Anahtar söZCÜkler/key words


ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI, YÖNTEM ve TEKNİKLERİ



Yüklə 3,03 Mb.
səhifə5/37
tarix15.09.2018
ölçüsü3,03 Mb.
#82394
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37

2. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI, YÖNTEM ve TEKNİKLERİ


Çalışmada, Türkçe ve yabancı literatürde olmak üzere birçok kaynağa başvurulmuştur. Küreselleşme olgusu, güncel ve çok tartışılan bir konu olduğundan, tez çalışmasını sürdürürken kaynak sıkıntısı yaşanmamıştır. Konu araştırılırken Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Birleşmiş Milletler (UN), Dünya Bankası, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler Kalkınma ve Ticaret Konferansı (UNCTAD), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi uluslararası kuruluşların yayınlamış olduğu kitap ve istatistiklere sıkça başvurulmuştur. Ayrıca, Türkçe olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, sosyal güvenlik kurumlarının, sendikaların konuyla ilgili yayınları, DPT, DİE; TOBB, TÜSİAD, İSO, ASO, TESEV, YASED gibi kuruluşların araştırmaları konuya ışık tutmuştur. Doğal olarak, Türk ve yabancı yazarların konuyla ilgili görüş ve düşünceleri çalışmanın seyrine yön vermiştir.

Tez çalışmasında bilimsel yöntemlerden bir tanesi olan tümdengelim (dedüksiyon) yöntemi kullanılmıştır. Burada amaç; düşünceden yola çıkıp doğru kurallara dayanarak kavramdan kavrama geçmek; yani sonuçlamadır. Önce makro boyutta küreselleşme olgusu ele alınmış, daha sonra işgücü piyasaları hakkında bilgiler verilmiş ve son olarak küreselleşmenin, seçilmiş bazı ülkelerin ve Türkiye’nin işgücü piyasaları üzerine etkileri araştırılmıştır. Yani, makro boyuttan mikro boyuta geçilerek konu açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, yine bu bölümde geleceğe ışık tutabilmek ve çeşitli çıkarsamalarda bulunabilmek amacıyla bir takım analizler yapılmış, tümevarım (indüksiyon) yöntemi destek yöntem olarak kullanılmıştır. Buradaki amaç ise; mikro boyuttan makro boyutta sonuçlara ulaşabilmektir.

Çalışmada araştırma tekniklerinden literatür çalışması, tarihsel neden sonuç bağlantılarını kurabilmek amacıyla tarihsel analiz, işgücü piyasalarında özellikle son yirmi yılda yaşanan değişimleri ortaya koyabilmek için zaman serisi analizi (panel-data yöntemi ile) ve benzeri araştırıma teknikleri benimsenmiştir.



3. ARAŞTIRMA BULGULARI ve TARTIŞMA


Araştırma Bulguları ve Tartışma başlıklı bu bölümde sırasıyla; "Küreselleşme ve Türkiye'nin Konumu", "İşgücü Piyasaları" ve "Küreselleşmenin İşgücü Piyasasına Etkileri" başlıklı alt bölümler yer almaktadır.

3.1. KÜRESELLEŞME ve TÜRKİYE’NİN KONUMU


Bölümün daha iyi anlaşılması amacıyla, bir takım kavramların açıklanması ve bazı tanımların yapılması gerekli ve yararlı olacaktır.

3.1.1. Küreselleşme İle İlgili Tanım ve Kavramlar


Küreselleşme olgusu çok eskilere dayanmaktadır Ancak, kavram olarak literatüre yakın zamanda girmiştir. Küreselleşme kavramı için sözlüğe danışıldığında, Anglosakson kökenli bir sözcük olduğu ve “dünya çapında olmak ya da dönüşmek” anlamına geldiği görülmektedir (Lubbers, 1996:1). Küreselleşme (globalleşme) sözcüğü, "globe" kökünden türetilmiştir. Globe sözcüğü; "arz küresi, küre, dünya" anlamında kullanılmaktadır. Global sözcüğü ise, "bütün dünyayı kapsayan, küresel" anlamına gelmektedir (Yazıcı, 2000:3). Küreselleşme sözcük olarak, dünyanın bütünleşmiş tek bir pazar haline gelmesini ifade etmektedir (Şaylan, 1997:10). Küreselleşme, siyasal ve kültürel alanların yanı sıra, ekonomik alanlar için de kullanılmakta ve sınır tanımama anlamına gelmektedir. Sözcük olarak ilk kez, 1980'li yıllarda bazı Amerikan işletme okullarında kullanılmaya başlanmıştır (Yazıcı, 2000:5).

Geniş anlamıyla küreselleşme; insanlar, topluluklar ve dünyadaki ekonomiler arasında gelişen ilişkileri ifade etmektedir. Bu ilişkiler; yetersiz iletişim, taşıma maliyetleri, yüksek ve düşük gelirli ülkeler arasında artan sermaye ve fikir akışı gibi nedenlerle oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir (The World Bank, 2002:325).

Küreselleşmedeki başat tema, farklı kimliklerin homojenleştirilmesi, farklı toplumsal birimlerin, özellikle ekonomik politikalar açısından birbirleriyle bağlantılandırılmasıdır. Bu nedenle küreselleşme, kökü 16’ıncı yüzyıla, modern zamanların eşiğine uzanan küresel bir dünya kavramından hareket etmektedir. Ancak, bu küreselleşme dünyanın bütününü kapsamamaktadır. Çünkü, küreselleşmenin nesnesi olan toplumlar bulunmakta ve Kuzey ile Güney arasındaki uçurum daha da derinleşmektedir (Çiğdem, 1996:141).

Küreselleşme sözcüğünün anlamı konusunda ortak bir görüş bulunmasa da; "dünya pazarlarına yönelik yoğun bir rekabet, yeni finansal akışkanlık ve parasal piyasaların oluşumu ve ulusal sınırları aşan şirketlerin varlığı konusunda görüş birliği olduğu" söylenebilir (Yazıcı, 2000:4).

Ercan’a (2002) göre küreselleşme; sosyal gerçeklik olarak bir "süreci" ifade etmektedir. Bu süreç, 1970’lerin başında krize giren kapitalizme bağlı olarak, belirli bir sınıf ya da kesimin var kalma mücadelesi, yani uluslararasılaşan sermaye için bir strateji anlamına gelmektedir. "Küreselleşme; sermayenin kendi stratejik çıkarlarını, toplumun ve dahası tüm dünyanın ortak çıkarları gibi gösterme çabasının ürünü olduğu ölçüde de bir ideolojidir" (Ercan, 2002:423).

Küreselleşme, bilgi-teknolojisindeki gelişmelerin sonucu ortaya çıkan ve uluslararası sermayenin karlılığını artıran bir süreci ifade etmektedir. Burada amaç, en karlı alanlara hızlı bir şekilde yönelmek ve üretimi finansal enstrümanların bir aracı haline getirmektir. Uluslararası örgütlerin genel politikalarında güven, anahtar sözcüktür. Buradaki güven, küresel sermayenin bir ülkede istediği siyasi ve hukuki güvencedir. Siyasi güvence, serbest piyasa ekonomisi ve parlamenter sistemle yönetilmek, hukuki güvence ise fikri mülkiyetin ve rekabetin korunması konularında yasal düzenlemelerin bulunmasıdır (Esin, 2002:95).

“Küreselleşme; sermaye, firmalar ve işgücünün hareketinde sınırların kalkması ile, ülke olanaklarını (işgücü, tasarruflar ve yatırımlar gibi), teknolojik ve ekonomik çevreyi, mali ve parasal politikaları etkilemektedir” (Apak, 2002:183).

Devlet Planlama Teşkilatı’nın bir çalışmasında küreselleşme; i- Ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerin yaygınlaştırılması, ii- İdeolojik ayrımlara dayalı kutuplaşmaların çözülmesi, iii- Farklı toplumsal kültürlerin inanç ve beklentilerinin daha iyi tanınması, iv- Ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi olguları içeren; maddi ve manevi değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin, ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılması olarak tanımlanmıştır (Devrim ve Altay, 2000:39).

TÜBİTAK'ın tanımıyla küreselleşme; "...belli bir kültür, ekonomi ya da siyaset normunun, değer yargısının ya da kurumsal yapının küresel ölçekte yaygınlık kazanarak o alanda geçerli tek norm, tek değer yargısı ya da tek kurumsal yapı haline gelmesi"ni ifade etmektedir. Bu sürecin amacı; "son çözümlemede, bütün ekonomik faaliyet alanlarında ulusal sınırların ortaya çıkardığı engel ya da kısıtlamaların kalktığı tek bir dünya sistemi yaratmaktır" (Soyak, 2002:115).

Soğuk Savaşın bitişi, politik küreselleşmenin başlangıcını işaret etmektedir. 1945’ten sonra siyaset, dünyanın üçlü bölünmesinden etkilenmekteydi: Bunlar; özgür dünya olarak da bilinen Birinci Dünya; İkinci Dünya ya da komünist ülkeler ve pek çoğu geçmişte sömürge olan gelişmekte olan ülkeler olarak da adlandırılan Üçüncü Dünya ülkeleridir. İkinci Dünyanın ortadan kalkması ile Üçüncü Dünya kavramı, çerçevesini ve referansını yitirmiştir (Lubbers, 1996:2). 1946 yılında Soğuk Savaş hakkında ne kadar bilgi varsa, şu anda küreselleşme hakkında da o kadar bilgiye sahip olunduğu söylenebilir. Küreselleşmenin tamamıyla iyi ya da kötü bir şey olduğunu düşünmek, bu süreci iyi anlamamış olma anlamına gelmektedir.

Özellikle, son yıllarda yaşanan teknolojik ve ekonomik gelişmeler; yeni yatırım araçlarının yaratılmasını sağlamış, bunların etkinliğini artıran ve yaygınlaştıran haberleşme ve bilgi işlem teknolojisinin hızla gelişmesi, sermayenin dolaşımının her geçen gün daha da serbestleşmesini sağlamış ve bütün bunlar da küreselleşme sürecini yaratmıştır (Yıldızoğlu, 1996:14). İnsanlık tarihi, teknolojideki hızlı gelişmelerle yeni bir döneme girmiştir. Daha önceleri, belli coğrafi sınırlar içerisinde sürdürülen ulusal iradenin, dünyanın her yerinde büyük bir çabayla savunulması zorunluluğu ortaya çıkmıştır (Tanrıkulu, 1999:642).

"Küreselleşme; sermaye ve/veya malların, ma'lümat ve/veya fikirlerin ve insanların giderek artan boyutlarda gerçekleşen uluslararası akımlarının/dolaşımlarının bir sonucu olarak daha yoğun ve sıcak bir biçimde birbirlerine bağlanmalarını ifade etmektedir" (Üşür, 2001:128).

Küreselleşme kavramı, günlük konuşmalara girdiği 1990’ların başından bu yana, dünyanın üzerindeki tüm ekonomik, siyasi, kültürel noktaların giderek birbirine bağlanması, dünyanın tek bir birim haline dönüşmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu bağlamda, küreselleşmenin en önemli teorisyenlerinden Antony Giddens de küreselleşmeyi “toplumsal ilişkilerin dünya çapında yoğunlaşması” olarak tanımlamıştır. Giddens'e (2002) göre küreselleşme gerçekte; zamanın ve mekanın dönüştürülmesiyle ilgilidir. "Küreselleşme tek bir süreç değil; çatışmalar, parçalanmalar ve yeni katmanlaşma biçimleri üreten, genellikle çelişkili biçimlerde hareket eden karmaşık bir süreçler karışımıdır" (Giddens, 2002:12).

Üretim, ulus-ötesi şirketler aracılığıyla hızla küresel bir biçim almaktadır. Bu küresel üretim; belirli değer yargılarını, eğilim ve beğenileri ile benzer bir maddi hayatı beraberinde getirmektedir. Bu açıdan, bugün yaşanan küreselleşme, yaşamın her alanına uzanan önemli sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bir anlamda yaşam biçimi, küresel piyasa denilebilecek açıkça görünmeyen, ancak arkasında birilerinin bulunduğu küresel karar merkezleri tarafından belirlenmektedir (Koray, 2002:203).

Uluslararası üretimin, ticari ve mali ilişkilerin gelişmesi, küreselleşmeye hız kazandırdığı gibi, benzer özelliklere sahip, aynı coğrafi bölge içerisinde olan ülkelerin güçlerini birleştirici yoğun bölgesel ilişkiler kurmalarını gerektirmektedir.

Kürselleşme sürecini, kar peşinde koşan ve rekabet baskısının etkisiyle hareket eden firmalar, bankalar, insanlar yönlendirmektedir. "Küreselleşme, ülkelerin sahip oldukları maddi ve manevi değerlerin ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılması ve farklılıkların bir bütünlük ve uyum içinde ortadan kalkmasıdır" (Masca, 1998:348).

Küreselleşme sürecinin; üretim faktörleri üzerindeki, özellikle işgücü ve sermaye üzerindeki kısıtlamaları ortadan kaldıracağı ileri sürülmüş ve böylelikle en uygun üretim faktörü bileşiminin yakalanabileceği, kaynak savurganlığının önüne geçilebileceği, büyümenin sağlanabileceği ve bu sayede ülkeler arası gelişmişlik düzeyi farklarının azaltılabileceği ve/veya ortadan kaldırılabileceği savunulmuştur. Serbest girişim, tam rekabet ve serbest piyasada oluşan fiyat mekanizması sayesinde kaynakların etkin dağıtımı gerçekleşecek ve verimlilik ile karlılık artacaktır. Sonuçta, serbest piyasa ekonomisi temelinde yükselen küreselleşme gerçekleşecek ve bu gelişmeye ayak uyduran ülkeler ve bireyler (halklar) yarar sağlayacaktır (Sönmez, 1998:512). Küreselleşme sürecinde, bütünleşen tüm ülkelerin bütün sektörlerinde kazançlı çıkacakları varsayılmıştır. Ancak, teknolojik gelişme ve artan rekabet koşullarında, gelişmiş ülkelerin sermayesi için küreselleşme giderek küresel çapta güç kazanma anlamına gelirken, gelişmekte olan ülkeler için kazanılan bazı haklardan ödünler verme anlamına gelebilmektedir (Erdinç, 1999:111).

IMF’nin 2000 yılı raporunda küreselleşme; ülke ekonomilerinin, özellikle ticari ve mali akımlar aracılığıyla giderek artan bir biçimde bütünleşmeleri olarak tanımlanmıştır. David Held de, küreselleşmeye getirdiği tanımda, dünya çapındaki bağların altını çizmektedir. Küreselleşme; "kıtalar ve bölgeler arası akışlar ve etkinlik ağları yaratarak toplumsal ilişkiler ile işlemlerin mekansal örgütlenmesinde - genişlik, yoğunluk, hız ve etki bakımından- bir dönüşümü sağlayan bir süreç (ya da süreçler) dizisi"dir (David Held'den aktaran Fox, 2002:22).

Küreselleşme; modern toplumun evrenselleşmesi anlamına gelebileceği gibi, tekelci kapitalizmin bugünkü görünümü şeklinde de yorumlanabilmektedir. Berlin Duvarı'nın 1989 yılında yıkılmasından sonra dünya; seçeneksiz, tek kutuplu bir düzene indirgenmiştir. Küreselleşme olarak adlandırılan bu düzene karşı gelmek, doğal düzene direnmek anlamına gelmektedir. Küreselleşmeyi savunan düşünürler Marksizm gibi, insanlara yeryüzü cennetini sunmaktadır. Bu çerçevede de küreselleşme; "dünyanın evrensel bir biçimde modernleşmesi"dir (Sayın, 1997:479).

Küreselleşmenin demokratikleşmeyle birlikte geliştiği de savunulabilir. Finans piyasalarının oluşmasıyla finansın demokratikleşmesi, dijitalleşmeyle teknolojinin demokratikleşmesi ve fiber-optik kablolarla bilginin demokratikleşmesi küreselleşmenin alt yapısını hızlandırmıştır. Soğuk Savaş ardından yıkılan duvarlar, sistemleri şeffaflaştırmıştır.

Küreselleşme, yerel denetimden küresel denetime geçişle gelen değişim şeklinde de tanımlanmıştır. "Küreselleşme, devlet merkezli kurumların ve devlet merkezliğe yapılan atıfların, salt uluslararası değil, tamamıyla küresel bir bağlamda faal olan farklı aktörler arasındaki ilişkilerin yapısı içinde eridiği süreçtir" (Chomsky'den aktaran Fox, 2002:22).

Eğilmez'e (2002) göre küreselleşme, kapitalizmin kurallara bağlanarak yetkinleştirilmiş ve serbest piyasa ekonomisine dönüştürülmüş biçiminin bütün dünyaya egemen kılınması çabasını ifade etmektedir (Eğilmez, 2002:23). Bu amaçla GATT, dünya ticaretinin önündeki engellerin kaldırılmasını kurala bağlamanın, Dünya Bankası fakir ülkelerin dünya ticaretine etkinlikle katılabilmesinin alt yapısını oluşturmanın, IMF ise dünya ticaretini daraltabilecek ödemeler dengesi krizlerini önlemenin kuruluşları olarak hayata geçirilmiştir. Burada; kapitalizmin bel kemiği olan Ricardo’cu Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisine dayalı uluslararası ticaretin sabitleştirilmesi amaçlanmıştır (Eğilmez 2000:8). IMF, Dünya Bankası, WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi kurumların kuruluş temelinde yer alan düşünce, uluslararası ticaretin geliştirilmesidir. Bunu yapabilmek için, gelişmemiş ülkelerin bir miktar gelişmesi ve bu nedenle de desteklenmeleri gerekmektedir. Yoksa bu ülkeler, geçimlik üretimin ötesine geçip diğer ülkelere satabilecekleri bir fazla yaratamayacaklardır. O zaman da uluslararası ticarette yeteri ağırlıkta yer alamayacaklardır. Gelişmemiş dünya, kendi geçimini sağladıktan sonra, gelişmiş dünya için çalışacak., tarımsal üretim, büyük ölçüde gelişmemiş dünyaya terk edilecek, gelişmiş dünya ise sanayi ve ticarette, özellikle de elektronik ticarette yoğunlaşacaktır. Ancak bu durumda, Singer-Prebish tezinde de belirtildiği gibi, dış ticaret hadlerinin sürgit azgelişmiş ülkeler aleyhine gelişmesi, küreselleşmenin belki de en önemli handikaplarından birisini oluşturmaktadır.

Radice de aynı görüşü paylaşmaktadır. Şu andaki çağdaş kapitalizmin bir çok kriterleri için Yeni Dünya Düzeni, küresel neo-liberalizmin çeşitlerinden biridir (neo-liberal küreselleşme) (Radice, 2001:8). Chomsky de ekonomik küreselleşmeyi, kapitalizmin son versiyonu olarak görmektedir. Kapitalizm, küreselleşmenin sağladığı fırsatlardan (iletişim, hız ve etkinlik) yararlanmakta, bu süreçte daha güçlü ve verimli hale gelmektedir. Yani, bu bakış açısından küreselleşme, uzun bir tarihsel geleneğin devamı olarak görülebilir (Fox, 2002:27). Sweezy'e (1997) göre de küreselleşme, belli bir durum veya bir fenomen değildir. Gerçekte, kapitalizmin dünya sahnesine girdiğinden bu yana uzun yol almış bir süreçtir. Bu bağlamda önemli olan, kapitalizmin gizli özünün, içsel ve dışsal olarak genişleyen bir sistem olarak anlaşılmasıdır. Küreselleşme, kendi başına sürükleyici bir güç değildir. Küresleleşme, sürekli genişleyen ve çoğunlukla sermaye birikim sürecine hizmet eden kapitalizmin bir parçasıdır (Sweezy, 1997:1-3).

Küreselleşme ve yerelleşme, birbirine zıt kavramlardır. Küreselleşme; daha yüksek yaşam standardı ve artan verimlilik vaat etmekte, piyasalara ve teknolojinin olanaklarına erişimde yeni fırsatlar getirdiği için övülmektedir. Fakat, zaman zaman getirdiği istikrarsızlıklar ve istenmeyen değişiklikler yüzünden eleştirilmektedir. Çalışanlar, dışarıdan gelenlerle rekabete açık hale gelmekte, bu ise bir tehdit oluşturmaktadır. Bankaları ve hatta ekonominin genelini istila eden yabancı sermaye, bazen ulusal ekonomilerin altını kazabilmektedir. Yerelleşme ise, “karar verme” süreçlerine katılım düzeylerini yükselttiği ve insanlara kendi yaşamlarının genel koşullarını belirlemede daha fazla şans verdiği için bazı kesimlerce övülmektedir. Yürütmenin yerinden yönetimi yoluyla daha fazla karar “ulus-altı (subnational)” düzeylerde verilebilmekte ve daha etkili yönetim sağlanabilmektedir. Ancak bu durumda, makro-ekonomik istikrarın tehlikeye atılmamasına dikkat edilmelidir. Çünkü, yoğun biçimde borçlanan ve makul olmayan biçimde harcayan yerel yönetimlere, merkezi (ulusal) hükümet kefil olmak zorunda kalabilmektedir (The World Bank, 2000:4-5).

Gelişmiş ülkeler açısından bakıldığında küreselleşme aşağıdaki değerlerle tanımlanabilir: i- Küreselleşme; pazarların, ulus-devletlerin ve teknolojilerin bütünleşmesini öngörmektedir, ii- Serbest piyasa kapitalizminin hemen her ülkeye yayılması anlamına gelmektedir. Dışa açılma, devlet denetimini azaltma ve ekonomik sınırları kaldırma çabasını içermektedir, iii- Küreselleşmede homojenleştirme eğilimi söz konusudur, iv- Küreselleşmenin bilgisayar, mikroçip, uydu iletişimi, fiber-optik teknolojisi, internet gibi kendine özgü tamamlayıcı teknolojileri bulunmaktadır, v- Küreselleşmede tanımlayıcı ölçü hızdır. Ticarette, ulaşımda, iletişimde hız oldukça önemlidir, vi- Küreselleşme, dünyayı şirketler açısından rakipler haline getirmektedir (Apak, 2002:184).

Küreselleşmenin gerçek anlamda gerçekleşmediğini savunanlar da bulunmaktadır. Güvenen (2000)’e göre küreselleşme; yalnızca bilgi teknolojilerinin getirdiği yenilikler sayesinde dünya genelinde mali kesim üzerinde, kısmen de reel ekonomide görülmektedir. Bunun dışında, küresel düzeyde pek de fazla bir yakınlaşma olduğundan söz etmek olası değildir. Büyük değişimler, temelde teknolojideki önemli ilerlemeler ile birlikte yaşanmaktadır. Küreselleşmeyi ekonomik gelişmelerden çok teknoloji ve tıp alanında yaşanan değişiklikler belirlemektedir (Güvenen, 2000).

Küreselleşmenin gerçek amacının, ekonomik kriz atmosferinde en rasyonel kriz yönetimi politikalarının uygulanması, neo-liberal politikaların dünya genelinde yayılması olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Bu politikalar, mali sermayenin kendine uluslararası bir piyasa yaratarak birikim sürecini en geniş düzeye yayması ve korunaksız yerel ekonomilerden çıkar sağlanması amacıyla devreye sokulmuştur. Dolayısıyla küreselleşme, uluslararası sömürünün artırılması ve derinleşmesine hizmet etmektedir (Özdek, 1999:26).

Az gelişmiş ülkeler açısından ekonomik küreselleşmenin özeti; mal, hizmet ve sermaye piyasalarının dış ülkelere açılmasıdır (Somçağ, 2000:153). Gelişmiş ülkelerdeki sermaye fazlası, gelişmekte olan ülkelerin verimli alanlarına kaydırılmakta ve küreselleşme sürecinin bir parçası konumuna getirilmektedir (Tanrıkulu 1999:646). Uluslararası sermayenin önündeki bütün engellerin yıkılması, birçok durumda, kamu yararı kavramının yerini piyasaya bırakması anlamına gelmektedir. Buradaki gerçek amaç, devletin elini ekonominin her alanından, hatta daha ileri aşamada sağlık ve eğitimden çekip, her şeyi sermayenin kurallarına terk etmesidir. Farklı bir yaklaşıma göre ise küreselleşme, Batının ekonomik, siyasal, kültürel tektipleştirme çabasının adıdır (Akca, 2002:215). Ancak, Robert Went’e göre küreselleşme; doğrusal bir süreç değildir ve dünya ekonomilerini gerçek anlamda homojenizasyona doğru götürmemektedir. Gerçekte, dünya ekonomisi üç kutup etrafında, sözde üçlü takım –AB, Japonya ve ABD – dikey yapılanma içerisindedir. Bu süreç, dünyanın büyük bir bölümünü (Üçüncü Dünyadaki az gelişmiş ülkeler, Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği) marjinalleştirmektedir (Went, 2001:66-67). "Dünyadaki kültürel ve ekonomik bağımlılığa karşın, küresel düzen eşitsizliklerle doludur ve farklı olduğu kadar ortak kaygılara da sahip olan devletlerin oluşturduğu bir yamalı bohça gibidir" (Giddens (2000)’den aktaran Akca, 2002:215). Küresel sistem, Batı ve özellikle de Amerika merkezli bir ekonomik ve kültürel yapıyı dünyaya yayarken, tüm dünyada gerçek anlamda küçük Amerikalar yaratmamaktadır (Akca, 2002:215).



Yüklə 3,03 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin