AleviLİK & bektaşİLİk araştirmalari derleyen: ramazan koç 80. Yil cumhuriyet anadolu lisesi


Kaynakça: 1-Hariciliğin Çağdaş Boyutları Yavuz YILMAZ



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə60/120
tarix04.01.2022
ölçüsü1,42 Mb.
#57965
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   120
Kaynakça:

1-Hariciliğin Çağdaş Boyutları Yavuz YILMAZ

2-Hâricîler Harun YILDIZ

3-Hâricîliğin Doğuşunda Münâfıkların Rolü Yrd.Doç.Dr. Mehmet KUBAT

İRENE MELİKOFF'UN HAYATI
IRENE MELIKOFF [1917-2009]
Alevilik, Bektaşilik üzerine yaptığı çalışmalarıyla adını duyuran İrene Melikoff, 7 Kasım 1917 [Bolşevik ihtilalinin meydan geldiği günler] de Rusya’nın Petrograd [Petersburg] kentinde 40 odalı bir konakta dünyaya gelmiştir.

Geleceğin ünlü Türkologlarından biri olacak olan İrene Melikoff, Petrol zengini bir Azeri baba ve sarışın bir Rus anneden doğmuştur. Melikoff’un babası Rus ihtilalinin çıkması dolayısıyla ülkeyi terk etme kararı almıştır. Fakat ülkedeki anarşi ortamından payını alan baba Melikoff, bir Bolşevik komiseri tarafından tutuklanmıştır. Anne Melikoff ise bebek İrene’yi alıp önce Finlandiya ‘ya oradan da bir süre sonra Fransa’ya gitmiştir. Baba Melikoff da daha sonra kurtulup Fransa ‘ya, ailesinin yanına gitmiştir.


Fransa’ya yerleşen baba Melikoff, kendine ufak çapta ticari işler bulmuş ve geçimini bu şekilde sağlamaya çalışmıştır. Bu arada Fransa’ya gelişlerinin ilk yıllarında Melkoff’un bir erkek kardeşi dünyaya gelmiştir. Daha sonra iş adamı olacak olan erkek kardeşi Kanada’ya yerleşmiş ve orada ölmüştür.

Melikoff’un ailesi çocuklarına iyi bir eğitim vermeyi ve onları en iyi şekilde yetiştirmeyi amaçlamıştır. Farklı iki milletten doğan İrene, doğal olarak babasından Azeri Türkçesini, annesinden de Rusçayı öğrenmiştir. İngiliz mürebbiyesi [bakıcı] olan Melikoff’un ilk öğrendiği dil ise İngilizce olmuştur.


İlk ve orta öğrenimini Paris’te yapan İrene Melikoff, öğrendiği bu üç dilin yanında Paris’te lise öğrenimi boyunca Grekçe ve Latince dersleri alır. Eğitim ortamının ve yaşadığı ülkenin etkisiyle doğal olarak Fransızcayı da öğrenen Melikoff, genelde eserlerini, çok iyi bir telaffuzla konuşup yazdığı bu dille vermiştir. Ayrıca bu dillere daha sonra Almanca ve İtalyanca’yı da eklemiştir.
İrene, lise eğitimini bitirdikten sonra Paris Edebiyat Fakültesi [Sorbonne] de üniversite eğitimine başlamıştır. Aynı zamanda Yaşayan Doğu Dilleri Ulusal Mektebi’nde Türkçe ve Farsça bölümlerine devam etmiştir. İrene Melikoff, 1954’te Düstûrnâme-yi Enverî adlı çalışmasıyla üniversite eğitimini başarıyla tamamlamıştır. Sorbonne’daki üniversite yılları onda şarkıyat alanında ilgi uyandırdı ve böylece Türkoloji’ye ve Fars etütlerine merak sardı. Bir yandan ünlü Fransız Türkoloğu Jean Denny’nin, ondan sonra da bir başka şarkıyatçı Cloude Cahen’in öğrencisi olurken, diğer yandan da şark dilleri okulunda Dr. Adnan Adıvar’ın derslerine devam ederek Türkçesini geliştirmiştir. Ayrıca Luis Massignon ’dan da sufiliği öğrenmiş ve sufilik onda derin izler bırakmıştır. Melikoff’un Türkoloji’ye asıl merakı bundan sonra başlamıştır. Onun bu alana yönelişinde Ömer Lütfi Barkan ve M. Fuad Köprülü’nün etkisi büyük olmuştur. İrene Melikoff, üniversite eğitimi esnasında ünlü matematikçi Salih Zeki Sayar’ın oğlu Faruk Sayar’la tanışmış ve bir süre sonra da evlenmiştir. Melikoff, ilk yazılarının çoğunda asıl soyadının yanında Sayar soyadını da kullanmıştır. Fakat bu evlilikte beklediği mutluğu bulamayınca boşanmış, çocuklarıyla birlikte Fransa’ya dönmüş ve bundan sonra kendini tamamıyla bilimsel çalışmalara vermiştir.
Öte yandan Melikoff, bu evlilik vasıtasıyla aynı zamanda Halide Edip’in üvey gelini olmuş, bu sayede aileyi yakından tanıma fırsatı elde etmiştir. Halide hanımdan Atatürk ve etrafındakiler, yani cumhuriyetin kurucu kadrosu hakkında çok şey dinlemiş ve öğrenmiştir. Özellikle Halide Edip’in Ateşten Gömlek adlı eserini okumuş ve Atatürk’e büyük bir hayranlık duymuştur. Öte yandan Melikoff’un Sayar’la evliliklerinden Belkıs, Ladin ve Şirin isimli, ikisi halen akademisyen olan [Belkıs hanım Slav Etütlerini, Şirin hanım ise anne mesleği Türkoloji’yi seçti] üç kızı olmuştur.
İrene Melikoff, İran kültürü ve tabiatıyla; Rus edebiyatı ve tarihiyle de uğraşmakla beraber, Türkloji’yi temel uğraş alanı seçti. Özellikle Anadolu’da yazılmış Türk destan edebiyatına, bu edebiyatın epik ürünlerine yakın bir ilgi duyuyordu. Zaten ilk eserlerini de bu alanda verdi. 1954 yılından başlayarak, 1962 yılına kadar sırasıyla Gazi Umur paşa Destanı’nı [Le destan d’Umur Paşa: Düstûrnâme-i Enverî], doktora tezi olan Danişmendnâme’yi [La Geste de Melik Danişmend: Danişmendname,1960], arkasından, asıl bundan sonra ki bütün hayatını adayacağı Alevilik ve Bektaşilik araştırmalarına yönlendirecek olan Ebu Müslim Horasani’nin Destansı hayatını konu edinen Ebumüslimname’yi [Abu Müslim: Le Porte-Hache du Khorasan, 1962] yayımladı. Nitekim Türk edebiyatına olan bu derin ilgisi onu ünlü İtalyan Türkoloğu Alessio Bombaci’nin Türk edebiyatı tarihine dair eserini Fransızcaya çevirmeye yöneltmiştir.
İrene Melikoff’un Türkoloji’ye katkıları 1968 yılında hocası Claud Cahen’in ölümüyle boşalan Strasburg Türk Etütleri Enstitüsü’nün direktörlüğüne atanmasından sonra daha başka boyutlar kazanır. Daha önce kurulmuş bulunan bu enstitünün, Fransa’nın, giderek dünyanın en saygın ocaklarından biri haline gelişi, Melikoff’la başlar. Enstitü, birçok sempozyumun yapıldığı bir yer haline gelir. Ancak Melikoff’un en büyük eserlerinden biri 1970 yılında kurduğu Turcica Dergisi’dir. Enstitünün bir yayın organı olarak o tarihten beri yayımladığı bu dergi, o zamana kadar Türkiye’de Fuad Köprülü’nün İstanbul’da yayımladığı Türkiyat Mecmuası istisna edilirse, uluslar arası planda, üstelik batı dillerinde yayın yapan ilk Türkoloji dergisi olmuştur.
1969 yılı İrene Melikoff ‘un hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Türk- İslam-Batinî edebiyatında yoğunlaşıp, oradan Bektaşilik’te derinleşirken Alevilikle karşılaşınca, hayatının istikameti ve temeli Alevilik ile Bektaşilik oldu. Melikoff bu karşılaşmayı şu şekilde anlatır: 1969 Eylül’ü idi Türkiye’ye ilk kez, yeni evlendiğimde 1941’de gelmiştim. “Hacı Bektaş Gecesi” ilanını gördüm. Gitmeye karar verdim. Arkadaşlarım, toplantı yerinin önüne geldiğimizde, ”Biz buraya giremeyiz, bunlar Alevidir” dediler. “Korkuyorsanız ben yalnız gideceğim” dedim. O gün, otuz yıllık bir yolculuğun başlangıcı oldu.
Bir hafta sonra Hacı Bektaş’ın türbesini ziyaret ediyordum. Sonra bilmediğim bir dünyayı keşfettim. Alevi âşıkların dünyasını ziyaretimin ertesi günü olağanüstü sesi olan bir âşık’a rastladım. Cezbeye yakın nefesler söyleyen bu kişi Feyzullah Çınar’dı, kendisinden bir gün önce dinlediğim bir nefesi okumasını istedim: ”Sen Allah’ın aslanısın ya Ali!” Feyzullah, omuzlarını silkti ve bana , “Ya Ali, Allah’ın kendisidir.” diyerek, derviş Ali’nin bir nefesini okudu: ”Men Ali’den gayrı Tanrı Bilmezem!” Bu nefes bende, yıldırım çarpa etkisi yaptı. Duygularımı altüst etti. Böyle bir sözün mümkün olduğunu asla düşünmemiştim. Türkiye’yi ayrı bir çizgide yaşayan, bilinmeyen bir Türkiye keşfediyordum” der.
İrene Melikoff bundan sonra yaptığı araştırmaların neticesinde Bektaşiler-Aleviler hakkında şu teze vardığını söyler: Bu, kökeni göçebe bir ulusun, ata inançlarına, yüzyıllar içinde katılmış, kalıntı bir öğe idi. Yine ardından, atalarının yaşam tarzına hala bağlı öbür Asya Türk topluluklarında olduğu gibi, göçebe aşiret cemiyetlerinde görülen bir inançlar mozaiğinin, bir vasfını oluşturduğunu, onlar için ayrı bir dini saygı konusu olan Ali’nin de gerçekte, eski Türklerin Göktengri’sinden başkası olmadığını fark ettim” der. Melikoff, bu hususları Türkmenistan’daki aşiretleri inceleyen Rus bilgin Vlademir Basilov’un incelemelerinde gördüğünü ve bir başka Kırgız araştırmacının da görüşünün de bu yönde olduğunu söyler.
Yukarıda bahsettiği olaydan sonra İrene Melikoff, Türkiye’yi hemen hemen her yıl ziyaret etmiş, gittiği değişik yörelerde Alevi ve Bektaşi topluluklarıyla, onların ileri gelenleriyle dostluklar kurup doğrudan ve yerinde gözlemlerle, yapacağı yayınların malzemelerini toplamaya çalışmıştır.

Melikoff, Alevi ve Bektaşi zümrelerini inceleyen yayınlarında genelde duygusallığa kapılmamış, bilimsel kriterlerinden, metotlarından, taviz vermeden, kitap ve makalelerinde ciddi analizler, yorumlar yapmıştır. Türkiye’de sürekli gündemde olan meselelerden Alevilik-Bektaşilik alanındaki araştırmaları, ideolojik yaklaşımlardan kurtararak bilimsel bir çerçeveye oturtmuştur. Onun bu çalışmalarını bilimsel olduğunun destekleyen, yaşadığı şu diyaloğu örnek verebiliriz. İrene Melikoff şöyle anlatıyordu: “Bir Ayin-Cem esnasında bir Türk Dost bana, ’Şu gördüğünüz şeye inanıyor musunuz?’ diye sordu. Kendisine “Benim rolüm inanmak değil, gözlemlemektir ve anlamaya çalışmaktır” diyerek yanıt verdim.”


İrene Melikoff, ömrünün büyük bir kısmını Alevilik-Bektaşilik üzerine çalışmaya harcamıştır. Bunun neticesinde yazar, yayımladığı sayısız makalenin yanı sıra, başta Ahmet Yesevi, Fazlullah Hurufi ve Seyyid Nesimi üzerine yazılmış olan ”Uyur İdik Uyardılar”, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe, Türk Sufizmi’nin İzinde ve Kırklar Sofrası” gibi alanında yetkin eserler vermiştir. Ayrıca seyahatler, bilimsel toplantılar [düzenleyici veya katılımcı olarak] yapan Melikoff, Türkoloji ve Fars etütlerinde aralarında bugün Fransa, Tunus, Cezayir, İran ve Türkiye‘den Ahmet Yaşar Ocak, Michel Balivet, Thierry Zarcone, Stephan de Tapia, Refet Yinanç, Erdal Yavuz gibi daha birçok akademisyen yetiştirmiştir.
Türkoloji alanında derin bir iz bırakan İrene Melikoff, 8 Ocak 2009’da Fransa’nın Strasburg kentinde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmiştir.
Başarılı Türkolog İrene Melikoff hakkında gerek yazar yaşarken gerek öldükten sonra birçok araştırmacı-yazar onu övmüşlerdir. Bunlara örnek verecek olursak:
İlber Ortaylı: Çok iyi bir dil donanımı vardı, bugünkü Türkologlardan çok daha iyi Türkçe bilirdi. Melikoff’un özellikle Aleviler için kutsal bir ay olan Muharrem ayında ölümünü manidar bulmaktayım.
Ahmet Yaşar Ocak: Meslekler o mesleğe mensup pek çok kişi tarafından icra edilir, ama onlar içinde bazıları vardır ki, icra ediş tarzıyla, mesleki titizlik ve duyarlılıklarıyla, yaptıkları katkılarla, uyguladıkları yöntemlerle diğer meslektaşlarından ayrılır ve adeta meslekleriyle özdeşleşir. İrene bu tip bilim insanlarından biriydi.

IRENE MELIKOFF ÖZEL

TÜRKOLOJİ VE ALEVİLİK BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARININ BÜYÜK USTASI : IRENE MELIKOFF

Ahmet Yaşar OCAK

Mélikoff, bilim dünyasında titizliği ile çalışan, bunu yazdığı eserleriyle ortaya koyan bir bilim insanıdır. Özellikle Türkoloji alanında yarım asra varan çalışmaları ile dikkat çeken Mélikoff, yaşamına dair izler takip edildiğinde oldukça zengin bir geçmişe rastlanır. Türkoloji alanında yaptığı çalışmalar onun bilimsel kimliğini sağlamasının yanında, saygınlığına da vesile olmuştur. Onun yayınlarını bilimsel yayınları, Turcica Dergisi’ndeki yazıları, bilim

dünyasına katkısı olan eserleri olmak üzere üç temel başlık altında toplayabiliriz.
Uluslararası Türkoloji dünyası, 2009 yılı Ocak ayında çok önemli bir bilim insanını, Strasbourg Üniversitesi’nden emekli Prof.

Irene Mélikoff’u kaybetti. Bilindiği gibi, meslekler o mesleğe mensup pek çok kişi tarafından icra edilir, ama onlar içinde bazıları vardır ki, mesleklerini icra ediş tarzlarıyla, yöntemleriyle, meslekî titizlik ve duyarlılıklarıyla, yaptıkları iz bırakan katkılarla diğer meslektaşlarından ayrılır ve âdeta meslekleriyle özdeşleşirler. Böyleleri insana onların sanki sırf bu mesleği icra etmek için dünyaya geldiklerini düşündürür. İşte uluslar arası Türkoloji dünyasının yarım asra yakındır çok yakından tanıdığı Prof. Irene Mélikoff, bu tip nadir bilim insanlarından biriydi. Onun Türkoloji alanında bu uzun süre içinde yaptığı araştırmalar, yayımladığı makale ve kitaplar, uzun yıllar bu alanda çalışan yerli yabancı bilim insanları arasında takdir ve beğeni ile karşılanmış, kalıcı izler bırakmış, yeni ufuklar açmıştır.


Prof. Irene Mélikoff, 1917 Rus devriminin önünden Avrupa’ya kaçan petrol zengini bir Azeri ailenin birisi erkek, iki çocuğundan kız olanıdır. Erkek olan uzun zaman önce Kanada’da yerleşmiş olup bir iş adamıydı ve yıllar önce orada vefat etmişti. Mélikoff kardeşlerin babaları aristokrat bir Azeri beyefendisi, anneleri ise Rus kökenli, sarışın,çok güzel ve zarif bir hanımdır. Devrimden hemen bir gece önce aile Bakü’yü terk ettiğinde, Irene Mélikoff henüz bir bebektir.

Ama tıpkı annesi gibi, sarışın, mavi gözlü bu bebek ileride, onun zekâ ve güzelliğine, zarafetine vâris olacaktır.


Almanya üzerinden Fransa’ya geçen aile artık orada yaşamlarını devam ettirdiler.Ne anne, ne de baba, bu küçük kızın ileride dünyanın en önde gelen Türkologlarından biri olacağını o zamanlar şüphesiz ki bilemezlerdi, ama onun en iyi bir şekilde eğitim alması için de her imkânı kullanmışlar, özel hocalardan müzik ve dil eğitimi almasını sağlamışlardı. Aile içinde Türkçe ve Rusça konuşulduğu için, daha çocuk yaşta iki dili öğrenen Irene, Paris’teki orta eğitimi esnasında Grekçe ve Latince ile tanıştı. Sorbonne Üniversitesi’ndeki öğrencilik yılları, onda şarkiyat alanına, ama özellikle Türkoloji’ye merak uyandırdı. Bunda herhalde babasının da katkısı olmalıdır.
Mélikoff üniversite eğitimi sırasında büyük Fransız Türkoloğu Jean Deny’nin ve ünlü Şarkiyatçı ve Anadolu Selçuklu tarihi uzmanı Claude Cahen’in de öğrencisi oldu. Bu üniversite yıllarında ünlü Şark Dilleri Mektebi’nde (Ecole des Langues Orientales) Dr. Adnan Adıvar’ın Türkçe derslerine devam etti, hem de Farsça öğrendi. Bu arada ünlü matematikçi Salih Zeki’nin oğlu Faruk Sayar’la tanıştı ve onunla evlendi. Bu evliliğinden üç kızı oldu. Bunlardan halen birisi Slavist, diğeri Türkolog’dur. Mezun olduktan sonra kocası ve kızlarıyla Türkiye’ye gelen Mélikoff, İstanbul’da ileride mesleğindeki birikim ve ilerlemesini sağlayacak olan bir çevre edindi,kayınvalidesi Halide Edip Hanım vasıtasıyla,Cumhuriyet’in kurucu kadrosu hakkında çok önemli izlenimleri dinleme imkânını elde etti. Fakat evliliği fazla uzun sürmedi ve tekrar Paris’e döndü. CNRS ( Centre National de la Recherche Scientifi que) adıyla dünyaca ünlü bilimsel araştırma kurumunda çalışmaya başladı. İngilizcesini, Almancasını ve İtalyancasını geliştirdi. Nitekim onun bu zengin dil alt yapısı, sağlam bir kariyer yapmasına ve uluslararası platformda kısa zamanda tanınmasına vesile oldu.
I. Mélikoff, İran kültür ve edebiyatı, tarihi, Rus kültür ve edebiyatı ve tarihiyle de meşgul olmakla beraber, asıl mesaisini Türkoloji alanına hasretmekteydi. Özellikle Anadolu sahasında meydana getirilmiş Türk destan edebiyatı ürünleri onun çok ilgisini çekmekteydi. Bu yüzden ilk araştırmalarını bu alana yoğunlaştırdı ve ilk yayınlarını bu alandaki incelemeleri teşkil etti. Nitekim Türk edebiyatına olan ilgisi onu, ünlü İtalyan Türkoloğu Alessio Bambaci’in – ne hikmetse hâlâ Türkçeye kazandırılamayan Türk Edebiyatı Tarihi isimli eserini Fransızcaya çevirmesine yol açtı . Bu arada Ebûmüslimnâme üzerindeki çalışmaları onun dikkatini Türkiye’deki Alevi Bektaşi toplumu üzerine çekti. Bu onun bilimsel hayatında artık bütünüyle kendini adayacağı çok verimli yeni bir sayfa açmıştı. I. Mélikoff artık aradığı yolu bulmuştu. Kendi ifadesine göre, “Türkiye’de Sünni İslam’ın dışında ikinci bir İslam anlayışının gizliden gizliye yaşamakta olduğunu fark etmişti”. Bu keşif onu çok heyecanlandırmış, egzotik duygular içinde bu zümreleri yakından tanıma arzusunu uyandırmıştı.
Danişmendnâme üzerindeki doktora çalışmalarını bitirdikten sonra CNRS’deki araştırmacılık yıllarında Türk edebiyatının muhtelif konuları üzerinde değişik makaleler yayımladı. Bir süre sonra, asıl kariyerini yapacağı yeni bir göreve atandı. Hocası Claude Cahen’in Sorbonne’a gitmesiyle boşalan Strasbourg Üniversitesi’ndeki Türkoloji

