AtatüRK'e eleşTİRİ ve küFÜr baskın Oran



Yüklə 21,7 Kb.
tarix08.01.2019
ölçüsü21,7 Kb.
#92870

ATATÜRK'E ELEŞTİRİ VE KÜFÜR
Baskın Oran
Önce şu satırları birlikte okuyalım:

"Dünyanın içinde bulunduğu çalkantılı dönemde en duyarlı bölgelerin ortasında yer alan ülkemizin birlik ve beraberliğini koruması daha da büyük bir zorunluluk olduğu halde, son zamanlarda ulusal değerlerimize karşı saldırıların yoğunlaştığı görülmektedir. Bu saldırılar Cumhuriyetimiz'in kurucusu ve ulusal bütünlüğümüzün simgesi Atatürk'e karşı adi iftiralar düzeyine kadar inmiştir. Daha da acı olan husus, bu düzeysizliğin, Atatürk'ün kurduğu yüce meclisimizin içindeki bazı kişilerce yönlendirilmesidir.

"Atatürk'ün kişiliğini kavrayamayan, O'nun dışarıda bağımsızlığı, içeride ulusal ve manevi değerlere, iktisadi, siyasal ve toplumsal alanda istikrara verdiği önemle ülkemize, bütün dünyanın kabul ettiği gibi tarihinin en üstün dönemini yaşattığı gerçeğini göremeyen bu kışkırtıcıları, Cumhuriyetimizin ilk Üniversitesi olarak şiddetle kınıyor ve layık olmadıkları Yüce Meclisimizden atılmaları için ilgilileri göreve davet ediyoruz."

Bilmece soracaktım ama, "Cumhuriyetimizin ilk üniversitesi" deyiminden tüyoyu aldınız. Bu, Ankara Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun 25 Şubat 1994'te yayınladığı bildiri. Aceleye gelmiş olacak; ikinci paragrafın Türkçesi biraz hazin.

Bu bildiri, Türkiye'ye döner dönmez karşılaştığım Hasan Mezarcı olayından sonra Türkiye'de başlayan "Atatürkçü bildiri" furyasının yüzlerce örneğinden yalnızca bir tanesi. Herkes kendi kurumunu eleştirsin, ben üniversite hocası olduğum için üniversite bildirisini ele alacağım.

Dile çok büyük önem veriyorum ama, benim derdim bildirinin Türkçesi değil. Üç başka şeyi:

1) "Bu kışkırtıcıları(n)...layık olmadıkları Yüce Meclisimizden atılmaları için ilgilileri göreve davet ediyoruz." diyor. Bunu okuyan, şunları demez mi:

a- Bu ülkede üniversiteler, işten adam attırmak için hâlâ ihbarda bulunuyor, b- Üstelik, "ulusal irade"nin temsilcisi TBMM'nin bir üyesini attırıyor, c- Üstelik, TBMM'nin bile yapamayacağı bir iş konusunda hem savcı, hem yargıç, hem de infaz memuru edasıyla hüküm veriyor.

2) Her ülkede, "hakaret" cezayı gerektirir. Buna kimsenin diyebileceği olamaz. Üstelik, Atatürk gibi bu ülkeyi hem de o koşullarda çağdaşlaştırmış bir insana hakaret, bu işe yeltenene çifte kamburdur.

Fakat, görebildiğim kadarıyla, Türkiye'de insanlar Atatürk'e hakaret kadar, Atatürk'ün eleştirilmesine de dayanamamaktadırlar. İşte bu sakattır ve bildiride de bu hava vardır.

Hakaret etmeden, Atatürk de eleştirilir. Aslında, Atatürk eleştirilemez demek, hem yetmiş yaşını aşmış olan Cumhuriyet'e, hem de bu ülkede gerçek bir Batılı (yani, fikir özgürlüğü ve eleştirinin esas olduğu) toplum kurmayı amaçlamış Atatürk'e hakarettir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye'de Atatürk'ün eleştirilebilmesi, Atatürk'ün yapıtının başarılı (ve, mantıkî) sonucundan ibarettir.

3) İşin asıl önemli yanı şurada: Üniversite "fildişi kule" değildir, toplumsal yaşamda çağdaşlık yönünde her zaman sesini yükseltebilir; bu hem yetkisi hem de görevidir. Ama, özellikle 12 Eylül'den bu yana üniversitelerin, bu görevlerini genellikle, devlete egemen düşünce, kişi ve partinin hoşuna gidecek yerlerde ve biçimde kullanmayı yeğledikleri dikkat çekmektedir.

Üniversitelerin görevi bu değildir. Sivas katliamı gibi, insan hakları ihlalleri gibi, hatta Fikret Başkaya ve İsmail Beşikçi gibi doçentlerin kitap yazmak yüzünden yıllarca hapse çarptırılması gibi, durmadan kitap ve dergi toplatılması gibi, çağdaşlığın tarumar edildiği durumlarda sesini çıkarmayan üniversite, bu tür kolaycılıklara saparsa, zaten sınırlı olan prestijini de yitirir.

Oysa, asıl, çağdaşlığa boş laf söylendiği durumlarda değil, çağdaşlığın fiilen mahvedildiği yukarıdaki durumlarda ses çıkarmak anlamlıdır. Atatürk'ün kurmak istediği çağdaş düzeni sakatlayan, ne yaptığı belli olmayan bir bireyin veya milletvekilinin hezeyanlarından çok, devletin kimi anlaşılmaz tutumlarıdır.

Eğer bu ülkede, Yılbaşının gâvur icadı olduğu, kutlanması gerekenin Hicret olduğu, eski bir Dışişleri Bakanı'nın cenazesinde ve üstelik Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın huzurunda ve onlara inat başkent Kocatepe Camii imamı tarafından hoparlörle bas bas ilan ediliyorsa, Hasan Mezarcı zavallısını çarmıha germek büyük bir marifet değildir. Gösterilen tepki kadar, tepkinin nerede gösterileceği, yani zamanlamadır önemli olan.

Üstelik, Hasan Mezarcı bu sözleriyle Türkiye'ye zarar değil, yarar vermiştir. Hazretin "parlak zekalılığı"dır ki, tüm Atatürkçülere silkinmek ve üzerlerinden ölü toprağını atma olanağını bahşetmiştir. Zübeyde Hanım'ın mezarının İzmir Soğukkuyu'da olduğunu çoğu kimse ancak bu vesileyle öğrenmiştir.

Üniversitelerimiz, böyle durumlarda aceleci davranıp, modaya uyup, üstelik Türkçesi bozuk (ve yasaları unutmuş gözüken) bildiriler yayınlamaya girişmek yerine, dikkatli davranıp topluma örnek olmak zorundadırlar.

Üniversitelerimiz, kimden veya nereden gelirse gelsin, ya çağdaşlığın darbe yediği her durumda cesurca sesini yükseltmeli, ya da, bunu yapamıyorsa, herkesin aynı fikirde gözüktüğü ortamlardan yararlanıp bildiri çıkarıverme kolaycılığına itibar etmemelidir. Herkesin aynı fikirde olması, sanıldığının aksine, genellikle ülke için son derece tehlikeli bişeydir. Tekrar ediyorum: Herkesin aynı fikirde olduğu durumlarda çok daha dikkatli olmak gerekir.

Bugün Ankara Üniversitesi'nin başında, YÖK'ün atadığı, ama YÖK'le hiç ilgisi bulunmayacak kadar çalışkan, dirayetli ve demokrat bir rektör vardır. Kendisi bu nitelikleriyle, en azından kamu yöneticilerinin tepkilerini, çağdaşlığı çiğneyen "laf"lara değil, "gerçek tehdit"lere karşı yöneltmede örnek olabilir.

Mademki lafı "Atatürk düşmanlığı"ndan açtık, bununla ilgili olan ama epey bi zamandır yazma fırsatını bulamadığım bir konuyu da yarın yazayım da, aklımda duracağına kağıtta dursun.



Yarın: SBF ve İmam-Hatip kökenli öğrenciler
Yüklə 21,7 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin