EZ-ZÂHİR (C.C.)
“Kudret ve saltanatiyle aşikâr olan.”
O'nun kudretine yerde, gökte alâmetler vardır. O'nun varlığı, hemen herşeyde aşikârdır. Ayın gülen yüzüne baksan, ondan bir nişane görürsün. Nazenin çiçeklere nazar kılsan, O'nun kudretinin nakışlarını bulursun.
Zerreden küreye, güneşten aya, balıktan arslana, filden karıncaya kadar gördüğümüz her varlıkta, işittiğimiz her nağmede, dilimizin tattığı her lezzette O'nun kudreti zahirdir. Kendi vücudumuz, gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız en mükemmel sanat eseridir. Bu eserin bir mimarı, bir sanatkârı yok mudur? Elbette vardır.
Zahir: Varlığı her şeyde açıkça görünen demektir. Çünkü âlemdeki herşey O'nun varlığına delildir. Hiçbir zerre, hiçbir nesne yoktur ki varlıkta ortaya çıkarken daha evvel O'nun varlığını isbat etmiş olmasın.
Bulutlardan tane tane karların inmesi, yağmurun oluk oluk akması, ırmakların dağlar arasında çağlaması, denizdeki dalgaların başlarını sahillerdeki taşlara vurması, bize O'ndan haberler sunmaktadır. Ama görmeye göz gerek, duymaya kulak gerek... 202
EL-BÂTIN (C.C.)
“(Mahlûkatının nazarından) gizli olan.” Cihan mülkünü kullarına bahşeden Yüce Allah'ın varlığı, hem zâhir,yani aşikâr, hem gizlidir. Aşikârdır: Çünkü O'nun varlığını gözlerimize silinmez hakikatlar halinde gösteren eserler meydandadır. Gök başımızda, yer ayağımızın altındadır. Semâlarda milyarlarca yıldız gülümseyip durmakta ve onun kudretinden desenler, nişanlar, izler sunmaktadır. Yer küre ise bir gülistan, bir çiçek âlemidir. Yerde olanlar da, doğanlar, ölenler de hep O'nun varlığının nişaneleridir.
O gizlidir. Neden gizlidir? Çünkü O'nun varlığının hakikati, akılların idrak ve kavrayışına sığmaktan münezzehtir. O'nu künhüyle bilmek imkânı yoktur. Ama varlığını kat'î surette biliriz. Madem ki sayıya hesaba gelmez mahlûk var, o halde Hâlık da vardır. Artık Allahü Teâlâ'nın varlığı nasıl inkâr olunabilir ki? O'nu inkâra yeltenen kişi, bizzat kendini inkâr etmiş olur. Çünkü o adamı hayata mazhar eden Yüce Yaratıcıdır. O'nun ilmi, bütün ilimlerin üstünde, kudreti bütün kudretlerin fevkindedir. Herşeyi kulağından tutup emr ü fermanına boyun eğdiren O'dur. O, böylece aşikâr. Fakat O'nu tam kemâliyle tanımak ve bilmek mümkün olmadığı için de gizlidir. Çünkü akıl O'nu kavramaktan uzaktır. O'nun için ne yalnız zahir ne de yalnız bâtın diye hükmetmemeli, hükmü, atıftan sonraya bırakarak “Zahir ve Bâtın” demelidir.
Bizleri biraz tefekküre, intibaha getirmesi bakımından Risâle-i Nur'dan şu satırları aktarıyorum:
“Hem, nasıl berrde ve bahrde kemâl-i rahmetle rızıkları verilen ve kemâl-i hikmetle muhtelif şekiller giydirilen ve kemâl-i rubûbiyetle türlü türlü duygular ile teçhiz edilen bütün hayvanât birer birer yine o Kadîr-i Zülcelâlin vücûbuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet geniş bir mikyasta azamet-i ulûhiyetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir; öyle de, bağlardaki muntazam nebatat ve nebatatın gösterdikleri müzeyyen çiçekler ve çiçeklerin gösterdikleri mevzun meyveler ve meyvelerin gösterdikleri müzeyyen nakışlar, birer birer yine O Sâni'-i Hakîmin vücûbuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, külliyetleriyle gayet şaşaalı bir surette cemâl-i rahmetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir.
Hem, nasıl cevv-i semâdaki bulutlardan mühim hikmetler ve gayeler ve lüzumlu faydalar ve semereler için tavzif edilen ve gönderilen katreler, katreler adedince yine o Sâni'-i Hakîmin vücûbunu ve vahdetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir; öyle de, zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hasiyetleriyle beraber, ayrı ayrı maslahatlar için izhar ve iddiaları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine O Sâni'-i Hakîmin vücûb ve vahdetini ve kemâl-i rubûbiyetini gösterir.” (Sözlerden)
Ey Rab! Ey yaradılış binasının mimarı,
Senin yüce lütfunla uçar, bal yapar arı!
Akıl aynası tozlu olan, bilmez bunları! 203
EL-VALİ (C.C.)
“Her şeyi ve mülkünü tek başına tedbîr ve idare eden.”
Bilirsiniz ki, âlemde şehirler, memleketler vardır. Her şehirin bir idarecisi bulunur. Yine onun da başında bir hükümdar âmirdir. En küçük köylerden, en büyük şehirlere ve memleketlere kadar bütün cemiyetlerin emirleri, melikleri, valileri vardır ki, âlemin nizamı devam etsin.
Cihangir padişahlar, melikler, valiler yaratan ve bütün kâinatı, bütün mevcudatı idare eden biricik ve en büyük vâlî Allahü Teâlâ'dır. O, öyle bir vâlî-i a'zam, öyle bir meliktir ki, bütün kâinatı tek bir emirle yokluktan varlığa çıkardı. Dilerse bu kâinatın bir benzerini veya binlerce âlemi yine yaratmaya kadirdir. Kur'an-ı Kerim bize ferman ediyor:
“Allah'ın şanı, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece “Ol!” demektetir; o (hemen) oluverir.” 204
Yani hiçbir şey yoktur ki, O'nun tedbîr ve iradesiyle, kudret ve tasarrufunun te'siriyle olmasın. Yine herşey vakti geldiğinde ancak O'nun iradesiyle, emr ü fermaniyle ölür. Ölür de, öyle kalır mı? Hayır! Bu kere yeniden diriltmek yine O'nun kudretiyle olur. Bir kimse öldü de, artık onun işi bitti, ondan bir şey sorulmaz denemez. Ölenler O'na döndürülür, doğanlar O'nun lütfuyla varlık bahçesine gelir.
Şânı pek yüce olan Allah vâlîdir. Ne var ki, bizim bildiğimiz valiler gibi olmaktan münezzehtir. Meselâ: Bir vilayetin valisi ancak oturduğu odada, gözünün önündekileri görebilir. Odanın dışında cereyan eden hadiselere vâkıf olamaz. Nerde kaldı ki, bütün şehrin, bütün hadiselerini bilecek. Dahası var. Emrindeki insanların kendisi hakkında neler düşündüklerini, ne plânlar yaptıklarını ve neler tasarladıklarını bilmesi de mümkün değildir. Bir şehri tek başına idare etmek şöyle dursun, yüzlerce yardımcısı olduğu halde yine herşeyden haberdar olamaz. Onların cehaletlerini ayaklarının altına koymuş olsak, belki başları dağları aşardı. Allahü Teâlâ'nın ilmine karşı onların bilgisi bir hiçtir. Bildikleri zerre ise, bilmedikleri dağlar kadardır. İşte yaptıkları işler de böyle noksandır.
Buna mukabil Yüce Allah bütün kâinatta, yerde, gökte, denizlerin derinliklerinde, toprağın altında neler oluyor ve daha neler olacak; kim doğacak, kim ölecek, kim nereden nereye gidecek, bütün bunları takdir etmiştir. O'nun dediğinde ne bir fazla, ne bir eksik olur.
Bütün âlemde ardı arkası kesilmeyen hâdiseler O'nun takdir buyurduğu gibi akıp gider. Zaman suyu kurumadığı gibi, o zaman zarfında vuku bulan hadiseler de durmaz. Tâ ki, Allahü Teâlâ “Dur!” diyene kadar.
Âlem dolusu halkın, her birinin nerede, ne zaman doğacağını, nerede ne gün, hangi saatte öleceğini, hayat boyunca her nefeste neler yapacağını, kabirde başına neler geleceğini ve kıyametin ne zaman kopacağını bütün kemaliyle Allahü Teâlâ bilmektedir. Çünkü herşeyin dizgini O'nun elindedir. Olanlar, O'nun iradesiyle olmaktadır.
Aklı başında hiçbir kul, “ben gizlenirim de Allah benim ahvalimi, sırlarımı bilemez” demek cehaletini göstermez. Bu hal yalnız Âdemoğlu için de değildir. Bütün alemlerde ne kadar varlıklar mevcutsa, Yüce Hâlık, hepsinin ahvâlini tek tek bilir. Herşeyi ilmiyle, kudretiyle kuşatıvermiştir.
İşte O, böyle bir Vâlî-i A'zamdır. O'nun misli ve benzeri yoktur. O herşeyi kudret elinde tutandır. Diyeceğim o ki:
Sadece nedamettir şaşı kişinin kân,
Olmalıdır, ey adam, sende ibret nazan! 205
Dostları ilə paylaş: |