Mühim Not
Bu mübarek isimleri zikrederken bazı edeplere riayet gerekir. Biz herhangi bir kimseye nida etmiyoruz. Alemlerin rabbini anıyoruz. O'nu zikrederken dikkat kesilmeliyiz. Gönül uyanık, kalb uyanık olmalıdır. İhlâs, aşk ve güzel niyet lâzımdır ki, beklenen saadet tecellî etsin.
Biliyorsunuz ki her şeyi Allahü Teâlâ yaratmıştır, en güzel yaratıcı O'dur, O'ndan başka yaratıcı yoktur. İnsanları, cinleri, melekleri O yarattığı gibi, bütün hayvanatı da O yaratmıştır. Fakat diğer şeyleri nazara vermeden sadece: “Maymun ve domuzların yaratıcısı” demek caiz olmaz. Zira bu, edebe ters düşmektedir. Yine bunun gibi “Hâliku'ş-Şerr - Şerrin yaratıcısı” demek de uygun düşmez. Ya nasıl söylenmeli? Zıddı ile beraber “Hâliku'l-hayr ve'ş-Şerr = Hayrın ve şerrin yaratıcısı” , yahut “Hayrihî ve şerrihî minallâhi Teâlâ = Hayır ve şerr Allah Teâlâ'dandır.” şeklinde beraberce zikredilmelidir.
Meselâ “Dârr” ismini tek olarak değil, “Nâfi” ismiyle beraber, yine “Kâbid, Bâsıt” isimlerini de birlikte söylemek lazımdır.
Kur'an-ı Kerimde de Şeklinde beraber zikredilmiştir. Yine Kur'an'da ve riadişlerde “Hayy” ve “Kayyûm” isimleri birlikte zikredilir. “Hayy” ve “Kayyûm” ism-i şerifleri tek tek de zikredilebilir. Ama makbul olan ikisini beraberce söylemektir. Efendimizin talim buyurduğu dualar da “Yâ Hayyü Yâ Kayyûm” şeklindedir. Ayrıca buna ilave olarak “Yâ Ze'l-Celâli ve'1-İkrâm” da eklenmiştir. Demek ki duaların hedefine ulaşmasında bu isimlerin önemi büyük. “Yâ Ze'l-Celâli ve'1-ikram” diye ısrar etmemiz de tavsiye olunmuştur. Zira bu ism-i şerifin ism-i a'zam (en büyük isim) olduğu da rivayet edilmektedir. Yine ism-i azamın kişilere göre değiştiği de bir gerçektir. Hem herkese bu mübarek isim armağan edilmez, çünkü onu taşımak yürek ister. Sıdk ister, aşk ve vefa ister.
Zannederim şu menkıbe bize güzel bir misâl olacaktır: “Veliler sultanı Zünnûn Mısrî Hazretlerinin bir müridi vardı. Tam bir yıl şeyhin hizmetinde bulunmuştu. Fakat gönlünde bir arslan yatıyordu ki sormayın. Bir gün:
“Ey Âlem şeyhi, dedi, bugüne kadar sizden bir talebim olmadı. Şimdi ise bir ricam var. Siz ism-i a'zamı bili-yormuşsunuz. Ne olur onu bana da öğretiniz!”
Ay yüzlü mânâ pîri onun haline gülümsediler ve hiç cevap vermeden yürüyüp gittiler. Aradan tam altı ay daha geçti. Mürit yine isteğinde kararlı. Hep fırsat gözlemekte. Zünnûn Hazretleri de işin farkında.
Müridin bu dertle bîkarar olduğunu görüp duruyorlar. Onu bu sevdadan kurtarmak gerekiyor. Bir gün ona ismiyle nida ettiler:
“Ey Yusuf Can! Ağzını bağladığım şu testiyi al ve Fustat'ta bir dostum var, ona götür. İçindeki hediyemi mutlaka ona ulaştır. Sakın testinin ağzını açma ve bu emaneti muhafaza et!”
Başı dumanlı Yusuf, ağzı sıkıca bağlı destiyi eline aldı ve yola revan oldu. Bir zaman gitti, gitti ama, meraktan da patlamak üzereydi. Kendi kendine:
“Ey Yusuf, diyordu, şu testinin bağını çöz ve içine bak. Bir kere nazar etmekten ne çıkar?”
Yusuf Can dediğini de yaptı. Bir kenara oturup testinin ağzını açtı.
O da ne?
Testiden bir fare fırlayıp kuş gibi uçup gitti. Yusuf hayretle kalakaldı. Hem değirmen taşları gibi dönüyor, hem de nida koyuveriyordu:
“Vay akılsız başım, vay!”
Ne yapabilirdi ki? Boynunu büktü, izi üstü geri döndü ve yüce velînin huzuruna girdi. Eli ayağı titreyerek bir köşeye büzüldü. Zünnûn (k.s.) yanağına tombul bir gülücük kondurup ona baktı da dedi ki:
“Yusuf Can! Bir farenin bile emanet edilemediği bir adama ism-i a'zam nasıl emanet edilir? Oğlum, sen bu sevdadan vazgeç de, gönlünü rabbinin sevdasıyla doldur. O zaman muradın hasıl olur!”
İşte böyle! Herkes o mübarek ismi taşıyamaz, yani emanete riayet edemez. O sebeple bu isim herkese öğretilmez. Allahü Teâlâ'nın güzel isimlerinin daha nice tecellileri vardır. Herkes nasibi kadar alabilir ve herkesin ilmi de bir değildir. .
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri diyor ki:
“Küre-i arz bir kafadır ki, yüz bin ağzı vardır. Herbir ağzın da yüz bin lisânı vardır. Her lisanın da yüz bin bürhânı var ki, her biri çok cihetle Vâcibü'l-Vücud, Vâhid-i Ehad, herşeye kadir, herşeye alîm bir Zât-ı Zülcelâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine ve evsâf-ı kudsiyetine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehadet ederler.”
Rabbimin kerem ve ihsaniyle ömür ağacımın en güzide meyvesi olan bu eseri tamamlamak nasib oldu. Bilmeyerek yanlış bir söz söyledimse Allahü Teâlâ'dan bağış ve af dilerim. Çünkü sözlerin de sultanı O, âlemin de sultanı O. O'nun güzel isimlerinin bahçesinden cennet kokulan alabilecek dost ve kardeşlerimizden hayır dualar bekliyorum. Ve ben bu eserimi şu şiirle noktalıyorum: 267
Allah De
“(Resulüm) Sen, Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar. “268
İşte tek dost, işte yâr,
Sen, Allah de, Allah de.
O'nun kapısına var.
Sen, Allah de, Allah de!
Olma hüsrana dalan,
Burda ne varsa yalan,
Yalnız O'na sevdalan,
Sen, Allah de, Allah de!
Gayriden ümidi kes,
O'na sevdalı herkes,
Ömründe birkaç nefes,
Sen, Allah de, Allah de!
İstemezsen gam, cefâ,
Ahdine göster vefa,
Bin defa, yüz bin defa,
Sen, Allah de, Allah de!
Ağaç, yaprak, dal O'nun,
Petek petek bal O'nun,
Celâl ve Cemâl O'nun,
Sen, Allah de, Allah de!
Ayrılık taşını çek,
Kalbinde gül bitecek,
İşte bir budur gerçek,
Sen, Allah de, Allah de!
Meslek edin ihlâsı,
Süpür gönülden pası,
Ey sevincin aynası,
Sen, Allah de, Allah de!
Besler nimet, âb seni,
Hoş yaratmış Rab seni,
Sarmadan türab seni,
Sen, Allah de, Allah de! 269
Dostları ilə paylaş: |