Aile sosyolojiSİ not 1 Aİle sosyolojiSİnde farkli kuramsal yaklaşimlar ve nedenleri Giriş



Yüklə 126,06 Kb.
səhifə2/3
tarix12.08.2018
ölçüsü126,06 Kb.
#69862
növüYazı
1   2   3

İşlevselcilik ve Aile

Temel görüşleri paralelinde İşlevselciler için aile daima toplumun temeli olarak görülür. Ayrıca toplumdaki değişmelere bağlı olarak aile yapısında da değişmeler olduğu kabul edilir. Örneğin Parsons (1960)’a göre, sanayi öncesi toplumda, aile temel üretim birimi olduğundan ve emek yoğun üretim yapıldığından, günümüzde daha yaygın olan ve anne-baba evlenmemiş çocuklardan oluşan “çekirdek aile” (nuclear family) yerine “geniş aile”ye (extended family) ihtiyaç vardı.

İşlevselcilere göre sanayi toplumu ortak bazı değerleri paylaşan vatandaşlardan oluşan bir yapıyı gerektirir. Böylece sanayi toplumunda çekirdek aile, çocukların toplumsallaşması ve erişkinlerin istikrar kazanması gibi iki temel işlevi görmekten sorumlu birim olarak desteklenir. Sanayi öncesi toplumda geniş ailede akrabalar veya üyesi olunan kabile/aşiretin üyeleri tarafından toplumsallaşan çocuklar, artık çekirdek ailede sosyal bir varlık olmayı öğreneceklerdir. Erişkinler de daha önceki dönemlerin hiçbirinde yaşanmayan şekilde sanayi toplumunun acımasız çalışma koşullarında geçim derdine düşerek kentlerde son derece büyük gerginlikler içinde yaşadıklarından, aile, üyelerinin sorunlarını çözümleyerek onlara istikrar kazandırma işlevini üstlenmektedir.

Aile konusunda İşlevselci Yaklaşıma dayanarak çalışma yapmak yaygın bir gelenektir. Çünkü aile modern sanayi toplumunun ürettiği sorunlara karşı kurumsal emniyet supabı işlevi görmektedir. Ayrıca cinsellik aile yoluyla düzenlenmektedir. Sanayi toplumunda, küçük ailenin yer değiştirmesi, bir bölgeden diğerine göç etmesi pratik olarak da daha kolaydır. Çünkü artık insanlar sürekli iş ve yer değiştirerek aşama kaydeder hale gelmişlerdir. Giderek ilk başlangıç işinden emekli olmak başarısızlık olarak görülmektedir. Hatta bazı Alvin ve Heidi Tofler gibi gelecek okuyanlara (futurist) göre, aynı işte dört yıldan fazla kalınmayacak ve sürekli meydan okunarak yeni iş koşulları aranacaktır. Sonuç olarak daha önce tarımcı aşamada iken sahip olduğumuz ailenin özellikleri önemini kaybetmekte, nereden geldiğimiz, kimlerden olduğumuz sorgulanmamakta ve sanayi toplumundaki başarı ve refahımız için çekirdek aile ideal norm olmaktadır.



T. Parsons’a göre toplumlar değişip sanayileştikçe, teknoloji yoğun üretim ve ailenin üretim birimi olmaktan çıkarak tüketim birimi haline dönüşmesine bağlı olarak da geniş aileye ihtiyaç azalmıştır. Bunun yerine daha küçük ve hareketlilik/göç kabiliyeti fazla olan, üyelerinin belirli becerilere sahip olduğu ailelere ihtiyaç artmıştır. Üretkenlik esasında sanayi öncesi toplumun ayrıcalıklı statüye sahip sınıfları da değişmiştir.

T. Parsons’ın 1950’li yıllarda ABD’nin Orta batı bölgelerinde beyaz, orta sınıf ve kasaba ailesine yönelik gözlemlerinin sınırlılıkları her türlü eleştiriye açık olmakla birlikte halen belirli çerçevede önemini korumaktadır.

Sanayileşme ve kentleşmenin ailenin geleneksel işlevlerini zayıflattığı iddiasında bulunan İşlevsel Yaklaşımın sosyolojik araştırmalara nasıl uygulanacağını göstermek üzere ekonomik üretim, çocukların toplumsallaşması, yaşlı ve hasta bakımı gibi temel işlevler aracılığıyla konunun tartışılmasında yarar vardır (Henslin, 2001:27-28):

Ekonomik Üretim (Economic Production): Sanayi öncesi dönemde aile ekonomik bir ekipti. Temel ihtiyaçları karşılamak birçok aile için çok güçtü ve aile üyeleri yaşamlarını sürdürebilmek için üretimde işbirliği yapmak zorundaydılar. Buna karşılık sanayileşme ile ev ve işyeri ayrımı orta çıkınca daha önce aynı ekip içinde oldukça sıkı olan aile bağları da zayıflamaya başladı. Özellikle baba ve koca olarak erkeğin evden iş için ayrılması ailenin eski gündelik rutin düzenini sarstı. Öte yandan anne ve kız çocukların aile geçimine olan ekonomik katkıları giderek azalmaya başladı. Türkiye’de de benzer şekilde kırda tarımsal faaliyetlerde üretken olan kadınlar, kentte bu olanağı bulamamaktadırlar.

Çocukların Toplumsallaşması (Socialization of Children): Geniş ölçekte ortaya çıkan ekonomik değişmeler karşısında diğer güçlenen bir kurum olarak devlet, ailenin pek çok işlevlerini üstlenmeye başladı. Örneğin okullar açarak daha önce ailenin sağladığı eğitim işlevini üstlendi ve böylelikle onların toplumsallaşmasında da sorumluluk aldığını gösterdi. Çocukların okula gönderilmesini yasal zorunluluk haline getirerek, uymayan aileler cezalandırıldı.

Yaşlı ve Hasta Bakımı (Care of Sick and Elderly): Yasalarla kurulan tıp fakülteleri ve hastaneler aracılığıyla kurumlaşan tıp güçlenmiştir. Buna bağlı olarak da artık hastalar ev yerine hastanede bakım görmekte ve tedavi edilmektedir. Aynı şekilde yaşlı bakım sorumluluğunda da değişme olmuştur. Çeşitlenen derecelerde imkânlar sağlayarak sorumluluk üstlenen organizasyonlar çoğalmıştır. Türkiye’de de yaşlıların ailede bakımı yerine, giderek artan ölçüde yaşlı/huzur/dinlenme evi seçenekleri özellikle kentlerde kamusal veya özel olarak sağlanır hale gelmiştir.

Eğlenme/Dinlenme (Recreation): Ailelerin gelir düzeyi yükseldikçe ev yerine eğlenme ve dinlenme için başka mekânlara gitme oranı da artmıştır. Eskiden evdeki imkânlarla sağlanan eğlencelerin yerini bedeli ödenerek alınan hizmetler almaya başlamıştır. Hizmet sektöründe birçok lokanta, kafeterya, spor kulübü bu hizmetleri sunmak için rekabet etmektedir. Türkiye’de de giderek daha fazla kentsel aile hafta sonlarında büyük alışveriş merkezlerine gitmekte, lokanta veya kafeteryalarda yemek yiyerek tüketimde bulunmaktadır. Ayrıca ailenin birliği beraberliği için birlikte yemek yemekte artık törenselliğini kaybetmekte, abur cubur yeme kültürü yaygınlaşmaktadır.

Üyelerin Cinsel Denetimi (Sexual Control of Members): Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da değişmeler olmuştur. Geleneksel olarak cinsel ilişki sadece evlilikte meşru görülürken, bu eğilimde de eskiye göre oldukça fazla zayıflama baş göstermeye başlamıştır. Özellikle sanayi toplumlarında “cinsel devrim” olarak adlandırılan değişmeler evlilik dışı cinsel ilişki seçeneklerine yol açmıştır. Türkiye’de de özellikle bazı eğitimleri her ne olursa olsun yüksek gelirli olanlar ve yüksek eğitimli bazı çevrelerde benzer eğilimler gözlenmektedir. Bekâret konusundaki geleneksel değerlere başkaldırılara sınırlı da olsa rastlanmaktadır.

Üreme/Çoğalma (Reproduction): Yüzeysel olarak bakıldığında ailenin işlevleri arasında dokunulmayan tek konu çocuk sahibi olmadır. Hatta ABD’de tek ebeveynli ailelerin çoğunda çocuk bulunduğu ve evlenmemiş kadınların tüm doğumların %40’ını yaptıkları düşünülürse, üreme işlevinin hiçbir zaman sona ermeyeceği söylenebilir. Bu eğilimler karşısında, okullarda aile planlaması eğitimi yapıldığı, gebelikten ve çeşitli hastalıklardan koruyucu malzemenin dağıtıldığı veya eşine haber verme zorunluluğu olmadan kadının kürtaj yaptırmasına olanak tanındığı belirtilmelidir.

Türkiye’de de çocuk sahibi olmak önemsenmektedir. Sağlık Bakanlığı çeşitli projelerle aile planlaması hizmetlerini ülkenin her yerinde ücretsiz olarak sunmaktadır. İstendiği zaman istendiği sayıda çocuk sahibi olmak için kamusal hizmetlerin yaygın olmasına rağmen, geleneksel / kültürel ve ideolojik engeller yüzünden halen ailelerin çoğu bakabileceğinden daha fazla sayıda çocuğa sahip olmakla birlikte, nüfus artış hızında yaşanan düşmeler bu konuda bazı değişmeler olduğunu göstermektedir.

Murdock (1949)’un da belirttiği gibi, işlevselcilere göre yaşamak için toplum belirli ihtiyaçları karşılamak ya da belirli işlevleri görmek zorundadır. Aslında İşlevselcilerin aileye bakışı da onun toplumun diğer kısımlarıyla olan ilişkisi üzerinde odaklanır. Özellikle ailenin toplum refah ve mutluğuna yaptığı katkı ile ilgilenilir.

Her ne kadar çeşitli sosyokültürel yapılarda farklı biçimler alsa da dünyadaki tüm toplumlarda aile “evrensel” olarak bulunur. Bunun sebebi, tüm toplumların refahı için temel olan altı ihtiyacı karşılamasıdır. Bunlar daha önce de ayrıntılı olarak incelendiği gibi sırasıyla ekonomik üretim, çocukların toplumsallaşması, hasta ve yaşlı bakımı, eğlenme, cinsel denetim ve üremedir. İşte bu ihtiyaçların karşılanmasını garanti altına almak için her toplumda aile vardır.

Öte yandan aile üyeleri arasında cinsel ilişkinin yasak olmasının (incest taboo) en önemli işlevi ailedeki rol karışıklığını engellemektir. Örneğin, baba ile kızı arasında cinsel ilişki onay görse, anne-kız ilişkisinde roller ikinci bir eş/kuma veya rakip olarak mı yaşanacaktır? Babası, aşığı mı yoksa babası mı olacaktır? Buradan hareketle aile dışından evliliğin de (exogamy) önemli birçok işlevi vardır. Özellikle antropologlara göre içten evlilik ailede ölümcül rekabete yol açabilmektedir. Buna karşılık aile dışından evlenme sosyal çevre ve ilişkilerin genişlemesine katkıda bulunmaktadır.

İşlevselcilere göre geniş aile ile karşılaştırıldığında çekirdek ailenin toplumsal izolasyona yol açarak negatif işlev görme olasılığını tartışınız.

Sonuç olarak İşlevselci Yaklaşımdan hareketle aile yapısındaki değişmeler çeşitli ampirik araştırmalar yapılarak, surveyler sonucu elde edilen istatistiksel veriler karşılaştırılarak incelenebilir. Birey temelli mikro analizler yerine, makro veya orta ölçekteki yapısal araştırmalar bu yaklaşım için daha uygundur. Değişmeyi ortaya koyan çocuk sayısında düşme, evlenme yaşı, boşanma oranı, yoksulluk, konut /barınma ve yüksek kiralar, işsizlik, enflasyon, hastalık, mevsimlik iş ve göç oranları konularında araştırmalar yaparlar. Ayrıca evsizlik (homelessness) oranındaki artışların aile yapısını nasıl etkilediğini araştırmak çok önemsenir. Evsizlerin iş bulamaması ve aile kuramamaları yüzünden sosyal yardımlara başvurmaları gelişmiş sanayi toplumlarının çözüm bekleyen en önemli sorunları arasındadır.

Radikal Psikiyatrlar

Son olarak 1960’lardan bu yana aile konusunda ortaya çıkan bir diğer yaklaşımdan söz etmek mümkündür. Bu yaklaşımın ilk bakışta sosyolojinin içinde yer alması garip görünse de geniş bir çerçevede mümkün görünmektedir. Nitekim Abbott (2010)’a göre 1960’ ların savaş yerine Aşk ve Barış (Love and Peace) Hareketi ile birlikte insanlar birçok kurum, örgüt ve işleyişte değişiklik talebinde bulunmaya başladılar. Klasik geleneksel tıp da bu arada en çok eleştirilenler arasındaydı. David Cooper ve Ronald Laing özellikle psikiyatri alanında eleştiri yapanların başını çekmekteydi. Onların bu eleştirel saldırıları kısa zamanda çekirdek aile üzerine de yönlendi.

Çekirdek ailede üyelerin bireysel gelişimi negatif etiketleme ile bozulmakta ve adeta günah keçisi ya da şamar oğlanı (scapegoating) haline gelmekteydi. Aile ilişkileri işlevsel olmak bir yana bunaltıcı ve işlevsel olmayan hale dönüşmekteydi. Radikal psikiyatrların görüşleri İşlevselcilerin aile hakkındaki olumlu görüşlerine eleştiri getirmeleri açısından tarihsel öneme sahiptir.

D. Cooper ve R. Laing’e göre erişkin kişiliklerin çekirdek ailede istikrar kazandıkları yönündeki işlevselci görüş kesinlikle hatalıydı. Onlara göre, aile tam aksine erişkinlerde istikrarsızlık yaratmaktaydı. Çekirdek aile kimliklerin birbiriyle rekabet ettiği ve güç oyunlarının oynandığı bir kazandı.

Çatışmacı Yaklaşım

Sosyal bilimlerde Çatışmacı yaklaşım ve kuramlar, toplumdaki gruplar ve sınıflar arasındaki sosyal, siyasi ve maddi eşitsizlikler üzerinde vurgu yaparak mevcut sosyo politik sistemi eleştirirler. Çatışmacılar özellikle sınıflar arasındaki güç mücadelesi ve birbirine tarihsel olarak karşıt olan Hâkim ideolojiler üzerinde dururlar. Bu çalışmaları güncel “barış ve çatışma çözümleme” (peace and conflic resolution) analizleriyle karıştırmamak gerekir.



İşlevselcilerin toplumu ahenk içinde bir bütün olarak görmelerinin aksine çatışmacılar, toplumun birbiriyle kıt kaynaklar için çatışan gruplardan oluştuğunu kabul ederler. Dıştan bakıldığında birlik ve beraberlik içinde görülen ilişkilerin ardında bir güç mücadelesi olduğunu savunurlar. Çatışmacı Yaklaşım da modernist kuramlara ve makro düzeyde yapısal analizlere dayanır.

Çatışma kuramı çoğu zaman Marksizm ile birlikte düşünülür. Marx’ın felsefesi “Diyalektik Materyalizm” (Dialectical Materialism) olarak anılırken; sosyolojisi-ne “Tarihsel Maddecilik” (Historical Materialism) denilir. Bu bağlamda diğer tüm üretim biçimleri gibi kapitalizmin de diyalektik olarak kendini ortadan kaldıracak potansiyele (işçi sınıfı) sahip olduğu ve tarihin sınıf mücadelesine dayandığı savunulur.

Karl Marx Avrupa’yı dönüştüren Sanayi Devrimini gözleyerek çatışma kuramını geliştirmiştir. Kırdan göçen tarım işçilerin kentlerde karın tokluğuna çalıştırıldığını ve ortalama ömürlerinin 30 yaş olduğuna tanık olmuştur. Bu acımasız çalışma koşullarını anlayabilmek için tarihsel olarak toplumları incelemeye başladığında ise insanlık tarihinin sınıf çatışmasına dayandığını ve sınırlı sayıda güçlünün (burjuvazi) üretim araçlarına sahip olduğunu ve çoğunluğu oluşturan işçileri (proletariat) sömürdüğünü görmüştür.

Modern çatışma kuramının kurucusu C.W. Mills’e göre, ilk aşamada sosyal yapılar birbiriyle çıkar ve kıt kaynaklar için çatışan insanlar aracılığıyla yaratılır. Daha sonraki aşamada ise çıkar ve kaynaklar, insanlar tarafından yaratılan yapının yüceltilerek “şeyleştirilmesi”nden (reification) toplumdaki güç ve kaynakların eşitsiz dağılımından etkilenir. Bu şeyleştirme aslında insan ve onun yarattığı yapı arasındaki diyalektik bağın kopması ya da gözden kaçırılmasıdır. Ona göre Amerikan toplumundaki iktidar seçkinlerinin üçayağı ordu (Pentagon), ekonomi ve yönetim/hükümetten oluşur. Aslında ordu ve ekonominin iç içe geçmişliği de göz ardı edilmemelidir. Savaş sanayi demek daha doğru bile olabilir. Bu yüzden iktidar seçkinlerinin temel politikası ülkeler ve toplumlar arasında çatışmanın yükselmesi, silahlanma, kitlesel yıkım ve insan ırkının yok edilmesine yöneliktir. Görüşleri yüzünden Amerika’da toplum dışı ilan edilen C.R.Mills’ in tüm radikalliğine rağmen 1960’larda yaptığı kestirimlerin pek çoğunda haklı olduğunu söylemek mümkündür.

Çatışmacı Yaklaşım ve Aile

Günümüzde Marksist olmayan çatışma kuramcıları da bulunmaktadır. Örneğin, bunlardan biri olarak Ralf Dahrendorf çatışmanın “otorite” içeren her ilişkide söz konusu olabileceğini savunur. Meşru olan güç (power) olarak tanımlanan otorite (Weber, 1964) toplumun her kesiminde, ister küçük bir grup ister bir organizasyon ya da geniş toplum olsun her düzeyde bulunur. Otorite konumunda bulunanların diğerlerinde kendisine uymayı beklemesine karşılık diğerleri buna direnirler.

Aynı şekilde Lewis Coser’da Marx’tan farklı olarak, çatışmanın aralarında yakın ilişki bulunan herkes için söz konusu olduğunu savunur. Çünkü birbirleriyle yakın ilişki içinde olanlar arasında sorumluluk, güç ve ödüllerin paylaşımı sırasında ortaya çıkabilecek her türlü değişiklik diğerlerinde hayal kırıklığı yaratabilir. Bu durum aile içindeki mahrem (intimate) ilişkilerde de söz konusudur. Eş ve veya çocuklar arasında her an ya ev işlerinin paylaşımında ya da önemli kararların alınmasında anlaşmazlık çıkabilir.

Yapısal işlevselcilik gibi Çatışmacı Yaklaşımda modern ve makro bir yaklaşım olarak benzer bazı özelliklere sahiptir. Çünkü Çatışmacı Yaklaşıma temel oluşturan Marksizm de yapısalcı bir kuramdır. Örneğin, aile konusunda önemli çalışmalar yapan D. Abbott (2010)’a göre, Marksizm de çekirdek ailenin, kapitalist iş yerindeki gerilimlerden kaynaklanan tansiyonu düşürmede bir supap olarak modern toplum için daha uygun bir form olduğunu kabul eder. Ancak Marksist toplum hakkındaki görüşleri işlevselcilerden son derece farklıdır. Onlara göre modern toplumu karakterize eden özellik sadece sanayileşme değil, kapitalizmdir. Buradan hareketle de modern toplumda var olan eşitsizlikler yüzünden çekirdek ailenin sosyal ve coğrafi olarak hareket kabiliyetine sahip olduğunu iddia etmenin anlamsız olduğunu savunurlar.

Marksizme göre toplumlarda biri “alt -yapı “(infra structure) diğeri ise “üst-yapı”(super structure) olmak üzere ikili bir model bulunur. Bu bağlamda ekonomik alt yapı (kapitalizm) istisnasız diğer tüm üst yapı kurumları gibi aileyi de belirler. Bu bağlamda çekirdek aile hareket etmek bir yana, kuşaklar boyunca kapitalizmin tuzağına düşmüştür. Kapitalizmin ideolojik koşullama aracı olarak aile, kapitalizmin yeniden üretilmesinde kullanılır. Goldthorpe ve Nuffleld’ın da belirttikleri gibi ailenin işlevi çocuklarını kendisi gibi eğiterek gelecekte yerini alacak yedek ucuz işgücünü yetiştirmektir. Aksi takdirde kapitalizmin varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bunun örneklerini sağlıksız çalışma koşullarının yaygın olduğu her ülkede görmek mümkündür ve böyle bir iddia sürmek hayalperestlik değildir. Öte yandan kapitalizmin sonu gelmeyen sanal ihtiyaçlar yaratarak insanları daha fazla çalışarak daha fazla kazanmaya ve kazandıklarını tüketmeye teşvik eden karakteri yüzünden ailenin, toplumdaki malĞeşya fetişizmiyle(commodity fetishism) bütünleşen bir parça haline gelmesi söz konusudur. Gençlerin tüketim çılgınlığı içinde olmaları, kapitalizm tarafından iştah açıcı bir piyasa olarak görülmeleri de aileye olan ilgiyi arttırmaktadır. Çünkü söz konusu gençliği sağlayan kaynak ailedir.

Çatışmacı Yaklaşımın aile incelemelerinde nasıl uygulanacağı konusuna açıklık getirmek isteyen Henslin (2001:31)’e göre, Çatışmacılar ABD’de boşanma oranlarının neden yüksek olduğunu açıklarken ilk olarak temel “eşitsizlikler”den hareket ederler. Çünkü toplumda kadınlar erkeklerin egemenliği altında istismar edilmektedir.

Bu bağlamda Çatışmacılar evliliği toplumdaki eşitsiz erkek egemen ilişkinin muhafazasını temin eden bir araç olarak görürler. Bunun ötesinde kadının bir mülk olarak bir erkekten diğerine, diğer bir ifade ile babadan kocaya geçtiğini iddia ederler (Dobash ve Dobash,1981).

Kuşaklar boyunca kadın önce babasının sonra erkek kardeş ve kocasının ihtiyaçlarını karşılamaktan sorumlu tutulmuştur. Ancak kabul etmek gerekir ki, günümüzde artık bu bağımlılık/tabi olma ilişkisi köklü bir değişim içine girmiş bulunmaktadır. Çünkü gittikçe artan sayıda kadın ev dışında çalışarak ve dolayısıyla kamusal alana girerek daha önce kaçınılmaz görerek boyun eğdiği koşullara itiraz etmeye başlamıştır. Sonuç olarak güç ve eşitsizlik ilişkilerinde ortaya çıkan değişmeler boşanma oranlarını da etkilemiştir (Bernard, 1992). Kadının ev dışında çalışması ve kadın haklarını savunan örgütler arttıkça, kadın hakları ve sorumluluklarına ilişkin geleneksel dengeler de sarsılmaya başlamıştır. Ailede çatışma erkeğin azalan gücünü içine sindirememesi kadar kadının evlilikte erkeğin gücünü paylaşmaya yanaşmamasına içerlemesi ve hatta kızarak tepki göstermesinden kaynaklanmaktadır.



Marksistlere göre modern toplumda ailenin rolünü anlamak istiyorsak, onun kapitalizm içinde nasıl işlev gördüğüne ona ne tür katkıda bulunduğuna bakmamız gerekir. İşte bu yönden her iki yapısalcı yaklaşım arasında benzerlik olduğunu iddia etmek mümkündür. Ancak Çatışmacı Yaklaşımın vurgusunun sanayileşme yerine kapitalizm olduğu hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.

İşlevseli Yaklaşımda çoğu zaman ailenin olumlu yönlerine vurgu yaparak pembe bir tablo çizmesi, boşanma ve istismarları ihmal etmesi nedeniyle eleştirilmektedir. Kaldı ki, üyelerin her birinin aileden sağladıkları yarar aynı derecede olmayabilir, kadın ve erkeğin konumları farklı olabileceğinden eleştirel olmakta yarar vardır. Ayrıca gerek işlevselci gerekse çatışmacılığın her ikisinin de determinist olması da dikkat çekmektedir.

Abbott (2010) ise, hem İşlevselcilik hem de Çatışmacılık tarafından artık günümüzde her toplumda çekirdek ailenin yaygın/baskın olduğunun iddia edilmesine karşılık, hiçbir zaman farklı aile yapılarının olabileceğinden söz edilmemesini eleştiri konusu yapar. Ayrıca her iki yaklaşımın da ailenin kendisinden beklenen işlevleri tam anlamıyla yerine getirdiğini varsaydıklarını; oysa ailenin başka işler yapabileceğinin de düşünülmesi gerektiğine işaret eder. Bu konuda R.Merton’un gizli ve açık işlev kadar işlevsel olmayan sonuçlar hakkındaki görüşlerinin tekrar önem kazandığı belirtilmelidir.

Öte yandan Marksizmin aileye ilişkin açıklamalarının sürekli ekonomik işlevle sınırlaması genel bir eleştiri konusudur. Bu her şeyi ekonomik nedenlere bağlamak bir tür ekonomik belirleyicilik/determinizmdir. Oysa din gibi kültürel faktörlerin de aile üzerinde etkileri vardır. Hatta bazı toplumlarda kültürel faktörler ekonomiden çok daha fazla önemli olabilirler. Aslında bu konudaki temel eleştiri Feminist Yaklaşımdan gelmekte olup daha sonra incelenecektir.

İşlevselciler toplumun ihtiyaçlarının aileyi belirlediğini savunurken, çatışmacılar kapitalizmin aileyi belirlediğini iddia ederek aşırı genelleme yapmış olmaktadırlar. Çağdaş kapitalist toplumlar içinde bile farklılıklar olduğu göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak Çatışmacı Yaklaşım makro düzeyde ve çoğu zaman tarihsel karşılaştırmalar yaparak aile konusunda incelemeler yapar. Problem edindikleri konuların başında sınıf mücadelesi ve güçlü sınıfların işsizliğe ve evsizliğe nasıl baktığı gelir. Örneğin, Amerika’da Afrika kökenlilerin neden daha fazla işsiz olduğunu sorgular, hükümet politikalarını eleştirirler.

Türkiye’de de Osmanlı Aile Yapısı ile günümüzdeki aile yapısını karşılaştırmak, devletin aile politikalarındaki değişmeleri tarihsel olarak değerlendirmek, aile konusundaki yasal değişmeleri araştırarak eşitsizliklerin ne ölçüde ortadan kalktığını veya sürdürüldüğünü göstermek, geleneksel kültür ve modern toplumsal yapı arasında olduğu kadar kadın-erkek mücadelesini tarihsel olarak incelemekte Çatışmacı Yaklaşım kullanılabilir.



Feminist Yaklaşım

Klasik sosyolojik yaklaşımlardan başka aile incelemelerinde giderek artan şekilde Feminist Yaklaşım da kullanılmaya başlamıştır. Ancak daha başlangıçtan feminist olarak adlandırılan pek çok kuram olduğu veya birbirinden farklı çok sayıda Feminizm bulunduğu belirtilmelidir. Bununla birlikte Feminist Yaklaşımın aileye ilişkin görüşlerini genel olarak ya da geniş bir çerçevede ana hatlarıyla ele almak mümkündür (Abbott, 2010):

• İlk olarak Feminizm hem İşlevselcilerin olumlu görüşlerini hem de Çatışmacıların görüşlerine eleştirel bakar. Bu eleştirinin altında tek fakat önemli bir neden yatar ki o da erkek egemenliği demek olan “ataerkilliktir” (patriarchy).

• Tüm Feminist kuramlar aileyi ataerkil bir kurum olarak görürler, bu konuda aralarında oldukça önemsiz farklar bulunur.

• Aileyi ataerkil olarak görmek ise oldukça kapsamlıdır. Örneğin Feministler, İşlevselcileri ailenin tüm üyelerine sağladığı olanakların ya da çıkarların eşit olduğunu iddia ettikleri için eleştirirler. Onlara göre bu yaklaşım toplumsal cinsiyet farklılıklarını görmezden gelmektir. Oysa tüm ev işleri ve çocukların yetişmesinden sorumlu olan kişi kadındır. Kadının temel rolü üreme ve çocuk yetiştiriciliktir. Her ne kadar artık birçok ülkede kadın ev dışında çalışmaya başlasa da Feministlere göre, bu kadının iki kez sömürülmesi ve baskılanmasıdır. Çünkü kadın meslek sahibi de olsa ev işleri ve çocukların yetiştirilmesi sorumluluğu halen onun üzerindedir.

• Feministler ayrıca İşlevselci Yaklaşımın toplum cinsiyet farklarına ilişkin görüşlerinde çelişki ve belirsizlik olduğunu iddia ederler. İşlevselcilerin toplumsal cinsiyet rollerinin doğal ve değişmez olarak görmelerini sorgularlar. Feministlere göre toplumsal cinsiyet rolleri kültürel olarak öğrenilerek aktarılırlar ve bu yüzden değiştirilebilirler.

• Feministler, Marksist aile görüşlerini de toplumsal cinsiyete kapalı ya da görmezden gelen tutumları yüzünden eleştirirler. Marksistler sadece bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki güç mücadelesini sorun edinerek sermaye ve emek üzerinde odaklanarak ve toplumsal cinsiyeti ihmal ederler.

• Feminizm genel anlamda sosyolojiye de eleştirel bakar. Sosyolojinin toplumsal yaşam hakkında yanlı görüşlere sahip olduğunu savunur. Klasik ana-damar (mainstream) sosyolojinin aslında erkek egemen (malestream) görüşlere sahip olduğunu iddia eder. Burada esas sorgulanmak istenen sosyolojinin değerlerden arınmış bir bilim olup olmadığıdır. Ancak günümüzde artık nesnellik konusundaki kesin ısrarlardan vazgeçildiği belirtilmelidir. Çünkü sosyolojide araştırmaya başlarken problemin seçimi değerlerle ilgilidir. Kurucu sosyologlar (örneğin M. Weber) araştırmacının bu öznel başlangıca rağmen nesnel bir araştırma yürütmesinin olanaklılığını savunmuşlarsa da artık büyük ölçüde bu tür iddialardan vazgeçilmiş bulunmaktadır. Çünkü incelenen ve inceleyen arasındaki ilişki, doğal bilimlerde olduğu gibi özne-nesne arasında değil, özne-özne arasındadır. Diğer bir ifade ile de inceleyen ve incelenen aynı toplumun üyeleri olduğu için de nesnellik aramak problemlidir. Ancak tüm bunlar sosyolojinin kadınlar konusunda yetkin araştırmalar yapmasına engel teşkil etmez ya da etmemelidir.



Yüklə 126,06 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin