Ayet ve hadislerle esmâÜ'l-hüsna



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə31/48
tarix05.09.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#76828
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   48

EL-VÂCİD (C.C.)

“Mutlak ganî olan ve her istediği her şeyi bulan.”

Kudreti ve rahmeti sonsuz olan Yüce Allah, her şeyi, büyüğü, küçüğü, uzağı, yakını ve hükmünü infaz edeceği kimseleri, hemen anında bulur. O'nun için zaman, mekân, uzak yakın mevzu değildir. Herhangi bir şeyi ele geçirmek dilediğinde, tedbir almağa veya tuzak kurmağa veya bir başka şeye ihtiyacı yoktur. O'nun bir emrü fer­manı kâfi...

Kimi, neyi ele geçirmek isterse, o şey hemen o an huzurundadır. Ne melek, ne cin, ne insan, ne de başka varlıklar O'na karşı kendilerini gizleyemezler. O'nun eli­nin ermeyeceği yer olmadığı gibi, gücünün ulaşmadığı bir nokta da yoktur. O'ndan kaçıp kurtulmak mümkün ol­saydı Firavunlar, Nemrut'lar, Ebû Cehiller kaçardı...

O'nun pençe-i kahrı zâlimleri öyle bir yakalar ki, bütün âlem şaşar.

İnsan kendini başıboş mu zannediyor? Bir nefes, bir lâhza yoktur ki Cenâb-ı Zât-ı Kibriya bütün varlıkları kuşatmasın, başıboş bıraksın... Eğer âlem başıboş olsaydı, her sabah bize gülümseyen güneş gittiği yerden bir daha gelmez. Yahut hiç mehtap görmek bize nasip olmazdı.

Şu menkıbe bize ışık tutacaktır:

Bir gün eski Belh Sultanı İbrahim bin Edhem Hazretle­rine bir adam geldi:

“Ey doğruluk ırmağı, dedi, ben günah işleyip duruyorum. Bana bir kurtuluş yolu göster ki, o belâdan kur­tulayım.”

Velîler velîsi tatlı bir tebessümle dedi ki:

“Madem ki günah işliyor, Rabbine isyan ediyorsun.

O halde Allahü Teâlâ'nın senin için vermiş olduğu rızıklardan yeme.”

Adam birden titredi:

“İyi ama, dedi, Allah'ın bana verdiği nzıklardan yemezsem, nasıl yaşarım?”

“Madem öyle! Allah'ın senin için takdir ettiği sudan içme. Kendine bir başka su bul.”

“Ey âlem şeyhi! Bu hiç mümkün olmaz! Su içmeden yaşanır mı?”

“O halde, Allah'ın yarattığı havayı teneffüs etme. Hiç nefes almadan dur!”

“Hayır, hayır! Buna da imkân yok!”

“Sana daha ne diyeyim? Madem Öyle! Allah'ın mülkünden çık git. Kendine bir başka mülk edin!”

Günahkâr adamın aklı uçacak gibi oldu ve dedi:

“Ey apaydın pîr! Neler diyorsun? Allah'ın mülkünden başka mülk var mı ki, gidip orada mekân tutayım?”

Büyük velînin yüzünde görülmemiş bir ışık:

“Peki, dedi, sana bir yol daha! Günah işlediğin za­man, suçunu Allah'ın görmediği bir yerde yap ve kendini ondan gizle. Seni hiçbir zaman bulamasın.” Günahkâr adam yaman bir feryat kopardı:

“Buna da imkân yok, yâ İbrahim! O'ndan gizlen­mek, elinden kaçıp kurtulmak mümkün değildir. Beni kıpırdayamaz hale getirdin. Artık ben rabbime isyan etmem. Tevbe, tevbe!”

Ne kadar nimetler içinde bulunuyoruz da farkında değiliz. Ey zâlim adamlar! Madem Allah'a ortak koşuyor­sunuz, o halde Allah'ın mülkünden çıkıp gidin, kendinize bir başka mülk edinin... Ama nerede o?..

Her nefesimiz, her şeyimiz, elimizde, avucumuzda olan hepsi Allah'ındır. O, kalbimizin derinliklerindeki giz­li hallere vâkıftır. Ve istediği anda istediğini ele geçirmek O'na çok kolaydır...

Öyle eşi, benzeri bulunmayan, rahmetiyle durmadan tecellî eden, nimetlerimizi ayağımıza gönderen bir ya­ratıcıyı bırakıp da ata, puta gönül vermek ancak şeytanları sevindirir. 186

EL-MÂCİD (C.C.)

“Kadr ü şanı yüce ve keremi bol olan.”

O'nun şan ve keremi bir Ölçüye, hesaba gelmez ki. O'nun cömertliğinin bahçesinden herkes çiçek toplar. Arıda balı, denizde inciyi, asma dalında salkım salkım üzümü O halkeder, sonra kullarını ayağına gönderir.

Yine bazı kullarının gönül cihanına cömertlik cevherle­ri saçar, onları güzel ahlâk ile donatır. Onlara iyilik kapılarını açar. Kapısında el açıp boyun bükenleri mahrum etmez. Yürek yaralarına merhem olur.

O, bir kulunu sevdi mi artık onu başkalarına bırakmaz. Hiç kimse, kullarına karşı Allahü Teâlâ'dan daha cömert olamaz. İşte insanlar bunu düşünmeli, sa­dece Allahü Teâlâ'yı sevmeli, sadece O'na kul olmalıdır.

Dünyaya tapanların başlarına gelen felaketler bize ibret olarak yeter...

Evet:

Bırakınız yeniyi, eskiyi, artıkları,



Yalnız Hakk'a kul olun, Hakk'ın yaratıkları!.. 187

EL-VÂHİD (C.C.)

“Tek, zâtında ve sıfatlarında ortağı ve benzeri olma­yan.”

Her şeyi “Kün = Ol!” emriyle yaratan, her şeye hükmünü yürüten, rahmetiyle göğüslerde sütten pınarlar çağlatan Yüce Allah zâtında birdir. Sıfatlarında birdir. Hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur.

O'nun hayata mazhar kıldığı ve ayakta tuttuğu bir mahlûk elbet O'na denk olamaz. Yerler, gökler, ırmaklar, denizler, güneşler, aylar ve yıldızlar O'nun emr ü fer­manına râm olmuşlardır. O'nun sonsuz kudretine karşı nasıl bir güç mevcut değilse, sıfatlarında da O'nun dengi benzeri yoktur. Şu kadar var ki, insanlarda O'nun sıfatlarının izleri ve nişaneleri açıkça görülür. Ve Allahü Teâlâ buyuruyor:

Sizin İlâhınız, (Zât ve sıfatında ortağı olmayan) tek bir Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur; Rahmân'dır = dünyada bütün mahlûkati esirgeyendir. Kahîm'dir = âhirette yalnız mü'minlere rahmet edendir.” 188

“Ve ilâhüküm” Ey insanlar! Hepinizin ibadet ve kul­luğuna layık ve buna hakkı olan gerçek ilâhınız “İlâhün Vâhid” bir tek ilâhtır.”

“Vâhid” sıfatı ile muttasıf bir ilâhtır ki ilâhlıkta tekdir. Hem sizden başkalarının da diğer bir ilâhı var san­mayınız. “Lâ ilahe illâ hû = O'ndan başka hak olan hiçbir ilâh yoktur.” O'ndan başka ilâh tutunanların hiç biri ilâhlığa layık değildir. Hepsi boş, hepsi bâtıldır. O'ndan daha üstün veya O'na denk bir ilâh düşünülmesi imkansız olduğu gibi, O'ndan daha aşağı seviyede olmak şartıyla da O'nun ilâhlığına ortak olabilecek mabudlar, tanrılar yoktur, ilâhlığa ortak olmak mümkün değildir. Gerçek ilâh ancak tek olan Allah'tır.

O'nun bütün yaratıklara başlangıç olan birçok isimleri ve sıfatları varsa da, yine zatından hakkıyla bahsetmek mümkün değildir. Hakk'ın gerçek mahiyeti, her türlü bileşimden uzaktır. O tek olan ferdi vasıflandırmak imkânsızdır. Çünkü vasıf, vasıflanan ile sıfat arasında az çok bir başkalık gerektirir. Başkalık olunca da ferdîlik kal­maz.

Bir de herhangi bir şeyden haber vermek, kendisinden haber verilen bir şey ile, haber verme şekli ister. Bu ise ferdîliğe aykırıdır. Bunun için bu isimlerin hepsi de Hakk'ın gerçek mahiyetinin, birliğinin aslına ermekten uzaktır. O'nun zâtına en son “Hû” (O) denebilir.

Bütün büyüklük ve şeref kaynağı, bütün çokluk yönlerinden uzak olan ve ancak “Hû” (O) diye ifade edile­bilen tek zâttır. O'nun zâtı, sıfat ile kemâle ermiş olmayıp, bilakis zâtının kemâli, sıfatlarının da kemâlini gerektir­miştir.

İşte “O” ifadesi, O rahmet ve şeref kaynağına, O bir­liğin yüce başlangıcına ulaştırır. Bunun için “hüve” keli­mesi bir zamir olduğu halde O'nun zâtına işaret eden en büyük ismi gibi olmuştur.

Tevhid denizine dalmış olan ve kalbini yalnız Allah'a bağlayan velîlere göre bu ismin önemi pek büyüktür. Buna ism-i a'zam diyenler de vardır. Bununla beraber ism-i a'zam Allah ism-i şerifidir, diyenler daha çoktur. Çünkü, “Allah” ismi, zat ve bütün sıfatların toplamına delâlet etmesi itibariyle daha geniş kapsamlıdır. “Hüve” ise tevhid makamında a'zamdır:

O, ey O! Ey O'ndan başka O olmayan Zât-ı Kibriya” tabiri rivayet edilegelen tevhid zikirlerindendir.” 189

Hâlik-ı Zîşan Hazretleri Vâhid sıfatiyle muttasıf bir ilâhtır. Ondan başka hak olarak hiçbir ilâh mevcut değildir. Ne var ki, bazı kafası olup aklı olmayan insanlar fanilere kendi aralarında ilâhlık payesi verirler. Zâlimlere alkış tutarlar. Bizi “Sen ihya ettin!” derler. Fakat bir zaman sonra tapındıkları o adamlar ecel eliyle hesap diyarına sürüklenir. Geride kalan akılsızlar, bu kere bir başka tağutun eteğine sarılırlar. Hâsılı, zaman mekân boyunca putçuluk devam eder gider.

İşte bunun içindir ki günde beş defa minarelerde “Allâhü Ekber, Allâhü Ekber! Allah en büyüktür, Allah en büyüktür!” nidası çağlamakta ve O'ndan başka Hak ilâh olmadığı âleme ilân edilmektedir.

Kulaklarına kurşun sıkılmış gibi bu sesi duymak iste­meyenlere kim ne yapabilir? Herkes yarın ektiğini biçecektir. Ve kâfir olanlar: “Keşke toprak olsaydık” diye­ceklerdir.

Âlemde tevhid denizine yelken açan nice âşıklar vardır. Yüce Allah'ın velî kullarından Sırrî Sakatı (k.s.), bir gün dağlara çıktı. Orada tenhalara çekilmiş bir adam gördü. Yanına varıp selâm verdi ve sor­du:

“Kimsin, nice bir kişisin?”

Dağları mekân tutmuş garip adam, başını bile kaldırmadan inledi:

“Hû!..


“Ne işlersin?”

“Hû!”


“Ne yersin?”

“Hû!”


“Yârin, yoldaşın kimdir?”

“Hû!”


“Kiminle sohbet edersin?”

“Hû!”


“Ey kişi! Hû demekten muradın Allah mıdır?” Gönül cihanı hikmet ve ma'rifet nuru ile pırıldayan ve yalnız Allah aşkını seçen adamcağız, Allahü Teâlâ'nın is­mini duyuverince vecde geldi, yaman bir çığlık attı ve yere düştü. Bir nefes sonra da ruhunu teslim ediverdi...

İşte Allah'ın böyle dostları da vardır. Âlemde sevil­meye lâyık en mukaddes mahbube Allah'tır. Ve O vâhiddir. Bir tek'dir.

Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve Allah'ın aziz Pey­gamberi bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

Tek, misli ve şeriki bulunmayan biricik İlâh. Zâtında tek, zeval bulmayan, bakî ve dâim olan, ne bir zevce ne de evlât edinmeyen, hiçbir şey dengi olmayan (künhüne erişilmeyen) Allah'tan başka hiçbir ilâh bulun­madığına şehadet ederim.” 190

Kim bu şehadeti on kere okursa kendisine kırk milyon sevap verilir. Ve bunun karşılığında günahları yok edilir ve derecesi kat kat artırılır.

Neden bu kadar ecir vardır derseniz, cevabı şudur: Çünkü bu tevhidin içinde Esmâü'l-Hüsnâ'dan isimler vardır. Vâhid, Ehad, Samed, İlâh gibi...

Yâ Vâhidü Yâ Samed,

İhsanına yok aded! 191




Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin