İKİNCİ BÖLÜM
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ SEÇKİN TÜRK GENERALİ: MUSTAFA KEMAL
I) “Kaderin Adamı” Tarih Sahnesine Giriyor
Mustafa Kemal atandığı 19. Tümen henüz oluşma halindedir. Onu bir hayli uğraşmadan sonra bulur. 2 Şubat’ta komutayı ele alır. Tümen 57 alay ile 2 depo alayından oluşmuştur. 19. Tümen 25 Şubat’ta Eceabad’a geçer. Orada 72 ve 77 alaylarla yeniden örgütlenerek Eceabad Seddülbahir savunması ile görevlendirilir.
Bu arada Rusya, Almanya karşısında bunalmıştır. Silâh, araç ve malzemeye ihtiyaç vardır. İtilâf devletleri Rus savaş gücünü takviye etmek, Osmanlı Devleti’ni savaş dışı kılmak, Balkan Devletlerini ve İtalya’yı yanlarına çekebilmek gibi nedenlerle Çanakkale Boğazını açmaya karar verirler. Ancak Boğaz nasıl geçilecektir? Sadece donanma gücü ile bu mümkün müdür? Bu şüphelidir. Fransızlar kesin sonuç Batı Cephesinde alınacağı için kara harekâtına şiddetle karşı çıkarlar. Dolayısıyla Çanakkale 18 Mart 1915’te güçlü müttefik deniz kuvvetiyle zorlanır. Netice ümit kırıcıdır. Saldırganlar üç muharebe gemisi, 2 zırhlı ve bir kravazör kaybeder ve çekilmek zorunda kalırlar.
Yenilgi özellikle İngiliz ve Fransız sömürgelerinde olumsuz yankılar yaratır. Olay bir itibar meselesine dönüşür. Müttefikler ister istemez kara harekâtına karar verirler. Boğaz istihkâmları susturulacak, İstanbul yolu açılacaktır.
Türk tarafı da 18 Mart’tan sonra bölgede bir çıkarma hareketi beklemektedir. Dolayısıyla bölgede 5. Ordu oluşturulmuş, başına Alman Generali Liman von Sanders mareşal rütbesi ile atanmıştır. Mareşal ilk iş olarak Türk komutanlarınca hazırlanan düşmanı kıyı hattında karşılamak stratejisi yerine, savunmayı düşman topçu menzil hattı dışına alan esnek bir savunma sistemini benimsemiştir. 5. Ordu emrinde, 6. Piyade Tümeni bir Süvari Tugayı, 4 seyyar jandarma taburu vardır. Liman Paşa çıkarmayı Saros Körfezi veya Anadolu kıyısında beklemektedir. Bu itibarla 2 tümeni Gelibolu’da, 2 tümeni Anadolu yakasındadır, 1 tümeni yarımada güneyini savunacak şekilde konuçlandırılmıştır. Mustafa Kemal’in komutanı olduğu, 19. Tümen ordu ihtiyatı olarak Bigalı’dadır. Bu plâna göre, Gelibolu Yarımadası güneyine yapılacak çıkarma harekâtı karşısında bir Türk tümeni bulunacaktır.
Buna karşılık İngiltere ve Fransa ateş gücü yüksek 5 piyade tümeni ve 1 piyade tugayını çıkarma için görevlendirmişlerdir. Arkalarında güçlü bir donanma desteği vardır. Plânları şöyledir: esas çıkarma Seddülbahir ve Kabatepe’ye yapılacaktır. Kumkale’ye çıkacak Fransız birliği 2 Türk tümeninin esas çıkarma yerine müdahalesini önleyecektir. Saros Körfezinde gösteri hareketleri düzenlenecektir. Seddülbahir’e çıkanlar birinci gün Alçıtepe’yi; Kabatepe’ye çıkanlar birinci gün Conkbayırı – Kocaçimen hattını ele geçirerek Boğaz tabyalarının gerilerine inerek onları susturacak ve İstanbul yolunu açacaklardır. Hesaplarına göre, bir hafta içinde plân gerçekleşerek ve Osmanlı Devleti savaş dışı edilecektir.
Çıkarma hareketi bu plâna göre 25 Nisan 1915 günü erken saatlerde başlar. Çıkarma bölgesinde sadece 9. Tümenin birlikleri vardır. Bu tümenin 26. Alayı Seddülbahir’de ateş gücü çok üstün olan çıkarma birliklerine karşı kahramanca direnir. Ancak İngiliz ve Fransızlar ağır zayiat pahasına güç halle kıyıda tutunurlar.
Esas sürpriz kuzeyde hazırlanmıştır. Anzak Kolordusu Kabatepe’nin biraz ilerisine sürüklenerek Arıburnu’na çıkar. Hedef Conkbayırı – Kocaçimen hattını tutmak ve Kilidülbahir platosunun kuzeyle bağlantısını kesmek ve Boğaz tabyalarının gerisine düşerek onları susturmaktır. Kıyı zayıf gözetleme birliklerince tutulmuştur. Çıkarmayı takip eden saatlerde 9. Tümen Komutanı Halil Sami, 19. Tümen’den bir tabur yardım ister. 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal, bu istek ve kendi yaptırdığı gözetlemeler sonucunda, önceden düşündüğü gibi, düşmanın önemli kuvvetlerle karaya çıktığını ve hedeflerinin Conkbayırı ve Kocaçimen Tepesi olacağını isabetle tahmin eder. Durum naziktir. Boğaz savunması çökme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Hemen birliklerini hazır hale getirir. Tümen ordunun yedek gücüdür. Ancak ordu komutanının emri ile kullanılabilir. Ordu komutanı ile irtibat sağlamak ister, ama bu gerçekleşmez. Kolorduyu durumdan bilgilendirir. Bütün sorumluluğu üzerine alarak 57. Alay ve bir dağ bataryasının başına geçerek Kocaçimen Tepesi’ne hareket eder. Oraya vardığında denizdeki zırhlılar ve gemiler görülür. Ama Arıburnu görüş alanının dışında kalmaktadır. Mustafa Kemal alaya kısa bir istirahat verip, Conkbayırı’na yönelir. Yanında birkaç subay vardır. Önce atlı sonra yaya olarak Conkabayırına varılır. Görülen manzara şudur: Bir Türk Müfrezesi Conkbayırı’na koşarak çekilmektedir. Mustafa Kemal derhal müdahale eder:
- Niçin kaçıyorsunuz?
- Efendim, düşman!
- Nerede?
- İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterirler.
- Düşmandan kaçılmaz.
- Cephanemiz kalmadı.
- Cephaneniz yoksa, süngünüz var. Süngü tak, yere yat, komutunu verir. Gerideki birliklerinin marş marşla oraya gelmelerini emreder. Takip eden düşman birlikleri de yere yatmak zorunda kalırlar. 57. Alayın birlikleri yetişince, derhal saldırıya geçilir ve tümenin diğer alaylarını da hareket sahasına yakınlaştırır. Ayrıca 27. Alaya da hücum emri verir. Mustafa Kemal, askere taarruz etmeyi değil, ölmeyi emretmiştir. Onlar da vatanları uğruna ölümüne saldırırlar. Düşman birlikleri geriye atılır. Hatta bir kısmı paniğe kapılarak sandallara koşarlar. Anzak Kolordu Komutanı birliklerinin geri alınmalarını teklif eder. Amiraller bunun için en az 3 gün gerektiğini belirtince İngiliz Başkomutanı Hamilton birliklerden direnmelerini ister.
Gece olunca Anzaklar yeni birliklerle takviye edilir. Ertesi günü saldırıyı tekrarlarlar. Mustafa Kemal de iki piyade alayı takviye alır, taarruza kalkar. Ancak eldeki kuvvetin azlığı, askerin aşırı yorgunluğu, karşı tarafın devamlı takviye alması ve güçlü donanma desteği, arazinin durumu, düşmanı denize dökmeye mani olur. Fakat Conkbayır’ı tutulmuş, düşman baskını boşa çıkarılmış, Boğazın açılması önlenmiş, düşmanlar bir kıyı şeridine adeta hapsedilmiştir.
Bu başarılar üzerine Mustafa Kemal, 1 Haziran 1915’te harp meydanında albaylığa yükseltilir.
Düşman Seddülbahir’den cephe saldırılarıyla, Arıburnu’nunda da çevirme hareketleriyle Boğaz tabyalarını düşürüp, donanmasına İstanbul yolunu açamamıştır. Bu durumda karşısında iki seçenek vardır.
1) Kış gelmeden önce çekilmek,
2) Yeni kuvvetler getirerek zaferi sağlamak. Türkler için önemli olan 2. İhtimal karşısında yeni saldırı hedefini doğru tahmin etmek ve ona göre isabetli tedbirler almaktır.
Mustafa Kemal’e göre yeni bir saldırının temel hedefi yine Conkbayırı ve Kocaçimen Tepesi olacaktır. Bunun için düşman, muhtemelen Arıburnu kuzeyine çıkacaktır. Dolayısıyla Kabatepe’yle Suvla – Anafartalar bölgeleri, ayrı birer savunma bölgesi olarak düzenlenerek, sorumlu birer komutanın emrine verilmelidir. Fakat Mustafa Kemal’in ısrarla yaptığı sözlü – yazılı uyarılar ciddiyetle dikkate alınmaz. Arıburnu kuzey mıntıkasına 2500 kişilik bir birlik yerleştirilmekle yetinilir.
İtilâf kuvvetleri 6 Ağustos’ta Arıburnu cephesinde şiddetle saldırıya geçerler, biraz ilerlemeden sonra durdurulurlar. 7 Ağustos’ta 19. Tümene yapılan saldırı da arzu edilen neticeyi vermez. Gerçekte bütün bu hareketler, Türk kuvvetlerini ve yedek güçlerini yerlerinde tutmak amacına yöneliktir. Asıl sürpriz saldırısı kuzeye, Mustafa Kemal’in ısrarla söylediği yöne yöneltilmiştir. 6/7 Ağustos gecesi iki düşman tümeni Arıburnu kuzeyine çıkar ve Conkbayırı istikametinde saldırıya geçer. Daha kuzeyde Suvla’ya çıkarılan 3 tümenin amacı ise, Saros körfezi mıntıkasından gelecek Türk takviye kuvvetlerini önlemek ve Kocaçimen Tepesi kuzeyinden geniş bir çevirme hareketiyle Boğaza inmektir. Durum kritik, her an kıymetlidir. Ordu Komutanı Liman Paşa Anafartalar Grup Komutanına derhal taarruz emri verir. Komutan askerin aşırı yorgunluğu nedeniyle saldırının bir gün ertelenmesini ister. Komutan derhal emekliye sevk isteğiyle görevden alınır. 8/9 Ağustos gecesi Mustafa Kemal Anafartalar Grup Komutanı olmuştur 37. Henüz 34 yaşındadır. Ortaya çıkan tehlikeli durumu önlemekle görevlendirilmiştir. O zamanki İngiliz Bahriye Nazırı Churchill’in deyimiyle “kaderin adamı” 9 Ağustos 1915’te süngü hücumu ile düşmanı Anafartalarda geriletir. 10 Ağustos sabahı “İlahî bir süngü hücumu” ile cephenin kilit noktası Conkbayırında durumu düzeltir. Bu savaşlarda Mustafa Kemal’in göğsüne bir şarapnel parçası isabet eder. Saat parçalanır, kendisine bir şey olmaz. Bundan sonraki hareketler savaşın gidişini etkilemez. “iyi sevk ve idare edilen, cesaretle, yiğitlikle dövüşen asil Türk ordusu karşısında” itilâf kuvvetleri siperlere gömülürler38a.
Bu arada takviye kuvvetleri isteyen İngiliz Başkomutanı General Hamilton 16 Ekim 1915’te görevden alınmıştır. Yerine atanan General Monroe “En iyi çözüm Gelibolu Yarımadası’nı boşaltmaktır.” görüşündedir. İngiliz Millî Savunma Bakanı Kitchener durumu yerinde gördükten sonra boşaltma kararını alır. 19 – 20 Aralık 1915 Arıburnu ve Anafartalar, 8 – 9 Ocak 1916’da Seddülbahir boşaltılır.
Mustafa Kemal tahliyeden önce 10 Aralık’ta görevi Fevzi Paşa’ya (Çakmak) devretmiştir. Onun Çanakkale’den ayrılış nedeni sağlık sorunlarına bağlanmaktadır. Aslında esas sebebin Liman Paşa ile aralarında çıkan görüş ayrılığı olduğu anlaşılmaktadır38b.
Çanakkale Savaşı birçok açıdan önemli sonuçlar doğurur. Bunlar arasında savaşın iki yıl uzaması, Çarlık Rusyası’nan çökmesi, Balkan Devletleri’nin ve İtalya’nın savaş politikalarının değişik yönlenmeleri, Türk Ordusuna kazandırdığı moral gücü ilk önce söylenmesi gereken şeylerdir.
Ancak Çanakkale Savaşlarının en önemli sonucu Mustafa Kemal’in askerî dehasını gözler önüne sermesidir. Mustafa Kemal olaylar karşısında durumu çabuk kavramak, süratle ve soğukkanlılıkla gerçekçi, yürekli ve kendine güven içinde doğru karar vermek, verdiği kararı büyük bir enerji ve cesaretle bizzat uygulamak, insiyatifini cüretle, fakat isabetle kullanmak, sorumluluğu çekinmeden üzerine almak, gibi üstün komutanlık kabiliyeti göstermiş ve savaşın genel gidişi üzerinde birinci derecede etkili olmuştur.
Nitekim İngiliz resmi tarihi bunu şöyle özetler. “Bir tümen komutanının 3 muhtelif yerde vaziyette nüfuz ederek, yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bütün sefer ve hatta bir milletin mukadderatı üstünde bu kadar derin tesirler yaptığı tarihte pek ender rastlanan bir olaydır.”
Zamanın İngiliz Bahriye Nazırı, İkinci Dünya Savaşı’nın yılmaz İngiliz Başbakanı Churchill, onun rolünü şöyle ifade eder: “Mustafa Kemal 9 Ağustos’da Anafartalar’daki başarılı harekatından sonra geceyi, bu paha biçilmez sırtı alma hazırlığı içinde büyük çaba harcayarak geçirdi. Bizzat yönettiği şiddetli baskın hücumu ile, bu dar bölgede yerleşmiş olan bin kişilik İngiliz kuvvetini yok etti. Türkler Conkbayır’ını aştılar ve zaferin sonuna kadar da orada kaldılar. Bu başarı perdeyi kapatan olaydır.”
Gelibolu’daki birliklerin başkomutanı General Hamilton 9 – 10 Ağustos 1915 Savaşları için şu kaydı düşmüştür: “... Conkbayırı’nda Türkler en etkili savaşlarını veriyorlar. Mamafih, kayıpları bizden fazla. Çok mükemmel komuta edilen ve cesaretle dövüşen Türk Ordusuna karşı savaşıyoruz.”39a
Gelibolu savaşları esnasında Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın harekât şube müdürlüğünü yapan İsmet Bey’in (İnönü), bu konudaki değerlendirmesi çok dikkat çekicidir. “... Çanakkale’ye müttefiklerin ilk asker çıkarmasının hemen ilk gününden itibaren Atatürk bir yıldız gibi parlamaya başlamış ve her gün biraz daha dikkati çeker hale gelmiştir. Burada Atatürk kumandanlık imtihanını tasavvur olunabilecek en büyük güçlükler içinde, hergün yeni bir muvaffakiyetle yürütür bir yola girmiştir. Çanakkale’de ilk günden itibaren üzerinde toplanmış olan şerefler ve ümitler Atatürk’ü dokunulmaz hale getirmiştir.”39b
Öyle ki Enver Paşa cepheyi ziyaret ettiğinde, Anafartalar Grubuna uğramaması üzerine, Mustafa Kemal istifâsını Liman Paşa’ya verdiğinde Paşa bunu kabul etmediği gibi, Enver Paşa’dan da kabul etmemesini ve bir yazıyla Mustafa Kemal’in gönlünü almasını istemiş ve bu istek yerine getirilmiştir. Özetle Çanakkale Zaferinin en önemli neticesi Millî Mücadele liderini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin banisini, bütün üstün nitelikleriyle ortaya çıkarması ve ona bir nevi dokunulmazlık kazandırmasıdır. Artık bundan sonra hiçbir güç, onun zirveye tırmanmasını engelliyemiyecektir.
II. Mustafa Kemal Paşa Doğu Cephesi’nde
Mustafa Kemal bazı sebeplerle hava tebdili alarak İstanbul’a gelir. Kısa bir süre dinlendikten sonra Sofya’ya eski arkadaşı Fethi Bey’in yanına gider. Orada iken Çanakkale’den Edirne’ye nakledilen 16 Kolordu Komutanlığına atanır (14 Ocak 1916). Ocak ayı sonlarında görevine başlar. Kolordu’nun Galiçya’ya gitmesi bahis konusudur. Ancak Doğu cephesinde ciddi sıkıntı vardır. İngiliz ve Fransızların Gelibolu’dan çekileceklerini anlayan Ruslar o bölgedeki güçler doğuya gelmeden sonuç almak maksadıyla saldırıya geçmişlerdir. III. Ordunun tuttuğu cephe 11 Ocak 1916’da yarılır. 16 Şubat’ta Erzurum düşer. Ruslar Of – Bayburt – Mamahatun hattına dayanırlar. Cephenin güneyinde Muş ve Bitlis de işgal edilmiştir. Durumu düzeltmek ve Erzurum’u kurtarmak amacıyla II. Ordu Doğuya kaydırılır. 16. Kolordu II. Orduya bağlıdır. Mustafa Kemal bir ay kadar süren bir yolculuktan sonra görev yerine ulaşır. Yolda iken 27 Mart 1916’da generalliğe terfi şifresini alır40. Mustafa Kemal, Bitlis Cephesi’ne yönelirken, bazı subayların yollarda soyulmaları üzerine, suçluları derhal tespit ettirip Harp Divanı’na vererek şiddetle cezalandırır. Bu enerjik tutumun neticesi olarak cephe gerisinde asayişsizlik hareketleri görülmez. Doğu cephesinde Mustafa Kemal’in amacı Bitlis ve Muş’un kurtarılmasıdır. Karşılıklı ilerleme ve gerilemelerden sonra gerekli hazırlıkları yapan Mustafa Kemal 2 Ağustos’da saldırıya geçer. 7 Ağustos’ta Muş, 8 Ağustos’da Bitlis kurtarılır. Cephenin bu kısmına nisbî bir istikrar gelir.
Mustafa Kemal Paşa II. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa’nın izinli olduğu 13 Aralık 1916’dan 2 Ocak 1917 tarihine Ordu Komutanına Vekâlet eder. Bu vesile ile ilk defa olarak İsmet Bey’le (İnönü) beraber çalışmak ve onu yakından tanımak, tartmak imkânını bulur. Burada ikisi arasında başlayan dostluk hayatlarının sonuna kadar sürüp gider.
Mustafa Kemal 17 Şubat 1917’de Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığına, ordu komutanı yetkisi ile IV. Ordu emrinde olmak üzere atandı. Paşa atandığı görevin mahiyetini öğrenmek için Şam’a gelir. Yol boyunca ve Şam’da, IV. Ordu Komutanı ve Bahriye Nazırı olup Suriye’yi kral naibi gibi geniş yetkilerle şaşaalı ve debdebeli bir şekilde yöneten Cemal Paşa’nın misafiri olur. Mustafa Kemal Paşa yaptığı incelemeler sonunda Hicaz’ın savunulamayacağını, Suriye Cephesi’nin tehlikeli durumu sebebiyle, Hicaz’daki kuvvetlerin de Suriye’ye getirilmesi gerektiğini, cephenin o günkü haliyle “Hicaz Seferi Kuvvetler Kumandanlığını” asla kabul edemeyeceğini Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya bildirir. Enver Paşa cevabında İstanbul’dan Şam’a hareket etmek üzere olduğundan kendisinin beklenmesini ister41. Görüşme sonucu görev iptal edilir ve Mustafa Kemal vekâleten II. Ordu Komutanlığına atanmıştır. Cephedeki II. ve III. Ordulardan Kafkas Ordular Grubu Komutanlığı oluşturulur. Grubun komutanlığına Ahmet İzzet Paşa atanır.
1917 ilkbaharında Rusya’da ihtilâl başlamıştır. Bir süre sonra bunun etkileri Rus askerleri arasında görülmeye başlar. Netice olarak Doğu cephesinde tehlike azalmaya yüz tutar. Buna karşılık Irak Cephesi tehlikeli bir duruma girer. Zira İngilizler 1917 Martında Bağdat’ı almışlardır. Enver Paşa Asya cepheleri durumunu görüşmek üzere Kafkas Orduları Grup Kumandanı Ahmet İzzet Paşa, IV. Ordu kumandanı Cemal Paşa, II. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa ve VI. Ordu Kumandanı Halil Paşa ile Halep’te görüşür (24 Haziran 1917). Toplantıda Kafkas Cephesi’nin takviye edilerek, savunulmada kalınması, Suriye Cephesi’nde düşünülmekte olan taarruzdan vazgeçilmesi, buna mukabil Irak Cephesi’nde harekete geçilmesi ancak mevcut kuvvetlerle bunun mümkün olup olamayacağı üzerinde durulması kararlaştırılmıştır.
İşte bu toplantıdan sonra Bağdat’ı kurtarma harekâtında VI. Ordu ile işbirliği yapmak üzere, VII. Yıldırım Ordusu adıyla seçme bir ordunun kurulmasına Başkumandanlıkça lüzum görülmüştür. Esasen Enver Paşa bu iş için Almanya’dan yardım istemiş, bir tugay kadar Alman askeriyle General Falkenhayn’ın42 gönderileceği vaadini almıştır. Alman Generali Osmanlılar hesabına borç yazılan 5.000.000 altın ile İstanbul’a gelir. Ordular Grup Karargâhı tamamen Almanlar’dan oluşmaktadır. Karargâhta her türlü muamele Almanca olarak yapılmaktaydı. Kendisine mareşal ünvanı ve rütbesi verilen General Falkenhayn her ne kadar ara sıra Osmanlı üniforması giymekteyse de karargâhtaki bütün Alman Subayları Alman üniformasını giymekteydiler.
Yıldırım Grubuna Iraktaki VI. Ordu ile teşekkül halindeki VII. Ordu dahildir. Bunlara Filistin cephesinde bulunan VIII. Ordu da katılmıştır.
Kurulması kararlaştırılan VII. Ordu Komutanlığı Mustafa Kemal Paşa’ya teklif edilir. Anlaşıldığına göre bu atamanın yapılmasını isteyen Grup Komutanı Falkenhayn’dır. Çünkü Enver Paşa, önce Vehip Paşa’yı teklif eder. Alman Generalinin ısrarı üzerine 1 Temmuz 1917’de Mustafa Kemal Paşa’ya VII. Yıldırım Ordusu Komutanlığını “Hevesle yapmaya hazır mısınız?” diye sorar. Durumunda tuhaflık olduğunu sezen Paşa, derhal verdiği cevapta, teklif edilen VII. Ordu Komutanlığını “Tarafınızdan uygun görülen her görevi vatanın yüksek yararlarına uygun düştüğüne inandığın için bütün heves ve vicdanımla yapacağım” şeklinde cevaplandırır. Ancak olumlu cevap 4 gün sonra alınır43. Mustafa Kemal Paşa VII. Ordu Karargâhını oluşturmak üzere yaverleriyle İstanbul’a gelir. Bir ay kadar bir süre hazırlıktan sonra, Halep’e ordu karargâhına döner. Grup Komutanı ile Ordu Komutanı arasındaki temaslar normal seyrini takip ederken kısa bir süre içinde ilişkiler çatışmaya dönüşür. Bu sürtüşmenin çeşitli nedenleri vardır. Bunların en başında geleni, Mareşal Falkenhayn’ın Türkleri küçümsemesi, çok geniş yetkili bir sömürge idarecisi gibi davranmasıdır. Osmanlı hükümetine borç yazılan altınlar, yörede etkili şahıslara dağıtılmakta, bunlar Almanya hesabına kazanılmaya çalışılmaktaydı. Millî Egemenlik ve gurur konularında son derece hassas olan Mustafa Kemal Paşa’nın buna göz yumması mümkün değildi. Mustafa Kemal Grup Kumandanına Alman subaylarının Arap Şeyhleri ile doğrudan temas etmeyip ordu kanalıyla hareket etmeleri gerektiğini hatırlatır. Falkenhayn bunu dikkate almaz, netice olarak iki komutan arasında normal ilişki sağlamak imkânı kalmaz. Diğer taraftan bölgede alınacak tedbirler konusunda da görüş ayrılığı vardır. Yıldırım Grubu Irak’ı hedef alarak kurulmuştur. Ancak bunun olumlu sonuç vermesi için önce Sina Cephesinin güven altına alınması gerekçesiyle VIII. Ordu da Mareşal’a bağlanmıştır. Böylece Falkenhayn, bölgenin tek hâkimi durumuna girmiştir. Millî çıkarlar konularında son derecede hassas olan Mustafa Kemal, ülkeyi bir Alman sömürgesi haline getirmeye yönelik bu hareketlere kayıtsız kalamazdı. Falkenhayn’ın almayı düşündüğü siyasî ve askerî tedbirleri ile mutabık değildir. Her zamanki medeni cesareti ve berrak zekâsı ile durumu bütün çıplaklığı ile 20 Eylül 1917’de Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya ve Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya bildirir. Raporun bir sureti Sadrazam Talat Paşa’ya, İttihat ve Terakki’nin ileri gelen simalarına bilgi için sunulur. Bu raporda özetle şu görüşler dile getirilmiştir.
1) Halk ile idare arasında bağlar sarsılmıştır... Evde kalanlar,kadınlar, acizler veya asker kaçaklarından oluşmakta olup, ürettikleri kendi ihtiyaçlarına bile yetmemesine karşılık, hükümet onların aç kalmalarını bile düşünmeden, ellerindekini almak mecburiyetindedir... Hükümetin güçsüzlüğü sebebiyle, ülke anarşi içindedir... Rüşvet ve vurgun başını almış yürümüştür... Ticarî iktisadî çöküntü endişe verici bir hal almıştır... Savaş sürüp giderse, çürüyen devlet binası bir gün birdenbire hep birden çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
2) Askerî vaziyet, harbin yakın bir gelecekte biteceği ümidini vermemektedir. Müttefiklerimizin askerî darbelerle düşmanlarımızı savaşa zorlaması bahis konusu değildir. Almanların stratejisi “geliniz, bizi yeniniz” ilkesine bağlanmıştır. Savaş daha çok uzayacaktır. Ve savaşın bitim anahtarları bizim partinin elinde değildir.
3) Türkiye’nin askerî vaziyetine gelince, ordu savaşın başlangıcına göre çok zayıf olup, mevcut 5/1’e düşmüştür. Memleketin insan kaynakları, bu boşluğu doldurmaya yeterli değildir... Bana gönderilen biner mevcutlu taburların yüzde ellisi mecalsiz sıskalardan ibaret olup kalan asker 17 – 20 yaşlarında gelişme çağındaki çocuklarla, 45 – 55 yaşlarındaki işe yaramaz kimselerdir. İstanbul’dan 1000 kişiyle yola çıkan taburlar Halep’e 500 kişi olarak gelmektedirler... Kafkas Cephesi duraklama halindedir... Irak’ta İngilizler hedeflerine ulaşmış haldedir. Sina ve Hicaz’da düşman henüz hedefine ulaşamamıştır. Saldırıya hazırlanmaktadır. İngilizler için emellerine hizmet edecek bir Filistin devleti kurulması hayatî önemi haizdir. Bu durumda Batı’da taarruza hazır bulunarak, Suriye’de düşman girişimlerini boşa çıkarmak önemlidir. Bu durumda son kuvvetlerle Irak’ı geri almayı düşünmeye imkân yoktur...
4) Bu sözlerimin neticesi, artık herşey bitmiştir. Bulunacak çare kalmamıştır anlamı değildir... Kurtuluş çareleri vardır. Kurtuluş imkânı mevcuttur. Ancak isabetli tedbirler almak lazımdır. Bunun için:
a) İçten hükümeti kuvvetlendirmek, iktisadî hayatı yoluna koymak ve açlığı giderecek tedbirler alınmalıdır.
b) Askerî politikamız bir savunma politikası ve bir tek neferi son ana kadar saklamak olmalıdır. Bunun gereği ülkemiz dışındaki bütün kuvvetlerimiz geri çekilmelidir...
5) Suriye ve Hicaz’ın sorumluluğu şimdiye kadar olduğu gibi kendi evlatlarımızdan birinin elinde olmalıdır. Sina Cephesinde de komuta mustakilen bizden birisine verilmelidir... Almanları idare etmek gibi sebepler, vatan menfaatlerinin gereklerini önlememelidir... Hayat ve memat meselelerinde olsun, karar vermek hakkından mahrum olduğumuzu zannetmiyorum... Sina Cephesini Kress ve VII. Ordu Kumandanının müdafaa etmesi ve bu iki orduya Falkenhayn’ın kumanda etmesini memleket menfaatleri gerektiriyorsa, bu halde general Falkenhayn’ın bütün Suriye ve Hicaz’a kumanda eden zatın emri altına girmesi, tartışmaya tahammülü olmayan bir meseledir. Bu halde devlet nazarında en yüksek sorumlu bir Osmanlı olup, bütün iç ve siyasî kuvvetler onun elinde ve Falkenhayn sadece bir askerî kumandan durumunda kalır... Sina Cephesine gönderilecek VII. Ordu kıtaları, düşman saldırısı halinde parça parça savaşa katılıp, von Kress’in emrine girmesine seyirci kalamam ve en ufak bir kıtamın müdahale ettiği cepheyi kayıtsız şartsız kendi emrim altına alırım. Yani kuvvetler muharebe sebebiyle Sina Cephesinde bir kumanda altında erimeye mecbur olursa, bu kumandan ancak ben olabilirim... Halen içinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber kurtulmak zaruri ise de, Almanların bu durumdan ve harbin uzamasından yararlanarak bizi sömürge şekline sokmaları ve memleketimizin bütün kaynaklarına el koymalarına karşıyım. Ülke ileri gelenlerinin bu hususta hiç değilse Bulgarlar kadar kıskanç ve müstakil olmalarını lüzumlu görürüm... Almanları hoş tutacağım diye mütemadiyen fedakârlıkta bulunmak herhangi bir müttefike ve özellikle Almanlara merhamet ve insaf telkin etmeyip, belki verdiklerimizden yüz kat fazlasını istemeye yöneltir.
Bugün Falkenhayn, her vesilede herkese karşı Alman olduğunu ve elbette Alman menfaatini en ziyade düşüneceğini söyleyecek kadar cüret sahibidir. Halep’de, Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyaseti ve Alman menfaati ne demek olduğunu ve özellikle bu sözü sarfeden bir Alman Konsolosu olmayıp, yüz binlerce Türk kanı için karar veren bir kumandan olursa, işin vatanımızın çıkarlarına tamamen aykırı olduğunu anlamamak mümkün değildir.
Falkenhayn, geldiğinden beri aşiret ileri gelenleriyle Alman subaylar aracılığı ile doğrudan temas halindedir. “Araplar Türklere düşmandır. Biz Almanlar tarafsız olduğumuzdan onları kazanabiliriz.” sözünü bizzat bana, bir ordu komutanına söylemiştir. Bu halde... memleket kâmilen bizim elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi haline girmiş olacaktır. General Falkenhayn bu maksat için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış olacaktır.
Velhasıl gerek hükümet idaresi ve gerekse ahali içinde yapılacak işlerin alalade bir memleket meselesi değil, en başta gelen bir memleket savunması meselesi olduğu bu devirde, vatanımızın hiçbir köşesinin herhangi bir yabancı nüfuz ve idaresi altına verilmesi devletin varlığını hiçe indirger.”
Mustafa Kemal 24 Eylül 1917’de Enver Paşa’ya gönderdiği ek raporda özetle şu noktalar üzerinde durur:
1) Raporun 1. ve 2. Bölümlerinde Sina Cephesi’ndeki kuvvetler mukayese edilerek, burada ancak bir savunma savaşı yapılabileceği; yurt dışında ve içindeki bütün kuvvetlerin Sina’ya yollanması gerektiği, Şimdiki kuvvetlerle Mareşal Falkenhayn’ın saldırıya geçmesinin yanlış olacağı,
2) Bir savunma görevi alacak olan Sina Cephesine iki ordu karargâhının sığamayacağı; kendisinin bu cepheye kumanda etmek için Arıburnu ve Anafartalar’da 11 tümen ve bir süvari tugayına, ikinci ordu komutanlığında da on tümeni idare ederek istenilen deneyimi kazandığını,
3) Falkenhayn’a ne askerî ne de siyasî asla güveni olmadığını, mareşalin aylardır hiçbir iş görmediğini, onun Sina Cephesinde görev alamayacağını, oraya kendisinin komuta etmesini, bu olmadığı taktirde VII. Ordu Komutanlığından af edilmesini, raporlarına cevap alamazsa mareşal Falkenhayn’ın emrinde çalışmayacağını, kendisine bildireceğini, Başkomutan Vekilinin bilgilerine sunar.
Enver Paşa, 29 Eylül tarihli cevabında, gerek memleket ve gerekse ordunun durumu hakkındaki görüşlerine katıldığını, ama düşmanlarımızın da üç senelik savaş sonunda bulundukları halin bizden iyi olmadığını; Rusya’nın girdiği ve İtalya’nın gireceği hallerin durumu lehimizde pek değiştirdiğini; VII. Ordu veya bunun büyük kısmı ile Sina Cephesi’nde Kresss Paşa’nın VIII. Ordu’nun yanında, VII. Ordu Kumandanı sıfatıyla başarı ile hizmet edeceğine inandığını ve fikrinin ayrıntılarını oraya gelecek olan Cemal Paşa’nın açıklayacağını belirtir.
Enver Paşa 2 Ekim 1917 tarihli yazısında da, 100 km’lik bir cephenin iki mıntıkaya taksiminin tabiî olduğunu, cephenin idaresine memur edilen Mareşal Falkenhayn’ın isabetli kararlar alacağı kanaatine katılmasını rica eder.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa ile Mareşal Falkenhayn arasında görev ve yetki tartışması gittikçe gerginleşerek devam etmektedir.
Neticede Bakanlar Kurulunun verdiği yetki ile Bahriye Nazırı Cemal Paşa, tahkikatla görevlendirildi.
Cemal Paşa, her iki tarafı dinler. Başkumandan Vekiline, grup ile ordu kumandanı arasındaki anlaşmazlıkta, Mustafa Kemal’in tamamen haklı olduğunu, iki taraf arasındaki anlaşmazlığın kaldırılması için, en kestirme yolun Mustafa Kemal’in ordu kumandanlığından istifâ etmesi olduğunu; bu itibarla Vekiller Heyeti adına haiz olduğu yetkiye dayanarak Mustafa Kemal Paşa’nın istifâsını kabul etmek mecburiyetinde kaldığını bildirir.
Enver Paşa bu istifâyı ancak II. Ordu Komutanı ile becayiş edilmesi şartıyla kabul eder 9 Ekim 1917. Ancak Mustafa Kemal bu atamayı kabul etmediğinden işlem fiilen yürürlük kazanmamış ve Paşa II. Ordu komutanı sıfatıyla izinli olarak 15 Ekim 1917’de İstanbul’a gelmiştir. Yerine Fevzi Paşa atanmıştır. Mustafa Kemal dönüş için yeterli malî güce sahip olmadığını görmüş, ve sahip olduğu cins atları satılması için Cemal Paşa’ya 2000 altın mukabili bırakmıştır. Cemal Paşa bunları 5000 altına satıp aradaki 3000 altın farkını da Mustafa Kemal’e gönderir44.
Mustafa Kemal’in o günkü askerî ve siyasî durumu değerlendirmesi gerçekleri bütün çıplaklığıyla yansıtması dolayısı ile çok dikkat çekicidir. Bu raporlar onun ileriyi görmesi, berrak zekâsı, gerçekleri yansıtmadaki medeni cesareti, karakteri, ülke meselelerine yabancıların karışmasına şiddetli tepkisi bakımından üzerinde dikkatle durulması, yorumlanması gereken belgelerdir.
Olayın sonucu Mustafa Kemal’in 9 ay kadar fiilî kumandanlıktan ayrılması oldu. Haklı olduğu, ülke çıkarlarını savunduğu halde istifâ etmek zorunda kalan Paşa üzüntülüdür.
Enver Paşa ile zaten iyi olmayan ilişkileri biraz daha bozulur. Onun imalı sorularına muhatap olur. Dolayısı ile yeni bir görev kabul etmez. Ancak Veliaht Vahidettin Efendi’nin Padişahı temsilen Almanya’ya yapacağı seyahata katılmayı kabul eder.
Dostları ilə paylaş: |