4.1.4. Diğer Yöntemler
Özelde Bâkıllânî ve Kâdî Abdülcebbâr’ın, genelde Sünnî ve Mu'tezilî kelâmcıların kullandıkları yukarıdaki yöntemlerle birlikte kelâm metodolojisinde ele alınan diğer yöntemler de vardır. Bunları şöylece sıralayabiliriz:
Bir şeyin doğruluğundan yola çıkarak benzerî veya o konumdaki seyîn doğruluğuna hükmetmek, delil getirmek. İnsanların ilk yaratılışlarından hareketle tekrar diriltileceklerine 263 delil getirmek gibi. 264
İlzâmât, Bunun gerçekten bir kıyas yöntemi mi yoksa illeti belirlemede kullanılan bir yöntem mi olduğu usûlcüler arasında ihtilaflıdır. 265
Mukaddimelerden sonuçlara varmak. Bu yöntemde bazen, mukaddime zaruri, netice nazarî bilgi (ancak ince bir nazarla varılan bilgi) ifade eder, hatta genellikle olan budur. Bazen da mukaddime nazarî, netice zarurî olur. 266
Cüveynî, mukaddime ve netice yöntemini ise aklî deliller sınıfından bile kabul etmediğini söylemektedir. Kendi epistemolojisinde ilimlerin nazarî ve zaruri olarak ayrılmasını da kabul etmemekte, ilimlerin tümünün zaruri olduğunu söylemektedir. 267
İttifak edilenle ihtilâf edilen üzerine istidlal. Son tahlilde gaibi şahide kıyas etmede kullanılan bir yöntemdir. Meselâ ekvân (oluşumlarda) cevher bulunmamasının imkânsızlığına renklerin kıyas edilmesi böyledir. 268 Cüveynî'ye göre, ittifak edilenden hareketle ihtilâf edilen için istidlalde bulunmak geçerli ve sağlam bir yöntem değildir. 269
Kâdî Abdülcebbâr, ulûhiyete ilişkin bilginin zaruri bir bilgi türü olmadığını, bu nedenle nazar ve istidlalle bilme zorunluluğunun bulunduğunu söylemekte, Tanrı hakkında konuşabilmek için şöyle bir mecra izlemektedir:
1- Nazar ve istidlal seyrinde öncelikle etrafa bakılır, âlem, cisimler ve bunlardaki değişiklikler gözlenir, bunların muhdes olduğu bilinir.
2- Muhdeslerin, bizim fiillerimize bakarak bir failinin olması gerektiği bilinir. Allah bilgisi ilk böyle oluşmaktadır
3- Allah'ın bu muhdesler gibi olamayacağı, O'nun fiilinin bizimkiler gibi olmadığı bilinir.
4- Allah'tan fiil sadır oluyorsa O'nun kadir olduğu bilinir.
5- Fiillerin sağlamlık ve düzenliliğine bakarak Allah'ın âlim olduğu bilinir
6- Kadir ve âlim oluşuna bakarak canlı (hayy) olduğu bilinir.
7- Kendisinde kusur bulunmayan canlı oluşundan semi, basîr, müdrekâti idrak eden olduğunu bilinir.
8- Âlim ve kadir oluşuna bakarak mevcut olduğu bilinir.
9- 'Tüm hadisler varıp O'na dayanmaktadır, O ise hiçbir şeye dayanmamaktadır, o halde Allah kadîmdir' bilgisine varılır.
10- Kadîm olduğuna bakarak cisim, cevher olmaması, inme, çıkma, ziyadelik, noksanlık, mekanla nitelenme, hulul, cisimlere yakınlık, intikal gibi nitelemelerden uzak olduğu anlaşılır.
11- Ziyade ve noksanlık arız olmazsa hiçbir şeye ihtiyacının olmadığı bilgisine ulaşılır.
12- O'nun için dokunma, yakın olma, karşısında olma, hulul caiz değilse gözlerle görülmez, duyularla idrak edilmez.
13- O'nunla birlikte ikinci bir ilah olsa zaafa delâlet eder ve ulûhiyette ortaklık anlamına gelir.
14- Netice itibariyle tevhid bilgisi tamamlanmış olur. 270
Kâdî Abdülcebbâr'ın ulûhiyete ilişkin iz sürdüğü mantıksal yol, onun bağlı bulunduğu dünya görüşünün rasyonalist imgeleriyle örtüşmektedir. Bu yolu izleme zorunluluğu olan bir kul için Allah'ı bilmeme gibi bir mazeret olamaz. Bu muhakemenin içinde mücerret Allah bilgisi değil, sıfatlar bilgisi de yerini almaktadır. Ancak onun bu istidlâlî yolunun nazar bilgisine ve yeteneğine sahip olanları hedef alması daha gerçekçi ve doğru gözükmektedir.
Bâkıllânî, tartışmada izlediği yol olarak diğer Eş'arîlerle birlikte Kur'ân ve sünnetten hareket etmekle birlikte akılla metodik bir uygunluk kurma yolunu seçmiş gözükmektedir. 271 Muhaliflerle yaptığı tartışmaları nazarî akıl alanına çekmeye çalışması ve nassları sunduktan sonra bilginin felsefî olarak inşasını ve mantıksal örgüsünü sağlam bir şekilde kurmak için aklî esaslara bağlaması, 272 karşıdakini üçüncüsü olmayan iki çıkmaza sürüklemesi ve kendi alternatifi ile baş başa bırakması bunu desteklemektedir. Bu ihtimallerin ötesinde kendince hak olan görüş vardır. 273 Probleme problemle karşılık vermek Bâkıllânî'nin kullandığı yöntemlerden biridir. Ancak bunun tartışma ortamına yönelik ve karşı tarafı sorduğu ile kendi içinde çelişkiye düşürme amacına ma'tûf olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Değilse izlenen bu yol, yapılan itiraz ya da sorulan sorunun bilimsel karşılık ve cevabını oluşturmak için söylenmiş olamaz, zira sorunun bizzat karşılığı değildir. Bununla birlikte karşı tarafın sorusunun yine kendi mantık ve düşünce çerçevesine göre cevaplanması gereken bir yapıda olmadığı, yöneltilen sorunun kendi inanç sistemlerindeki bir benzerine tekabül ettiği ve öncelikle kendi iç çelişkilerinin çözümlenmesi gerektiği hususu vurgulanmış olmaktadır ve bunu bir cedel üslûbu olarak görmek daha doğru gözükmektedir, ayrıca Bâkıllânî'nin tartışma gücünü de böylelikle yansıtmış olmaktadır. Meselâ Bâkıllânî'nin, Bizans'ta inşikâk-ı kamer olayını herkesin görmediği gerekçesiyle reddetmeye çalışan Hıristiyanlara, İsa'ya inen sofranın da herkes tarafından görülmediği cevabıyla karşılık vermesi burada verilen ana fikirlerin hepsine örnektir. 274 Bâkıllânî, bazen da karşı tarafın delillerini ele alır, kendine göre tek tek onları bir düzen ile bertaraf eder ve konuyu açıklığa kavuşturur. Bu aklî yol, ona hakim olan metot görünümündedir. 275
İstidlal yöntemleri, şüphesiz, görüşlerin ispat ya da reddedilmesinde kullanılan yollardır. Bunlar olmadan ilimden ve âlimden söz edilemez. Zira bilinenlerden bilinmeyenlere ulaşmak için delil getirmek zorunluluğu vardır. Bunu gerçekleştirmek için de kıyasta bulunmak gereklidir. Kıyasta bulunmadan ilmî düşünceden söz etme imkanı yoktur. Çünkü yeni şeylerin elde edilmesi ya da yeni problemlere cevap verme kıyas aracılığıyla olmaktadır. Nasslar ilâhî olup değişmeden kalmakla birlikte, nassları anlama çabaları ve ilmî faaliyetler sürekli devam etmektedir. Anlama çabasının bizzat kendisinin beşerî olması ve bu açıdan farklılığın tabii görülmesine ilâve olarak, kıyas yapmanın "anlama"dan da öte yorumu gerektirdiği göz önüne alındığında ister istemez farklı yorumlar kendini belli edecektir, öyleyse yorum çabasının bizzat kendisi de farklılığın bir parçasıdır. Bununla birlikte kelâm ekollerinin nassları yorumlamada farklılaşmalarının birtakım nedenleri vardır. Bundan sonra ele alınacak konu da bu yöndedir.
Dostları ilə paylaş: |