Ayet ve hadislerle esmâÜ'l-hüsna



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə35/48
tarix05.09.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#76828
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   48

EL-MÜTEÂLÎ (C.C.)

“Noksanlıklardan yüce ve münezzeh, künhüne erişilmesi mümkün olmayan.”

Meselâ: Bugün padişah olan birinin yarın tahtından kara toprağa inmesi mümkündür, en zengin adamın en fakir hale gelmesi de yine mümkün. Tarihimizde Genç Osman diye bilinen ve Yedikule Zindanlarında boğduru­lan talihsiz padişah son anında şöyle haykırmıştır:

“Hey ağalar! Görün dünyanın halini, daha sabahle­yin padişah iken, mal ve mülkümün had ve hesabı yok­ken, şimdi on akçelik bir servete mâlik değilim. Üstelik canıma da mâlik değilim!”

İnsanlar yücelerden ta diplere inebilir, başkalarına muhtaç olabilir. Servetler, saraylar, saltanatlar elden gi­debilir. Yani yaratılmışlar bir halde kalmaz. Ancak Aziz ve Celil olan Allah böyle şeylerden münezzehtir ve onun hakkında böyle bir ihtimâl düşünülmesi mümkün değildir.

O öyle bir Allah'tır ki, yerler, gökler, güneşler, aylar O'nun emr ü fermanına râm olmuştur. İstemekle O'nun mülkünden bir şey eksik olmaz. İsteyenler ne kadar artar­sa artsın, onun ihsanı da artar. İstedikçe kullarına verir de verir.

O'nun kereminin rüzgârı taşları ayna yapar, kuluna kah inciler verir, kah altın madenlerinin kapısını açar, kah üzümler, incirler, hurmalar ve türlü türlü meyveler ihsan eder. Yani iradesine, hikmetine göre verir. Verir, herkesin hamur teknesine rızık koyar. Fakat vermekle hazineleri tükenmez. Kimse O'nu fakir edemez. Kimse O'nun kud­retinin önünde duramaz. Hazineleri hiç bitmeyen biricik Ganî ve Müteâlî O'dur.

Zât-ı Zülcelâl bütün sıfatlarında hiçbir şeye benzeme­mektedir. Yaratıklarda olabilecek noksanlıklardan beridir. Kuvvet ve galibiyetin en üstün olanı O'na mahsustur. O, neyi diler, neyi murad ederse herşey O'nun dediği gibi olur. Hiçbir şey O'na mani olamaz.

Yeryüzünde mekân tutan bütün insanlar, bütün ordu­lar, en dehşetli silahlar, füzeler, atomlar, ışınlar, lavlar hep birden O'na karşı dursa; melekler, cinler de birleşip bu or­dulara katılsa, yine Allahü Teâlâ'nın kudreti önünde zelil olurlar, O'nun mülkünden bir zerre koparamazlar, O'nun saltanatının eteğine el uzatamazlar. İzni, keremi ol­madıkça hazinelerinden bir zerreyi cebren alamazlar. Fa­kat O dilerse bir anda bütün bu orduları helak edebilir. Feleği değirmen taşları gibi döndürür, yer küreyi bir ateş seli haline getirebilir.

Ve Allah buyuruyor:

Göklerin ve yerin mülkü (bütün hazineleri) Allah'ındır. Allah her şeye hakkıyla kâdirdir.” 206

O halde, Allahü Teâlâ'ya karşı boynumuz kıldan ince olmak gerek. Âlemde O'na baş kaldıranların başına neler geldiğini tarihin ibret sayfalarında görmek mümkündür. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim geçmiş ümmetlerin kıssalarıyla doludur. Nuh tufanını hatırlamak kâfi... Ne yazık ki insanlar ibret almıyorlar. Allah'ın mülkünde, Allah'ın verdiği nimetlerle yaşarken, Allahü Teâlâ'yı bırakıp da O'nun bunun izindeyiz diye nâra atanlar, hayatî yorgunluklarım cehennemin ateşten duvarlarına yaslanarak gidermeye çalışacaklardır.

Yâ Rabbi, Yâ Rabbi! Bu güzel isimlerin hürmetine, nu­run şerefine bize merhamet buyur. Zalimlere, tağutlara meyletmekten bizi ve neslimizi koru. Bizi hep kendinle meşgul et ki, bir başkasına gidecek vaktimiz olmasın!.. 207

EL-BERR (C.C).

“İyilik ve ihsanı bol olan.”

Bilirsiniz ki şanı yüce olan Allah kullarına kaldırama­yacakları yükü vurmaz, onlar için hep iyilik ve kolaylık diler. İyi kullarını sever. İnsanlara karşı zorbalık edenleri, halkın boynuna basanları sevmez. Hatasından dönüp tevbe edenleri bağışlar. Tek günahı tek günah olarak yazdığı halde, bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar mükâfat verir. Belki daha da çok, kat kat verir. O'nun iyi­liklerinin ve ihsanlarının bir haddi hududu yoktur. Öyle ki, en azılı düşmanını rızıksız bırakmaz.

Şeyh Sadi bir hikâye anlatır ki gerçekten ibret. Şöyle: “İhtiyar bir mecusî bir odaya çekilmiş, kapıyı üzerine kapamış, kimse ile görüşmüyordu. Bunun bir putu vardı. Vaktini hep onun hizmetine hasretmişti.

Birkaç sene sonra o kötü mezhepli mecusiye yapılması lâzım bir iş zuhur etti.

Bîçâre mecusî hemen puta koştu. İyilik ümit ederek maksuresinin toprağı üzerinde, putun önünde yuvar­landı:

“Hey put! Âciz kaldım, canım boğazıma geldi. Bana merhamet et, bana imdat elini uzat!” dedi. Huzurunda birçok niyazlarda bulundu. Fakat işi yoluna girmedi.

Put insanların mühim işlerini nasıl halledebilir ki. Kendisinden sineği kovamaz.

Bunun üzerine mecusî fena kızdı, putu tahkir etmeğe başladı:

“Bu kadar senedir sana taptım. Hizmetinde bulun­dum. Yapılması mühim bir işim var. Yapmıyacak olursan beni bırak, Cenâb-ı Hak'tan dilerim' dedi.

Mecusî daha putun karşısında, yüzü toprakta iken, pâk ve münezzeh olan Cenâb-ı Hak onun muradını hasıl etti.

Hakikatleri aramak, taramak ile meşgul bir zât (Allah'ın bir velî kulu) mecusinin işine hayrette kaldı, düşünceye daldı. O, kendi aklınca şöyle diyordu: “Bir ser­sem, âdi, bâtıla tapan, başı henüz puthane şarabı ile sar­hoş, gönlünü küfürden, elini hiyanetten yıkamamış iken Allahü Teâlâ onun muradını verdi. (Bu nasıl iş yâ Rabbi?)”

İşte o iyi kalbli zat bu işin sırrını düşünmekle meşgul iken, gönlünün kulağına şöyle denildi:

“O aklı eksik ihtiyar, putun önünde çok yalvardı. Fakat sözü makbule geçmedi, istediği olmadı. Sonra bizi andı, eğer bizim dergahımızda da kabul edilmeseydi, sa­nem ile Samed arasında ne fark olurdu?”

Ey dost! Gönlünü Samed'e bağla ki, insanlar sanemden daha âcizdirler. Eğer bu kapıya baş koyarsan, eli boş dönmek muhaldir.”

Gerçekten ibret değil mi? İşte Zât-i Kibriya kullarına karşı bu kadar kerem sahibidir.

Bizim putçular nerdesiniz? Haydi dönün Rabbinize!.. 208

ET-TEVVÂB (C.C.)

“Tevbeleri çok kabul eden.”

Beşer, şaşar demişlerdir. İşte bazı kere insanın kusur­ları, hataları olabilir. En güzel şey, hatada İsrar etmemek ve hemen Allahü Teâlâ'nın rahmetine yönelmekdir. Tevbenin asıl mânâsı dönmektir.

Samimî bir surette günahına tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur. Yine güzel ameller kötülükleri mah­veder. Çirkin ameller de insanın iyiliklerini bitirir. Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:

Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tevbe edin ki, felah bulasınız.” 209

Tevbe edilmediği takdirde günahların altından kalk­mak mümkün olmaz. Allahü Teâlâ, kulları için tevbe yol­larını kolaylaştırmakta, gönüllerine ümit katreleri atmakta ve rahmetiyle tecellî etmektedir..

Bir kul bunları görmez, yüreği hiçbir şey hissetmez, yaptığına nedamet duymazsa yarın başına pişmanlık taşı dokunacaktır. Çok kimseler vardır ki, “yarın yaparım, yarın yaparım” der durur. Nice yarınlar gelir geçer de bir şey yapamaz. Bir de bakar ki, ölüm kuşu gelivermiş. Son anda, nefes boğaza düğümlenince nedamet duymanın kimseye bir faydası yoktur.

Cenâb-ı Hak bazı kullarının basiret gözünü açar, ibret­li hadiseleri onun önüne çıkarır ve onu helakin eşiğinden dönderir. Çünkü O'nun rahmetine nihayet yoktur.

Günahlarımız dağları aşsa, deryaları doldursa, yine O'nun rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Yalnız şu ka­dar var ki tevbe etmeden, O'nun kapısında boyun bükmeden, O'nun kereminin seline atılmadan boş ümit bir fayda sağlamaz. Çünkü Allahü Teâlâ zalimlerden in­tikam da alır.

Bir de günahın bağışlanması için kul hakkına tecavüz edilmemesi lâzım. Eğer bir kimsenin üzerimizde hakkı varsa, mutlaka onunla helâllaşmak yoluna gidilmelidir.

Dışımızı nasıl su ile temizlemek mümkün ise, iç dünyamızı da tevbe suyu pak eder. Tevbe edenler: Tâib,

Tevvâb olmak üzere ikiye ayrılır. Tâib, yalnız dış günah­lardan tevbe edendir. Tevvâb ise, iç günahlar dediğimiz kötü huylardan da kendisini arıtan kimselerdir. Günah kirleriyle lekedâr olan ömür defterleri ancak tevbe süngeriyle silinebilir.

Dünyada ibret alınacak çok hadiseler cereyan etmiştir. Hakimiyet yüzüğüne tekme vuran Belh Sultanı İbrahim bin Edhem Hazretleri, Kabe'ye geldi. Kabe'nin örtüsüne tutunup rabbine şöyle yalvardı:

“İlâhî! Abdükel-âsı etâkâ

Mükırran biz-zünûbi kad deâkâ.

Fe'in tağfir fe-ente li-zâke ehlün

Ve in tatrud fe-men yerham sivâkâ.”

(İlâhî! Âsî kulun dergahına gelip yüz tuttu. Günahla­rını tek tek ikrar ediyor, sana yalvarıyor.

Eğer (bu kulunu) affedersen sen zaten buna lâyıksın.

Eğer huzurundan kovarsan, senden başka bana kim merhamet edip acıyacak?”

A gam seline değirmen olan insanlar! İşte sultanlık bu­dur.. Rabbinin huzurunda sultanlığın değeri mi olur? Kul­luk, bin kere sultanlıktan evlâdır... Hazreti Mevlânâ (k.s.):

“Men bende şüdem, bende şüdem, bende şüdem,

Men bende behaclet beser efgende şüdem.

Her bende şeved şad ki âzâd şeved,

Men şâd ezânem ki türâ bende şüdem.”

diye çığlık koparmaktadır. Yâni: “Ben kul oldum, kul ol­dum, kul oldum. Kulluk vazifemi lâyıkiyle eda edeme­diğim için mahcubiyetimden başımı önüme eğdim. Her köle âzâd olursa sevinir, mesrur olur.

(Ey Yaradanım Allah!). Ben sana ne zaman kul olur­sam o vakit sevinir, şad olurum!” 210


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin