Fahrenheit 451 (veya) Santigrat Eksi 18
Baskın Oran
Bu işin buraya geleceği belliydi. “Susma! Sustukça sıra sana gelecek!” kuralı yine doğrulandı. “Anayasa Mahkemesi [AYM], anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceleyebilir, esasa giremez” diyen Anayasa md.148, 5 Haziran 2008’de açıkça ihlal edildiğinde yani AYM üniversitelere başı kapalı girebilmeyle ilgili değişikliği iptal ettiğinde, laikiz ya, birkaç homurdanma dışında itiraz gelmemişti.
AYM, şimdi o ihlali “emsal” göstererek, bu sefer de çeşitli hukuk kurullarının üye sayısını artıran yeni anayasa değişikliğini esastan iptale hazırlanıyor. Bunu da tutturursa, 12 Eylül’ün darbe anayasasında değişiklik yapabilmek artık ham hayaldir. Anayasa ihlallerini önlemek için kurulmuş bir AYM’nin anayasayı ihlal etmesinden bahsediyoruz; yarabbi aklımı koru. Ben İzmir Atatürk Lisesinde okurken iki edebiyat hocamızdan biri, Allah rahmet eylesin, “Kalın Behçet” idi. Öğrenciler fazlasıyla temel bir hata yaptığı zaman gürlerdi: “Süpürgenin üstüne yaptın!” Son kelimeyi biraz farklı söyleyerek ve izahatını getirerek: “Şimdi süpürdüğün her yeri batıracaksın!”
Osman Can ölü toprağını kaldırdı
Ama bu sefer, tam bir cesaret örneği olarak, bizzat AYM’nin içinden ses çıktı. Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Raportör Doç. Osman Can: “AYM, değişikliği esastan incelemeye geçer de iptal ederse, bu açık ve ağır bir anayasa ihlalidir, ‘yok’ hükmündedir. Bu durumda Meclis, Anayasayı korumak için, kararı tanımamalı ve referandum sürecine devam etmelidir”. Ortalık karışıverdi. Ergenekoncuları savunan kimi gazeteciler ayaklandılar. Anarşistlik suçlamasından tutun (M. Tezkan, Milliyet, 11.06.10), Can’a ağırlaştırılmış müebbet istemeye kadar (M. Aşık, Milliyet, 16.06.10).
Kaosa karşı kaos? Bilemem; ama bildiğim en az üç şey var: 1) O. Can bu sivri öneriyi yapmasaydı bugünkü canlı tartışma başlamaz, 05 Haziran 2008 kararının üzerine tüy dikilebilirdi; 2) O. Can’ı “büyüklerine” (AYM’ye) şikayet eden Kadir Özbek (Milliyet, 13.06.10) gibi HSYK hukukçuları çıktığı gibi, emekli askerî yargıç Ü. Kardaş (Taraf, 14.06.10) gibi destekleyen insan hakları hukukçuları da çıktı (Taraf, 14.06.10). Prof. H. Hatemi, AYM üyelerinin Yüce Divan’a verilmesini istedi (M. Altınok, Taraf, 14.06.10). Prof. E. Özbudun, Meclis’in böyle kararlara “Askıya Alıcı Veto” uygulayabilmesini tartıştı; 3) Meclis’in “anayasanın tamamını değiştirme” platformuyla hemen erken seçime gitmesi için baskılar başladı.
Anayasa md. 175’e göre, 550 üyeli Meclis’te 330 alan ama 367’yi sağlayamayan değişiklikleri, Cumhurbaşkanı, “referanduma götürmek üzere” Resmî Gazete’de yayınlar ve referanduma sunar. Halkın yarıdan çoğu “evet” derse değişiklik yasalaşır, demezse düşer.
Referandum yapılmadan…
Şimdi bu durumda, AYM’nin, “Resmî Gazete’de yayınlanmıştır” diye değişiklikleri şekilden görüşmeyi kabul etmesi dahi sakat. Şimdi bekleyin çıkacak çığ gibi hukuki sorunları. Referandumdan henüz geçmediği için yasalaşmamış (yani, vücut bulmamış) değişikliği nasıl iptal edeceksin? Sonra referandumdan “evet” çıkarsa ne olacak? Halk iptal edilmiş bir metne mi “evet” veya “hayır” diyecek? Üstelik, CHP’liler hiç sıkılmadan bir de “yürütmeyi durdurma” istemiş vaziyette. Hiçbir yasal dayanağı olmadığını bile bile. “Doğmamış çocuğa don biçme”yi duymamışlar.
Yüksek Seçim Kurulu da, CHP’lilere kafiye tutturdu ve AYM’ye iptal zamanı bırakmak ister gibi referandumu taa Eylül’e attı. Gerekçesi: “Referandum, seçimle aynı şeydir”. Referandum’un seçim’den farklı bir kurum olduğu Anayasa’ya yazılsaydı keşke diyeceğim ama, md. 148’in açık hükmünü ihlal eden AYM bunu niye etmesin?
Peki, AYM neden referandum sonucunu beklemiyor? Çünkü halkın “evet” dediğini iptal etmek biraz zor geliyor. Şu anda Türkiye’de Yüksek Yargı bu vaziyette. Tabii, bunu da kendine göre gerekçelendiriyor. Diyor ki: “Ben değişikliği sadece şekil bakımından denetliyorum. Ama değişikliği Anayasa’nın ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesi’ne aykırı gördüğüm takdirde iptal ederim. Bu, ‘esasa girmek’ anlamına gelmez”.
Siz anladınız mı bilmem; ben anladım. Çünkü Kemalizm’in sert çekirdeğinden gelen biri olarak ben bu zihniyeti çok iyi tanırım: 1930’ların devlet zihniyetini her ne pahasına olursa olsun koruma zihniyetidir bu. İstiklal Mahkemeleri ve Yassıada’nın devamıdır. “Uysa da yaptım, uymasa da yaptım” zihniyetidir. Gönlü de müsterihtir: Dövlet’i korumaktadır. Yalnız, bu zihniyeti temsil eden Yarsav’ın başkanı E. Ü. Tarhan rahatsızlık duyuyor olacak ki, TV’de şöyle diyor:
“AYM ancak şekilden denetler ama 2008’deki türban kararıyla yeni bir içtihat oluşturdu. Artık esastan da görüşebilir” (Y. Oğur, Taraf, 15.06.10). Fevkalade ilginç, çünkü ceberut devletimizin gayrimüslimler konusunda Lozan Antlaşması’nı ihlal gerekçelerinden biri aynen bu. Lozan’daki azınlık tanımı “TC vatandaşı gayrimüslimler”dir. Ama mesela Süryaniler bu haklardan yararlandırılmaz. Gerekçe: “Teamül bugüne kadar böyle gelmiştir”. Yahu, açık yasa/antlaşma maddesine aykırı teamül mü olurmuş? Boşluk halinde Anglo-Sakson hukukunda teamüle (common law) başvurulabilir ama, bizim gibi Kıta Avrupası ülkelerinde bu da olmaz. Üstelik burada hüküm boşluğu da yok (ayrıntı için: benim Türkiye’de Azınlıklar, 5. Baskı, s. 71).
Hukukçulara sormak lazım; bir bakirenin 1 kere tecavüze uğraması teamül yaratıp ondan sonraki tecavüzleri meşrulaştırır mı? Yani kız’a tecavüz yasak, kadın’a tecavüz serbest midir?
Peki AYM, Anayasa md. 148’in açık hükmünü ihlal ederse nasıl önlenir? Anayasa’da hüküm yok. Kalın Behçet’in sözünü ettiği durumun gerçekleşmesine karşı bir önlem getirilmemiş. Çünkü AYM’nin Anayasa’yı açıkça ihlal edebilme olasılığı akla ziyan bir husus; kimse düşünmemiş. Zaten bunu yapmaması için md. 148 getirilmiş.
Asıl söylemek istediklerim
1) “Değiştirilemez hukuk maddeleri” kavramı Devrim’in ilk yılları için normaldi. Eğer 87 yıl sonra da sürüyorsa bu ya büyük başarısızlığın itirafıdır yahut paranoyadır yahut ayrıcalıklardan vazgeçememedir yahut üçü birdendir. Troçkist misiniz? “Sürekli Devrim”den ne farkı var bunun? Yukarıdan Devrim 1 kez yapılır, iç dinamikler zorlanarak harekete geçirilir, ondan sonraki müdahaleler artık sadece “seçkin diktatörlüğü”nün devamı içindir.
Bu yapılmak istenen, hukuku dondurarak toplumu Eksi 18 derecede dondurma çabası değil mi? Truffaut’nun “Fahrenheit 451”i, adını, kitapların itfaiyeciler tarafından tutuşturulma derecesinden alıyordu; AYM’nin bu çabaları filme çekilse “Santigrat Eksi 18” mi demek lazım? Biri yakıyor, biri donduruyor.
2) “Ya halifeliği anayasaya sokarlarsa?” Bravo! 87 yılda kendi yarattığınızdan korktuğunuz için bravo. Durmadan burjuvalaşarak mecburen dünyevileşenleri göremeyecek kadar 1930’lara saplandığınız için bravo. Demokrasinin sadece şeriat tarafından iğdiş edilebileceğini düşündüğünüz için bravo.
Siz “olması muhtemel”e değil, “fiilen olmuş”a bakın da titreyin asıl. Sol’un mahvedilmesinin yarattığı boşluğu İslam’la doldurmak için 12 Eylül faşizminin resmî ideoloji ilan ettiği “Türk-İslam Sentezi”ni dinciler mi getirdi yoksa TSK mı?
3) AYM, kendini dinamitliyor. Anayasa nasıl olsa değişecek. Ama hiç endişe etmesinler; o gün geldiğinde yargıçların meşru haklarını da yine biz, Türkiyeli demokratlar çatır çatır savunacağız. Nasıl, dünyaya din gözlüğüyle bakanların meşru haklarını şu anda çatır çatır savunuyorsak.
Dostları ilə paylaş: |