Ariflerin menkibeleri : Ahmed Eflaki’nin önsözü : rahman ve rahim olan tanrl’nin adiyle


Kaadi - i Kâh hayat suyunu aramak yolunda bütün kadıları geçti



Yüklə 0,5 Mb.
səhifə7/7
tarix20.11.2017
ölçüsü0,5 Mb.
#32390
1   2   3   4   5   6   7

Kaadi - i Kâh hayat suyunu aramak yolunda bütün kadıları geçti.

Semâ, tekrar, olduğundan daha fazla kızıştı. Beni de kendi yanına çağırdı ve kucaklayıp gözlerimi ve yüzümü öptü, sonra bir gazele başlayıp buyurdu:

Şiir:

Beni bilmiyorsan gecelerden, sararmış yanağımdan ve kurumuş dudağımdan sor”.



Bu uzun ve büyük bir gazeldir. Ben derhal başımı açarak elbiselerimi yırttım, onun aşkının müridi oldum. İşte bunun üzerine benim durumum ve emirliğim gittikçe terâkki ederek çocuklarım ve haleflerim sayısız oldu. Benim içime attığı ve bana tattırdığı şeyler dille anlatılamaz. Bunu anlatmak için göğsüm daralır ve dilim âciz kalır. Nitekim buyurmuştur:

Şiir:


Bana kul olan, saadet mülkünü götürür. Kim kapımı seçerse, dünya ve ahiretin şahı olur. “

 

(95) Yine talihli arkadaşlar şöyle rivayet ettiler ki: Bir gece Muineddin Pervane, şehrin büyüklerine semâ vermişti. Her biri beraberinde yarım batmanlık (men) bir mum götürmüş, kendi önlerine koymuştu. Nihayet Mevlânâ hazretlerini davet etti. O da bu davete icebet etti. Çünkü Mevlânâ hazretlerinin âdeti, bütün büyükler toplandıktan sonra gelmekti. Mevlânâ hazretleri, dostlara birlikte küçük bir mum getirmelerini emretti. Aziz arkadaşlar o mumun küçüklüğüne şaştılar. Mevlânâ hazretleri, Pervâne’nin sarayına girince bir köşeye çekildi, o mumcuğu da önüne koydu. İleri gelenler ve ulular alttan alta birbirine bakıyor, şaşkınlık gösteriyor ve bir kısmı da bunu Mevlânâ’nın deliliğine hamlediyorlardı. Mevlânâ hazretleri: “Bütün bu mumların canı bizim bu hakir mumcuğumuzdur” buyurdu. Sadık arkadaşlar baş koyup onu tasdik ediyorlardı. Bir kısmı da inkârları yüzünden başlarını sallıyor ve bunun imkânsız olduğunu sanıyorlardı;. Mevlânâ: “Eğer inanmıyorsanız...” dedi ve bin “hu” çekti. O mumcuk söndü ve o aydın mumlar da hep birden söndüler. Hepsi karanlıkta kaldı. Dostlardan bir feryat yükseldi. Mevlânâ onların şaşakaldıklarından biraz sonra bir ah çekti. Bütün mumlar olduğu gibi yeniden yandılar. Semâ başladı, bütün; bilginler ve emîrler nara atarak baş-koydular. Seher vaktine kadar semâ oldu. Bütün o mumlar yanıp bitti,, fakat Mevlânâ’nın nefesinin bereketi sayesinde o küçük mumcuğun yanması, sabaha kadar devam etti. Orada bulunanların hepsi Mevlânâ’nın kulu ve müridi oldular.



 

(96) Hikâye: Müderrislerin sultanı Kayseri’li Şerefeddin (Tanrı selâmı onun üzerine otsun) kendi asrında ikinci İmam Şafiî, Numan ve mümtaz müritlerindendi. Şöyle ki: Taceddin Mu’tez hazretleri Aksaray şehrinde onun için bir medrese yaparak buna müderris olarak Mevlânâ hazretlerinden Kayseri’li Şerefeddin’i istedi. İşte bu Kayseri’li Şerefeddin hikâye etti ki: Bir gün Mevlânâ'nın hizmetinde idim. Buyurdu ki: “İsterse Kabe’de olsun müride şeyhin huzurunda namaz kılmak caiz değildir. Nitekim Bahâ Veled de (Tanrı ondan razı olsun) bir gün ilâhî bilgilerle meşguldü. Namaz vakti oldu, müritlerinden bir grup şeyhin huzurunu ve onun saçtğı bilgileri dinlemeyi bırakarak namaza başladılar. Bir kaç mürit şeyhin huzurunda öyle dalmış ve şeyhin nuru içinde öyle yok olmuşlardı ki, yüce Tanrı onların basiret gözüne namaz kılanların yüzlerinin Kıble’ye taraf olmadığını ve namazlarının bâtıl olduğunu göstermişti. Bundan başka: “Kamil bir şeyhe semâ beş vakit kılınan namaz ve ramazan orucu gibi farzdır. Hâlis ve ikbal sahibi müritlere güçleri nispetinde semâ mubahtır. Şeyh ve mürit olmıyan ayaktakımına ise, haramdır” buyurdu ve tekrar: “Bütün peygamberler ve veliler Tanrı’nın hakikati hakkında hiçbir şey söylemediler ve bir şeye de karar vermediler. Ben Muhammed’in canının nuru sırrına (selât ve selâm onun üzerine olsun) istinad ederek diyorum ki, Tanrı tamamiyle zevktir ve her kim tatmızsa anlamaz. Ben, o zevkim ve o zevke tamamiyle gömülmüşüm. Halkın zevki bu zevkin aksidir. Çünkü iman tamamiyle zevk ve şevktir” buyurdular ve nara atıp semâ’a başladılar.

 

(97) Yine buyurdu ki: Ben âşıkların nazarında bakılan cisim değilim. Belki ben sözümüz ve ismimizi işitince müritte hâsıl olan o zevk ve hoşluğum. Allah! Allah! O anı bulduğun ve o zevki canında duyduğun zaman bunu ganimet bil ve şükürler et. Çünkü ben o zevkim.



Şiir:

Ömründen nasibin, kendini; sevgiliden mutlu bulduğun andan ibarettir..”

Aman bu anı ganimet bil; çünkü öyle bir anı az bulursun”.

Bundan başka bir mânâ daha buyurdu: Helâl lokmaya ve helal kazanca göz dikmek doğru değildir. Çünkü bu lokma ve kazanç, aslında bir gelir ve giderden ibarettir. Sonradan nereye gideceği belli değildir. Ne kadar helâl lokmalar vardır ki, tembellik, kusur ve alçaklıktan başka meyva vermez. Bil ki, senin canında şevki, zevki arttıran ve seni öteki âleme teşvik eden, peygamberlerin ve velilerin yoluna götüren lokma, helâl lokmadır.

Mısra:

Bu, bilinecek, fakat söylenmiyecektir. Sus! “



Eğer bu helâl lokmadan, yukarda söylenilenlerin aksine, insanda fena şeyler husule gelirse, bu lokmanın tamamen haram olduğunu bil.

Şiir:


insanın nurunu ve kemâlini arttıran bir lokma helâl kazanılmış bir lokmadır. Eğer bir lokmanın içinde hile ve kıskançlılık görürsen ve ondan cehalet ve gaflet doğarsa, o lokmanın haram olduğunu bil. İlim, hikmet, aşk ve rikkat helâl lokmadan doğar.

Lokma bir tohumdur, meyvası düşüncelerdir. Lokma bir denizdir, cevheri düşüncelerdir.

Helâl lokmadan ruhta, ibadet meyli ve öteki dünyaya gitmek kararı doğar.”

Yine buyurdu ki: Lokmayı yiyebildiğim kadar ye, fakat kendini dünya işlerine harcamamaya dikkat et ve mutlaka hikmet, yoluna peygamberlerin ve velilerin sözlerini dinlemeğe harcanacak bir cehit göster; yoksa lokma seni yer. Nitekim Mustafa hazretleri (Tanrı’nın selât ve selâmı onun üzerine olsun) müminlerin emîri Ömer (Tanrı ondan razı olsun) hakkında: “Ömer’in yediği gibi yeyiniz, çünkü o erkekler gibi yiyor ve erkekler gibi amel ediyor” buyurmuştur. Ondan sonra Mevlânâ şu şiiri okudu:

Mademki lokma sende cevher oluyor, O halde nefes almadan yiyebildiğin kadar ye.

Mademki lokmadan senin temiz, miden pisleniyor, o halde boğazına bir asma kilit as, anahtarını da gizle.



Her kimde lokma celâl nuru haline gelirse, o kimse ne isterse yesin, ona helâldir. “

 

(98) Hikâye: Sözlerine değer verilir ve güvenilir dostlar şöyle rivayet ettiler ki: Şemseddin Muallim semâ’da daima Mevlânâ hazretlerinin karşısında şaşkın şaşkın dururdu. Diğer arkadaşlar neş’e, sevinç ve eğlence ile meşgul oluyorlardı, Mevlânâ, bir gün, Şemseddin Muallim’e: “Niçin karşımda durup dikkatli dikkatli yüzüme bakıyor, semâ yapmıyorsun” buyurdu. Şemseddin Muallim baş koydu ve: “Dünyada senin mübarek yüzünden başka bakılıp seyredilmeğe değer bir yüz var mıdır? Bu kul, Hudâvendigâr’ın mübarek yüzünü temaşa etmekte bulduğu zevk ve memnuniyeti başka hiç kimsenin yüzünde bulmamıştır” diye cevap verdi. Mevlânâ: ‘Çok iyi, mübarek olsun! fakat bizim diğer bir gizli yüzümüz daha vardır ki, sen ona bu gözlerinle göremezsin. O yüze teveccüh etmeğe ve o yüzü görmeğe cehdet. Bu gözüken yüz kaybolunca o gizli yüzü görür ve derhal tanırsın” buyurdu.



Şiir:

Nuru perdesiz görmeğe cehdet. Perde kalkınca körlük azalır.”

Allah! Allah! Güneş kursuna keskin keskin bakılmaz. Çünkü güneş gözü ve basireti körletir ve ondan sonra göz hiçbir şey göremez.

Şiir.


Ey dertle dolan göz, onun gölgesinde otur! sakın bu durumda onun yüzüne bakma “

Ondan sonra Şemseddin semâ ibadetine başladı.

 

(99) Hikâye: Sırlar kâtibi, engin bilgili (nehri) Bahâeddin-i Bahrî (Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun) şöyle rivayet etti ki: Bir gün Mevlânâ hazretlerinden: “Dillerde dolaşan şeyhlerin illeti (illet-ül-meşâyih) hangisidir? Acaba dahilî mi, yoksa haricî bir illet midir?” diye sordum. Mevlânâ: “Haşa ki, şeyhlerde öyle fena bir illet bulunsun. Fakat bâtınî cesaret ve zahirî pervasızlık yüzünden tarikatten kovulmuş olanlar sonunda o illete tutulurlar.” buyurdu. Nitekim Mevlânâ zamanında, makbul, ilim sahibi bir şeyh vardı. Ona meşhur Şeyh Nâsıreddin derlerdi. Tabsıra sahibi idi. Bütün ilimlerde Şeyh Sadrettin ile atbaşı giderdi. İtibarlı müritleri de vardı. Bir gün Mevlânâ birkaç dervişle birlikte adı geçenin hânekâhı civarından geçiyordu. O da müritleriyle birlikte köşkünde oturmuştu. Birdenbire Mevlânâ’nın, müritleri ile birlikte uzaktan geçtiğini gödü. Müritlerine: “Bakınız, Mevlânâ’nın duman renginde sarığı ve mavi ferecisiyle ne karanlık bir şekil ve anlaşılmaz bir yolu vardır. Bu adamın ne karakter taşıdığını, ne yol tuttuğunu ve onun tarikat silsilesinin kime ulaştığını hiç bilmiyorum. Onda bir nur olduğunu da sanmıyorum” dedi. Mevlânâ hazretleri uzaktan onun köşküne bakıp sertçe: “Ey ayırdetme kabiliyetinden mahrum olan namert!” buyurdu. Şeyh Nâsıreddin hemen o anda bir ah edip düştü. Müritleri feryadederek onun üzerine üşüştüler ve “Bu ne hâldir?” diye sordular. Nâsıreddin: “Yazıklar olsun! terbiyesizlikte bulundum ve küstahlık ettim. Mevlânâ hazretleri bana bir darbe vurdu. Ben, onun veliliğinin yüceliğinden habersizdim. Burada konuşmuş olduğum her şeyi gayıb âleminden olanlar onun kulağına ulaştırdılar, benîm hâlim başkalaştı ve talihi tersine döndü” dedi.



Şiir:

Her ne kadar kimse ondan o sözü işitmediyse de, o söz Tanrı katından olan bir kulağa gitti.

O Muhammed, yatmış ve eline dayanmış (olduğu halde) sır gelip onun etrafında dolaştı.

Peygamber, “gözlerim uyur, fakat kalbim insanların halinden uyumaz “ dedi.

Nâsireddin’in hemen o anda erkekilği zail olup hadım oldu. Bundan Tanrı’ya sığınırız. Bu tarafta arkadaşlar: “ Mevlânâ kime küfrediyor” diye her tarafa baktılar, fakat hiç kimseyi görmediler. Şaşkınlıkları bir iken bin oldu. Hüngür ağlıyarak küfür hâdisesini sordular. Mevlânâ: “Dinsiz Nâsıreddin hadım oldu. Kendi yüce makamında şeytan kardeşler arasında oturmuş, bizim şeklimiz hakkında birşeyler söylüyordu. Şüphesiz erkekliği zail oldu. Yüce Tanrı gayretinden ötürü o zavallıyı âleme ibret yaptı ki, erkeklerin erliği ve donuk kalblilerin namertliği, sırları bilen dostlara malûm olsun” buyurdu. Nihayet Nâsıreddin o hale geldi ki kendisini kullanmaları için kölelere para veriyordu. Konya şehrinde şeyhlik illeti ile meşhur oldu. Bazı ayaktaki ve pis insanlar onun etrafında dolaşır, ondan birşeyler koparırlar ve hakkında: “O vakit bâtıl ehli ziyan eder” (k., XI., 78) âyetini okurlardı.

Şiir:


Kötü iş yapan insanlar daima kötü zanlı olurlar. Kendi ayıplarını dostlarına da isnadederler.

Zina mahsulü ve zina işliyenlerden olanlar. Tanrı erlerini de kendileri gibi sanırlar.”

Müritleri bir gece ilâç verip onu o namussuzluktan ve sıkıntıdan kurtardılar.

 

(100) Hikâye: Mevlânâ’nın en yakın ve makbul müritlerinden, Şeyh Bedreddin-i Nakkaş şöyle rivayet etti ki: Bir gün müderrislerin sultanı Sirâceddin-i Tatarî (Tanrı rahmet etsin) ile birlikte gezmeye gitmiştik. Birdenbire Mevlânâ’nın, yalnız başına uzaktan gelmekte olduğunu gördük. Biz de ayağımızı uydurarak uzaktan onu takibettik. Ansızın geriye bakıp biz kullarını gördü ve: “Siz arkadan yalnızca geliniz, zira kalabalıktan hoşlanmıyorum. Benim halktan kaçışım, onların el öpmek ve önümde eğilip secde etmek belâsından ötürüdür” buyurdu. (Gerçekten) Mevlânâ, herkesi onun elini öpmesinden ve önünde baş koymasından (ruhça) son derecede incinirdi. Aşağı tabakadan olan insanlara ve talihsiz kimselere karşı bir gönül alçaklığı gösterir, secde bile ederdi. Bundan sonra Mevlânâ yoluna devam etti, biraz ilerleyince bir viraneye geldik. Orada birkaç köpek birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş uyuyorlardı. Mevlânâ Sirâceddin-i Tatarî: “Bu, biçareler arasında ne kadar güzel bir birlik vardır, ne güzel uyuyorlar ve birbirleriyle ne kadar da güzel sarmaş dolaş olmuşlar” dedi. Bunun üzerine Mevlânâ: “Evet Sirâceddin! Eğer bunların arasındaki dostluğu ve birliği anlamak istiyorsan, onların aralarına bir leş veya takım ciğer atıver. O zaman bu dostluğun nasıl bir dostluk olduğunu görürsün. İşte bu gördüğün dünya ehli ve dünya malına tapanların aralarındaki (dostluk da) böyledir. Aralarında bir menfaat ve karşılık olmadıkça birbirlerinin dostudurlar; fakat dünyalık önemsiz bir şey araya girince, nice senelik namus ve şereflerini havaya verirler ve aralarındaki tuz ekmek hakkını bir tarafa bırakırlar. İşte böylece nifak ehlinin birleşmesinin bir kıymeti yoktur. Şimdi gördüğün bu misalde olduğu gibi.



 

Devam edecek...



Kaynak : http://www.semazen.net/text_list.php?id=247
Yüklə 0,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin