VI. Mustafa Kemal Paşa’nın Ordu Müfettişliğine Atanması
Ateşkes hükümlerinin devamlı çiğnenmesi, ülkenin çeşitli yerlerinin türlü bahanelerle işgal edilmesi, Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verileceği hakkında çıkan söylentiler ve şüpheli davranışlar, Kuzey Anadolu’da Sinop’tan Batum’a uzanacak bir Rum – Pontus Devleti, Doğu Anadolu’da hudutları mümkün olduğu kadar geniş bir Ermenistan, Güneydoğu Anadolu’da bir Kürdistan kurulması faaliyetleri; özellikle tehlike altında bulunan illerde halkın uyanmasına ve özgür yaşama hakkını korumak maksadıyla yer yer Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri oluşmasına yol açmıştır. Bu derneklerden önemlileri aşağıda gösterilmiştir:
Bu derneklerden ilki kurulması 2 Kasım 1918’de İstanbul’da kararlaştırılan, 30 Kasım 1918’de Edirne’de resmileşen Trakya ve Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesidir. Amaç Trakya’nın siyasî birliğini sağlamak ve Doğu Trakya’nın işgalini önlemektir57.
Tehdit altında bulunan İzmir’de de 1 Aralık 1918’de İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti oluşmuştu. Cemiyetin amacı bölgenin Türklüğünü savunmak ve yabancı egemenliğine girmesini önlemektir. İzmir’de kurulan ikinci vatansever örgüt, İzmir Müdafaa-i Vatan Cemiyetidir. İzmir’in işgali arifesinde Redd-i İlhak Heyet-i Millîyesi adıyla tanınmış, İzmir’in işgalini Anadolu’ya duyurmuştur.
Ateşkesten sonra endişe içinde bulunan yerlerden biri de Doğu Anadolu idi. Mondros Ateşkesi’nin 24. Maddesi 6 Doğu ilinde (İngilizce metinde 6 Ermeni Vilâyeti olarak kayıtlı) karışıklıklar çıkması halinde buraların işgalini öngörüyordu. Bölge halkı kısa zaman önce Ermenilerin acımasız soykırımına maruz kalmıştı. Tekrar aynı acıları yaşamak istemiyordu. Bölgenin Türk olduğunu göstermek ve haklarını savunmak amacıyla Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i Millîye Cemiyeti 4 Aralık 1918’de İstanbul’da kuruldu. Cemiyetin Erzurum şubesinin Millî Mücadele içindeki rolünü daha sonra etraflıca göreceğiz58.
Adana ve çevresinin işgali üzerine 21 Aralık 1918’de Adana Müdafaa-i Hukuk-i Millîye daha sonraki adıyla Kilikyalılar Cemiyeti kuruldu. Amacı bölge halkının % 90 Türk olduğunu göstermektir. Trabzon ve çevresinin Rumlara veya Ermenilere verilmesinin duyulması üzerine, İstanbul’da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti kurulmuştu. Cemiyet iç işlerinde özerk bir idare yapısını benimsemiştir. Buna karşılık 12 Şubat 1918’de oluşan Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Millîye Cemiyeti, Trabzon’un Osmanlı Devletine bağlılığını ve millî hakları savunmayı amaç edinmişti.
Bu derneklerin ortak çizgisi, yöresel bir nitelik taşımaları, medya yoluyla hak aramaları, yurt bütününü hedef alan bir program ve şeften mahrum olmalarıdır.
Bu derneklerin yanı sıra yurt bütününe yönelik faaliyet gösteren kuruluşlar da oluşmuştur. Bunların önemli olanlarından biri Millî Kongredir. Öncülüğünü Dr. Esat Işık yapmıştır. 50’yi aşkın dernek ve bazı siyasî parti temsilcilerinin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Millî Kongre 6 Aralık 1918’de yaptığı toplantıda, bütün Kuva-yi Millîye’yi birleştirmek, vatanın hukukunu ve çıkarlarını koruyacak ve gerçekleştirecek yolları ve amaçları sağlamak gayesi güttüğünü açıklamıştır. Tutuklamalar ve particilik tartışmaları dolayısıyla kuruluşun etkinliği sınırlı kalmıştır59.
Mütareke döneminde birleştirici girişimlere yönelenlerden biri olan Ahmet Rıza Bey, partiler arası veya partiler üstü bir topluluk oluşturmuştur. Amaç barış davası ve dış politika meselelerinde millî bir program saptamak, “Siyasal hayat hakkımızı muhafaza için” önlemler almaktır. Bu girişime Vahdet-i Millîye (Millî Birlik) Heyeti adı verilmiştir (6 Mart 1919). Heyet o dönemin seçkin isimlerini toplamakla beraber Anadolu’da başlayan Müdafaa-i Hukuk hareketine ayak uyduramadığından etkinliğini kaybetmiştir60.
Mütarekenin umutsuz ortamı içinde çıkış yolunu güçlü bir devletin desteğiyle ülke bütünlüğünü korumak şartıyla, mümkün olduğu kadar az ödülle sağlamak isteyen kuruluşlar da ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri Wilson Prensipleri Derneğidir. Dernek ataşkes uygulamalarının yarattığı ümitsiz ortamda Halide Edip’in öncülük ettiği bir kısım aydınlar tarafından kurulmuştur (14 Ocak 1919). Amaç Amerikan himayesi veya mandası yoluyla bir çözüme ulaşmaktır61.
Yabancı himayesiyle çözüm arayan derneklerin en önemlisi İngiliz Muhipleri Cemiyetidir. Cemiyetin başında İngiliz haber alma örgütünün etkin görevlilerinden Rahip Frew ile Adalet Bakanlığı müsteşarı Sait Molla vardır. Resmen 20 Mayıs 1919’da kurulan cemiyete saray, Hürriyet ve İtilâf Fırkası mensupları özel bir ilgi göstermişlerdir. Cemiyetin amacı İngiliz mandasını sağlamak, İngiltere lehine kamu oyu yaratmaktır62.
Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi yurt bütününü hedef alan bu kuruluşlar, kurtuluşu yabancı manda ve himayesine girmede görüyorlardı. İnönü’nün dediği gibi; “Zamanın devlet ve fikir adamlarında mütarekeyi feshedip mücadeleye girmek, harp yolu ile bir netice almak fikri hiç kimsede yoktur.” 63. Düşünülen çare siyaset yoluyla soruna çözüm bulmaktır.
İşte bu ortam içinde 21 Nisan 1919 tarihli İngiliz notası Babıâliye gelir. Notanın konusu nedir? Ne istenmektedir?
Adı geçen notada ısrarla şu hususlar üzerinde durulmaktadır: Doğu Anadolu’da askerî durum iyi değildir. Bu sebeple Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın görevden alınması istenmiştir. Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas’ta kurulan şuralarca, askerî kontrol altında, devşirme asker toplanmıştır... Bunlar derhal durdurulmalı ve bu durumla ilgili olarak alınacak tedbirler konusunda acele bilgi verilmelidir.
25 Nisan’da Amiral Web girişimi tekrarladı.
Nota İstanbul Hükümetinde ciddi sıkıntılar yarattı. Bunun sebepleri nelerdir? Olay ne bakımdan önemlidir?
Daha önce belirtildiği gibi, Mondros Ateşkesinin 24. Maddesi 6 Doğu ilinde karışıklık çıkması halinde buraların işgalini öngörmekteydi. Paris’e giden Ermeni delegasyonu 6 Doğu ilinin yanı sıra Maraş’la birlikte Kilikya’yı ve Trabzon ilini içine alacak “Büyük Ermenistan” oluşturulmasını istemekteydi.
Diğer taraftan özellikle Doğu Karadeniz Bölgesinde Rize’den İnebolu’ya kadar uzanacak bir Pontus – Rum devleti kurmak için yoğun faaliyet vardı. Bu maksatla bir taraftan Paris Barış Konferansına heyet gönderiliyor, diğer taraftan bölgede Rum Çeteleri oluşturularak asayişi bozmak, Müttefiklerin müdahalesini sağlamak, Müslüman halkı kaçırmak amacı güdülüyordu. Bölgede ezici çoğunluğa sahip olan Müslüman halk, Hristiyan çetelere karşı can güvenliğini sağlamak için müslüman çeteler oluşturuyordu. Rumlar bölgedeki nüfus dengesini etkilemek için Rusya’dan Kuzey Anadolu’ya Rum göçmenleri getirmekteydiler. Türk tarafı bunu önleme gayretlerine girişince, Rumlar bu durumlardan şikayetçi olmuşlardı. Onların şikayeti üzerine, İngilizler, Samsun ve Çevredeki asayişsizliğinin önlenmesini, aksi halde kendilerinin önlem almaya mecbur olacaklarını belirtmişlerdi. Nitekim 9 Mart 1919’da Samsun 200 kişilik bir müfreze ile İngilizlerce kontrol altına alınmıştır. 30 Mart’ta Merzifon işgal edilmişti. İngiliz işgal kuvvetlerinden moral bulan Rum çeteleri saldırılarını daha da artırırlar. Öyle ki olaylardın etkilenen bir Türk teğmeni 17 Mart’ta dağa çıkarak direnişe geçer 64.
Yakup Şevki Paşa’nın 9. Ordu Komutanlığından alınması da bölgedeki olumsuzlukları artırmıştı. İtilâf devletlerinin bu olumsuzlukları bahane ederek, bölgede Pontus – Rum Devleti, Doğu Anadolu’da Büyük Ermenistan, Güney-Doğu’da Kürdistan oluşturulmasından endişe ediliyordu.
Eldeki bilgilere göre İngiliz girişimlerinden telaşlanan Sadrazam Damat Ferit Paşa, meseleyi İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’e açarak, alınacak tedbir konusunda görüşünü sorar. Bakan şikâyete konu olan bölgelere muktedir bir generalin, durumu yerinde incelemek ve gerekli önlemleri almak maksadıyla gönderilmesini önerir. Bu konuda kimi düşündüğü sorusuna da Mustafa Kemal Paşa cevabını verir. Sadrazam Mustafa Kemal’i tanımak ister. Bu sağlanır. Sadrazamın Paşa hakkındaki kanaati olumludur. Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya, İngiliz şikâyetleri ile ilgili konuyu incelemeye Mustafa Kemal Paşa’yı memur etmesini söyler. Bakan, Mustafa Kemal’in o sıralar iyi ilişkiler içinde olduğu Bahriye Nazırı Avni Paşa’nın kayınpederidir. İngiliz şikâyetlerine ait dosyayı inceleyen Mustafa Kemal, görevin yapılabilmesi için memuriyetine bir şekil verilmesi bir makam ve yetki sahibi olması gerektiğini belirtir ve Genel Kurmay Başkanı ile temas için izin ister. Başkan Fevzi Paşa (Çakmak) görevli olarak İstanbul dışındadır. İkinci Başkan Kâzım Paşa (İNANÇ) ile görüşür. Hatta amacını da kısmen açıklamakta sakınca görmez. Gayesi mümkün olduğu kadar geniş yetkilerle Anadolu’ya geçmektir. Kâzım Paşa, ordu müfettişlikleri kurulacağını ve o sıfatla gitmesinin kolay olacağını söyler. Mustafa Kemal önce hükümetçe kendisinden ne beklenildiğini öğrenilmesini ister. Hükümetin istedikleri özetle şunlardır: 1. Mıntıkasındaki asayişsizlik sebeplerini tesbit edecek, asayiş ve istikrarın temini için gereken tedbirleri alacaktır. 2. Mıntıkasındaki silâh ve cephane toplanacak ve muhafaza altına alınacaktır. 3. Anadolu’da kurulmakta olduğu söylenen millî şuralar dağıtılacaktır.
Mustafa Kemal hazırlanan talimata ne isterlerse yazın, yalnız birkaç noktayı ben ilave edeyim der. Paşa yetki ile ilgili bazı hususları kendi ekler. Fakat hazırlanan talimatı, Harbiye Nazırı imzalamaktan çekinir. Mühürünü verir. Mühür alındıktan sonra talimatname biraz daha genişletilerek mühürlenir. Talimatnameye göre Mustafa Kemal’in görevi, hem mülkî ve hem de askerîdir. Buna göre:
1) Bölgede asayiş sağlanacak ve asayişsizlik sebepleri saptanacaktır.
2) Bölgede ötede beride dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephane bir an önce toplatılarak muhafazaya alınacaktır.
3) Çeşitli yerlerde birtakım şuralar (topluluklar) bulunduğu, bunların asker toplamakta oldukları ve ordunun resmî olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle şuralar mevcut olup asker topluyor, silâh dağıtıyor ve ordu ile ilişkili bulunuyorlarsa, kesin olarak yasaklanacak ve bu gibi topluluklar dağıtılacaktır.
Bu görevin yerine getirilmesi için:
1) 2 Tümenli Üçüncü ve dört tümenli Onbeşinci Kolordular müfettişlik emrine verilmiştir... Bölge komutanlığı, tümen veya özel göreve atanacak subayların atanma veya yer değiştirmeleri, müfettişliğin onayı veya isteği ile olacaktır. Müfettişliğin yarar ve lüzum gördüğü hususlarla ilgili talimatı kolordu komutanlıkları olduğu gibi uygulayacaklardır...
2) Müfettişlik bölgesi Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleriyle Erzincan ve Canik bağımsız livalarını içine aldığından, müfettişliğin yukarıda sayılan görevleri yerine getirmesi için vereceği bütün talimatı, bu vilâyetlerle mutasarrıflıklar doğrudan doğruya yerine getireceklerdir.
3) Müfettişlik sınırına komşu vilayetler ve bağımsız livalar (Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara, Kastamonu vilâyetleriyle) kolordu komutanlıkları da müfettişliğin görevi yerine getirmesi sırasında doğrudan yapılacak başvuruları dikkate alacaklardır.
4) Müfettişliğin askeri konularda başvuracağı makam Harbiye Nezareti olmakla beraber, diğer konular için ilgili makamlarla haberleşerek ve bu haberleşmelerden Harbiye Nezaretine bilgi verilecektir. Sonradan bu illere Maraş ve Kayseri de ilave edilmiştir 65.
Mustafa Kemal’e bu kadar geniş yetki verilmesinin sebepleri nelerdir? O Padişahça özel bir görev ve ödenekle mi gönderilmiştir? İstanbul’da her şeyi kontrol eden İngilizler olayı nasıl atlamışlardır?
Talimatnamedeki geniş yetkiler, görev alanının özelliğinden kaynaklanmaktadır. Daha önce kısaca belirtildiği gibi Doğu Karadeniz Bölgesinde, içeriden ve dışarıdan yoğun destekli bir Rum – Pontus Devleti kurma faaliyeti vardır. Doğu Anadolu’da karışıklık çıkması halinde 6 ilin işgal edileceği öngörülmüştür. Doğu’da çok ciddi bir Ermeni tehlikesi mevcuttur. Güneydoğu’da ise, İngiltere himayesinde Kürdistan Devleti oluşturma çalışması vardır. Bundan başka Enver Paşa’nın Kafkaslardan Anadolu’ya geçmesinden endişe edilmektedir. Galip devletler ateşkes hükümlerini pervasızca çiğnemekte, savaş içinde yapmış oldukları gizli anlaşmaları uygulamaya koyarak istedikleri yerleri işgal etmektedirler.
Bu durum karşısında Osmanlı Padişah’ı nasıl bir politika izlemektedir?
Padişah’ın her şeyden önce tahtı ve hanedanı için ciddî endişeleri vardır. Çünkü I. Dünya Savaşı tarihi hanedanları silip süpürmüştür. Rusya’da Romanoflar, Almanya’da Hohenzollernler, Avusturya – Macaristan’da Habsburglar iktidarı bırakmak zorunda kalmışlardı. Dolayısıyla Padişah ülkenin iç ve dış politikasını elinde tutarak vaziyete hâkim olmak istemektedir. Nitekim ateşkes görüşmelerine ısrarla Damat Ferit Paşa’yı göndermek istemiş, onun yerine giden delagasyona da “Hilâfet Saltanat ve hanedan haklarının korunması” talimatını vermiştir66.
O, Ahmet İzzet Paşa’yı istifâya zorladıktan sonra, önce dünürü Tevfik Paşa’yı, sonra kız kardeşinin kocası olan ve kendisinin tam güvenini kazanan Damat Ferit Paşa’yı işbaşına getirmiştir. Bu arada Meclisi dağıtmış ve ülkenin kaderini eline almıştır. VI. Mehmet halkı bir koyun sürüsü, kendisini onun bir çobanı olduğu görüşü ile devleti yönetmeye başlamıştır. Ona göre, hanedanın ve devletin geleceğinin güven altına alınması, Yakındoğu düzeninin mimarı olan Büyük Britanya’nın teveccühünü kazanmakla mümkündür. O, “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, kabul edelim, zira biz sonra İngilizlerin müsamahasına nail olacağız görüşündedir.” Sonuç itibariyle VI. Mehmet Büyük Britanya ne kadar memnun edilirse, barış şartlarının o kadar lehimize olacağına inanmaktadır. Dolayısıyla mesele çıkarmama, İngiltere’nin her dediğini yerine getirme politikasını en güvenli yol olarak benimsemiştir.
İnönü’nün deyimiyle o dönemlerdeki İstanbul Hükümetlerinin ve devlet adamlarının hiç birinde mütarekeyi bozarak mücadeleye girmek fikri yoktur. Dolayısıyla Padişahın, 21 Nisan tarihli İngiliz notasındaki istekler karşısında, hükümetin olaya muktedir, duruma hâkim olabilecek, İngilizlerce şikâyete konu olan hususları önleyebilecek kapasitede bir general gönderme önerisini, bölgenin hassas durumunu da dikkate alarak onayladığı açıktır. Bu kişinin Mustafa Kemal olmasında sakınca görmemiştir. Çünkü Padişahla Mustafa Kemal arasında Almanya gezisinden itibaren bir dereceye kadar bir yakınlık oluşmuştur. Padişah, Yaveri Mustafa Kemal’in yeteneklerine güvenmektedir. Onun hükümetin politikası istikametinde önlem alarak duruma hâkim olacağı ve İngiliz şikayetlerini önleyeceği inancındadır. Dolayısıyla atamayı onayladığı anlaşılmaktadır.
Hükümet kanadında ise, Hürriyet ve İtilâf partisinin etkili isimlerinden İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’in atamada önemli rol oynadığı bilinmektedir. Mehmet Ali Bey’in kızı†Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Ali Fuat Paşa’nın kardeşiyle evlidir. Mustafa Kemal, Mehmet Ali Bey ile defalarca görüşmüştür. Ayrıca o dönemin Bakanlar Kurulu üyesi olan Bahriye Nazırı Avni Paşa ile onun kayınpederi Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın da atamaya sempati ile yaklaştıkları görülmektedir. Mustafa Kemal’in Enver Paşa ve Alman aleyhtarı olarak bilinmesi de atamayı kolaylaştırmıştır. Esasen Padişahın onayladığı bu atamaya, kabinenin karşı çıkması mümkün değildi.
Diğer taraftan atamanın gerçekleşmesi İstanbul’da her şeyi kontrol eden İngiliz yönetiminin olurunun alınmasına bağlıydı. Padişah ve İngiliz taraftarı olan bir hükümetin “Persona Grata” olarak kabul ettiği bir kimseyi haliyle İngiliz işgal makamları da olumlu karşılamışlardır. Mustafa Kemal’in Enver Paşa ve Alman aleyhtarı olarak bilinmesi, İstanbul’daki ikameti esnasında İngiltere’yi karşısına almamaya özen göstermesi işi kolaylaştırmıştır.
Mustafa Kemal’in Padişahça kendisine verilen miktarı binlerce altınla ifade edilen bir meblâğ ile gönderildiği iddiası ise ciddiyetten yoksun görünmektedir. Ancak kendisine karargâh personelinin 3 aylık maaşlarıyla asayiş işlerinde kullanılmak üzere bir miktar para verildiği anlaşılmaktadır67.
Padişahın Mustafa Kemal’i özel bir görevle Anadolu’ya gönderdiğini savunanlar, bunu bir hatt-ı humayuna dayandırmaktadırlar. Hatt-ı Humayun özetle “... hükümetimin kararı gereğince atandığınız bölgede asayişi sağlamak ve hükümdarlık arzularıma aykırı durumların baş göstermesini önlemek için elden gediğince gayret sarf ederek milletimin korunmasını ve ülkenin saldırganların ellerinden kurtarılması için tek vücut olarak hareket edilmesini” istemektedir. Hatt-ı humayun’un aslı ortada yoktur. Belgedeki ifadeler yuvarlaktır. Belgenin varlığını haber veren kaynaklar güven verici değildir. Üstelik Mustafa Kemal bu belgeden hiç bir arkadaşına bahsetmediği gibi, hiçbir yerde de kullanmamıştır68. Aslında Padişahın ondan beklediği İngiliz şikâyetlerine yol açan durumları önlemek ve böylece bölgede yabancı işgaline meydan vermemektir. İnönü’nün değerlendirdiği gibi “Atatürk’ün Anadolu’ya bir vazifeyle gönderilmesi kararı, umumi siyasî tehlikeler yüzünden, Karadeniz sahillerinde, İtilâf Devletlerinin Türkiye’yi itham edemeyecekleri, bir inzibatın, bir idarenin tesis edilmesi ihtiyacından doğmuştur.”69a.
Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliğine atama iradesi, 30 Nisan 1919’da Padişahça onaylanır69b. 5 Mayıs’ta Bakanlar Kurulunda tartışılan talimat, 6 Mayıs’ta görev yerine acele hareket etmesi için kendisine, 7 Mayıs’ta da kolordulara duyurulur. Mustafa Kemal Paşa, müfettişlik karargâhının seferî karargâh sayılmasını ve personelin 3 aylık maaşlarının önceden verilmesini ister. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra sadrazam ve Padişaha veda eder. Veda esnasında Padişahın sözleri anlamlıdır: “Paşa, paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemlidir. Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin.” Güven ve ümit ifade eden bu sözlere, Paşa saygı ve teşekkür ifade eden cümlelerle karşılık verir70.
Artık Mustafa Kemal’in önünde ince ve uzun bir yol vardır. Bu yol onu ölümsüzlüğe ve devleti de ebedî bağımsızlığa götürecek olan yoldur.
VII. Barut Fıçısına Düşen Ateş: İzmir’in İşgali ve Sonuçları
Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliğine atanması gerçekleşirken, Millî Mücadeleyi ateşleyen İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilme olayı meydana geldi71.
Önce kısaca bunun nedenlerini görelim. Yunanistan ne yapmak istemektedir? Büyük devletler özellikle Büyük Britanya onu neden destekler? İzmir’in işgali Millî Mücadele ve Atatürk’ün biyografisi bakımından neden önemlidir? Sorularını cevaplandırmak gerekir.
A. Megali İdea, Venizelos ve Paris Barışı Konferansı Kararları
Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra, Yunan Devleti ve fikir adamlarına hâkim olan düşünce Megali İdea’dır. Bu fikir Yunan ırkının yaşadığı coğrafî mekânları içine alacak Büyük Yunanistan’ın oluşturulmasını hedef almaktadır. Başka bir ifadeyle eski Bizans İmparatorluğu’nu başkent İstanbul olmak üzere ihya etmek, “iki kıtalı” ve “beş denizli” “Büyük Yunanistan”’i yaratmaktır.
Fakat Yunanistan’ın gücü ve kaynakları bu denli kapsamlı emperyalist politikayı gerçekleştirmeye elverişli değildir. Dolayısıyla Yunan devlet adamları, Türkiye’ye karşı mücadele ederken zamanın güçlü devletlerini yanlarına almayı temel politika olarak benimsemişlerdir. Büyük devletler de, kendi çıkarlarına ters düşmemesi şartıyla, bu politikaya yardımcı olmuşlardır.
Osmanlı Devletinin parçalanma sürecinin hızlandığı 1910’lu yıllarda, Yunanistan’ın tarihî ve ölçüsüz emellerini uygulama alanına koyabilecek kapasitede haris bir devlet adamı da ortaya çıkmıştır. Bu Giritli bir avukat olan Elefterios Venizelos’tur.
Venizelos işbaşına geldiği 1910 yılından itibaren bu politikanın takipçisi oldu. O önce ülkede yoğun bir imar ve kalkınma hareketine girişti. Balkan Harpleri sonucunda Epir, Makedonya, Batı Trakya’nın önemli kısımları ile adaların çoğunu alarak ülkesinin sınırlarını iki misli genişletti. Sonra gözlerini Anadolu’ya çevirdi. O gençliğinden beri Ege ortasında bulunan Skyros Adasını Hellenizmin coğrafî merkezi olarak düşünmektedir. Dolayısıyla Ege’yi bir Yunan gölü haline getirmek, Bizans İmpratorluğu’nu Avrupa ve Asya’da canlandırmak, Magali İdeayı hayata geçirmek, Venizelos’un amaç edindiği siyasî programı halini almış görünmektedir.
Birinci Dünya Harbi, Venizelos’un Anadolu üzerindeki emellerini uygulamaya koymak için olağanüstü bir fırsat yarattı. Fakat Alman yanlısı olan kralın muhalefeti nedeniyle Venizelos İngiliz yanlısı politikayı ancak onu 1917’de bertaraf ettikten sonra uygulamaya koyabildi.
Ancak Yunanistan’ın emellerinin gerçekleşmesi Yakındoğu düzeninin kurulmasında birici derecede söz sahibi olan Büyük Britanya’nın tutumuna bağlıydı. O sıralarda İngiliz Başbakanı olan Lloyd George genellikle çağdaşı Avrupa devlet adamlarında görüldüğü gibi, Yunanlılara karşı sempatiyle doludur. Ona göre “Yunanlılar istikbâlin milletidir. Barbarlığa karşı Hristiyan medeniyetini temsil ederler. Desteklenirlerse kısa bir zamanda güçlenip Doğu Akdeniz’de İngiliz çıkarlarının bekçisi olurlar.” İlaveten Lloyd George’un Venizelos’a karşı özel sempatisi vardır. Onu çok taktir etmekte, ve “Perikles’ten beri yetişmiş en büyük Yunanlı olarak” nitelendirmektedir. Buna karşılık İngiliz Başbakanı Türkler için yanlış ve peşin hükümlere sahiptir. Ona göre “Türkler tarihi misyonlarını artık tamamlamışlardır. Yakındoğu’da İngiliz çıkarlarına hizmet edecek yeni ve genç devletlere ihtiyaç vardır.” Üstelik Türkler harp içinde İngilizlere Çanakkale ve Kut-ul-Amare yenilgilerini tattırmış ve İngiltere’nin sömürgeleri için kötü örnek olmuşlardır. En fazla Müslüman sömürgeye sahip İngiltere’nin prestijini sarsmışlardır. Dolayısıyla Türklerin bir daha ayağa kalkamayacak şekilde cezalandırılmaları gereklidir. Özetle Büyük Britanya’nın politikasını yönlendiren Lloyd George, hem duygu hem de çıkar açısından Yakındoğu’da Yunan kozunu oynamaya kararlıdır. Bundan başka İngiliz Başbakanı perde arkasında Zaharoff gibi büyük ekonomik güce sahip Yunanlı işadamlarının dikkate alınması gereken etkileri altındadır.
Görüldüğü gibi, Birinci Dünya Harbi sonrası ortamı, Yunan emperyalizmi için son derece elverişlidir. Bu durumu Yunanistan’ın ölçüsüz emperyalist emelleri için başarıyla kullanabilecek becerikli bir Yunanlı devlet adamı da mevcuttur.
Savaş sonrası düzenini oluşturacak olan Paris Barış Konferansı 18 Ocak 1918’de açıldığında, İtilâf Devletleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaya kararlıdırlar. Esasen savaş içinde aralarında yaptıkları anlaşmalarla, paylaşmanın nasıl yapılacağını saptamışlardır. Mondros Ateşkesinde işgal işini kolaylaştıracak hükümler kamufle edilerek yerleştirilmiştir. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa girmesiyle dünya kamuoyuna, “Her milletin kaderini kendisinin tayin etmesi için savaşıldığı” mesajı verilmişti. Wilson ilkeleriyle gizli anlaşmalar çelişki halindeydi. Her ne kadar bu güçlük şeytanca buluş, “manda formülü” ile aşıldı ise de çıkar çatışmalarını durduramadı. Bununla beraber galip devletler 1919 Ocak ayı sonlarında, Osmanlı Devleti’nden Suriye, Mezopotamya, Filistin, Arabistan, Ermenistan ve Kürdistan’ın ayrılmasında ve bunların manda yönetime verilmesinde anlaşmışlardır. Fakat Boğazların geleceği ile ilgili statü, ayrılacak yerlerin mandalarının hangi devletlerin alacağı, daha doğrusu ganimetin nasıl paylaşılacağı tartışması uzayıp gitmekteydi.
İşte bu elverişli ortamda Venizelos, “İki kıta” “Beş Denizli” Yunanistan’ı gerçekleştirmek için harekete geçti. Onlar Konseyinde yaptığı uzun açıklamada, Eski Yunanistan’ın yeniden yaratılması ve Yunanca konuşan bütün toplulukların bir bayrak altında toplanması gereğinden söz etti. Milletlerin kendi kendilerini yönetmeleri ilkesine dayanarak Kuzey Epir, Ege adaları (Onikiada, İmroz ve Bozcaada dahil) Trakya ve Batı Anadolu’nun Yunanistan’a bırakılmasını istedi. Batı Anadolu’da Bandırma’nın 25 km. doğusu ile Fethiye’nin güneyindeki Kalkan’ı birleştiren hattın için de kalan yerleri, nüfus çoğunluğuna dayanarak istemekteydi. Venizelos, bu bölgedeki büyük Türk nüfusu için çözüm yolu da bulmuştur. Orta Anadolu Rumları ile bunlar nüfus mübadelesine tabi tutulacaklardı. Doğu Anadolu içinde olabildiğince geniş bir Ermenistan kurulmasını öneriyordu. Yunan önerisi İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan delegelerinden oluşan bir alt komisyona havale edildi. Komisyon İtalyan ve Amerikan delegelerin karşı görüşlerine rağmen, şayet Yunanistan’a Batı Anadolu’da yer verilecekse Ayvalık, Soma, Kırkağaç, Alaşehir ve Kuşadası’nı kapsayacak bir mıntıkanın verilmesini, eğer yer verilmeyecek ve Anadolu büyük bir devletin mandasına konulacaksa, adı geçen mıntıkanın da buna dahil edilmesini tavsiye etti (30 Mart 1919). Amerikan delegesinin bölge ahalisinin ancak %32’sini Rumların teşkil ettiği, Yunanlılarca verilmiş rakamların Patrikhanenin tahrif edilmiş istatistiklerine dayandığını belirtmesinin de frenleyici bir etkisi olmadı. Çünkü A.B.D. Başkanı Wilson, kendi koyduğu idealist ilkelere rağmen teklifi destekledi. Acaba Wilson neden öneriyi benimsemiştir? Bunda Wilson’un muhafazakâr bir kilise adamı olması, Anadolu’daki Hristiyanlar konusunda aşırı propagandanın etkisinde kalması ve Venizelos’un Başkanın Milletler Cemiyetiyle ilgili projelerini desteklemesinin etken olduğu anlaşılmaktadır. Esasen İngiltere ve Fransa, Doğu Akdeniz’de İtalya gibi kuvvetlice bir devletin güçlenmesi ve Boğazlar bölgesi yakınlarına yerleşmelerini çıkarlarına aykırı buluyorlardı72.
İngiltere’de bilhassa askerler, durumun sakıncalarına, hükümetin dikkatini çekmeye çalıştılarsa da olumlu bir sonuç alamadılar. Askerler Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini “ İlgili taraflardan hiç birinin mutluluğuna hizmet etmeyeceğini” “Kışkırtıcı Rum isteklerine teslim olunmamasını” , Yunan işgalinin Türkleri ayaklandıracağını, Türklerin hesaba katılmaları gereken mühim bir faktör olduklarını, “Hristiyanlara âdil olmaya çalışılırken, Müslümanlara karşı adaletsiz olunmaması zaruretini”, “Büyük bir islâm imparatorluğu olan İngiltere’nin islâm karşıtı bir siyaset izlemesinin ahmaklık değil, çılgınlık olduğunu”, belirtmeleri etkisiz kaldı. Lord Curzon’un, Selânik kapılarından 5 mil ötede asayişi sağlayamayan Yunanistan’ın Aydın ilinde bunu hiç sağlayamayacağı, Avrupa’dan atılan Türklerin Asya’da da barınmalarına imkân verilmemesinin yaratacağı vahim tehlikelere Britanya kabinesinin dikkatini çekmesi de olayların gidişini değiştiremedi. Çünkü Lloyd George Yunanlıları Anadolu’ya göndermeye kararlıydı. Kıbrıs ve İstanbul’u içine alan, Boğazlara egemen, Korfu Adasından Anadolu içlerine uzanan büyük bir Yunanistan’ı aklına koymuştu. Dolayısıyla buna karşı olan hiçbir fikri dinlemek istemiyordu73. Paris’te Venizelos’un becerikliliği, Lloyd George ile Clemenceau’nun Grek hayranlığı, Wilson’un zaafı, İtalya’nın beceriksiz davranışı, Yunan tezine elverişli bir hava yarattı. İtalyanların 28 Mart 1919’da Antalya’yı işgal etmiş olmaları, 29 Nisan’da bir İtalyan zırhlısının İzmir’e gelmesi Lloyd George’nin aradığı fırsatı yarattı ve İzmir’e İtalyan çıkarmasına meydan vermemek ve bölgedeki Hristiyan ahalinin can güvenliğini sağlamak gerekçesiyle, Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesine izin verilmesini istedi. İtalyan delegesi Fiume anlaşmazlığı dolayısıyla Dörtler Konseyi’ni terk etmişti. Lloyd George bu durumu da değerlendirerek 6 Mayıs’ta teklifini tekrarladı. Wilson ile Clemenceau’nun olurlarını aldı. Böylece “Neticesi çok ağır olabilecek bir karar olup bittiye getirilerek üç adam arasında birkaç dakika içinde alınıveriyordu”. Durumu öğrenen İngiliz Genel Kurmay Başkanı “bunun gerçekleşmesi diğer bir savaşın başlaması demek olacağına” Başbakanın dikkatini çekerek hiç değilse müttefik İtalyan Hükümeti ile karara muhatap olan Osmanlı Devleti’nin haberdar edilmesini tavsiye etti. Üç büyükler 7 Mayıs’ta artık kararın uygulanmasını tartıştılar. Bu arada Venizelos. İzmir Rumlarının tehdid altında oldukları iddiasına devamla beraber Türkleri iyi tanıdığını, çıkarmadan az önce durumdan haberdar edilirlerse direnmeyeceklerini, İtalya’nın ise müttefik yönetimi altında olursa, nötralize edilmiş olacağını ileri sürdü. Neticede İzmir bölgesindeki Rumları korumak gerekçesi ile bir Yunanlının komutası altında müttefik kuvveti sevk edilmesi, istihkâmların işgalden 36 saat önce istenmesi harekâtın İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe tarafından yönetilmesi ve İtalya’nın durumdan 12 Mayıs’ta haberdar edilmesi kararı alındı. Churchill’in deyimiyle “bu kararla haklılık yer değiştirmiş, galipler meclislerinde hiçbir zaman görülemeyen adalet artık karşı tarafa geçmiştir.”74a
İtalya Fiume sorunu nedeniyle ödüne ihtiyacı olduğundan itirazlarını ileri götürmeyerek harekete katılmayı kabul etti. Harekât müttefikler adına Calthorpe tarafından yönetilecekti.
Dostları ilə paylaş: |