II. Sine-i Milletten Liderliğe Giden Çetin Yol
9 Temmuz Çarşamba gününden itibaren Mustafa Kemal 25 yıllık askerlik hayatına son vermiştir. Artık resmî bir unvan ve görev sahibi değildir. Bundan sonraki mücadeleyi bir halk adamı olarak yürütmesi gerekecektir. Artık sivil şahsiyet olan Mustafa Kemal, ilk aşama olarak 9 Temmuz’da millete hitaben bir beyanname yayınlar: “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için millî mücahede uğrunda milletle beraber çalışmaya askerî ve resmî sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatım namına söz vermiş olduğum için, pek aşıkı bulunduğum askerlik mesleğine bugün veda ve istifâ ettim. Bundan sonra mukaddes gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere, sine-i millete bir ferd-i mücahit suretiyle” çalışacağını duyurur. Yazının bir sureti Erzurum Valiliğine, Harbiye Nezaretine ve Kolordu Komutanlıklarına gönderilir120.
Yürütülecek Millî Mücadelenin başarısı, doğru karar veren, verdiği kararı sarsılmaz bir irade ile uygulayan, yürekli ve üstün zekâlı bir şefin yanı sıra; bu lideri arkalayacak asker ve halk desteğine bağlıydı.
Halbuki daha istifânın ertesinde kendisinin Kurmay Başkanı, görevden affını istemekteydi. Bunu başkalarının da izlemesi mümkündü.
Bu hassas dönemde Rauf (ORBAY) Bey ve bilhassa Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın desteği tereddütleri ortadan kaldırdı. Kâzım Karabekir “Kolordum ve ben bundan önce olduğu gibi emrinizdeyiz Paşam” sözleriyle Mustafa Kemal’e desteğini dile getirmiş. 13 Temmuz tarihli bir yazıyla bunu pekiştirmişti121.
XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat (CEBESOY) Paşa da istifâdan dolayı üzüntülerini belirtmiş, Millî Mücadelede kendisinin izinde olacakları teminatını vermiştir122. II. Ordu Müfettişliğine vekâlet eden Albay Selahattin de istifâ dolayısıyla üzüntülerini bildirmiş, başarı dileklerini ulaştırmıştır123.
Amasya’dan itibaren Mustafa Kemal ile beraber olan Hamidiye Kahramanı, Bahriye Eski Bakanı Rauf (ORBAY) Bey de ayrı bir beyanname yayınlayarak “Vatan ve milletin istiklâli ve kurtuluşu, saltanat ve hilâfet makamının masuniyeti sağlanıncaya kadar, Mustafa Kemal ile beraber çalışmaya and içtiğini” açıkladı124. Bu genelgeler her tarafa ulaştırıldı.
İstifadân sonra, ilk halk desteği Erzurum’dan geldi. 10 Temmuz’da Vilâyat-ı Şarkîye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti Erzurum Şubesi “Vatanı parçalanmaktan millî hâkları ve saltanat ve hilâfeti çiğnenmekten kurtarmak emeliyle açılan Millî Mücadele’ye bir ferd-i mücahit sıfatıyla katılmaları” nı gösteren yazının alındığını bildiriyor, Yönetim Kurulu adına Faal Heyeti Başkanlığını Mustafa Kemal’in, İkinci Başkanlığı da Rauf Bey’in kabul etmelerini istiyordu125. Böylece Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in kongre çalışmalarına şahsen katılmaları sağlanıyordu. Mustafa Kemal’in askerlikten istifâ ederek “Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak” hizmet etmek kararı, Erzurum’da yayınlanan Albayrak Gazetesinde 14 Temmuz 1919’da şu coşkulu ifadelerle halka duyuruldu: “Mustafa Kemal’in askerlikten istifâsı bir azim ve iman vesikasıdır. Millette henüz eski kanın sönmemiş olduğunu gösteriyor Anafartalar kahramanını Millî Mücadele’nin başında görmek mutluluk verici bir manzaradır... Millet Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında parlak bir hale teşkil ediyor. Böyle temiz ve fedakâr ruhların birleşmesinden milletin hamiyet ve istiklâl gibi iki mukaddes nurunun doğacağı şüphesizdir.”126.
İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’in istifâsı ile yetinmedi. Samsun’a yeniden asker çıkarılması veya iç kısımlara işgal kuvveti gönderilmesi halinde, silâhla karşılık verilmesini emreden 3. Kolordu Komutanı Albay Refet (Bele) Bey’in de görevine son verdi. Refet Bey komutayı İstanbul’dan gönderilen ve maksata uygun çalışacağını ümit ettiği, Albay Salâhattin (KÖSEOĞLU) Bey’e devretti ve İstanbul’a istifâ dilekçesini gönderdi. 3. Kolordu Komutanının değişmesi, yerine atanan komutanın tutumunun ne olacağı konusunda tereddütler, Refet Bey’in durumu gibi meseleler, Mustafa Kemal’î ciddi bir şekilde meşgul etmekte, bu gibi durumlara karşı tedbirler almaya yöneltmekteydi.
Bu sırada Canik Mutasarrıfı Hamit Bey’in de görevden alınacağı duyuruldu. Hamit Bey durumu Mustafa Kemal’e duyurdu. Emir gelince İstanbul’a gideceğini bildirdi. “Mühim bir noktada kendisinden fedakârca hizmet beklenen” bir idare adamının sanki normal bir zamandaymış gibi hareket etmesi gibi, Mustafa Kemal’i üzmüştü. Hamit Bey’e İstanbul’a gitmesi halinde, tutuklanıp Malta’ya gönderileceğini, dolayısıyla Refet Bey’le beraber, Sivas’a gerekirse, Erzurum’a gelmesini istedi. Hamit Bey, Padişaha bir tel çekilerek “48 saat içinde milletin güvenliğine layık bir hükümet kurulamaz ve bir kurucu meclis toplanmazsa, padişah ve hükümet tanınmasın“ önerisinde bulundu. Mustafa Kemal buna “önce hükümete destek olacak bir gücün oluşturulması gerektiğini, bunun da Erzurum ve Sivas Kongreleriyle gerçekleşeceği” cevabını verdi 127.
II.Ordu Müfettişinin görev yerinden ayrılması, Refet Bey’in kumandayı halefine terk etmesi, Amasya kararlarına ve Mustafa Kemal’in 7 Temmuz’da yayınlamış olduğu genelgeye ters düşmekteydi. Bu genelgede müfettiş ve kumandanların görevden alınmaları halinde, yerlerine gelen kişi işbirliğine elverişli ise görev teslimi yapılması, aksi halde kumandanın asla terk olunmaması, öngörülmüştü. Mustafa Kemal komutanların İstanbul’a gitmelerinin sakıncalarını bir kez daha hatırlatmak zorunda kaldı128.
A- Erzurum Kongresi: Mustafa Kemal Doğu Anadolu Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti Başkanı seçiliyor
Mustafa Kemal, bir taraftan Anadolu’daki direniş hareketlerini İstanbul’un etkisinden muhafazaya çalışırken, diğer taraftan da var gücüyle Erzurum Kongresi hazırlıklarını yürütmekteydi. Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in kongreye katılabilmeleri için bir yerden delege olarak seçilmeleri gerekiyordu. Her ikisi de Erzurum’un delegesi olmak istiyorlardı. Erzurum’dan delege seçilen Cevat (DURSUNOĞLU) Bey ile emekli Binbaşı Kâzım Bey yerlerini onlara bıraktılar. Kendileri de henüz seçim yapılmamış ilçelerden delege oldular 129. Ayrıca, kongrenin cemiyetin genel merkezi adına açılması için, Mustafa Kemal’e Genel Merkez Heyeti adına görüş bildirmek yetkisi verilmesi istendi.
Kongre 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da Doğu illeri ve Trabzon delegelerinin katılımıyla “mütevazı” bir okulun salonunda toplandı. Bazılarının olumsuz görüşlerine rağmen, Mustafa Kemal büyük çoğunlukla başkan seçildi. Başkanın açış konuşmasından sonra 7 Ağustos’a kadar süren çalışmalarda padişah, sadrazam, valilikler ve belediyelere gönderilecek telgraf metinleri kaleme alındı. Çalışmaların ağırlığı cemiyetin nizamnamesi etrafında odaklandı. Bir kısım delegeler merkeziyetçi bir teşkilât yerine çok merkezli bir teşkilât öneriyorlardı. Hatta bunlar düzenli ordu yerine milis teşkilatı kurulmasını ve teşkilâta yeni bir parti kimliği verilmesini istiyorlardı. Bu teklif kabul edilmedi. Nizamnamede diğer bir tartışma konusu, birinci ve ikinci başkanların illerde vali ve askere alma daire başkanları, ilçelerde kaymakam ve askerlik şubesi başkanlarınca yürütülmesi teklifiydi. Delegenin çoğu bu durumda Müdafaa-i Hukuk bünyesini değiştireceğini, bir halk hareketi kimliğinden, resmî bir mahiyete bürüneceğini belirterek karşı çıkıyorlardı. Mustafa Kemal’in araya girmesi ile çoğunluğun görüşü benimsendi. Nizamnamenin diğer tartışılan bir konusu da kongrenin kararlarını yürütecek olan heyeti temsiliyenin görev ve yetkilerinin ne olacağıydı. Temsil heyetine geniş yetkiler tanınarak sorun çözümlendi. 7 Ağustos’da sona eren kongre şu kararları aldı130:
1) Doğu Anadolu ve Trabzon illeri ile Canik Sancağı hiçbir bahane ile birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılmaz bir bütündür.
2) Osmanlı vatanının bütünlüğü millî istiklâlimizin elde edilmesi, saltanat ve hilâfetin korunması için kuva-yi millîyeyi güçlendirmek ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.
3) Her türlü işgal ve müdahale, Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine yönelik bir hareket olarak kabul edileceğinden topluca savunmaya geçilmesi esası kabul edilmiştir. Siyasî hâkimiyet ve sosyal dengeyi bozacak şekilde, Hristiyan unsurlara yeni bir takım imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.
4) Merkezî hükümetin, devletlerin baskısı üzerine, buraları terk etme ihtimaline karşı hilâfet ve saltanat makamına bağlılığı ve millî hakları koruyacak tedbirler ve kararlar alınmıştır.
5) Vatanımızda öteden beri birlikte yaşadığımız müslüman olmayan vatandaşların, Osmanlı Devleti yasalarıyla güvence altına alınan haklarına riayetkârız. Mal, can ve namuslarının korunması zaten dinimizin ve millî geleneklerimizin ve kanunlarımızın esaslarından olduğu kongrenin genel kanaatıyla teyit edilmiştir.
6) Mütarekenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan her mıntıkasında olduğu gibi, Doğu Anadolu illerinde de ezici ekseriyeti islâmların oluşturduğu kültür ve iktisadî üstünlüğü müslümanlara ait olan birbirinden ayrılmaz öz kardeş olan dindaş ve ırkdaşlarımızın yerleşmiş olduğu ülkemizin taksim edilmesi görüşünden tamamen vazgeçilerek, varlığımıza tarihî haklarımıza, geleneklerimize dinimize riayet edilmesine, aykırı teşebbüslerin desteklenmemesine, bu suretle tamamıyla hak ve adalete dayalı bir karar çıkarılması beklenir.
7) Milletimiz insanî gayeleri saygıyla karşılar. Teknik ve ekonomik ihtiyacımızı dikkate alır, devlet ve milletimizin iç ve dış istiklâli ve vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, 6. Maddede kayıtlı sınırlar içinde, millîyet esaslarına saygılı ve ülkemizi istilâ emeli beslemeyen herhangi devletin teknik ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız. Bu âdil ve insanî şartları içeren bir barışın âcilen kararlaştırılması insanlığın kurtuluşu ve umumun huzuru adına en başta gelen millî emellerimizdendir.
8) Milletlerin kendi kaderlerini bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde, merkezî hükümetimizin de millî iradeye tabî olması zaruridir... Bunun için milletin içinde bulunduğu sıkıntı ve endişeden kurtulması çarelerine hacet kalmadan merkezî hükümetimizin hemen vakit kaybetmeden meclisi toplaması ve bu suretle millet ve memleketin kaderi hakkında alacağı bütün kararları Millî Meclisin denetimine sunması mecburidir.
9) Vatanımızın karşılaştığı elem verici olaylarla aynı maksatla millî vicdanın oluşturduğu derneklerin birleşmesinden meydana gelen kitle, Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla isimlendirilmiştir. Bu dernek her türlü particiliğin tamamıyla dışındadır. Bütün Müslüman vatandaşlar cemiyetin tabiî üyesidirler.
10) Kongre tarafından seçilen bir Temsil Heyeti kabul edilmiş, köylerden başlayarak il merkezine kadar varolan örgütler birleştirilmiştir.
Kongrece kabul edilen nizamnameye göre Temsil Heyeti’nin izni olmaksızın göç edilmesi yasaklanmış, ve Doğu Anadolu illerinin Osmanlı Devletince terk edilmesi halinde, bölgede derhal bir geçici idarenin kurulması öngörülmüştür.
7 Ağustos’da yapılan seçimlerde Kongre kararlarını yürütmek üzere 9 kişiden oluşan Temsil Heyeti seçimleri yapıldı. En çok oyu Mustafa Kemal ve Rauf Bey aldılar. Heyet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi.
Çalışmalar Mustafa Kemal’in şu sözleriyle sona erdi “... Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir.” 131.
Erzurum Kongresinin önemi nedendir? Millî Mücadele ve Mustafa Kemal’in kariyerindeki yeri nedir?
Kongre ulusal toprakların bütünlüğünü, devletin iç ve dış politika bakımından bağımsızlığını, gücünü millî iradeden alan bir parlâmento toplanmasını öngörmüş, millî hudutlar ve azınlıklarla ilgili politikanın esaslarını koymuş, düşman işgali ve baskısı altında ülkeyi gereği gibi koruyamayan hükümetin bıraktığı boşluğu doldurmak maksadıyla millî bir teşkilât kurmuştur. Bu teşkilât 7 Ağustos ile 4 Eylül 1919 tarihleri arasında, millî hakların sözcüsü oldu ve resmî hiçbir sıfatı olmayan Mustafa Kemal’i Temsil Heyeti Başkanlığına getirdi. Bu bakımdan Erzurum Kongresi’nin en önemli sonucu, bağımsızlık mücadelesini yıkılmaz bir azimle yürütecek olan lideri isabetle tayin etmesidir. Böylece Mustafa Kemal’e halk liderliği yolu açılmıştır.
Erzurum kongresi karşısında, İşgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümeti’nin tutumu ne olmuştur?
İstanbul’daki İngiliz ve Fransız Yüksek Komiserleri, kongreyi bir ihtilâl hareketi olarak değerlendiriyorlardı. Yüksek komiserler, daha 22 Temmuzda ortak bir karar oluşturdular. Buna göre: mütareke hükümleri tam olarak uygulanacak, iç politikaya karışılmamakla beraber meşru otorite olan Padişah desteklenecek ve her çeşit ihtilâle karşı konulacaktır. Günün şartlarında seçim yapılamaz ve yapılması tehlikeli olacaktır132. Esasen Erzurum’da bulunan İngiliz Subayı Yarbay Rawlinson kongreyi engellemek için girişimlerde bulunmuş, hatta hükümetim buna izin vermez şeklinde tehditte bulunmuştu. Mustafa Kemal, kongreye milletin karar verdiğini, bunu engellemek için şayet kuvvete başvurulursa, kuvvetle karşı konularak milletin kararını uygulayacaklarını ne pahasına olursa olsun kongreyi açacaklarını ifade etmiş, toplantının güvenliği için gereken önlemleri almıştı133.
Osmanlı Devleti’nin barış konusundaki görüşlerini konferansa açıklamak üzere, Paris’e davet edilen ve tutarsız talepleri dolayısıyla diplomatik adaba uymayan bir muameleye muhatap olan Sadrazam Damat Ferit İstanbul’a eli boş dönmüştür. Anadolu’daki direniş hareketini kırmak için, Bakanlar Kurulunu değiştirmek amacıyla istifâ etmiş, 21 Temmuz’da tekrar hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Sadrazam dışarıda bulunduğu sırada Anadolu’da karışıklıklar çıktığını, millî kongre hazırlıklarının Anayasaya aykırı olduğunu, bu sebeple engellenmesi gerektiğini belirten bir genelge yayınlandı. Erzurum Kongresi buna karşı, kongrenin bir meclis olmadığını,bir yıldan beri anayasanın çeşitli maddelerine aykırı hareket eden, hükümetin millete haksız yere suç yüklediği, karışıklık ifadesinin mütarekenin 24. Maddesine göre, Doğu illerinin işgaline yol açacağını, bölgede tam bir huzur ve sükun olduğunu belirterek ifadenin tekzip edilmesini istedi. 3. Ordu Müfettiş Vekili Kazım Karabekir Paşa da bu ifadeyi desteklediği gibi, kongrenin vatan ve milletin mutluluğu ve selametinden başka bir amaç gütmediğini, müdahale için kanunî bir hak bulamadıklarını ilgili makamlara bildirdi134.
Sadrazam Damat Ferit Paşa, iddiasına devam ettiği gibi, hükümetin karar ve bildirilerine aykırı davranış ve halk indinde yaptıkları kışkırtmalar dolayısıyla Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in hemen tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesini istedi. Millî Savunma ve İçişleri Bakanlarının bütün gayret ve ısrarlı emirlerine rağmen, mahallî askerî ve sivil otoriteler bu emrin uygulamaya konulmasının mümkün olmadığını İstanbul’a anlatmaya çalıştılar135.
Bunun üzerine İstanbul Hükümeti, etkin makamlarda bulunan sivil ve bilhassa askerî yetkilileri değiştirmek suretiyle olayı çözmek istedi. Millî Savunma Bakanlığına Mustafa Kemal hareketini hızla dağıtma vadinde bulunan ve 1914’den beri emekli olan Süleyman Şefik Paşa’yı atandı. Yeni bakan ilk iş olarak kolorduların birbirleri ile şifreli haberleşmelerini yasakladı. Fakat ordunun gösterdiği şiddetli tepki üzerine, on gün içinde kararı geri almak zorunda kaldı. İstanbul Hükümeti tarafından 3. Ordu Komutanlığına atanmış olan Abdullah Paşa, komutayı ele almanın mümkün olmadığını görerek istifâ etti. Bu suretle Kâzım Karabekir Paşa’nın 15. Kolordu Komutanlığının yanı sıra 3. Ordu Müfettişliğine vekâleten devam etmesi mümkün oluyordu. 20. Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa’yı görevden alma girişi de başarısızlıkla sonuçlandı. Yerine atanan Kiraz Hamdi Paşa’nın göreve başlaması engellendi.
Aynı şekilde İstanbul’a çağrılan 12. Kolordu Komutanı Albay Salâhattin Bey’in yerine atanan Topal Sait Paşa da görev yapamayacağını görünce ayrılmak zorunda kaldı.
Böylece İstanbul Hükümeti’nin Mustafa Kemal’i tutuklamak ve Anadolu’da onu destekleyen komutanları görevden almak, başka bir deyimle Anadolu’da başlamış olan millî direnme hareketini önleme girişimi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
Mustafa Kemal Erzurum’da kaldığı 58 gün içinde millî birlik ve beraberliğin güçlenmesi, Doğu illerinde bölücü akımların önlenmesi ve Sivas Kongresi hazırlıkları işleri ile meşgul oldu.
İstanbul Hükümeti ve işgal kuvvetleri, kongreye karşıydılar. İçişleri Bakanı, Sivas Valisine, kongreye gelenleri yerlerine iade edin, dinlemeyenleri de şiddetle cezalandırın talimatını vermiştir. Sivas’da bulunan bir Fransız binbaşı da kongrenin toplanması halinde, şehrin işgal edileceği tehdidinde bulunmuştu. Reşit Paşa bu tehdidi Mustafa Kemal’e bildirerek kongrenin Erzurum veya Erzincan’da toplanmasını önerdi. Mustafa Kemal işgal tehdidinin bir blöften ibaret olduğunu, İstanbul’daki Fransız yetkililerinin Anadolu hareketini benimsediklerini; Samsun’a asker getiren İngilizlerin, milletin direnci karşısında geri çekildiklerini hatırlatarak korkmaya mahal olmadığı, cevabını verdi. Reşit Paşa, Mustafa Kemal’e emirlerini ifa edeceğini, İstanbul’a da kongreye mani olunmamasını, gerekiyorsa kendisinin görevden alınmasını teklif etti136. İstanbul ise, kongrenin engellenmesi ve Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in tutuklanmaları için Reşit Paşa’yı sıkıştırmakta, bir taraftan da adı geçenleri diri veya ölü ele geçirmek için el altından girişimler hazırlamaktaydı137.
Bu gelişmeler esnasında, Mustafa Kemal Sivas Kongresinin biran önce toplanması için yapılan hazırlıkları hızlandırdı. Ancak Sivas’ta Doğu illerinin nasıl temsil edileceği tartışma konusuydu. Yeni seçimler yapılması için zaman yoktu. Mustafa Kemal’in teklifi uyarınca, Temsil Heyetinin Doğu illeri adına konuşması benimsendi. Diğer bir sorun Sivas’a yapılacak yolculuk masrafının nasıl karşılanacağıydı. Bu sorun Emekli Binbaşı Süleyman Bey’in vermiş olduğu 900 liraya 100 lira eklenmek suretiyle çözümlendi138. Böylece gerekli hazırlıkları tamamlayan heyet 29 Ağustos 1919’da Sivas’a doğru yola çıktı. Amaç tek tepe, tek kurşun kalıncaya, millî bağımsızlığı sağlayıncaya kadar, mücadele etmek ve yurt bütününü temsil edecek bir örgüt oluşturmaktır. Heyetin parolası şudur: Ya istiklâl, Ya ölüm!
Heyet 5 gün süren bir yolculuktan sonra 2 Eylül akşamı, Sivas’a ulaştı ve İstanbul Hükümeti’nin engelleyici tutumuna rağmen, halk tarafından coşkuyla karşılandı139.
B: Sivas Kongresi: Mustafa Kemal Halk Önderi
Kongre 4 Eylül 1919 Perşembe günü saat 14:00’de Sivas Lisesi’nde çalışmaya başladı. Temsil Heyeti Başkanı ve davet sahibi sıfatıyla ilk konuşmayı Mustafa Kemal yaptı. Temsil Heyeti Başkanı mütarekeden beri meydana gelen ve vatan topraklarını parçalamayı hedefleyen işgalleri, Batı’da Yunan, Doğu’da Ermeni zulümlerini dile getirdi. İstanbul Hükümeti’nin millî haklara sahip çıkmadan âciz kaldığını gören halkın yurt topraklarını korumak için teşekküller oluşturduğunu belirtti. İstanbul Hükümeti’nin milletin hak isteyen sesini boğmak istediğini vurgulayarak kongreden vatanın yekpare, milletin yek vücut olduğunu gösterir bir karar alınmasını istedi140.
Ardından gizli oyla yapılan kongre başkanlığı seçimini 3 olumsuz oya karşılık büyük ekseriyetle Mustafa Kemal seçildi.
Kongrenin gündeminde iki önemli konu vardı. 1- Erzurum Kongresi’nde kabul edilen tüzük ve bildirinin yurt bütünlüğünü kapsayacak şekilde gözden geçirilmesi, 2- Kongre üyelerinden 25 kişinin hazırladığı manda ile ilgili raporun görüşülmesi.
Ancak kongre, ilk 3 gününü, İttihatçı olmadıklarını belirten bir yemin yapılması konusu ile Padişah’a yazılacak telgrafı hazırlamakla geçirdi141.
Kongrenin 4. günü esas gündem maddelerine geçildi. Önce Erzurum Kongresi’nde kabul edilen tüzük ve bildiri üzerinde yapılacak değişiklik görüşüldü ve karara bağlandı. Yapılan değişikliğe göre:
1) Cemiyetin adı “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” iken bütün ülkeyi kapsayacak şekilde “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oldu.
2) “Temsil Heyeti Şarkî Anadolu’nun umumi heyetini temsil eder.” yerine “Temsil Heyeti vatanın tamamını temsil eder” denildi ve Temsil Heyetine altı üye ilâve edildi.
3) “Her türlü işgal ve mücadeleyi, Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine yönelik kabul edeceğimizden hep birlikte savunma ve direnme esası kabul edilmiştir.” yerine; “Her türlü işgale ve müdahalelerin ve billhassa Rumluk ve Ermenilik gayesine yönelik hareketlerin reddi hususlarında hep birlikte savunma ve direnme esası kabul edilmiştir.” denildi. Böylece İtilâf Devletlerine karşı da vaziyet alınmış oluyordu.
4) “Osmanlı Hükümeti, devletlerin baskısı karşısında buraları (Doğu Anadolu İlleri) terk ve ihmal etmek zorunda bulunduğu anlaşıldığı taktirde, alınacak idarî, siyasî, askerî vaziyetlerin tayin ve tesbiti maddesindeki bunları yerine, mülkümüzün herhangi bir parçasını terk ve ihmal etmek...” şeklinde değiştirildi142.
Bu değişikliklerle Erzurum Kongresi’nin tespit ettiği esaslar yurt bütününde geçerli, olmak üzere benimsenmiş ve millî hakların savunulması ve hükümetin millî hakları koruyamayacak bir vaziyete düşmesi halinde, yönetime el koyacak bir örgüt oluşturulmuştur. Amaç birdir: Millî iradeye dayanarak köleliğe, esarete karşı çıkmak, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumaktır.
Kongrede en fazla tartışılan konu manda meselesidir. Manda meselesi nedir? Neden tartışılmıştır? Nasıl bir sonuca varılmıştır?
Manda Fransızca kökenli bir kelimedir. Lügat anlamı bir kişinin kendi adına hareket etmesi için diğer bir şahsa verdiği yetkidir. Ancak I. Dünya Savaşından sonra kelime siyasî bir anlam kazanmış, bazı az gelişmiş ülkeleri kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip bağımsızlığa kavuşuncaya kadar Milletler Cemiyeti adına yönetmesi için bazı büyük devletlere verilen vekâlet anlamında kullanılmıştır.
Manda yönetimi, savaşı kazanan devletlerin emperyalist emellerini, Amerika Başkanı Wilson’un ilkeleriyle bağdaştırmak amacıyla ortaya atılmıştı143.
Manda yönetimi, yeni bir kavram olduğundan niteliği hakkında Türk devlet ve fikir adamlarında sarih bir fikir yoktu. Vatan dört bir yandan istilâya uğramıştı. Batı’da Yunan istilâsı devam ederken Doğu’da mümkün olduğu kadar geniş bir Ermeni Devleti kurmak çalışmaları yürütülüyor, Karadeniz kıyılarında Pontus – Rum Devleti tezgâhlanıyor, Anadolu savaş içinde yapılan gizli anlaşmalar uyarınca, ileriki taksime hazırlık olmak üzere, itilâf devletlerince işgal edilmekteydi. Daha önce açıklandığı gibi, İstanbul Hükümeti bu duruma karşı düşündüğü çare, mesele çıkarmamak, hatta işgalcilerin her dediğini yaparak onların özellikle İngilizlerin sempatisini; daha iyisi himayesini kazanarak, ne kurtarılabilirse onu kurtarmak esasına dayanmaktaydı. Bu karamsar ortamda bazı devlet ve fikir adamları144 kurtuluş ümidini Amerikan mandasında bulmaktaydılar. Bu görüşü savunmak için Wilson Prensipleri ve Vahdet-i Millîye dernekleri kurulmuş, Millî Ahrar Partisi ile Millî Kongre’nin bazı üyelerinden de destek alınmıştı. 15 – 20 sene ile sınırlandırılması gereken Amerikan mandası, “kötülerin en iyisi” olarak değerlendiriliyordu. Bu görüşü savunanlar görüşlerini yansıtan bir raporu kongreye sundular.
Manda konusu, kongrede çetin görüşmelere konu oldu. Mandayı savunanların görüşleri şöyle özetlenebilir:
“Tam bağımsızlık parçalanmayı getirir. Zaten tam bağımsız değiliz. Vergilerin bir kısmı düşmanlara bırakılmıştır (Düyun-u Umumiye). Gümrükleri artıramıyor, yabancıların okul, posta, yetimevi açmalarını engelleyemiyoruz. Yasalarımız, mahkemelerimiz, yabancılar için geçersiz (kapitülâsyonlar). İstediğimiz demiryolu, liman.... vs’yi yapamıyoruz. Devlet geliri borcumuzun faizine bile kâfi değildir. Yüz milyonlarca borcu, harap ve verimsiz toprağı, çok sınırlı bir geliri olan bir ülke dış yardım ve destek olmadan yaşayamaz! Vatanımıza servetini akıtacak, bilimsel uzmanlığını getirecek güçlü bir yardıma ihtiyacımız vardır. Bunu yapabilecek devlet Amerika’dır.”
Manda karşıtı olanların temel görüşü Mustafa Kemal tarafından belirtilen iki noktada toplanmaktaydı:
1- Tam bağımsız bir devlet kavramı ile manda yönetimi nasıl bağdaşabilecektir?
2- Manda yönetimini yüklenecek olan Amerika’nın bu yükümlülüğe karşı elde edeceği kazanç ne olacaktır? Bu sorulara tatmin edici bir cevab verilemiyordu!
Uzun tartışmalardan sonra, iki tarafı memnun eden bir çözüm bulundu. Rauf Bey tarafından yapılan bir teklif oy birliğiyle benimsendi. Buna göre: Amerika Kongresi’nden âdil bir barış yapılabilmesi için, memleketimizi tetkik edecek ve hakikati görecek bir heyet davet edilecekti. Böylece üyeler arasında görüş ayrılığı giderilmiş oluyordu145. Kararın imzalı İngilizce bir kopyası da, kongreyi izlemek için Sivas’a gelen Amerikalı gazeteci Browne’a verilmişti.
Göründüğü gibi kongrede Amerikan mandası kabul edilmemişti. Fakat kongre sonrası yayınlanan bildiride, Erzurum Kongresi bildirisinin 7. Maddesi tekrar edilerek, “Türkiye’ye karşı istilâ emelleri beslemeyen herhangi bir devletin, teknik, endüstriyel ve ekonomik yardımının memnuniyetle karşılanacağı” vurgulanmıştı.
Kongrede Mebuslar Meclisînin biran önce toplanması, millî hareketin sözcülüğünü yapacak bir gazete yayınlanması ve Ali Fuat Paşa’nın (CEBESOY), Batı Anadolu Kuvay-i Millîye Başkomutanlığına atanması kararlaştırıldı.
Ayrıca Temsil Heyetine Batı Anadolu’yu temsilen altı üye daha ilâve edilmesi uygun görüldü. Kongre 12 Eylül günü halka açık bir toplantı ile kapandı.
Sivas Kongresinin Atatürk’ün siyasi kariyeri ve Türk İnkılâp Tarihi açısından önemli bir yeri vardır. Şöyle ki: Kongre kararları ile millî bağımsızlığın esasları ve millî sınırlar tespit edilmiş, millî hakları korumak ve kollamak için yurt bütününü temsil edecek bir örgüt oluşturulmuştur. Ayrıca millî iradeyi temsil edecek bir meclisin gerçekleşmesi için biran önce seçim yapılması, hükümetin görev yapamaması halinde geçici bir hükümetin kurulması öngörülmüştür.
Mustafa Kemal 9 Temmuz 1919’dan itibaren Millî Mücadele’ ye bir halk adamı, bir mücahit olarak katılmıştı. 7 Ağustos’tan beri Doğu Anadolu halkı adına konuşma yetkisine haizdi. 12 Eylül’den itibaren artık Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatıyla Türkiye adına konuşma ve faaliyette bulunma imkânını elde etmiştir. O artık bir halk lideridir. Bu yeni görev onu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığına kadar götürecektir.
Dostları ilə paylaş: |