Enstitüsü’nün (Institut d’Etudes Turques) başına getirildi. Bir yandan Sorbonne’daki Henri Massé, Claude Cahen gibi büyük şarkiyatçıların metotlarından esinlenirken, bir yandan da belki Türkoloji alanındaki çalışmalarını derinden etkileyecek olan Fuat Köprülü’yü tanıdı. Strasbourg’da bir yandan Türk dili, kültürü, tarihi ve edebiyatıyla ilgili lisans dersleri, mastır ve doktora ders ve seminerleri vererek Türkoloji alanında öğrenci yetiştirmeye çalışırken, bir yandan da araştırmalarına devam ediyordu. Artık yayınlarının konusu büyük ölçüde Alevilik Bektaşilik idi.


Özellikle 1970’li yıllardan sonra bu alanda yayımladığı makaleleri, hep önemli konulara problemlere dokunan, bunları derinlemesine analiz ederek çözmeye çalışan nitelikte idi. Bu arada da, o zamanlar enstitüde Türkçe okutmanlığı yapan asistanı ile hemen her yıl Türkiye’ye geliyor, değişik yörelerde alan araştırmaları yapıyor, çeşitli Alevi ve Bektaşi gruplarıyla diyalog kurarak gözlemlerde bulunuyor, veriler topluyor onları anlamaya çalışıyordu.
I. Mélikoff tam otuz yıldan fazla bir zamanını Alevi Bektaşi incelemelerine hasrederek geçirdi. Araştırmalar, bilimsel seyahatler, telif faaliyetleri, düzenleyici ve katılımcı olarak bilimsel toplantılara, kongre ve sempozyumlara,

kolokyumlara katıldı. Türkoloji ve Fars etütleri alanında, aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu birçok doktora öğrencisi yetiştirdi. Bunlar içinde bugün, özellikle ortaçağ Türkiye’sinde Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki kültürel ilişkiler ve alış verişler, dini ve kültürel yaşam konusunda dikkate değer araştırmalar yayımlayan

Michel Balivet (Marsilya, Aix-en-Provence üniversitesi), tasavvuf tarihi alanında aynı şekilde değerli çalışmalar yürütmekte olan Thierry Zarcone (CNRS) gibi, Fransa’dan,Cezayir ve Tunus’tan, Türkiye’den, İran’dan ismini uluslararası alanda kabul ettirmiş bazı başarılı akademisyenler var.


Yüklə 1,42 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin