Aile sosyolojiSİ not 1 AİLE, evliLİK, akrabalik ve hane



Yüklə 195,14 Kb.
səhifə2/4
tarix27.10.2017
ölçüsü195,14 Kb.
#16233
1   2   3   4

Komün Yaşam Biçimleri

Aileye yönelik yapılan eleştiriler farklı yaşam modellerinin oluşmasına neden olmuştur. Giddens 19. yüzyılda birçok düşünürün aileye karşı ortak ve/veya komün yaşam tarzlarını önerdiğini belirtmektedir. Aileye karşı geliştirilen yeni komünal yaşam biçimleri de hayata geçirilmiştir. 19. yüzyılda Amerika’da New England’da hayata geçirilen Oneida Topluluğu ve İsrail’deki Kibbutz Topluluğunu komünal yaşam tarzlarına örnek olarak verebiliriz. Amerika’daki Oneida Topluluğu dinsel inançlar temelinde kurulan bir yapıydı. Bu toplulukta yaşayan her erkek her kadınla evli sayılmaktaydı. Toplulukta yaşayan her çocuğun anne ve babası bütün kadın ve erkeklerdi. Birçok güçlüğe rağmen toplulukta yaşayan kişi sayısı yaklaşık 300 kişiye ulaşmıştı. Bu topluluk 30 yıl sonra da dağılmıştır. Bu yıllardan sonra da Amerika’da ve birçok Avrupa ülkesinde küçük küçük de olsa komünal yaşam tarzları hayata geçirilmiştir. Özellikle de “1960’larda, çokluk grup içindeki özgür cinsel ilişkilerle çocukların yetiştirilmesinde kolektif sorumluluk esasına dayanan çok çeşitli komünal gruplar kurulmuştu. Bunlardan küçük bir bölümü, hala varlıklarını sürdürmektedir” (Giddens, 2000: 175).

İsrail’deki Kibbutz’larda ise aileler çocukların yetiştirilmesinde işbirliği içindedirler. İsrail’de yaklaşık 100.000 üyesi olan 240’tan fazla Kibutz olduğu bilinmekte ve bu toplulukların bazılarının küçük, bazılarının da 2000 gibi yüksek sayıda üyeye sahip olduğu belirtilmektedir. Kibbutz’larda çocukların bakımı topluk üyelerinin sorumluluğundadır. Topluluk sanki tek bir ev tek bir aile gibidir. İlk kurulduklarında tarımsal üretimle geçinen bu topluluklar daha sonraları sanayiye dayalı üretimi temelinde geçimlerini sağlamaktadırlar. Kibbutz’ların yaşamı köktenci değerlere ve içeriğe sahiptir. Bu topluluklarda mülkiyet, çocuk bakımı ve yetiştirilmesi ortaktır ve bu durum modern kapitalist toplumun rekabetçi ve bireyci yapısıyla çelişmektedir. Giddens günümüzde Kibbutz’ların çocuk evlerinde yetişen çocukların en iyi yetiştirilmesinden öte, yetiştirme kolaylıklarını içerdiğini belirtmektedir (Giddens, 2000: 175).

Eşcinsel Aileler

Evliliğin hem geleneksel hem de modern tanımları eşcinsel birliktelikleri dışlamaktadır (Marshall, 1999: 223). Eşcinsel kavramı, aynı cinsten olan kişilerle cinsel birliktelik yaşayan veya aynı cinse eğilimduyan kişileri anlatmak için kullanılmaktadır. Erkek eşcinsellere “gay”, kadın eşcinsellere de“lezbiyen” denmektedir.

Tarihsel olarak bütün toplumlarda kadınların kadınlarla, erkeklerin de erkeklerle cinsel ilişkiye girme olasılıklarının, belgelenmemiş olmasına rağmen; yüksek olduğu belirtilmektedir. Ancak eşcinselliğin geçici bir olay olmadığı ve hatta toplumsal kimlik olarak kabul edilmesinin Batı’ya özgü olduğu kabul edilmektedir. Gay ve lezbiyen kimlikler damgalandığı ve toplumsal olarak görünmez olduğu için eşcinselliğin sayısı hakkında net bilgilere ulaşmak olanaksız hale gelmektedir (Marshall, 1999: 306).

Bununla birlikte, birçok eşcinsel birlikte yaşamayı tercih ederek ilişkilerini kalıcı hale getirmektedir. Bazı eşcinsel çift, yasal olmasa da birlikteliklerini törenlerle meşrulaştırarak birbirleriyle “evlenmektedir”. Daha öncesine göre, özellikle de Batı toplumlarında eşcinsel birlikteliklere yönelik olumsuz yargılar azalmaktadır. Hatta bu toplumlarda mahkemelerde çocukların vesayetini eşcinsel annelere verme biçiminde kararlar da yaygınlaşmaktadır. Yapay döllenme tekniklerinin gelişmesi sayesinde eşcinsel kadınlarında heteroseksüel birliktelik olmadan hamile kalmaları sağlanmaktadır. Buda eşcinsel ana babalardan oluşan ailelerin oluşmasına neden olmaktadır. Giddens ayrıca Amerika’da 1960’ların sonlarıyla 1970’lerin başlarında sosyal güvenlik kurumlarının bazı kentlerde evsiz eşcinsel çocukların vesayetini eşcinsel erkek çiftlere verdiğini ve bu uygulamanın toplum tarafından tepkiyle karşılanmasından dolayı sürdürülemediğini belirtmektedir (2000: 177).

Boşanma

İnsanların evlenmesi gibi boşanması da sosyolojik bir olaydır ve aile, sosyoloji içinde yer alan önemli konulardan biridir. Özkalp boşanmayı “taraflardan birinin veya her ikisinin kendi arzusu ile toplumda geçerli norm ve adetlere göre evlilik birliğini sona erdirmesi” olarak tanımlamaktadır (Özkalp, 2011: 141). Marshall ise boşanmayı, “hukuksal olarak kurulmuş bir evliliğin, yine resmi yasalar nezdinde ortadan kalkması” olarak tanımlamaktadır (1999: 79). Modern toplumlarda boşanma gittikçe yaygınlaşan bir olguya dönüşmektedir. Evliliklerin boşanmayla sonuçlanmasına neden olan zorunlu koşullar kültürlere ve zamana göre değişmektedir. Ayrıca, Bazı toplumlarda kadınların ve erkeklerin boşanma konusunda sahip oldukları haklar da eşitsizdir (Marshall, 1999: 79). Boşanma eğilimin yükselmesi doğal olarak evlilik kurumunu sarsan nedenlerin incelenmesini beraberinde getirmektedir.

Abbott ve arkadaşları boşanma eğilimin artmasını genel olarak şöyle açıklanmaktadır:

• Boşanmanın geçmişe göre yasal olarak kolaylaşması.

• Bireyselci ideolojinin yaygınlaşması. Diğer bir deyişle kadınlar ve erkekler artık daha fazla kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olmak istiyor ve kendi yaşamlarını kendileri kontrol etmek istiyor.

• Romantik aşk ideolojisi hem kadının hem de erkeğin beklentilerini yükseltmekte ve evlilikle beraber cinsel ve sevgiye dayalı tutkunun bitmesi boşanmayla sonuçlanmaktadır.

• Boşanma toplumsal olarak daha kabul edilebilir hale gelmiştir.

• Günümüzde evliliklerin, özelikle de çocuk sahibi kadın ve erkeğin dışarıda çalıştığı hanelerde; çok daha stresli hale geldiği belirtilmektedir. Stres ve çatışma evli çiftlerin boşanmasıyla sonuçlanabilmektedir.

• Kadınların gelir getiren işlerde çalışması ve maddi açıdan bağımsızlaşması da boşanmaları kolaylaştırmaktadır (Abbott vd., 2005: 154-155).

Özkalp (2011: 143) ise boşanma nedenleri bireysel ve yapısal olarak ikiye ayırarak şöyle özetlemektedir: Boşanmanın bireysel nedenleri arasında, erken yaşta yapılan evlilikler, evlilik süresi ve evlenme kararının alınmasında yapılan hatalar yer almaktadır. Erken yaşta yapılan evliliklerin erken boşanmayla sonuçlandığı belirtilmektedir. Evlilik süresi ile boşanma arasında şöyle bir ilişki kurulmaktadır. Çiftlerin uzun süre beraber yaşaması yani evli kalmasının boşanmaları engellediği düşünülmektedir. Boşanmanın yapısal nedenleri arasında, ekonomik koşullar, kadınların ekonomik bağımsızlığını kazanması ve evlilik ve boşan ma konusunda değişen değer ve tutumlar yer almaktadır. Boşanmaların ekonomik refah dönemlerinde artış gösterdiği, bunun tersine savaş ve durgunluk dönemlerinde azaldığı belirtilmektedir. Kadınların çalışma yaşamına katılarak ekonomik açıdan güçlenmesi ve bağımsızlaşması boşanma üzerinde etkili bir faktördür. Kadınlar güçlendikçe, aile içi geçimsizliğe, çatışmalara ve şiddete daha kolay karşı gelerek boşanmayı tercih etmektedir. Boşanmanın da evlilik kadar doğal bir olay olarak kabul edilip benimsenmesi, boşanan insanlara karşı toplumsal yargıların ve etiketlerin azalması, kısacası boşanmaya yönelik değer yargıları ve tutumlardaki değişimler de evliklerin bitmesini kolaylaştırmaktadır.



Özkalp boşanmayı “taraşardan birinin veya her ikisinin kendi arzusu ile toplumda geçerli norm ve adetlere göre evlilik birliğini sona erdirmesi” olarak tanımlamaktadır. Marshall ise boşanmayı, “hukuksal olarak kurulmuş bir evliliğin, yine resmi yasalar nezdinde ortadan kalkması” olarak tanımlamaktadır.

Boşanmanın bireysel nedenleri arasında, erken yaşta yapılan evlilikler, evlilik süresi ve evlenme kararının alınmasında yapılan hatalar, yapısal nedenleri arasında ise ekonomik koşullar, kadınların ekonomik bağımsızlığını kazanması ve evlilik ve boşanma konusunda değişen değer ve tutumlar yer almaktadır.

Tek Ebeveynli Aileler/Haneler

Son yıllarda tek ebeveynli ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Tek ebeveynli hane reisi sadece kadın veya hane reisi sadece erkek olan haneleri ifade etmektedir. Ancak fiili durum gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tek ebeveynli ailelerin hane reisinin sadece çoğunlukla kadınlar olduğu göstermektedir. Diğer bir deyişle, çocuğu ile birlikte yalnız yaşayan reisi kadın olan ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Bu ailelerin sayısındaki artışın nedenleri ise şunlardır:

• Boşanma veya ayrılma

• Evlilik dışı doğumlar

• Kadının kocasının ölmesi

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadın ve erkeğin boşanması durumunda çocuklar genellikle kadınla yani anneyle birlikte yaşamaya başlamaktadır. İsteyerek veya istemeyerek yapılan evlilik dışı doğumlar da tek ebeveynli hanelerin sayısını etkilemektedir. Kadınların erkeklere göre yaşam beklentisi göreli olarak yüksektir ve erkeğin ölümü de hane reisi kadın olan ailelerin sayısını etkilemektedir. Ayrıca günümüzde bölgesel düzeyde tanık olduğumuz savaşlarda erkek nüfusun azalmasına ve birçok kadının çocuklarıyla birlikte yaşamak zorunda kalmasına neden olmaktadır.

Tek ebeveynli hanelerin sayısındaki artış, “terk edilmiş kadın”, “babasız aileler” ve “dağılmış aileler” gibi önyargı yüklü yaklaşımların ortadan kalmasını sağlamaktadır (Giddens, 2000: 162). Tek ebeveynli haneler kendi içinde farklılaşmaktadır. Boşanmış kadınlar evlilik süresine, eski eşinin ekonomik ve toplumsal konumuna bağlı olarak göreli bir şekilde bazı kazanımlarla yalnız yaşamaya başlayabilmektedir. Örneğin, nafaka alabilir, oturduğu eve kira ödemeyebilir, kendi çalışıyor olabilir. Ancak hiç evlenmemiş anneler için yalnız aile olmak çok daha zor bir durumdur. Gelişmekte olan ülkelerde yapılan araştırmalar yalnız yaşayan annelerin çoğunun kirada oturduğu ortaya koymaktadır. Tek ebeveynli hanelerin % 60’ının boşanma sonucu oluştuğunu belirtilmektedir (Giddens, 2000: 163).

Ancak sayıları az olsa da evlenmeden veya bir erkeğin yardımı ve desteği olmadan çocuk sahibi olan kadınlar da vardır. “Tek anne olmayı seçme” kavramı aslında kadının toplumsal ve ekonomik konumuyla da ilgili bir durumdur. Gelir sahibi, eğitimli ve kentli kadınlar arasında tek anne olmayı seçme eğilimi daha fazladır. Ayrıca “tek anne olmayı seçme” içinde bulunulan topumun sosyolojik yapısıyla, toplumsal ve kültürel değerleriyle de ilişkilidir. Toplumsal eğilim genel olarak çocuk sahibi olmayı aile kurumu içinde istemekte ve kabul etmektedir.

Çocuklarıyla yalnız yaşayan ve hane reisi kadın olan hanelerin yoksullaşma riskleri daha fazladır. Evli kadınlarla karşılaştırıldıklarında, tek ebeveynli hanelerde kadınlar aileyi tek başına geçindirmek zorunda kalmaktadır. Bu hanelere gelen ortalama gelir miktarı düşmekte, kadın tek başına çocukların bakım işlerini üstlenmekte ve iş gibi kaynaklara ulaşmakta zorluklarla karşılaşmaktadır. Kadınların çocuklarına bakmak zorunda kalması tam zamanlı iş bulmalarını zora sokmaktadır. Amerika’da yaşamını yardım alarak sürdürenler arasında çocuklarıyla birlikte yaşayan kadınların oranı yüksektir. Bu da kadınların yalnız yaşamaya başlamasıyla yoksullaşma arsında bir ilişki olduğunu göstermektedir. “Yoksulluğun kadınlaşması” (feminization of poverty) tezi özellikle de Amerika’da yardım alan kadınlara dayandırılmaktadır. Türkiye’de de boşanma oranları artmasına rağmen, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi tek ebeveynli haneler görünür değildir. Çünkü boşanan, kocasını kaybeden ve özellikle de gelir kazanmayan kadınlar çoğunlukla kendilerinin veya kocalarının aileleri ile birlikte yaşamaya başlamaktadır.

Çocuğu ile birlikte yaşayan ve reisi kadın olan ailelerin sayısı gittikçe artmaktadır. Bu ailelerin sayısındaki artışın nedenleri ise şunlardır: Boşanma veya ayrılma, evlilik dışı doğumlar ve kadının kocasının ölmesi.

Tek anne olmayı seçme”kavramı aslında kadının toplumsal ve ekonomik konumuyla da ilgili bir durumdur. Gelir sahibi, eğitimli ve kentli kadınlar arasında tek anne olmayı seçme eğilimi daha fazladır.

Bekâr Kalma

Geleneksel toplumla karşılaştırıldığında modern toplumlarda bekâr kalma oranları gittikçe artmaktadır. Toplumda bekâr sayısının artmasının nedenleri şöyle açıklanmaktadır: Birincisi insanlar erken yaşta evlenmek yerine daha geç evlenmeyi tercih etmektedir. Boşanma oranlarının artması toplumda bekârlarının sayısın artmasını sağlayan diğer bir faktördür. Bunun yanı sıra eşleri ölen yaşlı nüfus sayısın artması bekârların sayısını artırmaktadır. Giddens’a göre, bekâr olmak insan yaşamının farklı süreçlerinde farklı anlamları içermektedir. Daha önceleri yirmili yaşlarda evlenme eğilimi yüksek olduğu, günümüzde ise bu yaşlarda insanlar daha az evlendiği belirtilmektedir. Otuzlu yaşlarda çok az kadının ve erkeğin evli olmadığı, otuz ile elli yaş arasında bekâr insanların çoğunun boşanmış olduğu belirtilmektedir. Otuz ile elli yaş arasında bekâr insanların aynı zamanda “iki evlilik ara-sında” olduğu da düşünülmektedir (Giddens, 2000: 177).

Peter Stein (1980, aktaran Giddens, 2000: 177) yaşı yirmi beş ile kırk beş yaş arasında olan altmış bekâr insanla yaptığı araştırmanın sonuçları bekâr kalma algısını ortaya koyması açısından önemlidir. Bu araştırmaya göre görüşülen kişiler;

• Bekâr olmanın kariyer için önemli bir fırsat ve yararlı olduğu;

• Bekâr olmanın çeşitli cinsel deneyimlere fırsat verdiğini,

• Bekâr olmanın özgürlük ve özerklik olduğunu düşünmektedirler.

Görüşülen kişiler bekâr kalmanın (onlara göre) yukarıda sıralanan olumlu sonuçlarının yanı sıra, evliliğin yaygın olduğu bir toplumda yalnızlık ve yalıtılmışlıktan rahatsızdırlar. Sonuç olarak, görüşülen insanların çoğu toplumsal olarak evlenmeleri yönünde daha çok baskı altında kaldıklarını ve bekâr kalmaya yönelik herhangi bir teşvikte bulunulmadığını belirtmiştir (Giddens, 2000: 177).

Toplumda bekâr sayısının artmasının nedenleri şöyle açıklanmaktadır: Birincisi insanlar erken yaşta evlenmek yerine daha geç evlenmeyi tercih etmektedir. Boşanma oranlarının artması toplumda bekârlarının sayısın artmasını sağlayan diğer bir faktördür. Bunun yanı sıra eşleri ölen yaşlı nüfussayısın artması bekârların sayısını artırmaktadır.

AİLEYE İLİŞKİN TEMEL KAVRAMLAR

GİRİŞ

İnsanlık tarihi kadar eski bir kurum olan aile, çok hızlı bir değişme ve gelişme içinde olan çağımız toplumlarında git gide bazı tartışmalara da neden olmaktadır. Bunun nedeni olarak şunu göstermek mümkün olabilir; aile, kurum özelliği taşıması nedeniyle toplumda birtakım fonksiyonları da taşımakta ve yerine getirmektedir. Ancak hızlı değişmeler paralelinde aileye destek olabilecek sosyal, psikolojik, kamusal destek sistemleri çok işler bir durumda olamamaktadır. Değişen toplumsal yaşamla birlikte aile kurumu da değişmekte ve çeşitli toplumsal kurumlar aile kurumuna destek olmaktadır. Aile, toplumun da bir parçasıdır ve doğal olarak toplumun sosyal yapısına, değerlerine ve normlarına bağlıdır. Dolayısıyla aile toplumsal yapının bir sonucudur yani bir anlamda toplumun yansımasıdır.

Türk toplumsal yapısı çok kültürlü bir özelliğe sahip olmakla birlikte, Türkiye son 20 yılda sosyoekonomik, demografik ve kültürel yaşam alanlarında ciddi bir değişim de geçirmiştir. Küreselleşme, insan hak ve özgürlükleri gibi evrensel söylemlerin yanı sıra, nüfusun, özellikle genç nüfusun teknolojik değişim ve gelişimlerin etkisiyle yaşamda daha aktif hâle gelmesi, kadının toplumsal yaşamda daha görünürlüğü, okullaşmanın artması, uluslararası sermayenin ekonomik alanlardaki yatırımları ile açılan sınırlar ve etkileşim gibi pek çok faktörün etkisiyle aile kurumu da ciddi bir değişimden geçmiş ve aile yeniden tanımlanmaya çalışılmıştır.

Aile her şeyden önce sosyokültürel bir varlık olmakla birlikte farklı form ve yapılara sahiptir. Dolayısıyla aile, toplumsal yaşam içerisinde toplumsal sorunlardan ve baskılardan dolayı çeşitli sosyal, ekonomik ve kültürel konularla ilgili sorunlarla karşılaşmaktadır.

Birey için önemi büyük olan ailenin toplum açısından da önemi inkâr edilemez. Bunun için de her toplum ailenin güçlü olmasını kendisi için önemli sayarak onu korumak, desteklemek ve teşvik etmek için uygun gördüğü önlemleri almaktadır.

Temel İhtiyaçlarımız:

1- Fizyolojik İhtiyaçlar: Yeme, içme, barınma, yaşamı sürdürme gibi ihtiyaçlarımızdır.

2-Güvenlik ihtiyaçları: tehlikelerden korunma, hastalık, yaşlılık gibi hallerde geleceği garantiye almak gibi ihtiyaçlarımız.

3- Ait olma ve sevgi ihtiyaçları: Bir gruba ait olma. kendi kendine anlama, sevgi, şefkat, gibi ihtiyaçlarımızdır.

4-Değer İhtiyaçları: Prestij, başarı, saygı gösterme gibi ihtiyaçlarımızdır.

5-Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları: Yapma tamamlama arzusu, kişisel tatmin, kişisel başarı, bilimsel buluşlar yapma ihtiyaçlarımızdır.

Yukarıda sıralanan gereksinimler temel insani ihtiyaçlardır. Karşılanması elzem ve kaçınılmazdır. Bu ihtiyaçlar sadece anne babanın değil aynı zamanda çocukların da ihtiyaçlarıdır. Yani bütün olarak aile sisteminin ihtiyaçlarıdır. Bir adım daha öteye gidersek toplumun ihtiyaçlarıdır. Sonuç olarak hem bireyin gereksinimlerinin sağlıklı bir şekilde ve aşamalar hâlinde karşılanması hem de toplum ve birey için aile vazgeçilemez temel bir sosyal kurumdur.

Aile sistemini anlamak amacıyla öncelikle aileye ilişkin yapılan farklı tanımlara bakmak da yarar olacaktır.

Ailenin pek çok değişik tanımı bulunmaktadır. Tanımların bazılarında ailenin sosyalleştirme fonksiyonu daha ağırlıklı iken, bazılarında cinsellik ve üreme işlevine ağırlık verilmektedir. Çeşitli açılardan aile tanımlarını inceleyecek olursak:

1967 yılında Birleşmiş Milletler ele aldığı tanımla aile özellikle sayım ve araştırmalarda kullanılması için son derece geniş bir tanım önermiştir. Aile; kan, yasa ve evlilik yoluyla birbirlerine belirli derecelerde akrabalıkları bulunan hane halkı üyelerinden meydana gelmektedir.

Başka tanımlara göre aile; Aile; içinde insan türünün üretildiği, topluma hazırlanma sürecinin belli bir ülkede ilk ve etkili şekilde cereyan ettiği, cinsel ilişkilerin düzenlendiği eşler ve ana-babalarla çocuklar arasında içten, sıcak, güven verici ilişkilerin kurulduğu, yine içinde bulunduğu toplumsal düzene göre ekonomik etkinliklerin az ya da çok yer aldığı toplumsal bir kurumdur.



Aile bir sosyal kurum olarak toplumun ve bireyin sağlıklılığı için gereklidir.

“Aile, üyelerin kendilerine ait görev ve sorumluklarını yerine getirmeleriyle daha geniş toplumsal çevreyle olan bağlantıları çok yönlü ve içerikli olarak düzenlemektedir”. Anayasanın 41. maddesinde “ailenin korunması” başlığı altında “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri ailenin, ananın ve çocuğun korunması için gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar”, ifadesi yer almaktadır. Görüldüğü üzere aile toplumun temeli olup ailenin korunması ve desteklemesi oldukça önemlidir.

Literatüre bakıldığında sosyologlar aileyi daha çok sosyal grup olarak ele almaktadır.

Macluer ve Page’ye göre aile; cinsel ilişkilerine dayalı, çocuk sahibi olma ve bu çocukları yetiştirme özellikleri gösteren bir gruptur.

Winch de aileyi grup kategorisine sokmaktadır. Buna göre aile; kuşak ilişkilerine göre ana, baba ve çocuktan meydana gelen bir gruptur.

Nimroff’a göre; karı-koca, çocuklardan veya sadece karı-kocadan kurulu az veya çok devamlılık gösteren bir birliktir.

Summer ve Keller’e göre aile; en az iki neslin bir arada bulunduğu kan bağıyla karakterize edilen küçük bir sosyal örgüttür.

Birsen Gökçe ise aileyi şu şekilde tanımlamaktadır: Aile; ana-baba ve çocuklar ve de tarafların kan akrabalarından meydana gelmiş (aile biçimine göre) ekonomik ve toplumsal bir birliktir.

DPT "Türk Aile Yapısı Özel İhtisas Komisyonu" tarafından verilen aile tanımına göre aile; kan bağlılığı, evlilik ve diğer yasal yollardan, aralarında akrabalık ilişkisi bulunan ve çoğunlukla aynı evde yaşayan bireylerden oluşan; birey cinsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşılandığı, topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ve düzenlendiği temel bir toplumsal birimdir.

Aileyi anlayabilmek amacıyla ailenin temel özelliklerine de bakmak gerekir. Maclver ve Page “Society” adlı eserinde bu konuyu şu şekilde ele almıştır:


  • Aile evrenseldir; aile bütün sosyal ilişkiler içinde en fazla evrensellik özelliği göstermektedir.

  • Aile duygusal bir temel dayanır.

  • Aile kökeni organik bünyemizde olan karmaşık duygularımızla temellendirilmiştir. Bunlar; nesli devam ettirme isteği, annelik, arkadaşlık, ebeveynlik duygularıdır.

  • Aile şekillendirme özelliğine sahiptir.

  • Çocuğun kişilik yapısı aile içinde gelişir. Aile üyeleri bireyin hem organik hem de zihnî alışkanlıklar kazanmasını sağlar. Bireydeki sosyalleşme olayı aile içinde gerçekleştirildiğinden ve ailenin çocuk üzerindeki etkileri kişilik gelişiminin bir parçası olduğundan hayat boyu yetişkine arkadaşlık edecektir.

  • Ailenin kapsamı sınırlıdır.

  • Aile biyolojik koşullar çerçevesinde sınırlı bir büyüklüğe sahiptir.

  • Şekillenmiş sosyal yapıların en küçüğüdür.

  • Aile sosyal yapıda çekirdek özelliği taşır.

  • İlkel toplumlarda ve baba otoritesinin hâkim olduğu toplumlarda bütün sosyal yapı aile ünitelerinden oluşmuştur. Karmaşık, modern toplumlarda aile bu özelliğini kaybetmekle beraber yer yer sosyal sınıflar içinde birliğinin çekirdeklik özelliğini devam ettirme eğilimi de görülmektedir.

  • Aile üyelerinin sorumlulukları vardır.

  • Aile; üyelerinden diğer birliklerde görülmeyen devamlı ve çok sayıda isteklerde bulunur. Aile üyelerinden beklediği görev; yaşam boyu devam etmektedir.

  • Aile sosyal kurallarla çevrilidir.

  • Aile sosyal kuralların ve kanuni yasaların şekillendirdiği bir sosyal düzendir. Evlilik kurumu; kesin kurallarla belirlenmiş bir hukuki anlaşmadır. Eşlerin saptanmış olan bu kuralları değiştirmeye hakkı yoktur ve uymak zorundadır.

  • Aile sürekli ve aynı zamanda geçici bir doğaya sahiptir.

  • Aile kurum olarak devamlılık ve evrensellik özelliği gösterir. İki kişinin kurduğu bir birlik olarak toplumdaki diğer birlikler içinde en geçici ve değişken olanıdır.


AİLE TİPLERİ

1-BÜYÜK AİLE

Çoğunlukla kırsal kesimde yaşayan, ekonomik ve kültürel değerlerle şekillenen, akrabalık ilişkileri oldukça güçlü olup, üye sayısı açısından da kalabalık olan aile biçimidir.

Büyük ailenin temel özelliği geleneklere bağlı bir yaşam olup bu aile biçimine geniş veya birleşik/bütünleşik aileler dâhil olmaktadır.

a. Geniş Aile: Birden fazla kuşağı içinde barındıran ve akrabalık ilişkilerinin güçlü olarak yaşandığı, gelirin paylaşıldığı kalabalık aile üyelerinin oluşturduğu aile biçimidir.

b. Birleşik / Bütünleşik Aile: Evlenen tüm oğulların eş ve çocuklarıyla baba evinde birlikte yaşamaları ile oluşan aile biçimine denir. Bu ailenin temel özellikleri şunlardır:

* Bu aile kapsamında birden fazla çekirdek aile bulunur.

* Bu aileleri bir arada tutan nedenler büyük ölçüde ekonomiktir. Zamanla ekonomik bağımsızlığını kazanan aileler baba evinden ayrılıp ayrı bir eve çıkabilirler.

* Ayrı evde oturdukları halde, sosyal ve ekonomik bakımdan aileden kopmamış, aynı tencereden yiyen, sadece fiziksel bir ayrılmanın söz konusu olduğu bu aile tipi ülkemizde oldukça yaygın görülür.


2- KÜÇÜK AİLE

Ana, baba ile henüz evlenmemiş çocuklardan oluşan, çekirdek ya da dar aile olarak da adlandırılan toplumsal ve ekonomik birliktir. Çekirdek aile, parçalanmış veya tamamlanmamış aileler bu aile yapısı içinde ele alınabilir.

Bu ailenin temel özellikleri ise:


  • Üye sayısı sınırlıdır

  • Büyük aileye kıyasla akrabalık bağları daha zayıftır

  • Genellikle kentsel mekânlarda görülen aile tipidir.

  1. Yüklə 195,14 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin