EL-KAYYÛM (C.C.)
“Gökleri, yeri ve bütün kâinatı ayakta tutan.”
“Kayyûm” kıyamdan “Fey'ul” vezninde (kalıbında) bir mübalağa kipidir ki, kendi kâim, diğerleri mukim, (ayakta tutan) ve mukavvim (yöneten) demektir. Ve bunda eşyanın ayakta durmasının ilâhî kıyamda fani olduğuna lâfzında bir ima (işaret) vardır.” 180
Kudreti ve rahmeti nihayetsiz olan Allah her şeye mukadder olan vaktine kadar durmak için sebepler halket-miştir. Nasıl ki bir çocuğun dünyaya gelmesine anne baba sebep ise, anneyi babayı ayakta tutan da Allahü Teâlâ'dır. O dilerse babasız, anasız da bir insan yaratmaya kadirdir. Hazreti Âdem ve Hazreti İsa'da olduğu gibi...
Hiçbir insan bu âleme kendi yiğitliği ve kudretiyle gelmemiştir, onu Azîz ve Celîl olan Allah bu dünyaya göndermiştir. Buradan alacak olan da yine O'dur. Bir kudret fidanı olarak anne kucağına düşen insan kendi kendine ayakta durduğunu mu zannediyor? İlâhî imdat eli üzerinden çekiliverse hemen düşü verecektir. Hergün binlerce insan ayaktan kabre düşüveriyor. İşte onlar için takdir edilen vakit tamam olduğu için dünya kapısı yüzlerine kapanıyor, ahiret kapısı açılıyor.
Tek kelimeyle söyleyecek olursam şöyle derim:
Semâ, güneş, ay, yıldız. Herşey Hak ile kâim, Ey saadet arayan, sen kullukta ol dâim! Gökler, yerler, göklerle yer arasındaki bütün varlıklar O'nunla kâimdir. Her şeyin varlığı O'nun varlığına bağlıdır. Ve her şeyi ayakta kalabilmeleri için hazır etmiştir.
“El-Kayyûm” ism-i şerifinden her şey nasib almaktadır. Çünkü büyük küçük ne varsa, canlı cansız ne bulunuyorsa hepsi Allah'ın kudret elindedir ve her şeyi ayakta tutan O'dur.
“El-Hayyü'1-Kayyûm” ism-i şerifleri Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde birlikte zikredilmektedir. Bu mübarek isimler aynı zamanda ism-i a'zamdır.
Sahabilerden Ebû Ümâme (r.a.)'den nakil: Resûlüllah (s.a.v) buyurdular ki:
“Allah'ın en büyük ismi şu üç sûrededir: Bakara, Âl-i İmran ve Tâhâ sûreleri.”
Ebû Ümâme Hazretleri ilave ediyor:
“Ben o ism-i a'zamı aradım; Bakara süresindeki şu âyetlerde buldum:
Âl-i İmrân Süresindeki: “Elif lam mîm. Allâhü lâ ilahe illâ hüve'l-Hayyü'l-Kayyûm.”
Ve Tâhâ'daki:
“Bütün yüzler Hayyü'l-Kayyûm olan (ölmeyen ve ezelden beri mevcud olan) Allah'a baş eğmiştir.” 181
Evet: Yerde gökte ona râm olmayan, O'nun saltanatına baş eğmeyen hiçbir şey yoktur.
“O öyle bir Hayy ve Kayyûm'dur ki:
“O'nu ne gaflet basar, ne uyku; daima Alim, daima Habîr (her şeyden haberli)dir.”
“Göklerde ve yerde, yukarılarda, aşağıda ne varsa O'nun; görünür, görünmez, bütün varlık O'nun mülküdür.”
Tüm sebeb O, tüm gaye O, herşeyin mâliki olan O; Allah'ın mülkü olan bu yaratıklardan:
“Kimin haddi ki Allah'ın izni olmaksızın yüce huzurunda şefaat edebilsin.” Bu halde hangi budaladır ki Allah'ın emri olmadan bunların birinden şefaat dilenebilsin. Çünkü:
“Allah yukarıların, aşağıların, önlerindekini ve arkalarındakini, geçmişlerini, geleceklerini, bildiklerini ve bilmediklerini bilir, O'nun ilminden gizli hiçbir şey yoktur.”
“Bunlar ise O'nun bildiklerinden hiçbirini bilemezler.”
Ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. Bu bakımdan bizzat O'nun izni ve emri olmadıkça herkes kendi başından korkmadan nasıl şefaate kalkabilir. Herhangi bir şeyde bir parça tasarrufa bile kimin yetkisi olabilir. Ancak bu, O'nun iznini ve emrini almış sevgililerinden olabilir.”
Bilindiği üzere şefaat, hürmete layık birinin kendinden düşük bir diğeri hesabına rica ve yakarma ile yardım ederek O'na katılması demektir ki, bu bir bilinmezi bildirmek veya bir isteği ortaya çıkarma ile bir beraberlik anlamını ihtiva eder. Bunu da kendini ve kıymetini bilen ve şefaat olunan kimseye şefaat istenenden daha çok bir ilişkisi bulunan ve zarar getirmeyeceğinden emin olan kimseler yapabilir. Halbuki Allah'ın mülkü olan şu yaratıklardan herhangi biri ile Allah'tan daha çok birlikte bulunmaya ve O'na bilgiçlik satmaya ve ilerisini gerisini tamamen idrak etmeden ve önünü ardını hesap etmeden İlâhî huzurda kendine bir mertebe verip de şefaate kalkışmak, gerek şefaat eden ve gerek, şefaat olunan için ne kadar tehlikelidir.
Eğer Allahü Teâlâ bildirmemiş ise şefaat edecek olanın hâli, şefaat edilecek olandan daha çok endişeye değer olmadığı nereden bilinir? Bu hâl içinde, isterse melekler ve peygamberler olsun, kimdir o ki Allah'ın izni ve güç vermesi olmadan önünü ardını hesaplamayıp Allah'ın kullarına Allah'tan daha çok sahip çıkma, koruma yetkisini kendinde görsün de şefaate cesaret edebilsin. Ancak Cen-ab-ı Hak dilerse, özel veya genel şefaate ilâhî irade çıkar da kendilerine bildirilmiş bulunursa o başka... Demek ki Yüce Allah'ın ululuğundan şefaat umulmaz değildir. Fakat şefaat da herkesten önce O'nun kendi elindedir ve O'nun izni ve emri ile mümkün olabilir. (İşte) O zaman şefaat kapısı açılır. Ve şefaat etmesine izin verilenler kendi dilediklerine değil, yine Allah'ın dilediklerine şefaat imkânını bulabilir.”
“Allah öyle bir ilim ve saltanat sahibidir ki,
“Hükmünün tecelli yeri olan kürsüsü bütün gökleri ve yeri geniş tutmuştur.” Yerlerde ve göklerdeki bütün varlıklar ve cisimler içinden, dışından hep bu kürsü ile kuşatılmıştır. Herbirinin ayakta durması onun içindedir. Bu arada hiçbir nokta bulunmaz ki, orada Yüce Allah'ın kürsüsünün hükmü geçerli olmasın. Yeryüzünün içinden çıkamayan insanlar onun yerleri, gökleri kuşatmış kürsüsünü nasıl kavrarlar?..”
“Fakat o İlâhî kürsü, bütün gökleri ve yeri tutmuş olmakla birlikte,
Bu gökleri ve yeri o Vahdet kürsüsünden tasarruf avucunda tutup muhafaza etmek ve korumak Allah'a ağır da gelmez. O'nun için bu hiçbir şey değildir. “Vehüve” O şanı yüce Allah “El Aliyyü'1-Azîm” pek yüksek, pek büyüktür. Biricik yüce, biricik ulu olan ancak O'dur.” 182
O'nun kudretinin önünde durabilecek bir güç mevcut değildir. O herşeyi ihata etmiştir, herşeyi ayakta tutmak O'na ağır gelmez. O sadece dünyaların rabbi değil, ahiretin ve cennetin de rabbidir. Mahşer gününün mâliki yine
O'dur. O'nun azamet ve kibriyası kimde derman bırakır ki?
Mevzumuz şefaat olmamakla beraber, âyet-i kerîmede geçtiği için ona temas edilmiştir. Bilindiği gibi “Şefaat-ı uzmâ” en büyük şefaat makamı Nebiler Nebisi Cenâb-ı Muhammed (s.a.v)'e verilmiştir. O Makam-ı Mahmud'a erdirilmiştir. Yine Allah'ın izniyle diğer büyük peygamberler, bu ümmetin büyükleri, veliler, Kuran ehli olanlar, şehidler v.s. hep şefaat edebileceklerdir. Ama bütün bunlar Allah'ın izniyle olacaktır. Ve Allah Teâlâ, kullarına karşı şefaat edecek kimselerden daha merhametli, daha şefkatlidir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi “Âyetü'I-Kürsi” Kur'an-ı Kerim'in en büyük ve saltanatlı âyetidir. Neden öyledir? Çünkü Allahü Teâlâ'nın kemal sıfatlarını ve sonsuz kudretini beyan etmektedir. Ve bu mübarek âyette “Esmâü'l-Hüsnâ” dan isimler mevcuttur:
a) Allah ism-i şerifi.
b) El-Hayy ism-i şerifi.
c) El-Kayyûm ism-i şerifi.
d) El-Aliyy ve El-Azîm ism-i şerifi...
Bu yüzden ve daha nice hikmete binaen okunması pek faziletli sayılmıştır. Ve Nebiyy-i Zîşan efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Her kim farz namazların her birinin arkasında Âyetü'l-Kürsî’yi okursa onu ölümden başka cennete girmekten engelleyecek hiçbir şey kalmaz. Yani ölünce doğruca cennete gider ve ona ancak sıddık veya âbid olanlar devam eder.” 183
Yine:
“Günlerin efendisi Cuma günü, sözlerin efendisi Kur'an, Kur'an'ın efendisi, Bakara Sûresi, Bakara Sûresi'nin efendisi de Âyetü'l-Kürsî'dir.” 184 demişlerdir. Rivayete göre İsâ Aleyhisselâm, Ölüleri diriltmek istediğinde:
“Yâ Hayyü Yâ Kayyûm” diyerek duâ ederdi. Efendimiz de Bedir cengi esnasında secdeye kapanıp hep bu mübarek isimleri zikrederek rabbinden yardım istemiş ve zafere kadar başını secdeden kaldırmamıştı...
Yine pek çok dualarda “Ya Hayyü Yâ Kayyûm, Yâ Zel-celâli ve'1-ikrâm” olarak üç isim bir arada anılmaktadır. Allahü Teâlâ'yı zikreden, onun muhabbetinin seline kendini kaptıran kimseler muradının incisini elde etmişlerdir.
Tekrar ifade edelim ki: Her şeyi yaratan, her canlıya rızık veren, besleyen, ayakta tutan, ölümü hayatı takdir eden ve kendinden hiçbir şey eksilmeyen ve daima Hayy ü Kayyûm olan ancak Allahü Teâlâ'dır. O'na hamd olsun.
İlâhî! Seni tenzih ve tesbih ederiz. Bize dünya ve ahirette afiyet ver ve bizi cemâlinle şereflendir. 185
Dostları ilə paylaş: |