El-BEDİ’(C.C.)
“Hiçbir benzeri olmayan şeyleri, acib ve hayret verici âlemleri icad eden.”
Gözümüzü ufuklara diktiğimizde hayret verici ve misli olmayan manzaralar görürüz. Göklerin başımız üstünde bir şemsiye gibi duruşu, yeryüzünün ayağımızın altına serilişi, denizlerin coşup çağlayışı, kayalar arasından suların fışkırışı, kuru dallar üzerinde tomurcuk güllerin açılışı “Bedî” ism-i şerifinin tecellîleridir. Hepsi örneksiz, misâlsiz yaratılıp icad edilmiştir. Bunlar yaratılırken ne bir plâna, ne araştırmaya, ne bir yerden yardıma ihtiyaç duymadan, sadece “Ol!” demekle icat etmek Allahü Teâlâ'ya mahsustur. Demek ki, bu mânâ mülâhaza edildiğinde “Bedî” ancak Zât-ı Zülcelâldir.
Misli, örneği olmadığı halde Allah'ın kudret elinden çıkan ve Onun iradesiyle meydana gelen ne kadar fevkalâde ve güzel, ne kadar hayret verici nadide şeyler varsa onlara da “ibda” olunmuş mânâsına Bedî' denildiğini bilmekteyiz.
Bir kere göklere bak, yere bak, bin türlü çeşidi olan çiçeklere, güllere; ipek kanatlı kuşlara, akvaryumdaki nadide balıklara ve daha Allah'ın yarattığı nice şeylere bak, ne kadar bedî, ne kadar misli bulunmaz varlıklardır. Alemde hiçbir zerre, hiçbir nesne yokken, hattâ âlemin kendisi de yokken, ortada örnek ve misâl alınacak hiçbir şey yokken, sonsuz kudret ve nihayetsiz rahmet sahibi olan Allah ilk önce bunları yoktan vücuda getirmiştir.
Kâinattaki mahlûkatın çeşidini saymaya sayılar kâfi gelir mi? Hem her nev'in bütün fertleri de tamâmiyle birbirinin aynı değildir. Aralarında benzerlik olduğu gibi, ayrılık da mevcuttur.
Meselâ: Çiçek âlemine bakalım. Görünüşte hepsi çiçek ama, her birinin kendine ait bir vasfı, bir karakteri vardır. Yine her birinin kokusu, rengi ayrıdır. İnsanlar da öyle. Demek ki her zerrenin, her çiçeğin, her insanın yaradılışı başlı başına bir bedîadır. İnsan vücudunda nice kudret âsân pırıldamaktadır ki beşerin aklı henüz onu çözebilmiş değildir.
Bir düşünelim ki: Bin tane beyaz duvaklı gelin bir araya gelmiş olsa, hepsi aynı yaşta bulunsa, herkesin gözü yine yüzünde, kulağı yerinde, burnu yerinde, dudağı dişleri de hep yerindedir. Ne var ki bu bin tane güzelin hiçbiri bir başkasına benzemez. Allahü Teâlâ her birine ayrı bir veçhe vermiştir. Ve her birinde kudretinin nişanelerini göstermiştir. Milyarlarca insanı buna temsil ettiğimiz zaman yine göreceğimiz şey başka başka yüzlerdir. Tâ Hazreti Adem'den bugüne kadar gelen insanlar da öyledir. Bundan sonra yaratılacak insanlar da yine birbirine benzemeyecektir. İşte bu bedîayı meydana getirmek ancak Allahü Teâlâ'ya mahsustur.
Zaman ve mekân boyunca insanlarda, onların yüzlerinde kaşlar, gözler, burun ve ağız gibi azaların yerleri kati surette değişmediği halde şu koca âlemde yüzleri tamamiyle birbirine benzeyen iki insanı bulmak mümkün değildir. Şu iki elimizin içine sığacak kadar küçük deri parçası üzerinde bu harika sanat nedir? Eğer bir kimse mal değil de insan ise rabbinin sonsuz kudreti karşısında gönül gönül titremesi lâzımdır.
Burada insandan misâl verdik. Hayvanlar âlemi de bir başka hayret edilecek âlemdir. O güzelim kara gözlü ceylanlar, kuğular, anlar, arslanlar, atlar ve kınalı keklikler... Her biri bir bedîadır. Allah'ın kudretine yerde gökte alâmetler vardır. Suların üzerinde dağ büyüklüğündeki gemilerin akıp gitmesi az şey midir?
Ve şanı yüce rabbimizin şanı büyük kitabı bize haber veriyor ve Allah buyuruyor ki:
“Göklerin ve yerin yaratıcısıdır O! O, bir şeye hükmetti mi ona ancak “Ol!” der, o da oluverir.” 247
Evet:
O bir şeye “Ol!” desin, herbir şey başkalaşır, Semâ, güneş, ay, yıldız, O'nun mührünü taşır!.. A vefa arayan insan! Sen kullukta rabbine vefa göster ki, âlem sana kucak açsın. Sen O'nu doyumsuz bir aşk ile sev ki, göktekiler de, yerdekiler de seni sevsin ve senin hizmetine koşsun. Can gözünü aç, kâinat gülistanına bak ki gönlüne hikmetler dalga dalga insin.
Sen cenneti ahirette kazanacak değilsin. Cennetin meyvesi burada boy verir. Cehennemin yolu da yine buradadır. Kâinat bir uçtan öbür uca bedîalarla, acibelerle, hayret verici eserlerle doludur. Aziz ve Celîl olan Allah yeri göğü senin hizmetine tahsis etmiştir. Sen artık bunun şükrünü bilmezsen ve rabbinin kudretinin izlerini, nişanelerini görmezsen, yüreğinde top patlasa yine gözünü açman mümkün olmaz...
Ah ne desem? İnsanın cinnetinden cinler bile hayrette:
Yer uyanık, gök uyanık,
Uyumak zamanı mı ki?
Ey uykulu, uyan artık,
Uyumak zamanı mı ki?
Pınar, havuz, deniz, ırmak,
Yasemen, gül, lâle, zambak,
Hepsi kalkmış, uyanmış bak,
Uyumak zamanı mı ki?
Zaman hep sonsuza akar,
Bütün varlık şaha kalkar,
Uyan, nazlı, işveli yâr,
Uyumak zamanı mı ki? 248
EL-BAKİ (C.C.)
“Varlığının nihayeti olmayan, dâimi var olan.”
Kâinatta bulunan herşeyin bir sonu vardır. Hattâ kâinatın da Ömrü bitecek, onun da düzeni bozulacak, zamanı gelince, kıyamet delen hadise vuku bulacaktır. Yani her şey yokluğa, ölüme mahkûmdur. Ancak Allahü Teâlâ'nın varlığının sonu yoktur. Sonu olmadığı gibi önü de yoktur. Önü olmamak mülahazasıyla O Zât-ı Zülcelâle “El-Kadîm” sonu olmamak mülahazasıyla “El-Bâkî” denir. İşte bu ism-i şerîf, varlığın devamını bildiren bir kelimedir.
Yine Sultân-ı Kâinatın, O Zât-ı Akdes'in (El-Ezelî, El-Ebedî) ism-i şerifleri de vardır ki, bu mânâya yakındır. Ezel, başlangıcı olmayan; Ebed, ilerde sonu olmayan demektir. Herşeyin sonu, nihayeti var, fakat Allahü Teâlâ Bakîdir.
Ve Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki:
“O'nun zâtından başka her şey helak olucudur.” 249
Yani O'nun zâtından başka herşey, her mevcud aslında, yokluk demektir. Çünkü O'ndan başka her şeyin varlığı kendinden değil, Allahü Teâlâ'ya dayandığından her an yok olmayı kabul edici ve yok olmaya hazır olmakla sanki yok demektir veya (bir zaman sonra) yok olacaktır. Ancak O zâtında diri, ezelî ve ebedî, varlığı kendisiyle var olandır. Çoğunun tercih ettiği mânâ budur.
Diğer bir mânâya göre, “Vech” , kastedilen ve yönelmen cihet mânâsına olarak O'nun yüzünden, yani O'nun rıza ve hoşnutluğu kastedilen yönden başka, herşey helaktedir demek olur ki, ahiret nimetlerinin fani, geçici olmadığını anlatır. Bir de her şeyin Allahü Teâlâ'ya yönelik yüzü, Allah'ın ilmindeki gerçek şekli demek olur ki, her şeyin Allah'a dönüşü bununladır. “Lehü'l-Hükmü = Hüküm O'nun” başkasının değil. O'ndan başka hüküm ve hükümet, kanun çıkarmaya ve kanun yapmaya kalkışanların hepsinin hükmü bozulur, ancak O'nunki bozulmaz. “Ve İeyhi türceûn” Ve hep O'na döndürüleceksiniz, hepiniz ölümünüzden sonra O'nun huzuruna götürülecek, mahkeme olunacak, ona göre cezanız, mükâfatınız ne ise alacaksınız. İşte bütün kıssaların sonu, işte bu “Ve ileyhi türceûn = Ve hep O'na döndürüleceksiniz.” hükmüdür. Kimin haddinedir ki bu hükme boyun eğmesin!” 250
Kimin elinden gelir ki ölümü yenebilsin. Zaman boyunca nice melikler, şahlar, hükümdarlar, başbuğlar, en kudretli oldukları bir anda kendilerini mezarda buluvermişlerdir. Ecel oku onları avlamış, tahtından kara toprağa indirmiştir. Kurdukları düzenler tarumar olmuş, verdikleri hükümler battal hâle gelmiştir. Geriye sadece ibret alınacak manzaralar kalmıştır. Öyledir de insanlar yine ibret almazlar. Allah'ın mülkünde, Allah'ın nimetleriyle ayakta durdukları halde, Allahü Teâlâ'ya isyanı meslek edinirler.
Demek ki ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar, Allah'ın hükmüne boyun eğmekten başka çâreleri yoktur. Allah bakî, her şey fâni...
“Yeryüzünde bulunan herşey fânidir.”
Yani yeryüzünde yaşayan herkes, herşey fânidir. Hiçbir mahlûk bu fena mülkü dünyada ebedî olarak yaşayacak değildir. Hem insanlar, hem cinler tamamen öleceklerdir. Ölmekle hiç hesapsız, sorgusuz bırakılmak da yok. Sonra İlâhî kudret ile yeniden hayata döndürülecekler ve mahşer meclisinde müstahak oldukları akıbete kavuşacaklardır, iyiler, has kullar, takva sahipleri cennete; zorbalar, zalimler, kâfirler, putçular cehenneme sevkedileceklerdir.
“Celâl ve ikram sahibi olan rabbinin zâtı ise baki kalacaktır.” 251
Yani bütün tasavvurların fevkinde azamet ve iclâli hâiz ve lütuf ile, ihsan ile muttasıf bulunan rabbinin zâtı ise baki kalacaktır. O'ndan gayri ne varsa herşey fena bulacaktır. Sadece O'nun Zât-ı Akdes'i, ezelî ve ebedîdir, fenadan münezzehtir. Yerde ve gökte bulunan her hayat sahibi mutlaka bir gün fenaya maruz kalacaktır. Çünkü hepsinin hayatı Allah'ın kudret elindedir. Hepsi O'na döndürülecektir.
Merhum Elmalılı Hocaefendi bu âyetin izahında diyorlar ki:
“... Bununla ancak Allahü Teâlâ'nın Zât-ı Kibriyâsı vasıflanabilir. O halde “Vechü Rabbike = Rabbinin yüzü” , “Zât-ü Rabbike = Rabbinin zâtı” demek olunca “Ve yebgâ Rabbüke = Rabbin kalır” denilmekle yetinilmeyip de zâtın vech ile ifade edilmesinin nüktesi ne olabilir?
Bunun nüktesi, zâtın yalnız gizli ve mücerred zât olarak değil, sıfat ve rubûbiyetinin görünmesi ve yansıması itibariyle dahi baki oluşunu göstermektedir. Bunu kayyumiyet (ebedîlik) sıfatı ile ifade edenler de bu nükteyi anlatmak istemişlerdir. Özellikle şu iki sıfatla vasıflandırmak da bunu teyid etmektedir. Yani rabbinin baki kalacak olan yüzü, şu iki sıfatla vasıflanmaktadır:
“Zü'1-Celâli ve'1-ikrâm = Ki hem celâl hem ikram sahibi.” Karşısında hiçbir şey kendi kendine tutunamayacak, azamet ve celâli ile her şeyi kahr ve yok edebilecek derecede büyüklük ve mutlak ihtiyaçsızlık sahibi, hem de yok olan ve yok olacaklara hayat vererek bağış ihsanına nail kılacak tam bir lütuf sahibidir.
Rağıb el-İsfahânî der ki: “Bu zü'1-celâl ve'1-ikrâm sıfatı Allah'a mahsus olan ve ondan başkası için kullanılmayan vasıflardandır.”
“Tirmizî'nin Hazreti Enes'ten, Ahmed b. Hanbel'in Rebia b. Amir'den merfu olarak rivayet ettikleri şu hadis de buna işaret etmektedir:
“Ya ze'1-celâli ve'l-ikram” a devam edin, dualarınızda onları çok söyleyin.”
Yine Enes'ten rivayet etmişlerdir ki söz konusu sahabi Resûl-i Ekrem (s.a.v) ile beraber bulunuyordu, bir adam namaz kılıyordu. Sonra dua etti de şöyle dedi:
“Ey Allah'ım! Senden istiyorum, hamd sanadır. Senden başka İlâh yoktur. Sen ihsanı bol olan, semâvatı ve arzı yaratan, celâl ve ikram sahibisin. Ey Hayy ve Kayyûm olan Allah'ım!”
Bunun üzerine kâinatın efendisi buyurdu ki:
“Biliyor musunuz, bu zat ne ile duâ etti?” Onlar da:
“Allah ve Resulü en iyisini bilir” , dediler. Resûlüllah (s.a.v) buyurdu ki:
“Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki O, Allah'a en büyük ismiyle dua etti. O, ism-i a'zam ki onunla çağrıldığı zaman cevap verir ve onunla istenildiği vakit ihsanda bulunur.” 252
Kâinatta mevcut olan her şey fena bulacak, ancak Allah bakî kalacaktır. Çünkü O'nun varlığının sonu yoktur, varlığının önü de olmadığı gibi. O, ezelî ve ebedî bir hayatla kâimdir. Hayat madem fâni. O hayatı Allah yolunda geçirerek kıymetlendirmek bizim elimizdedir. Dünyamız yıkılıp yok olacaksa da Yüce Allah bizlere tekrar hayat bahşedecek, iyileri cennete, zâlim ve kâfirleri cehenneme koyacaktır. Kişi dünyada ya cenneti satın alır, ya felâket yurduna kapı açar.
Okunuşu: Hüve'1-Bâkî
Ne varsa yok olacak,
O Bakî. Bir O Bakî!..
Bunu bilirim ancak,
O Bâki Bir O Bâkî!..
Al ölümden bir hisse,
Diri kalmaz hiç kimse,
Kulak ver sen bu sese,
O Bâkî. Bir O Bâkî!
Biter su, kurur pınar,
Yere devrilir çınar,
Ey işve baharı Yâr,
O Bâkî Bir O Bâkî!
Solar yeşil ve sarı,
Artık bal vermez arı,
Hiç unutma bunları,
O Bakî. Bir O Bakî!..
Zamanın çarkı durur,
Herşey hiçliğe vurur, İ
şte hakikat budur,
O Bakî. Bir O Bakî!..
Söner can, kalmaz nefes,
Artık çağlamaz bir ses,
Gayriden ümidi kes,
O Bâkî Bir O Bâkî!
Ne gül olur, ne çiçek,
Ne tek damla içecek,
işte ölümsüz gerçek,
O Bakî. Bir O Bakî!..
Ey deryalarda yüzen,
Yıkılır dünya düzen,
Kulak ver sözüme sen,
O Bakî. Bir O Bakî!.. 253
Dostları ilə paylaş: |