Alevilik, Aleviler ve Beşikçi


Devrimci Marksist tartışma Defterleri



Yüklə 293,04 Kb.
səhifə6/6
tarix27.07.2018
ölçüsü293,04 Kb.
#59988
növüYazı
1   2   3   4   5   6
Devrimci Marksist tartışma Defterleri”, s.114, Sayı 5, Haziran 1987) Tabii burada, “basitlik” yerine “sadelik” sözcüğü daha doğru olurdu.

vi Bütün dinler, Allah'ın varlığının bilimsel olarak kanıtlanamayacağını veya akıl ve deney yoluyla kavranamayacağını, bilimsel olarak veya akla uygun argümanlarla kanıtlamaya çalışırlar. Bu onların temelindeki çelişkidir. Beşikçi de benzer bir çelişki içinde, bir inancı, bir dini, Alevi'yi, kendisinin ne olduğu hakkında bilimsel düşünmeye çağırıyor.

vii Aslında Beşikçi bu politik bağlamı, yazısında çok açık olarak da ifade etmektedir.

Örneğin şöyle yazıyor:

“Alevilerin kafa karışıklığından kurtulmaları gerekir, Alevilerin Alevilik konusunda berrak düşünce ve duygulara sahip olmaları gerekir. “Alevi Müslüman’ım”, “Müslüman Aleviyim” gibi söylemlerle Aleviler hiçbir yere yürüyemez. Bu gibi söylemlerle Aleviler kendi ayaklarını kendileri zincirlemektedir.”

Bu satırlarda, Alevilerin verecekleri mücadele ile Aleviliğin ayrı bir din olup olmadığı konusundaki kabulleri arasında zorunlu bir ilişki olduğu açıkça ifade edilmektedir. Yani bu kafa karışıklığından kurtulup, Aleviliğin ayrı bir din olduğunu kabul ettikleri takdirde Aleviler başarılı bir mücadele verebilirler demektedir. Bu açıkça, yazının politik bir yazı olduğunun ifadesidir.



viii Gerçek bir laisizm savunucusu açısından, üç kişi bir araya gelip ayrı bir din olduğunu düşünüyorsa ayrı bir dindir. Devletin görevi, onların diğer dinlerin olası baskısına karşı korunmasını sağlamaktır.

Alevilik Sünnilik konusuna bağlarsak, politik bir tartışmada demokratik bir tavrı savunan bir insan, İslam içinde, Alevilerin tamamının veya bir kısmının inançlarını ayrı bir din olarak görmelerini garantiye alacak koşulları savunmalıdır.

Elbette bir inancın veya farklı inançların taraftarları arasında Aleviliğin veya başka bir dinin ne olduğuna dair tartışmalar olacaktır. Devletin görevi, bütün bu tartışmaların hiçbir politik anlamı ve sonucunun olmamasını sağlamaktır. Yani inancın bütünüyle kişisel bir sorun olmasını sağlamaktır. Devlet zorunun işlevi, inançların kişisel bir seçim olmasını sağlamaya yönelik olmalıdır ve bütün bu farklı inançlar karşısında devlet kesinlikle tarafsız olmalıdır.

Şöyle diyelim. Diyelim ki İslam içinden bir sapkın mezhep çıkıp İslamiyet'in dogmalarını eleştiri bombardımanına tutuyor. Devletin görevi, bu sapkın mezhebin özgürlüğünü savunmak ve sağlamaktır. Bu mezhebin taraftarlarına karşı, çoğunluğu oluşturan Müslümanların bir zor, bir yaptırım uygulamasını engellemektir. Konunun bütünüyle fikirsel tartışma düzeyinde kalmasını sağlamaktır.

Türkiye’de olmayan budur. Bu gün artık, Aleviliğin İslam’ın içinde bir ayrı mezhep olduğunu söyleyen Sünni çoğunluğun baskısına karşı, Sünni bakış açısından söz konusu olan bu sapkınlığın özgürlüğünü savunmaktır demokrat bir bakış açısının görevi. Yani Sünnilere karşı veya devlete karşı, Alevilerin ayrı bir din olduğunu kanıtlamaya kalkmak değil, aksine sapkınlık özgürlüğünü savunmaktır.

Beşikçi, politik olarak bunu yapmıyor. Yani zımnen devletin kimin din olup olmayacağına karar vermesini kabul etmiş oluyor.



ix Aslında Biyoloji de günümüzde tekrar politik tartışmanın içine girmektedir bir şekilde. Örneğin kürtaj tartışmalarında, ceninin ne zamandan sonra yeni bir canlı olarak sayılabileceği ve dolayısıyla ve onu öldürmenin cinayet sayılabileceği tartışması gibi. Burjuvazi, kiliseyle birlikte aileyi savunmak, çocuk doğumlarını teşvik etmek için bunu olabildiğince aşağı çekme, çocuğun rahme düştüğü ana kadar indirme, buna karşılık feminist hareket geciktirme eğilimindedir. Güçler ilişkisine göre bu süre ilk andan çok uzun bir döneme kadar değişmektedir. Böyle bir tartışmada, yani canlının ne zaman ortaya çıktığı bağlamında aslında Kürtaj hakkı tartışılmaktadır ve bu bilimsel bir tartışma değildir. Burada bilim pek ala gerici bir politik pozisyonla çakışabilir. Ama bu tam da bilimin uzak sınırlarında kesinlik kalmadığından hemen hemen olanaksızdır.

Benzer durum ölüm konusunda da geçerlidir. Ölüm ne zamandan itibaren geçerlidir. Suni yaşatma tekniklerinin gelişmesiyle bu ciddi bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Bakım masraflarını azaltma veya insanların o halde acı çekmesini engelleme gibi kaygılarla bu sınırı aşağı çekmek isteyenler olduğu gibi; Almanya’da olduğu türden, tamamen politik Nazi geçmişin baskısı altında bunun ilerde toplumda iş gücünden yararlanılamayacak olanların elimine edilmesinin aracı olarak kullanılabileceği veya yakınlarının bir insanın mirasına konmak için veya bir hemşire veya doktorun işin yükünden kurtulmak için bunu kullanabileceği gibi korkularla bu sınırı iyice kesin üst bir noktaya çekmek isteyenler de bulunmaktadır. Burada da tartışma aslında bilimsel değil, politik bir tartışmadır çoğu kez. Benzer sorunlar aynı şekilde klonlama, kök hücreler, embriyonla deney gibi konularda da ortaya çıkmaktadır. Bunların hiç biri bilimsel tartışma değildir. Bunların hepsi politik ve ideolojik tartışmalardır. Dolayısıyla politik kaygılardan azade tartışılması olanaksızdır. Tartışıldığında da zaten varılacak sonuç bilimsel olarak böyle bir sınırın çizilemeyeceği olacaktır. Çünkü geçiş tipleri veya süreçleri, ya o ya da o mantığına sığmaz. Hem o hem de o mantığını gerektirir. Bu ise siyasetin mantığına uygun değildir. Hem ölü hem canlıyı kabul eden bir hukukta neyin cinayet neyin insani yardım olduğuna karar verilemez. Bu nedenle bu gibi sorunlar tartışıldığında bunları politik olarak tartışmak gerekir. Bilimsel argümanlar sadece politik hedeflere hizmet eder ve onları gizlemeye yarar. Bu bağlamlarda örneğin Avrupalı biyologların da Türkiye’nin Kemalist devletinin sosyal bilimcilerinden daha farklı davranmadığı ortadadır. Oralarda da bir ilaç firmasının veya bir partinin veya bir ideolojinin, bilim adamlarının ulaştıkları sonuçlarda bilimsel kaygılardan çok daha belirleyici olduğu görülmektedir.



x Kürtler ile Zazalar arasında bu tartışma aynen görülmektedir. Zazaların bir bölümü Kürtlerden ayrı bir ulus olduklarını kanıtlamak için Zazaca'nın ayrı bir dil olduğunu, Kürtler de aksine onların ayrı bir ulus olmadıklarını kanıtlamak için Zazacanın Kürtçe’nin bir lehçesi olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Bu tartışmada, tıpkı Türkler ve Kürtler arasında olduğu gibi, her iki taraf da aynı anlayışı savunmaktadır aslında, yani ayrı bir dilin yoksa ayrı bir ulus olamazsın. Yani tam da Türk ulusçuluğunun gerici, ulusu dile, dine soya göre tanımlayan ulusçuluğun, bir kopyası. Türk ulusçuluğu kendi zehrini Kürt ulusçuluğuna akıtmış, onu bir kopyası olarak yaratmıştır. Kürt ulusçuluğu da bunu Zaza ulusçuluğuna akıtmış, onda bir kopyasını yaratmıştır. Kürtlerin Zazalar’a karşı getirdikleri argümanlar, kelimesi kelimesine Türklerin Kürtlere karşı getirdikleri argümanlardır. Halbuki devrimci demokratik bir tavır, linguistik düzeyde bu tartışmanın bilimsel kaygılarla yapılamayacağını, çünkü bunların aslında politik bir tartışmanın argümanları olduğunu söyler. Böyle bir tavır, hem Zazalar ve Kürtler üzerindeki ulusal baskıya son vermek hem de böyle bir tartışmayı bütün politik kaygılardan azade olarak sırf bilimsel kaygılarla yapabilmek için ulusun, yani politik olanın, yani devletin dile (veya soya, etniye, dine vs.) göre tanımlanmasına karşı çıkar ve demokratik bir cumhuriyeti savunur. Bu koşulda devlet isteyene istediği ana dilde eğitim hakkı sağlamakla görevli olar. Devletin veya ulusun dili olmaz. Bir veya birkaç dil, ortak konuşma dili olarak kabul görebilir ama bu bütünüyle teknik bir sorunun çözümü olarak bir ortak konuşma dili olacaktır, politik bir anlamı yoktur ve farklı dillerden insanların ortak kararıyla değiştirilebilir. Hatta o ülkede çoğunluğun konuşmadığı, bambaşka bir dil ortak bir dil seçilebilir. Ayrılmak için kimsenin ayrı bir dili, tarihi olduğuna dair bir kanıt getirmesi gerekmez. Tıpkı İsviçre'de olduğu gibi, isteyen ayrılır. Zazalar da tıpkı Türkler ve Kürtler gibi demokratik bir ulusçuluk anlayışında olmadıklarından, aynı gerici ulusçuluk anlayışına dayandıklarından, enerjilerini ulusun tanımından dilin, soyun çıkarıldığı bir demokratik cumhuriyet için değil, Zazaların ayrı bir etni olduklarını, ayrı bir tarih ve dile sahip olduklarını kanıtlamak uğruna harcıyorlar. Tabii buna karşı Kürtler de bu sefer aynı işi tersinden yapıyorlar. Tıpkı bir süre önce Kürtler ve Türklerin yaptığı gibi.

İşte Beşikçi, bu gerici milliyetçiliğin, yani ayrı dili olmayanın ayrı ulus olamayacağı varsayımının, Türk milliyetçiliğinin dayandığı bu varsayımın, Kürt ulusal hareketine damgasını vurmasına yol açan en önemli kişilerden biridir. Öcalan’ın yaptığının ve yapmaya çalıştığının ne olduğunun Öcalan’ın bizzat kendi örgütünce bile anlaşılamamasının ve bir türlü tutarlı olarak savunulup uygulamamasının en önemli nedenlerinden biri Beşikçi’nin dayandığı bu anlayışın Kürt hareketine de egemen olmasıdır. Ve Öcalan’ın bu çizgiyi koymasıyla Beşikçi’nin onun çizgisine karşı tavır almasının ardında da bu temeldeki anlayış farkı yatmaktadır. Biz de zaten bu yazı serisinde bu derin içsel bağlantıyı göstermeye çalışıyoruz. Çünkü, bu gerici ulusçuluk anlayışıyla kopmadan ve onunla hesaplaşmadan Orta Doğu’nun kan deryasından çıkması olanaksızdır. Ama bu gerici ulusçuluk anlayışının kökleri, pozitivist gerici sosyolojilerdedir.



xi Elbette Kemalist söylemin ve gerçekliğin kendi içinde de çelişkili bir yapısı vardır. Ulusu vatandaşlıkla tanımladığını söyler ama o vatandaşlığı bir dil, bir soy, bir tarihle yani Türklükle tanımlar. Devletin laik olduğunu söyler ama, bütün Sünni din adamlarının maaşı devlet bütçesinden çıkar okullarını devlet açar vs.. Bunlara Alevilerin de eklenmesiyle Kemalizm veya devletin yapısında bir değişme olmaz.

xii Beşikçi’nin yaptığı, Kemalizm’in bu gerici özünü, aynen Kürt ulusal hareketine de bulaştırmak olmuştur. Kemalizm kendi lanetini ve gericiliğini, Beşikçi aracılığıyla Kürt Ulusal Hareketine bulaştırmıştır.

Gerici Türk milliyetçiliği, belki böylece Kürtlere olan bir borcunu ödüyor. Türk milliyetçiliğini de bu gerici lanetle şekillendiren bir Kürt’tü: Ziya Gökalp. Ziya Gökalp, aynı zamanda O. Comte, Durkheim sosyolojilerini ve pozitivizmi Türkiye’ye getiren ve Türkiye’de sosyolojinin temelini atan adamdır. Beşikçi de bir sosyolog olarak, bu sosyolojinin bir meyvesidir. Bu gerici Türk milliyetçiliği zehrini, Beşikçi kanalından Kürtlere geri vermektedir. Tarihin çok ilginç bir ironisidir: Türk milliyetçiliğinin babası bir Kürt’tür (Gökalp) ; Kürt milliyetçiliğinin babası da, ya da en azından babalarından bir de bir Türk (Beşikçi). Gökalp, Marksizm'i değil, gerici burjuva sosyolojilerini, pozitivizmi Türkiye’ye getirmiştir. Beşikçi de Marksizm karşısında aynı gerici sosyolojilere dayanmış ve Marksizm karşısında onları savunmuş ve onu Kürt ulusal hareketine bulaştırmıştır. Sosyolojik Eleştiri bölümünde gösterilecek olan da budur.



xiii Bir başka örnek. Beşikçi söyle yazıyor: “Aleviler her yıl 16 Ağustos’ta Hacı Bektaşi Veli’yi anma törenlerinde devlet ve hükümet yetkilileriyle bir araya gelmektedirler. Bu günlerde bu laiklik anlayışı sorgulanabilmelidir. Aleviler devlet ve hükümet yetkilileriyle tartışabilmelidir. Bu, Alevilerin kaçınamayacakları bir görevdir.” Sorun yine yanlış koyuluyor. Tutarlı bir laisizm savunucusu için sorun Alevilerin devlet ve hükümet yetkilileriyle tartışmaları değil; genel olarak bir inancın savunucularının devlet ve hükümet yetkilileriyle tartışmaları olmalıdır. Devletin söz sahibi olmasının sorun olarak görmeyen ancak sorunu böyle koyabilir.

xiv Dinler arasındaki eşitliği sağlamak başkadır; dinlere eşit davranmak başkadır. Biri dinlerin birbirine müdahalesini engellemeye, diğeri dinlere müdahaleye yöneliktir.

Yüklə 293,04 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin