuya yararlı hizmetlere tahsis edilebiliyordu. Bu şer'î müsaadeden hareket eden Osmanlı devlet adamları, eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi çeşitli kamu hizmetlerini ifa etmek üzere vakıflar kurmuşlar (tahsisat kabilinden vakıflar) ve bu vakıflara gelir olarak da, mirî arazinin tekâlif-i şer'îye ve rüsûm-ı örfiyesini tahsis etmişlerdir. Her vakfın bütçesi ayrıdır ve mütevellisi ile nâzın tarafından yürütülür. Yıllık bütçesi mutlaka yapılır. Merkezî bütçede bunlara yer verilmez. Burada arazinin, bazan da sadece rüsûm-ı örfiyesinin, bazan sadece tekâlif-i şer'îyesinin ve bazan da her ikisinin tahsis edildiğini kısaca belirtelim. Halkın yaptığı

BİLİNMEYEN OSMANLI

445


sahih vakıfları da kamu hizmetlerine katkısı açısından unutmamak gerekir.

c) Merkezî Bütçe Usulü: Merkezî hükümetin, daha doğrusu Divan'ın ve onun reisinin, kendine düşen kamu hizmetlerini yerine getirmek için gereken masrafların karşılanmasıdır. Bunların başında kapıkulu askerleri ile saray görevlilerinin finansmanı gelir. Ulufe denilen maaşlar, en önemli masraflardır. Elbette ki, merkezî hükümetin kendine düşen hizmetleri ifa etmesi için paraya ihtiyacı vardır ve bu para da merkezî bir bütçe ile harcanacaktır. Ancak bu finansman şekilleri günümüzdeki bütçenin fasıllarıyla mukayese edilirse, merkezî bütçenin günümüzdeki kadar önemli olmadığı hemen anlaşılır272.

280. Osmanlı Bütçelerinin tarihî gelişimi nasıldır? Bütçe Tarhuncu Lâyihası ile mi başlamıştır?

Bu başlık altında tetkik edeceğimiz bütçelerden kasıt, merkezî idarenin finansmanını düzenleyen bütçedir. Tımar usulü ile finansmanı temin edilen kamu hizmetlerinin bütçesi bunun dışındadır. Ayrıca Osmanlı Mali hukukunda bütçenin Tarhuncu Lâyihası ile başladığını söylemek, tamamen yanlıştır. Merkezî bütçenin malî durumunu ve gelişme safhalarını ana hatlarıyla, birer asırlık dilimler halinde aktaralım.

Osmanlı Devleti'nde merkezi idarenin yıllık gelir ve giderlerini gösteren bütçelere icmal denirdi. Aslında her çeşit hesap hülâsalarına bu ad veriliyor idiyse de, hazinenin yıllık gelir ve giderlerini gösteren icmallere bütçe demek malî anlamda en azından yanlış değildir. Son dönemde ise bütçeyi karşılamak üzere mizan veya muvâzene tabiri kullanılmaya başlandı.

a) I. asırda yani 699-805/1299-1402 yılları arasındaki dönemin özellikleri kısaca şöyledir:

ilk dönemlerde devletin gelirleri, tekâlif-i şerlyeden ibarettir. Bunun önemli bîr kısmı dirlik sahipleri eliyle askerî harcamalara ayrılmıştır. Hazineye giren gelirler, cizye, gayr-i müslim meliklerden alınan maktu vergiler, padişah haslarının aşarı, gümrükler ve memleha=tuzlalar gelirleri ve ganimetlerin beşte biridir. O dönemde gider gelire göre çok cüz'idir. Zaten şerî'at bütçesine göre muamele yapılmaktadır.

b) II. asırda (805-918/1402-1512) ise, malî teşkilâtta genişleme söz konusudur. Fâtih Kanunnâmesindeki "y'lda bir keıre rikâb-ı hümâyûnuma defterdarlarım irad ve masrafımı oku-yaiar" ifadesi her yıl bütçe düzenlendiğinin açık şahididir. Bütçenin gelir diliminde, keyfiyet itibarıyla önemli bir değişiklik yok ise de, miktar itibarıyla önemli artışlar kaydedilmiştir. II. Beyazid döneminde avarız vergilerinin ortaya çıktığını da burada kaydetmeliyiz. Böylece tekâlif-i şer'îyeye bir de tekâlif-i örfiye eklenmiştir. Bu döneme ait bütçelerden elimizde bir örnek mevcut değildir.

c) III. asır (918-1003/1512-1594), Osmanlı maliyesinin en haşmetli devridir. Daha önceki yıllara göre şekil itibariyle değişmemiş olsa bile, hazine gelirleri ve giderleri, bunların her konuda olduğu gibi yeni kanunlarla tanzimi bu devrin yani Kanunî'nin de içinde bulunduğu bu dönemin en önemli özelliğidir. Elimizdeki ilk Osmanlı bütçesi, bu

272 Akdağ, Türkiye'nin İçtimaî ve İktisadî Tarihi, c. II, sh. 294 vd.; Akgündüz, Vakıf Müessesesi, sh. 451 vd.; Tabakoğlu, İktisat Tarihi, 346 vd. ¦••¦>¦- .-.. ¦¦>•

446

BİLİNMEYEN OSMANLI



döneme, yani 930-931/1524-1525 yıllarına aittir. Başlığı "icmâl-i muhâsebe-i vâri-dât ve masârifât-ı hazine-i âmîre"dir. Bu döneme ait ondan fazla bütçe elimizde mevcuttur. Bunların bir kısmı sene sonu gelir-gider cetvelleri şeklinde, bir kısmı ise malî yılbaşına göre düzenlenen bütçeler tarzındadır. İki nevruz arasındaki bir güneş yılı için düzenlenirler. Gelirler, eyâletlere göre tasnif edilmiştir ve bu yüzden eklektik bir karakter arz ederler. Bu dönemin sonuna doğru israflar artınca,bütçelerin de dengeleri bozulmaya başlamıştır. Bozulan dengeyi kurtarmak için askerin sayısında indirime gidilmiş, cizyeye zam yapılmış, müskirata resm konulmuş, bazı şahısların malını müsadere gibi suiistimale açık bir uygulama başlatılmış; kısaca tedbirler de sarsılan muvâzeneyi iyice sarsmıştır, j

d) IV. asır (1003-1099/1594-1687) daki en önemli gelişme bazı araştırmacıların yanlış bir değerlendirme ile ilk Osmanlı bütçesi olarak takdim ettikleri, 1064/1654 tarihli Tarhuncu Ahmed Paşa'nın hazırladığı muvâzene defteridir ki, Tarh uncu Lâyihası veya Tarhuncu Muvâzenesi diye bilinir. Bu dönemin bütçeleri, merkeziyetçi bir gidişin sonucu olarak sentetik bir özellik taşırlar. Zira eyaletlerin gelir ve gider hesapları maliye teşkilâtının bürolarına dağıtılmıştır. Tarhuncu lâyihasında gelir 14503 kese, gider 16400 kese ve açık da 3000 küsur kasedir. Tekâlif-i Örfiyenin özellikle tekâlif-i divâniye kısmı çoğunlukla bu dönemde ihdas edilmiştir. Yine bu dönemde de, devlet gelirlerinin %90'ı vakıf, tımar veya benzeri yerlere tahsis edildiği için bütçe hesaplarına girmemiştir.

e) V. asır (1099-1187/1687-1773) da, daha önceki asırdan bozuk ve açık veren bir bütçe devralınmıştır. Bütçeler, maliye bürolarından gelen bilgiler ışığında Baş Muhasebece hazırlanmıştır. Gelirler, ya maliye bürolarına göre veya mukâtaa, cizye ve avarız gibi gelir türlerine göre tasnif ediliyordu. 1691 yılında, devlet gelirlerinin fonksiyonel bir bütçede toplanması için önemli bir adım atılmış ve bütün cizye gelirleri tek bir kalemde toplanmıştır. Giderler de, genellikle gider türlerine göre gruplandırılmıştır. Bu dönemin önemli malî olayları arasında, cizyedeki reformu mutlaka zikretmeliyiz.

f) VI. ve son asırda (1185-1255/1774-1839) ise maliyenin gelirlerinde önemli bir değişiklik yoktur. Sadece tekâlif-i örfiye alabildiğine çoğalmıştır. Gelirler faslında önemli değişiklikler söz konusudur. III. Selim, ıslahını düşündüğü askerî işler için irad-ı Cedid hazinesini teşkil etmiş. Şehid edilince, hazine de kapanmış. II. Mahmûd, 1241/1825'de Yeniçeri teşkilâtını lağvetmiş ve yeni askerî harcamalar için Mansûre Hazinesi kurmuştur. Geliri, belli eyaletlerin mukâtaa gelirlerinden oluşturulmuştur. Tekâlif-i örfiyenin tek bir vergi haline getirilmesi için gayretler gösterilmiş ve 1254/1838 tarihli fermanla Tanzimat'tan sonraki malî ıslahata zemin hazırlanmıştır.

XVI. yüzyıl ile XVII. yüzyılın sonlarına kadarki bütçe rakamlarında devamlı bir artış görülmektedir. XVI. yüzyılda 100-200 bin akçe olan bütçe rakamları, XVII. yüzyılın başlarında nominal olarak yarım milyar akçeye ve XVIII. yüzyılın başlarında bir milyara, yüzyılın ortalarına doğru ise iki milyara yaklaşmıştır. 1523-1784 yılları arasındaki nominal artış, gelirlerde % 1532, giderlerde %1898; reel artış ise, gelirlerde % 352, giderlerde ise % 436 olmuştur273.

273 Fâtih Kanunnâmesi, TOEM. 1330 sh. 222; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, c. I, sh. 313-347; Tabakoğlu, iktisat Tarihi sh. 264-265; ...

BİLİNMEYEN OSMANLI

447


281. Müsadere ne demektir? Osmanlı Devleti'nde mülkiyet hakkına saygı yok mudur?

Bilindiği gibi Kapıkulu askerlerinin bir kısmı köle asıllıdırlar. Bu yolla devletin askeri sınıfının en yüksek makamına kadar ulaşmışlardır. Ancak devletin kölesi durumundadırlar. İslâm hukukuna göre, efendi kölesinin mirasçısı olduğundan bunlar öldüklerinde veya devlet tarafından öldürüldüklerinde, servetleri efendileri olan devlete kalmaktadır. Devlet, bunların muhallefât denilen malvarlıklarına el kor. Özellikle nakitler, kıymetli eşya ve saire hazineye alı konur. Mirasçılarına geçinebilecekleri kadar mal bırakılır. Bu yolla söz konusu şahısların mallarına hazine namına el konmasına müsadere denilmektedir. Maalesef uygulamada bu meşru usule uyulmamış ve devşirme olmayan devlet adamları ve hatta servet sahibi bazı re'âyâya aynı usûl tatbik edilmiştir ki, bu açık bir zulümdür. İlk müsaderenin 941/1534 yılında defterdar İskender Çelebi'nin malvarlığında uygulandığını araştırmacılar kaydetmektedir. Müsaderelerin çoğunluğu Yanya, Selanik ve Manastır vilâyetlerinde gerçekleştirilmiş ve Bektaşi dergâhları da müsadere uygulamasına konu olmuştur.

1683 yılından sonra yapılan bazı müsadere rakamları şöyledir; Edirne vakasından sonra (1703) idam edilen Şeyhülislâm Feyzullah Efendi'nin müsadereye konu olan servetinin toplamı 411354.5 guruş (49.362.540 akçe, diğer bir hesaplama ile 65.816.720 akçe) tutuyordu. 1684 yılında Trablusşam valisi Hasan paşa'nın 50 milyon, maktul sadrazama Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın 225 milyon, Şehit Ali Paşa'nın 50 milyon akçesi müsadere edilmiş idi274.

282. Tanzimat sonrası Osmanlı Mali Hukukunda meydana gelen temel değişiklikleri özetler misiniz?

Gülhane'de okunan 1839 tarihli Tanzimat Fermanı'nın yeniden tanzimi ve daha iyi bir sisteme kavuşturulacağını va'd ettiği disiplinlerden birisi de malî hukuk alanıydı. Vergilerin yeniden düzenleneceği ve bunların tek bütçe halinde tanzim edileceği fermanda ilân ediliyordu. Nitekim bunu doğrular mahiyette 1256/1840 tarihinde vergi ile ilgili olarak Muhassıllar Talimatı yürürlüğe girdi ve bunu diğer yeni hukukî düzenlemeler takip etti. Bu talimatname, vergi konusunda ilk defa mükelleflerle devletin doğrudan doğruya temasta bulunmasını gerektiren esaslar vaz' ediyor ve böylece asırlardır uygulanan eski vergi esasları tamamen terk edilmeye başlanıyordu.

Zikredilen talimat ve diğer hukukî düzenlemelerden anlaşıldığına göre, Tanzîmât sonrası malî hukukumuzdaki temel değişiklikleri özetle şöyle sıralayabiliriz;

1- Her çeşit kamu gelirleri, doğrudan doğruya hazineye gelecek ve giderler de doğrudan karşılanacaktır. Dolayısıyla merkez bütçesi, tımar düzeni ve hatta vakıfların bile malî durumu kısmen de olsa tek hazinede toplanmıştır. Yani kamu hizmetleri tek kaynaktan finanse edilecektir.

2- Tımar, padişah hasları, malikâneler ve özetle her çeşit araziden, nisbeti ve ismi

274 Krş. Yenişehirli Abullah Efendi, Behcet'ül-Fetâvâ, İstanbul, 1266; Tabakoğlu, Osmanlı Maliyesi, 295-298; Mustafa Nuri Paşa, Netâic'ül Vukûât, c. II, sh. 102; A. Vefik, c. I, sh. 59-60, 320-321. ¦ .-•¦¦¦• •¦¦:¦>•

448


BİLİNMEYEN OSMANLI

değişik olan her çeşit vergi, a'şâr vergisi adı altında birleştirilmiş ve nisbeti ismine uygun olarak onda bir olarak tayin edilmiştir. Böylece mirî arazi anlayışı, yerini öşür arazisi anlayışına terk etmiştir denilebilir.

3- Tekâlif-i örfiye ve ihtisâb resimleri ilga edilmiş ve yerine herkesin mali gücüne göre miktarı tesbit edilecek bir çeşit vergi kabul edilmiştir.

4- Müsadere usulü tamamen kaldırılmıştır.

5- Devlet mukâtaaları dışında kalan haslar, malikâneler, zeamet, tımar ve ocaklık gibi sahiplerine ait arazilerin üçer yıllık gelirlerinin üçte biri bedel tayin edilerek, seneden seneye hazineden sahiplerine verilmesi kararlaştırılmıştır.

6- Bütün devlet memurlarına maaş usulü getirilmiş ve çeşitli adlarla vatandaşlardan hiçbir şey alınmaması esası kabul edilmiştir.

7- Cizyenin tarih ve tevzii ıslah edilmiş, ruûs cizyesi kaldırılarak yerine patrikhaneler aracılığıyla toplu vergi esası kabul edilmiştir.

8- Çeşitli isimler altındaki ağnam ile ilgili vergiler kaldırılmış ve sadece ağnam rüsumu eski usûlde devam ettirilmiştir.

Bu yeni esaslar çerçevesinde, bütün kamu hizmetlerinin finansman kaynaklarını tanzim eden bütçedeki gelir fasılları şu şekilde ortaya çıkmıştır.

1- Vasıtasız Vergiler (Bilâ vâsıta alınan tekâlif) 2- Vasıtalı Vergiler (Bil Vâsıta alınan tekâlif) 3- Devletin tekelinde olan işletmeler (inhisarlar) 4- Devlete ait sınaî ve ticarî müesseselerin gelirleri 5- Maktu vergiler 6- Diğer gelirler275.

III- OSMANLI DEVLETİ'NDE İKTİSADİ VE TİCARİ HAYAT

283. Kendine has bir Osmanlı üretim tarzından söz edilebilir mi?

İktisat tarihinin başlıca konularından biri olan Osmanlı üretim tarzının niteliği üzerinde yerli ve yabancı pek çok bilim adamının, düşünürün görüş ve incelemeleri bulunmaktadır. Herkes meseleye kendi penceresinden yaklaşarak bir yere varmak istiyor. Çoğu yorumlar, Osmanlıyı kendi özgün yapısı içerisinde alma yerine başka toplum ve coğrafyalar ile irtibatlandırma eğilimini taşımaktadır.

Burada düşülen hataların başında tarihe doğrusal ilerlemeci bir görüşle bir yön tayin etme ve özellikle batı için geliştirilen model ve kavramların yüklendikleri anlam ve muhtevaların hiç bir analizine girilmeden doğrudan Türkçe'ye aktarılması gelmektedir. Sosyolog Baykan Sezer'in ifadesiyle toplumumuzu tanımlamak için kullandığımız kavramlar Batı'da oluşturulmuş kavramlardır. Kısmi bazı benzerliklerden yola çıkılarak batı iktisadi kurumlarına ait kavramlar Osmanlı kurumları için aynen kullanılmakta, birbirinden farklı kurumlar aynileştirilmektedir.

Öncelikle üretim tarzı kavramı bize ne anlatmaktadır ? Bu kavram, Marks tarafından tarihi maddecilik çerçevesinde, birbirinden farklı toplumların karşılaştırılabilmesi için geliştirilen ve maddi dünyamızda karşılığına rastlanmayan soyut bir kavramdır.

275 A. Vefik, Tekâlif Kavâidi, c. II, sh. 3-48; Düstur, I.Tertip, 1/3-4. 11/48-49; Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, sh. 175-177. . , ...... .... , . ... ..,, ,

BİLİNMEYEN OSMANLI

449


Üretim tarzı kavramı biraz da menfi anlamlara sahiptir. Kavramın kullanıldığı yerde mutlaka üreticinin, emek sahibinin sömürüsü ve ürettiği ürünün bir kısmına el konulduğu da anlatılmak istenir. Bir üretim tarzı ile anlatılmak istenen de artı ürünün oluşması ve buna el konuluş tarzıdır.

İşte, geliştirilen bu kavram ile toplumlara bir kılıf biçilmektedir. Batı toplumları için feodalite ve kapitalizm, genel bir tanımlama ile doğu toplumları için Asya tipi üretim tarzı. Feodal üretim tarzı ile kapitalist üretim tarzı kavramlarının batı toplumlarında yaşanmış ve yaşanmakta olan üretim biçimine tekabülünde netlik gözükürken, Asya tipi üretim tarzının tekabül ettiği net bir toplum, coğrafya ve zaman aralığını tarih içerisinde belirlemek oldukça güçleşmektedir. Coğrafik açıdan Batı Avrupa hariç diğer tüm dünya, zaman açısından ise M.Ö. 5000 yıllarında kadim Mısır'da uygulanan sistem ile M.S. 1500 yıllarında Osmanlı'da uygulanan sistem aynı modelin içine sığdırabilmektedir. Hatta Asya üretim tarzı ve bu tarzın Osmanlı üretim biçimine tekabül ettiğini isbat sadedinde eser neşreden Sencer Divitçioglu'nun ifadesiyle Asya üretim tarzını yaşamış olan ülkelerin bu modeli belirli bir tarihi çağda yaşadıkları, fakat hangi çağda yaşadıklarının kesinlikle belli olmadığı gibi, Asya üretim tarzını yaşamış ülkelerin hangi ülkeler oldukları bile bilinmemektedir. Bu bakımdan Asya üretim tarzı kavramı zamansız ve mekansız bir kavramdır. Dolayısıyla Asya tipi üretim tarzı modeli toplumların tahlilinde bir model olmaktan uzak olup, üzerinde büyük belirsizlikleri taşımaktadır.

Bu belirsizliklerin kaynağı Marks'ın kendisidir. Bu konudaki yazıları çoğunlukla çelişen ve dağınık fikirlerden meydana gelmektedir. Daha sonra sarf edilen çabalar ise bir sonuç vermemiş, bir bütünlük sağlanamamıştır. Öyle ki konu üzerinde yazan iktisat tarihçisi kadar Asya tipi üretim tarzı modeli oluşmuştur.

Osmanlı üretim tarzı söz konusu olunca bu iki kılıftan birisi giydirilmek istenir. Şüphesiz başka kılıflar da biçilir. Giydirilmek istenen elbisenin asıl itibariyle Dogu'nun tarihinin Batı hegemonyasının dilinde yazılmak istenmesi ile yakın ilgisi vardır. Fikir hayatımıza sosyalist düşüncenin yoğun olarak egemen olduğu 196O'lı yıllarda Asya tipi üretim tarzı kavramı yoğun bir şekilde tartışma konusu olur. Bir tarafta Osmanlı feodalitesi tezi hararetle işlenirken, diğer taraftan Marks'ın el yordamıyla kurduğu Asya tipi üretim tarzı doktrini ile imparatorluğun ekonomik ve sosyal yapı bakımından henüz esirlik ve derebeylik çağlarını bile idrak etmemiş, basit ve iptidai bir varlık olarak geliştiğini iddia etmek imkanı da elde edilmiş olacaktır. Hatta bazı eserlerin bütün bir ana fikri Osmanlı üretim tarzının batı feodalitesi seviyesine çıkamadığından kapitalizme geçiş yapamadığı olmuştur.

Marks esas itibariyle sınai kapitalizme yol açan şartların Doğu'da değil de neden Batı'da oluştuğu sorusuna cevap bulmaya çalışıyordu. Ama Doğu hakkında pek az şey bilinmektedir. Doğu'da uzun yıllar doktorluk yapan Fransız yazar François Bernier'in (1625-1688) Türkiye, İran ve Hindistan'da özel toprak mülkiyetinin olmadığını söylemesi Marks için bir anahtar olur, kendi ifadesiyle; Doğu cennetinin gerçek anahtarı.

Asya tipi, temelde toprakta özel mülkiyetin olmadığı, toprağın rakabesinin devletin elinde olduğu ve bunun da Dogu'nun durağanlaşmasına sebep olduğu bir çerçeve içerisinde ele alınır. Böyle bir yapının oluşmasının altında yatan temel faktör ise, Asya'daki iklim şartlarının yol açtığı, tarım faaliyetlerinin ancak devletin ön ayak olacağı büyük ölçekli sulama tesisleri ile mümkün olabildiği bir üretim ihtiyacı görüşüdür. Asya tipine

450

BİLİNMEYEN OSMANLI



temel özelliği bağımsız köylü üretimi vermektedir. Kendi kendine yeterli köy birimlerinden oluşan bir kırsal toplumun varlığı ve devletin üzerine almış olduğu kamu işleri, toprakta devlet mülkiyetini doğurmakta olup kendini destekler köy topluluklarından elde edilen artık ürün devlete aktarılmaktadır.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin